Bu büyüklerin arzusunu Allahü teâlâ geri çevirmez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lerin arzûsunu, isteğini, Allahü teâlâ *Geri* çevirmez efendim. Meselâ Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri buyurdular ki: *Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. 


İşte efendim, kaç tâne *Yabancı Dil*’de kitaplarımız basıldı. *Otuz*’dan fazla lisânda kitaplarımız, Abdülhakim Efendi hazretlerinin bu *Arzû*’su ile teşekkül etdi. 


Onun bu *İsteği* ile tecellî etdi ve dünyânın her tarafına *Yayılıyor*. Her yerde, Efendi hazretlerinin *Rûhâniyeti* ile birlikde okunuyor, seviliyor, elhamdülillah. 


*Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. Kim buyuruyor bunu? Efendi hazretleri gibi bir *Allah dostu*. Cenâb-ı Hak, onun bu arzûsunu *Geri* çevirir mi efendim? 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Peygamber aleyhisselâma en çok *Tâbi* olan kimselerdir. Bizim inandıklarımıza, onlar bizzât *Şâhit* oldular, *Gördü*’ler çünkü. 


*Cebrâil* aleyhisselâmı gördüler, *Melek*’leri gördüler, hazret-i *Peygamber*’i gördüler. 

● ● ● 

Size iki emânet bırakıyorum. Bu emânetlerin bir tânesi *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*’dir. Çünkü onda, *İlim*, *Amel* ve *İhlâs* çok güzel anlatılıyor. 


İlim, amel ve ihlâs elde etmek istiyen, *İlmihâl*’i elinden düşürmesin. Her vesîleyle bir *Satır*, bir *Sayfa* okursa, hem *İlm*’i artar, hem *Amel*’i artar, hem de *İhlâs*’ı artar. 


İkinci emânet, *Enver âbi*’dir. Enver'in neden muvaffak olduğunun sebeplerini size anlatayım. *Enver*'de üç *Haslet* var, bu üç haslet onu *Muvaffak* ediyor. 


Birincisi, bugüne kadar *Berâber* olduk, yakînen tanıyorum, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşı bana *Kötülemedi*. Hiçbir zaman kalbine, bir arkadaşa karşı *Kötülük* duygusu gelmedi. 


Onun *Hücre*’lerinde kötülük duygusu *Yok*. Zâten kötülük yapamaz, hattâ onda kötülük *Düşünce*’si bile yok. Onca *İftirâ*’ya uğramasına rağmen, kimseyi bana kötülemedi. 


İkincisi, onda anlatılamaz bir *Sabır* var. Hattâ bizden daha sabırlıdır. *Kızmak* yok, *Telâş* yok. Hadîs-i şerîfde buyruluyor ki; *Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır!* 


*Enver*'in muvaffakiyetinin üçüncü sebebi de şudur: Bir zamanlar savaş âleti *Ok* idi. Ondan sonra *Kılınç*’lar çıkdı. Daha sonra *Tüfek*’ler, *Tabanca*’lar ve *Top*’lar çıkdı. *Atom bombası* yapıldı. 


Ama şimdi atom bombasının yerini alan yeni bir silâh var. O da, *Tatlı dil* ve *Güler yüz*. Buna diplomasi derler. İşte *Enver*, tatlı dili ve güler yüzüyle, hizmetlerimizi bu *Nokta*’ya getirdi. 


Enver âbi, *Kuleli*'den benim *Talebem*’dir. Talebelerimin içinde en çok *Onu* beğenirdim. Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu müesseseleri *Ben* kurdum kardeşim.

Tefekkür mühimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’minin birinci vasfı, haddini bilmekdir. *Ben kimim?* diyebilmekdir. *Ben nerden geldim, niçin varım, nereye gidiyorum?* İşte bunu düşündüğü zaman kendine gelir. 


*Tefekkür*, mühimdir bizim dînimizde. Büyüklerimiz; *Biraz tefekkür etmek, bin sene nâfile ibâdetden hayrlıdır!* buyuruyor. 


Allahü teâlânın *Büyüklüğü*’nü düşünmek, Cenneti, Cehennemi düşünmek, *Mahşer* meydanında binlerce sene bekleneceğini düşünmek, insanı *Dünyâ*’dan soğutur, *Âhiret*’e yaklaşdırır.


