İSLÂM HARFLERİNİN YASAKLANMASINA DAYANAMADI VE TEESSÜRÜNDEN RUHUNU TESLİM ETTİ


SİLSİLE-İ ALİYYE BÜYÜKLERİNDEN OLAN SEYYİD ABDULHAKÎM ARVÂSİ HAZRETLERİNİN KIYMETLİ KARDEŞLERİ SEYYİD TÂHÂ ARVÂSİ HAZRETLERİ İSLÂM HARFLERİNİN YASAKLANMASINA DAYANAMADI VE TEESSÜRÜNDEN RUHUNU TESLİM ETTİ.

Bu metin, tarihi olaylardan ilham alınarak yazılan bir hikâye değil, İslâm harflerinin kânunen men edilmesine kahrolup Hak Teâlâ’ya kavuşmayı yeğleyen bir Allah dostunun yaşantısından ufak bir kesittir. Ruhu şad olsun. El-Fatiha.

İnkılâbın en önemlisi harf inkılâbıydı; o Türk’ün bin senelik mazisiyle alâkasını kesiyordu…

"Millî Mücadele yıllarında bir ara Umur-i Şer‘iye ve Evkaf Vekâlet’ini deruhte etmiş bulunan meşhur Konya meb'usu Vehbi Hoca bu vazifede iken Hey'et-i İftâiye Reisi yani bir nevi 'fetvâ emini' olarak Seyyid Tâhâ Efendi'yi Ankara'ya aldırtmıştı. Bu zât, sadece dinî mes'elelerde değil, astronomi sahasında da son derecede malûmatlı idi. Vaktiyle rasathanenin mâruf müdürü Fatin Hocaya da bu mevzuda yardımlarda bulunmuştu. Aynı zamanda edip ve hattattı. Ama öyle sıradan bir hattat değil!..

Seyyid Tâha Efendi Hazretleri, harf inkılâbının söylentileri çıktığı sırada, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Müşavere Hey'etinde çalışmaktaydı. O zaman ben de vazifem icâbı Ankara'da ikâmet etmekteydim. Bir gün Karaoğlan Çarşısı'ndan geçerken, Zincirli Câmii'nin yakınında kendisini ağlarken gördüm. Beyaz sakallarından aşağıya doğru yaşlar yuvarlanıyordu. Derhal yanına koştum, hürmetle elini öptüm ve niçin ağladığını sordum. Bana dedi ki:

- Duymadın mı, İslâm harflerini değiştiriyorlar!..

- Bunda ne var, sağdan sola doğru yazmayız da, soldan sağa doğru yazarız! diye karşılık verdim.

Efendi’nin o mükedder hâli birden bire değişti. Yüzünü öfke kaplamıştı. Bana dönerek hiddetle:

- Koca eşşek!, dedi, Keşke bunu yapmasalar da bir kanun çıkartıp boynumuza haç taksalar! Sonra daha çok coştu ve câli bir surette ağlamaya devam etti.

Hayretler içinde kalmıştım. Yakinen tanıdığım, ilmine, irfanına, şahsiyetine son derecede güvendiğim bu hoca efendinin niçin böyle düşündüğünü bir türlü anlayamamıştım. Bu ölçüde teessür duyduğunu görünce kendisini teselli için:

- Merak buyurmayınız efendim. Mecliste birçok hoca efendi vardır, herhalde bu işe mâni olurlar, dedim.

Seyyid Tâhâ Hazretleri:

- Hiç sanmam, amma yine de bir ümit!.. Hadi birlikte eve gidelim, dedi.

Hoca Efendi'nin evi eski Meclis binasının karşısında, o zamanlar Hergele Meydanı (Hayvan Pazarı) diye anılan yerdeydi. Üstü toprak kaplı basit bir ikâmetgâh olan bu eve gittik. Hoca Efendi'nin teessürü bir türlü yatışmıyordu. Hâlâ ağlıyordu. Bu durumda kendisini teselli ve teskin etmek ihtiyacını hissettim ve kendisine:

- Benim hususi bir kartım vardır. Bununla Meclis'e dilediğim zaman girip çıkar müzâkereleri takip ederim. Dilerseniz birlikte bu mebus olan hoca efendileri ikaz edecek bir mektup yazınız. Ben götürüp kendilerine vereyim. Bu suretle şayet meselenin ehemmiyetini kavramamış olanları varsa, onları da ikaz etmiş oluruz" dedim.