Bu da, mü’min için *Hayr*’lara vesîle olur efendim. Mü’minin *Memât*’ı, yâni ölümü, dünyâdaki *Hayât*’ından bin kat daha *Güzel*’dir, bin kat daha *Hayr*’lıdır. 


İnsanı, *Çevre*’si bozar kardeşim. İnsanın *Yetişme* şekli çok mühimdir. Nasıl *Yetişir*’se öyle de *Yaşar*. Bâzıları *Fıtrat*’ını tamâmen gayb eder, bunlar müslümân olamaz, *Ebû Cehl* gibi. 


Bâzılarında bu *Fıtrat* yok olmaz, sâdece üzeri *Örtülür*, islâmiyeti görünce *Sever* ve *Kabûl* eder. *Hazret-i Ömer* gibi. 

● ● ● 

*Mübârek geceler* sözünü, Kur’ân-ı kerîmden aldık. Çünkü orada, *Leyle-i mübâreke* buyuruluyor. 


Âhir zamanda insanlar *Tembel* olduğundan, hiç olmazsa böyle birkaç *Gün*, kendilerini *Toplasın*’lar diye, Allahü teâlâ bâzı günlere ve gecelere *Kıymet* vermiş.


Böyle *Gün* ve *Gece*’lerde, duâları kabûl *Edeceği*’ni bildirmiş. Mübârek gece, öğleden sonra başlar, *Fecr*’e kadar devâm eder. 


Bir sâat *İlm* öğrenmek, bütün gece *İbâdet* etmek gibi sevap olur. Bunun da zâten yarım sâati *Yatsı namâzı* tutar. Diğer yarısı da *Yasîn-i şerîf* okunur, *İlmihâl* okunur. 


Efendim, Allahü teâlâ mübârek Ramezân-ı şerîfi bizlerden *Râzı* eylesin. Bizleri şefâatine *Nâil* eylesin. 


Râhat, huzûr, sıhhat, âfiyet içinde ve bu *Hizmet*’lerin içinde *Hayır*’lı Ramezânlar, *Hayır*’lı bayramlar daha idrak etmemizi *Nasîb* eylesin. 


Biz *Duâ* edelim, Allahü teâlâ *Kabûl* eder. Nitekim kendisi; *Benden isteyiniz, veririm!* buyuruyor, ama istemesini bilmek lâzım. 


*Evliyâ-yı kirâm*’dan Ebül Hasan-i Harkânî hazretlerine; Yâ İmâm! Allahü teâlâ; *İsteyiniz vereyim!* buyuruyor, ama istiyoruz vermiyor, demişler. 


Ebül Hasan-i Harkânî hazretleri buyurmuş ki; *Duânızın kabul olmasını istiyorsanız, ağzınıza haram girmesin ve ağzınızdan haram çıkmasın!* Böyle buyurmuş efendim.

KALBİNE BAK!

Hâce Behâeddîn-i Nakşibend Buhârî (kuddise sirruh) buyurdu ki:

Hayatımda en garibime giden olay şu olmuştur: 

Bir gün ak sakallı bir ihtiyar, Kâbe'nin örtüsüne sarılmış, öpüyor, yüzüne sürüyor. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Onun bu hâline gıpta ettim. "Sen onun kalbine bak!" diye ilham geldi. Kalbine nazar ettim. Köydeki iki keçi ve birkaç koyunu düşünüyor. Hayret ettim. Oradan Mina pazarına geldim. Baktım bir genç, 50 bin altın değerinde alışveriş yapıyor, hep ticaretle meşgul. "Eyvah!" dedim, bu genç yandı! Bu kadar para pul içerisinde battı. Yine "Sen onun kalbine bak!" diye ilham geldi. Bir de kalbine baktım, her an kalbi "Allah" diyor. "Aman hak hukuk geçmesin, dinime zarar gelmesin" diye tir tir titriyor. "Sübhanallah" dedim. Ya Rabbî, bu kadar varlık içinde, bu "Allah" diyor. Öteki ise, yokluk içinde, Kâbe'nin önünde "keçilerim, koyunlarım" diyor!..

Hangi günah büyük günahtır?

 İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh  büyük günahı şöyle tarif etmiştir:

“İnsan hangi günahı bir korku ve pişmanlık hissetmeden, onu küçümseyerek irtikâp edenler gibi hatta adet haline getirip bu tahkir ve küçümseyi de hissetmeyenler gibi yaparsa o günah büyüktür.”

Bu karanlık kıyamete kadar daha da artacak

 Peygamberimiz aleyhisselâm; *Mü’min*’ler bir araya gelir de, *Allah*’dan ve *Peygamber*’den bahsetmezlerse, Allah oraya *Lânet* eder, buyuruyor. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri zamânında, *Sünnet*’ler, ateş böceği gibi *Tek tük* kalmış, ortalık, *Bid’at* lerin zulmetinden *Zifirî* karanlığa gömülmüşdü. Ya şimdi efendim? 


Şimdi dünyâ, *Küfr* karanlığına gömüldü, *Zifirî* karanlık oldu. O zaman *Bid’at* karanlığı varmış, şimdiyse *Küfr* karanlığı var. 


Bu *Karanlık*, kıyâmete kadar daha da artacak. *Güneş* batdı mı, ortalık birden *Karar*’maz, nasıl olur? yavaş yavaş *Kararır*. 


Her geçen gün biraz daha *Kararır*, biraz daha *Koyulaşır*, en sonunda *Zifirî* karanlık olur. 


Dünyânın sonunda *Öyle* olacak. Bütün dünyâyı *Küfr zulmet*’i kaplıyacak ve bir daha da *Güneş* doğmıyacak. İşte o vakit *Kıyâmet* kopacak.

(Hüseyin Hilmi bin Saîd "rahmetullahi aleyh")

Peygamber efendimizin oğlu İbrahim'in kabrine Münker ve Nekir'in gelişi

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin İbrahim adında bir oğlu vardı. 14 aylık veya 17 aylık iken vefat eyledi. Yıkadılar, kefenlediler, namazını kıldılar ve kabrine koydular. O iki melek hemen gelip sorulara başladılar:  

— İlâhın kimdir? Peygamberin kimdir?  

Ol şehzade-i âlişan cevap verdi:  

— Rabbim Allah’tır, dedikten sonra (Peygamberim babamdır.) demeğe babasından utandı. Zira, muhterem babası kabrinin başında duruyordu. O iki cihanın fahrine, yavrusunun bu hali malûm oldu ve gözleri yaşla doldu ve buyurdu ki: “Ey oğul! Cevap ver ve de ki: «Peygamberim âhir zaman peygamberi Muhammed Mustafa'dır, benim babamdır.» 


Şimdi kardeş: Böyle bir sultanın, masum yavrusuna münkir-nekir gelip soru sorarsa, acaba seni ve beni bırakırlar mı sanırsın? Neden bu işi akıllı, uslu düşünmez ve başına geleceklere gam yemezsin?   


Gelin insafa ey nefse uyanlar,  

Demidir ki, uyana uyuyanlar;  

Döneler Hakka, nefsi terk edeler;  

Bağışlanır bugün tövbe edenler.


(Eşrefoğlu Rumi hazretleri)

İnsanların istediğini Allahü teâlâ verir

 Bir zamanlar insanlar *Cennet*’i talep ediyorlardı. Allahü teâlâ da onlara, Cennete götürecek *Sebep*’leri yaratıyordu. 

Cennete gitmenin *Yol*’u da, bu *Büyük*’leri tanıyıp *Sevmek* ve yollarında *Gitmek*’dir. 

Daha sonra insanlar *Cennet*’i istemediler. Ne istediler? *Dünyâlık isteriz*, dediler. Allahü teâlâ da onlara *Dünya*’lık şeyler verdi. 

Bu sefer *Otoban*’lar, yüksek yüksek *Binâ*’lar, bir sürü imkânlar, saltanat, şatafat, teknoloji, hepsine *Sâhip* oldular. Ama *Mürşid*’leri yokdu, *Evliyâ* zâtlar yokdu. 