Hoca efendi bu teklifime memnun kaldı. Eline bir tomar kâğıt alarak o zaman mebus olan hocaların her birine ayrı ayrı, kısa fakat manidar birer mektup yazdı. Bunda İslâm harflerinin ehemmiyetini belirtiyor ve bunların değiştirilmesi hususundaki teşebbüse mâni olmaya çalışmaları rica ediliyordu.

Sarıklı mebusların pek çoğunu şahsen tanırdım. Ancak ne yazık ki; Lâtin harflerini getirmeye çalışanlar arasında başında sarık bulunanlardan bazıları da vardı. Yazılan mektupları cebime koyarak Meclise gittim. Hepsini bir bir dağıttım. Dilimin döndüğü kadar da meseleyi şifâhen anlatmaya çalıştım. Meclis'te aslen Tatar olup sakalına kına süren Fehmi Efendi adında bir hoca vardı. Bu zat Lâtin asıllı rakamların kabulü sırasında kürsüye çıkarak:

- Asıl değişmesi lâzım gelen rakamlar değil, harflerdir. Onları ne zaman değiştirerek Lâtin asıllı yeni bir alfabe kabul edeceğiz!..' diye bağırmıştı.

Hakikaten Lâtin asıllı rakamlar kolaylığına binaen kabul ve tatbik olunmuştu. Fakat nihâyet az bir zaman sonra, sıra İslâm harflerine de gelmişti. Bir gece sabahlara kadar süren müzakere sonunda İslâm harfleri yasaklanmış, onların yerine bugünkü Lâtin asıllı alafranga harfler kabul olunmuştu. Ben de Seyyid Tâhâ Efendi'ye söz vermiş bulunduğum için buna dair gelişmeleri günü gününe takip ediyordum. Nihâyet mahud kanunun kabul edilmesi üzerine koşup kendisine haber verdim.

- Maalesef kanun kabul edildi ve İslâm harfleri yasaklandı! dedim.

Hoca Efendi'nin aldığı bu haber üzerine rengi sarardı. Şimdi hatırlayamadığım bir âyet-i kerimeyi mütevekkilâne bir surette okudu. Bir bardak su istedi, kendisine verdik, içti. Sonra:

- Çok yorgunum. Seni bekledim, uyumadım. Ben biraz yatacağım. Sen sabah namazını bekle ve beni de uyandır! dedi.

Sabah olunca kendisini uyandırmak için yanına gittiğimde, onu yatağında cansız buldum. Seyyid Tâhâ Hazretleri duyduğu kahır ve ızdıraptan göçmüştü!

İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin türbesi girişindeki fârisî beyit


İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin türbesi girişindeki fârisî beyit ;
چه عالی شان دربار امام دین ربانی *
ملآئک صف به صف ایستاده اینجا بهر دربانی *
İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin eşiği ne yüce*
Melekler saf saf her türbedâr ile ayakta burda *