*Hayr* da Allahdan, *Şer* de Allahdan. Biz bâzı şeylere, *Hayr* diye dört elle sarılırız, ama sonu *Felâket* olur. Bâzı şeylerden de *Şer* diye kaçarız, hâlbuki o, bizim için *Hayr*’lıdır.

(Hüseyin Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh")

Asırlar boyunca âlimler bu sırrı çözememiştir

 “Kudüsde Mescid-i Aksâda senelerce tesbih ve ibâdet ile ömrünü geçiren kimse, ibâdetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helâk oldu. Eshâb-ı Kehfin köpeği ise, pis olduğu hâlde, Sıddîkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler, bu sırrı çözememiştir. İnsan aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. 

Âdem aleyhisselâma buğdaydan yime dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yimesini diledi. Şeytânın Âdem aleyhisselâma secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. Beni arayınız buyurdu. Fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlâhî yolun yolcuları, (Hiç anlayamadık) demekten başka birşey söyliyemediler. Bizlere ne demek düşer. Onun, insanların îmân etmelerine, ibâdet yapmalarına ihtiyâcı yoktur. Kâfir olmalarının ve günâh işlemelerinin Ona hiç zararı olmaz. Mahlûklarına Onun hiç ihtiyâcı yoktur. İlmi, zulmetin temizlenmesine, cehli de, günâh işlenmesine sebep yaptı. İlimden îmân ve tâ’at doğmakta , cehaletten de küfür ve günâh hâsıl olmaktadır. Tâ’at, çok küçük olsa da, kaçırmamalı! Günâh, pek küçük görünse de, yaklaşmamalıdır!”

[Herkese Lazım Olan Iman]

İctihâd ve kıyâs

 ● İctihâd ve kıyâs, bid’at değildir. Zîrâ kıyâs ve ictihâd nasların ma’nâsını açığa çıkarır. Emri artdırmaz. [Ya’nî ictihâd ile emrler artmış olmaz.] 1/186 [Mektûbât Tercemesi: 223.]

● İctihâd, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında da mevcûd idi. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]

● İcmâ-ı ümmet, Eshâb-ı kirâm zemânına âiddir. 2/23 [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]

● Hadîs-i şerîfler ile amel ederek, ulemâ-i müctehidînin fetvâsıyla harâm kılınmış, mekrûh ve menhî olan emri irtikâb eylemek, biz mukallidler için câiz değildir. [Ehâdis ile amel bize câiz değildir.] 1/312 [Mektûbât Tercemesi: 498.]

ABDULHÂLIK GUCDUVANİ KUDDİSE SİRRUH HAZRETLERİNİN VASİYETİ

Abdülhalık Gücdevani Kuddise sirruh Hazretlerinin Manevi Oğlu; Evliyayı Kebir İçin Meşhur Bir Vasiyetnamesi Bulunmaktadır.Şöyle Ki;


*Vasiyet Ederim Ki Sana Ey Oğul;

*Bütün Hâllerinde İlim, Edep Ve Takvâ Üzerinde Olasın!..


*Geçmişlerin Eserlerini Oku, Ehl-İ Beyt Ve Ehl-İ Sünnet Vel-Cemaat Yolundan Git!


*Fıkıh Ve Hadîs Öğren Ve Câhil Sofîlerden Bucak Bucak Kaç!


*Namazlarını, Mutlaka Cemaatle Kıl!


*Kalbinde Şöhrete Meyil Varsa İmam Ve Müezzin Olma!


*Şöhretten Gücünün Yettiği Kadar Uzaklaş! Şöhrette Âfet Vardır. Makamlarda Da Gözün Olmasın; Dâima Kendini Aşağılarda Tut!


*Tâkat Getiremeyeceğin İşe Kefil Olma!


*Halkın Seni Alâkadâr Etmeyen İşlerine Karışma!


*Fâsık İdarecilerle Düşüp Kalkma!


*Her Hususta Dengeyi Muhâfaza Et!


*Ölçüyü Kaçırıp Güzel Ses Dinlemeğe Fazla Kapılma Ki, Ruhu Karartır Ve Sonunda Nifak         Doğurur. Böyleyken Güzel Sesi De İnkâr Etme Ki, Onunla Ezân Ve Kur’ân, Ruhları İhyâ Eder.