Mevlana Halid-i Bağdadi'nin (kuddise sirruhu) Osmanlı Sultanına Duası

Mevlana Halid-i Bağdadi'nin (kuddise sirruhu)Osmanlı Sultanına Duası
“Allahım! Büyük himmet sahibi olan padişahımızı koru. Onu gaybın askerleriyle destekle. İslâm dinini muhâfaza etmeye yardım eyle. Günler devam ettiği müddetçe ehlinden ona halef olabilecek kimseleri pâyidar eyle. Karada ve denizde askerlerini muzaffer eyle. Vezirlerini, yardımcılarını ve elçilerini ıslah eyle. Sultanımızı ve yardımcılarını, beldelerin imarına ve insanların huzuruna sebep kıl, onlarla sünnet-i seniyyeyi ihya ettir. Parlak ve açık nebevî şerîatın alâmetlerini onlarla yücelt. Sultanın düşmanı dinin düşmanı olduğundan düşmanlardan yardımını kes ve onları rezil ve rüsva eyle. Dinden çıkan ve emrinden uzaklaşanları helak et ve köklerini kurut. Hayatta olanları helak olanlara ilhak et.Selamet ve afiyeti üzerimize, hacılara, savaşanlara, düşmana karşı hazır kıta gibi bekleyenlere, yolculara, karada ve denizdeki Hazreti Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem) ümmetine takdir eyle. Allah’ın salat ve selâmı Peygamberimizin âl ve ashâbının üzerine olsun. Hamd âlemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur.” (Muhammed Es’ad Sahib, Buğyetü’l-vâcid fî mektûbâtı hadreti Mevlânâ Hâlid, Matbaatu’t-terakkî, Dimaşk 1334, s. 166-171 )

Ahmed Mekki Üçışık Efendi'nin Rabıta-i Şerife risalesinin arka sayfasına mübarek el yazıları ile ilave buyurdukları yazı


Abdülhakim Arvasi Üçışık Efendi Hazretleri'nin mahdum-u mükerremi Ahmed Mekki Üçışık Efendi'nin, babasının te'lifi olan Rabıta-i Şerife risalesinin arka sayfasına mübarek el yazıları ile ilave buyurdukları yazı:

Ve ilâ rûh-i şeyhinâ el-muhâciru’l-garîb, el-mazlumu’ş-şehîd, mevsulu’l-âşikîn, delilu’l-vâsilîn, melâzi’t-tâlibîn, melceu’s-sâlikîn, hâtimetu’s-silsileti’l-aliyeti’n-Nakşibendiyeti; en-nâşiru’l-ahkâmi’l-İslâmiyeti inde şiddeti’l-kufri, ve’d-dalâli ve’l-irtidâi; keennehu bunyanun mersusun. Manzûr-u Nazar-i Pirân-i Kirâm, mevlânâ ve delilunâ ilâllâhi, Et-Tabibu’ş-Şâfî li’l-kalbi’l-kâsî eş-Şeyh es-Seyyid Abdulhakîm el-Arvâsî Kaddesellâhu Taâlâ esrarehu’l-azîz.

Türkçe tercümesi:

Ve (ayrıca) şeyhimiz garip (olan) muhacir, şehid (olan) mazlum, aşıkları kavuşturan, ulaşanlara yol gösteren, isteklilere korunma (yeri), saliklere (yola girmişlere) sığınma (yeri), yüce Nakşibendi silsilesinin sonuncusu, küfrün, dalaletin (sapıklığın) ve irtidadın (dinden çıkmanın) şiddetli anında sağlam bir bina gibi İslam ahkamını neşreden (yayan), Manzûr-u Nazar-ı Pîrân-i Kirâm (keremli pirlerin//mürşidlerin nazarlarının//bakışlarının hedefi), sahibimiz ve ALLAH’a giden yolu gösterenimiz, kasvetli (daralmış) kalplerin şifasının tabibi (olan) Eş-Şeyh es-Seyyid Abdulhakim Arvasî’nin de (Yüce ALLAH onun yüksek sırlarını mukaddes kılsın) ruhuna (olsun).

Not: Tercüme için Takyeddin Zahid Arvas Bey'e teşekkürler.

UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN



Bir sabah namazını kaçıran Sultan 3. Murat Han'ın hicranını seslendiren Fransa'daki Türk işçisi abimiz, dinleyenlerde bıraktığın etki hürmetine Rabbim seni sevdiği kullarıyla bir eylesin.
....

Uyan ey gözlerim gafletten uyan 
uyan uykusu çok gözlerim uyan 
Azrail’in kastı canadır inan 
uyan ey gözlerim gafletten uyan 
uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanırlar cümle kuşlar 
dill-u dillerince tesbihe başlar 
tevhid eyler dağlar, taşlar, ağaçlar 
uyan ey gözlerim gafletten uyan 
uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapıların açarlar 
mü’minlere rahmet suyun saçarlar 
seherde kalkana hülle biçerler 
uyan ey gözlerim gafletten uyan 
uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fanidir sakın aldanma 
mağrur olup tac-u tahta dayanma 
yedi iklim benim deyu güvenme 
uyan ey gözlerim gafletten uyan 
uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim, murad kulun, suçumu affet 
suçum bağışlayıp günahım ref’et 
rasûl’ün sancağı dibinde haşret 
uyan ey gözlerim gafletten uyan 
uyan uykusu çok gözlerim uyan

Sultan III. Murad

Zimem Defteri


Hiç tanımadığınız bir mahallenin hiç tanımadığınız bir bakkalına gidip hiç tanımadığınız birinin borcunu ödemek!.. "Zimem Defterleri"

Seyyid Emin Garbi Arvas


Seyyid Emin Garbi Arvas: Seyyid Fehîm efendinin torunu ve Efendi hazretlerinin talebesinden Van müftisi Seyyid Ma’sum efendinin oğludur. Annesi Ayşe hanım Seyyid Hamid paşanın kızıdır. Şeyh Said isyanını müteakib, 1928 senesinde ailece sürgüne tâbi tutuldukları bir sırada, Konya’da dünyaya geldiği için Garbî ismiyle mevsumdur. Babaları Marmaris’e gönderilmişti. Bunun üzerine dayısı Van meb’usu İbrâhim Arvas annesiyle kendisini alıp yanına götürdü. Yazları İstanbul Emirgan’daki bir evde kalırlardı. Müteaddid defalar Seyyid Abdülhakîm Arvasi kuddise sirruhu hazretlerini görmüş, kıymetli teveccühlerine kavuşmuş idi. Bebek iken Seyyid Abdülhakîm Efendi’nin yanına getirmişler ve Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri, hanımına: "Bu çocuk kimin torunudur bilir misin?" diye sordular. Hanımı, “Seyyid Fehîm hazretlerinin torunudur” cevâbını verince, Efendi hazretleri; "Yalnız o kadar mı? Bu öyle bir zâtın torunudur ki, salıncağının bir ipini annesi boynuna taksa, bir ipini de sen boynuna taksan ve ben de sabahlara kadar sallasam, hakkını edâ edemeyeceğim bir büyüğümün torunudur" buyurdu. Efendi hazretleri vefatlarından az evvel İzmir’den Ankara’ya geldiklerinde kendilerini istasyonda karşılayarak Fâruk Işık beyin evine getirmişlerdi. Bu zaman zarfında da kendilerini çok ziyâret ettiler. Heybetli, ma’lûmâtlı, neş’eli, hoş sohbet, edib, cömert bir Osmanlı beyefendisi idi. Âilesi içinde sıfatı da zâtı gibi kıymetli olanlardandı. Garbî bey Ziraî Donatım Kurumunda idareci olarak çalışmış; tekâüde ayrılmış; ömrünün son zamanlarını İstanbul’da geçirmiştir. Hac dönüşü bıraktığı sakalı ile görenler, muhterem babalarına en çok benzeyen oğulları olduğunu teslim ederdi. 2000 senesinde kalb rahatsızlığından vefat etti. Bağlumdadır. Efendi hazretlerinin torunu ve dayızâdesi Seyyide Ümmü Gülsüm hanım ile evlidir. Ümmü Gülsüm hanım, emsâline az rastlanır kıymette, asil, afife, fedâkâr bir hanımefendidir. Murad Ma’sum ve Abdülhamid isminde iki oğulları vardır.

Bu su içilmez mi?

Hâbil efendi anlattı: Menemen’de sonraları Bâyezîd câmii imamı ve reisü’l kurrâ olarak şöhret kazanan hâfız Abdurrahman Gürses de vardı. Seyyid Abdülhakim Efendi hazretleri, kıraatini beğendiği bu on sekiz yaşındaki genci namazda imam yaparak kendisine iktidâ etmişti. Oradaki imamlar, hocalar taaccüb ettiler. Babam Mustafa Kaptan da bunu Efendi hazretlerine haber verince, “Kaptan! Boru temiz, içinden akan su da temiz, bu su içilmez mi?” buyurdu.

Çekdiğim cevr ü sitem senden midir benden midir

Çekdiğim cevr ü sitem senden midir benden midir 
Nâr-ı hicrandan mıdır yâ âlî ihsandan mıdır 

Bî-vefâ olmuş kamu işbu cihanın dilberi 
Tab'-ı tohmundan mıdır yâ hükm-i sultândan mıdır

Sûre-i Seb'ul-Mesânî dilberin vechindedir 
Nakşı insandan mıdır yâ sun'-ı Rahmân'dan mıdır 

Mâh cemâlin arz edip âşıkların canın alır 
Hüsnü me'vâdan mıdır yâ şâh-ı Ken'ân'dan mıdır

Bir güzel tahtını kurmuş mülk-i hüsne hükm eder 
Taht-ı zîverden midir yâ kuvvet-i kândan mıdır 

Ruhlerinin revnakı aklım perîşân eyledi 
Nûr-ı esvedden midir yâ küfr ü îmândan mıdır 

Pîr-i Sâmi'nin kelâmı bizlere verir hayât 
Sohbeti candan mıdır yâ gizli canandan mıdır

Kaşlarıyla kipriği zülfü beni mest eyledi
Verd-i ahmerden midir yâ dürr ü mercandan mıdır 

İlm ü hikmet sözlerinden dem urursun 
Salihâ Bilmezem senden midir yâ bahr-i irfandan mıdır

(Salih Baba)

Cevr = Ezâ, cefa, eziyet.

Nâr-ı hicran = Ayrılık ateşi.

Âlİ ihsan = Yüce ihsan.

Bî-vefâ = Vefasız.

Kamu = Herkes.

Dilber = Sevgili.

Tab-ı tohum = Parlak, halis tohum.

Sûre-i Seb'ul-Mesânî dilberin vechindedir = Fatiha sûresi güzelin yüzündedir.

Sun'-u Rahman = Allah'ın işi

Mâh = Ay.

Hüsnü me'va = Güzellik makamı.

Şah-ı Ken'an = Hz. Yusuf.

Mülk-i hüsn = Güzellik mülkü, ülkesi.

Taht-ı ziver = Süslü taht.

Kuvvet-i kân = Madenin kuvveti, halisiyeti.

Ruh = Yanak, yüz, çehre.

Revnak = Parlaklık.

Nur-ı esved = Siyah nûr.

Verd-iAhmer = Kızmızı gül.

Dürr ü mercan = İnci ve mercan.


Bahr-i irfan = İrfan denizi.

SÜLEYMAN KUKU EFENDİNİN BİR HATIRASI

Her gece yatmadan yedi Ayet-el kürsi okurdum. Bir gece yorgundum, üç defa okuyabildim. Hem az okudum, diye üzüldüm, hem de öyle üzüntülü uyudum. O gece ilk defa Efendi hazretlerini rüyada gördüm: Yanına gittim. Elini öpmek istedim. El öpmek yok, buyurdular. Efendim, ben Hüseyin Hilmi beyin talebesiyim, dedim. Öyleyse, öp buyurup elini uzattılar. Ben de öptüm ve o heyecanla uyandım ve tekrar uyudum. Baktım, kalkıp bir yere doğru gidiyorlar. Yürüyüp yetiştim. Beraber bir caminin şadırvanına geldik. Buyurdular ki: "Evladım, ben şimdi abdest hazırlığı yapacağım. Sen de kalk sabah namazını kıl. Pijamaların temizdir, pijamalarınla kıl." Uyandım, sevinçten gözümden yaşlar aktı. Kalktım, baktım ki, tan yeri yeni ağarıyor. Efendi hazretleri beni namaza uyandırdı, ne kadar sevinsem değer, dedim ve abdest alıp, pijamalarımla namaz kıldım.
KAYNAK: Gün batarken gördüğüm son ışık, sahife no:232