*Az Ye, Az Konuş, Az Uyu; Ve Gâfillerden Ve Ahmaklardan Arslandan Kaçar Gibi Kaç!


*Fitne Zamanları Yalnızlığı Tercih Et, Menfaati İcâbı Fetvâ Vererek Dînin Hafife Alınmasına Sebep Olanlardan, Mağrur Zenginlerden Ve Câhillerden Uzak Dur!


*Helâl Ye, Şüpheli İşlerden Sakın Ve Evlenmede Takvâya Dikkat Et. Aksi Hâlde Dünyaya Bağlanır Ve O Uğurda Dînini Zedelersin...


*Çok Gülme; Hele Kahkahayla Gülmemeye Dikkat Et! Çok Gülmek Kalbi Öldürür. Fakat Tebessümü De Elden Bırakma. Zîrâ Tebessüm Sadakadır.


*Herkese Şefkat Gözüyle Bak Ve Kimseyi Hakîr Görme!

3

*Kendi Dışını Aşırı Bezeyip Süsleme; Zarif Ve Sade Giyin. Zîrâ Sırf Dışa Aşırı İtina, İç Haraplığından Gelir.


*Münâkaşa Etme, Kimseden Bir Şey İsteme, Müstağnî Kal, Kanaatle Zengin Ol, Vakarını Koru!

D3

*Sende Emeği Olanlara Ve Seni Terbiye Edenlere Karşı Vefâkar Ol, Malınla Ve Canınla Onlara Hizmet Et Ve Onların Hâli İle Hâllen! Onları Kınayan Gâfiller Felâh Bulmaz. Dünyaya Ve Dünya Ehli Olan Gâfillere Meyletme!


*Gönlün Dâima Mahzûn, Bedenin Kulluğa Güçlü, Gözün Yaşlı Ve Kalbin Rakik (İnce) Olmalı. İşin Hâlis, Duân İlticâ Ve Libâsın (Elbisen) Mütevâzî, Yoldaşın Sâlihler, Sermayen Zahirî Ve Batınî (Dış Ve İç) Din İlimleri, Evin Mescid Ve Yakının Allâh Dostları Olsun!”

(Türkiye gazetesi Özbekistan evliyalar ansiklopedisi)

Namâzını kılan asla zillete düşmez

 *Namaz kılma*’nın dışında, hiç birşey insana *Îtibâr* sağlamaz kardeşim. Namaz kılan, dâimâ *Îtibâr*’lıdır. Namaz, *Îtibâr*’dır, namaz *İzzet*’dir, *Şeref*’dir. Namâzını kılan, aslâ *Zillet*’e düşmez. 


Acınacak bir *Hâl*’e girmez, Dârülacezeye, Bakırköye düşmez. *Namaz İzzet*’dir. Hadîs-i şerîf bu. Namazını kılan, Allah katında da, kullar arasında da *Îtibâr*’lıdır.


Bu *Büyük*’leri tanıdıkdan sonra, bu *Yol*’u öğrendikden sonra, kim bu *Ni’met*’in şükrünü edâ etmezse, meselâ o büyüklere dil uzatırsa, yâni onları *Üzer*’se, *İncitir*’se, Allahü teâlâ, o kişiye iki *Belâ* verir efendim. 


Bir tânesi, *Kör* olur, gözleri gider. İkincisi, *Beyn*’i sulanır, *Bunak* olur. Bu büyüklere dil uzatmak böyle tehlikelidir efendim. 


*Feyz-i ilâhî*’ye kavuşmak için, iki *Yol* vardır. Ya o *Büyük*’lerin kalbine girersin, yâhut da sen o *Büyük*’leri kendi kalbine koyarsın. Bu ikincisi *Zor*’dur, birincisi daha *Kolay*’dır. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyorlar ki: *Bid’atler yüzünden ortalık karardı. Sünnetler, sağda solda uçuşan tek tük ateş böcekleri gibi oldu*. Öyle buyuruyor Mübârek. 


Şimdi ise *Bid’at* değil, *Küfr* karanlığı var efendim. O zaman, Bid’at *Karanlığı* vardı. Şimdi Küfür *Kranlığı* sardı her tarafı. Bu yol, islâmiyeti anlatmak yoludur.


(Hüseyn Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh")