Büyü insanları hasta yapar

 Büyü insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizliğe sebeb olur. Yâni cesede ve rûha tesir eder. Kadın ve çocuklara tesiri daha çoktur. Büyünün tesiri kesin değildir. İlâcın te'siri gibi olup, Allahü teâlâ isterse tesirini yaratır; istemezse, hiç tesir ettirmez. Büyücü istediğini elbette yapar, büyü muhakkak tesir eder diye inanmamalı, böyle düşünmemelidir. Böyle inanan kimsenin îmânı gider. Büyü, Allahü teâlâ takdir etmişse tesir edebilir, demelidir. 

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri “kuddise sirruh”)

Şimdi içeriye bir Allah düşmanı girecek

 Hüseyin bin said hazretleri Buyurdular ki:Peygamber Efendimiz aleyhisselam bir gün Eshabıyla birlikte otururlarken "Şimdi içeriye bir Allah düşmanı girecek" buyurdular. Biraz sonra kapı çaldı. Peygamber Efendimiz kendileri kalkarak kapıyı açtılar. Gelen kimse çok tanınan, hurma bahçeleri olan bir zattı. Peygamber efendimiz bu zatla çok yakından ilgilenerek sohbet ettiler. Daha sonrada kapıya kadar uğurladılar. Hazreti Ömer radiyallahü anh merakla: Efendim gelecek dediğiniz Allahü tealanın düşmanı kim? Daha gemedi mi? diye sorunca Peygamber Efendimiz aleyhisselam: "O Allahü tealanın düşmanı biraz önce konuştuğum kişiydi. Ben O'nu idare ettim. Bana bir düşmanlık yapamazdı ama yanında bir çok müslüman çalışmakta. İntikamını onlardan almaya kalkardı" buyurdular. Bunun için bizler de Allah düşmanlarını idare etmeliyiz. Fakat dostlara karşı mert olmalıyız.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim *Hanım*, bâzen çalışma odasına gelirmiş, bana birşey söylemek için. Ama geldiğinden benim haberim yok. Bakarmış ki, yerlerde bir sürü *Kitap* var, açık veziyette. 


Yirmi otuz *Tâne* kitap, bir ona bakıyorum, bir ötekine. Zavallı kapıda bekler, bekler, sonra *Geri* gidermiş. Bana sonradan anlatıyor bunları. 


Peki, o kitaplarda ne arıyorum ben? Abdülhakim Arvasi Efendi’den öğrendiğim bilgilerin *Senedi* ni arıyorum, *Vesîka* sını arıyorum. Niçin? Bizim kitaplara, özellikle de *Tam İlmihâle* yazmak için. 


Evet, bu bilgilerin kesin *Doğru* olduğunu biliyorum. Ama *Vesîka* lı yazmak zorundayım. Diyemem ki, Efendi hazretlerinden böyle işitdim, diye. 


● ● ● 


Bir yerde *Hizmet* varsa, orada *Fedakârlık* vardır, yâni olması lâzım kardeşim. Eğer fedâkârlık yoksa, onun *Sevgi* sine* de, *Hizmet* ine de inanmayın. 


*Şâh-ı Nakşibend* hazretlerini, bir ramezân-ı şerîfde, yedi ayrı yerden *İftâra* dâvet etmişler. Mübârek, hiçbirini kırmamış, yedi *Yerde* de bulunup sevindirmiş onları. 


Velhâsıl mübârek zât, aynı *Gün* ve aynı *Vakit* de, yedi ayrı *Yerde*, yedi ayrı *Sofra* da hazır bulunmuş Mübârek. Kerâmet bu işte.


Bunun gibi, *Molla Câmî* hazretleri de şöyle anlatıyor: Bu sene Hac’dan gelenlerden biri, bana gelip; *Hacer-ül-esvedi ziyâret ederken ben sıramı size verdim*, diyor. 


Öteki de; *Yâ Şeyh! Şeytân taşlarken sizinle yan yana idik, sizden sonra ben taş atdım!* diyor. 


Biri de; *Yâ Şeyhim! Hacdan gelirken sizinle yan yana oturduk!* diyor. Velhâsıl kaç kişi böyle şeyler söylüyorlar. 


Hâlbuki Molla Câmî hazretleri; *Ben o sene hacca gitmedim. Bana böyle söyliyenlerin hiç birini tanımıyorum!* diyor. İşte bu, rûh hâlidir. 

● ● ● 

Gençlik de ibâdet etmeyi büyük *Ni’met* bilmelidir, bu fırsatı elden kaçırmamalıdır kardeşim. 


Gençliği *Zikr* ile, yâni Allahü teâlânın bize verdiği *Ni’met* lerini düşünmekle, Allahü teâlâya yalvarmakla ve *Kabir* ve *Kıyâmet* azaplarını düşünmekle geçirmelidir. 


Bunu yapabilmek ne büyük *Ni’met* dir. Ramezân-ı şerîfin *Aşr-ı âhiri* ne demek? Son on günü demek. Yâni, Ramezânın yirmisiyle otuzu arası. Bu günler, *Fırsat* zamânıdır. 


Bir müslümân ellerini açıp da; *Yâ Rabbî!* dedi mi, Allahü teâlâ; *Lebbeyk kulum! İste vereyim!* dermiş. Böyle buyururmuş. Bu, bizim için ne büyük *Müjde* efendim.

Vucûd nûru ve yokluk zulmeti

Yine Reşahat sâhibi anlatır: Bu fakîrin babası bildirdi: Bir gün bir tefsîr elime alıp:  "Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler" [Yâsin-37] âyet-i kerîmesini düşünüyordum. Birden hâtırıma geldi ki, bu âyetin tevil ile ma'nâsı şöyle olur ki, gündüzden vücûd nûru ve geceden yokluk kasd edilmişdir. Ya'nî vücûd nûru onlardan kalkınca, yokluk zulmetinde kalırlar. Bu ma'nânın hâtırıma gelmesinden sonra niyet eyledim ki, bu ma'nâyı Mevlânâ hazretlerine arz edeyim. Bir gün Mevlânâ hazretlerinin ziyâretine gittim. Huzurlarında oturur oturmaz buyurdular ki: Size tefsîr mütalaası esnasında bazı Kur'ân âyetlerinde, bu kavmin kitablarında görmediğiniz, ama bu tâifenin meşrebine uygun ma'nâ zâhir olursa, bize anlatınız. Ben de yukarıda bildirilmiş olan durumu arz ettim. Mevlânâ hazretleri beğendiler ve kabûl buyurdular.

[Reşahât, sf: 236]
(Mütercim: Süleyman Kuku efendi "rahmetullahi aleyh")

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’min, her vakit namâzı kılınca, önceden işlediği küçük günâhları Allahü teâlâ affediyor. Çünkü âyet-i kerîme var. *El-hasenâtü yüzhibnes seyyiât!* buyuruluyor.


Yâni iyilikleriniz, günâhlarınızı *Yok* eder, *Def* eder. İşte âlimler buyuruyor ki: Bin türlü iyilik var. Bunun en büyüğü *Namaz*’dır. Namaz, arada işlenen günâhları temizler. 

********

Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, *Çay ver!* derlerdi, açık bir çay verirdim. Bir şekerle içerdi Mübârek. İçerdi, bitirirdi. Tekrar koyardım. Bâzen üçüncüye de koydurur, yarısını içer, bana uzatırdı. 


*Artık içemiyeceğim, bunu da sen bitir!* derdi. Mübâreğin yarım kalan çayını ben içerdim. Ooh, ne büyük seâdet. Onların artığını içmek, ne büyük ni’met. Muhakkak *Şifâ* dır. Hem *Maddî* şifâ, hem *Mânevî* şifâ. 

********

*El mer’ü mea men ehabbe*. Yâni seven, sevdiğiyle berâberdir. Müslümânları seven kazanır kardeşim. İşin aslı muhabbet. Mektûbât’da da yazıyor. Efendi hazretleri de söylerdi. 


Bütün bu kâinât, *Rahmet* sıfatıyla değil de, *Muhabbet* sıfatı ile yaratıldı. Allahü teâlâ buyuruyor ki hadîs-i kudsîde: *Küntü kenzen mahfiyyen*; Yâni ben, kapalı, gizli bir hazîne idim.


*Ve ahbebtü*; ve sevdim. *En u’rafe*; ma’rûf olmayı, tanınmayı sevdim. İstedim demiyor da, sevdim, diyor. 

*Ve halaktül halka li u’rafe bihî*; mahlûkları da onun için yaratdım. 


Mahlûkları niçin yaratmış? Ma’ruf olmayı, tanınmayı sevdiği için, muhabbet sıfatıyla yaratmış. Bu mahlûkâtın vücûde gelmesine sebep, Allahü teâlânın *Muhabbet* sıfatıdır. 

********

Belim ağrıyordu. Hanımanne, bir *Yün fanila* yı ortadan kesti ikiye, iki kat belime koydu, ağrılar geçdi çok şükür. Ama iki üç gün sonra tekrar başladı. 


Sonra aklıma geldi, hanımannenin belime koyduğu *Yün Fanila* yı çıkarıp bakdım ki, sırtımda kaymış, büzülmüş, toplanmış. Hemen açıp düzeltdim ve yerine koydum. Çok şükür ağrı yine kesildi. 


Şimdi râhatım elhamdülillah. Hâtırınızda kalsın. Bu, çok iyi bir İlâç. Hâlbuki evde üç dört türlü *Merhem* var. Hiç birinin fâidesi olmadı. Ağrıyı kesmedi. Ama şimdi râhatım elhamdülillah. 

 

Rabbimize sonsuz şükürler olsun kardeşim, çok râhatız, neş’eliyiz. Kitaplarımız dağılıyor, gazetemiz yayılıyor, bundan büyük *Lutf-i ilâhî* olur mu? 


Hem *Enver âbi* neş’eli. Onun neş’eli olması çok mühim. Çünkü işin başı o. *Enver âbi* neş’eliyse, hepimiz neş’eliyiz.

Yoksullara hizmet etmenin mükâfatı

Yoksullara hizmet etmenin mükâfatı

Gaflet uykusu

Gaflet uykusu 

Mârifetin hakîkati

Mârifetin hakîkati

SALİH KULLARIN PEYGAMBERLERE YOLDAŞ OLMASI

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Süleyman peygamber aleyhisselâm, Allahu teâlâya niyazda bulundu:  

— Yâ Rab! Bu fakirlerin salihlerini bu kadar seviyorsun. Yarın âhirette bunlara ne mertebe vereceksin, bana bildir.  

Allahu azim-üş-şân buyurdu:  

“Yâ Süleyman! Fakir ve salih kullarıma ne ihsan edeceğimi, neler ikram edeceğimi ben bilirim. Onların bazılarını, yarın cennetimde bazı peygamberlerime yoldaş edeceğim. Her fakir, bir Süleyman ile bir tahtta birlikte oturacak ve onunla yiyip içecektir.”

Süleyman peygamber aleyhisselâm, tekrar niyazda bulundu:  

— Yâ Rab! Bana cennetteki yoldaşımın kim olduğunu bildir.  

Allahu sübhanehu ve teâlâ buyurdu:  

“Yâ Süleyman! Eğer, cennetteki yoldaşını bilmek istersen, ikindi vakti şehrin kuzey tarafına çık, orada rastlayacağın kişi senin cennette yoldaşın olacak kimsedir.”

Süleyman aleyhisselâm, ikindi vakti o tarafa çıktı ve bir fakir ihtiyarın, sırtında odun yüklenmiş olarak gelmekte olduğunu gördü. Sırtında eski bir aba, başında eski bir takke, belinde bir ip kuşanmıştı. Dinlenmek maksadı ille biraz oturdu. Süleyman aleyhisselâm bunun yanına gitti ve ihtiyara selâm verdi. İhtiyar zat:  

— Ve Aleyküm selâm yâ Nebiyallah! diye selâmını aldı.  

Aralarında şöyle bir konuşma oldu:  

— Bu odun nedir?  

— Ben bu odunu satar ve çocuklarıma nafaka ederim.  

— Gel, bundan sonra seninle birlikte ömür geçirelim, aynı tahta oturalım, aynı sofrada yiyip içelim. Ben nasıl sultan isem, sen de benimle sultan ol. Bu ihtiyar çağında bu zahmet ve meşakkat ten kurtul.  

— Ya Süleyman! Bu kavgadan ve bu saltanattan kişiye ne fayda olur? Allahu teâlâ, sana padişahlık ve Süleyman'lık vermiş ve başını kavgaya sokmuş. Bana da fakirlik ve feragat ihsan buyurmuş. Senin Süleyman’lığın sana mübarek olsun, benim fakirliğim bana yeter.  

— Peki, madem ki saltanatımı paylaşmayı kabul etmedin. Elbiseler vereyim.  

— Yâ Süleyman! Sen, işine ve ibadetine bak. Ben, fakirliğimden ötürü şükredenlerdenim.  

İhtiyarın bu sözü üzerine Süleyman aleyhisselâm işi açıkladı:  

— Ey aziz, dedi. Burada teklifimi kabul etmedin ama yarın cennette yoldaşımsın ve orada mutlaka benimle birlikte olacaksın, bunu hak ediyorsun.  


Ey aziz: Şu beğenmediğin ve hor gördüğün salih fakir kişi, ne bilirsin ki, yarın hangi peygambere yoldaş olacak ve senin gibi nicelerini ateşten kurtaracaktır. Sakın, zannetme ki seni şöyle kolayına koyarlar, bildiğin gibi yürürsün. Her kişinin ameli ister şer ister hayır elbette teftiş edilecektir. Meselâ, şimdi sen sofiyim deyip, hırka giyer ve taylasan (Başa sarılan sarığın omuzlar üzerine salınan ucuna denir.) takarsın. 


Unutma ki, bunlardan da sorulacaksın. Bu hırkayı kibirle mi giyersin, yoksa muradın dervişlik midir? derler. Zira, günah ehlinde de amel ehlinde de kibir vardır. Aziz: öyle mi sanırsın ki, kibir yalnız büyük büyük saraylarda ve köşklerde oturanlarda, en kıymetli ve pahalı elbiseler giyenlerde, yemeğin en iyisini yiyenlerde bulunur?  


Yamalı elbise giyenlerde ve kuru ekmek yiyenlerde de kibir olur. Onun için, kibirin ne olduğunu bilmek gerektir, ki kişi kendisini kibirlilikten koruyabilsin. Kibrin ne olduğu da kitabın aşağısında tafsilatıyla anlatılacaktır. Biz, şimdilik nefs-i emmârenin bazı çirkin ve kötü huylarından ve sıfatlarından söz ediyoruz. Nefs-i emmâre de kötü ve çirkin huylar ve sıfatlar pek çoktur. Tecrübe edilmiştir, Allahu teâlânın reddettiği bin bir türlü sıfattır derler. 


Fakat, yukarıda bahsettiğimiz yedi sıfat, bu bin bir sıfatın aslı ve esasıdır. Diğerlerinin hepsi ona tâbidir. Şurası muhakkaktır ki, hepsinin de aslı ve esası, dünya sevgisidir. Nasıl ki, insanın başı kesilince; göz, kulak, dil, dudak, el, ayak hepsi kurur gider. Dünya sevgisi de bu çirkin ve kötü sıfatların başı mesabesindedir. O kesilince, diğerleri kendiliğinden kurur.  

Hiçbir günahı küçük görme

 Hiçbir günahı küçük görme. Zira sen onunla Rabbine asi oldun. Öyleyse günahın küçüğü de büyüktür. Müslüman, Allahü teâlâdan hayâ eder.Rızkında şüphe eden kimseye yazıklar olsun. Böylelerine nasihat fayda etmez.

(Veysel Karani hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Kibirden kaçın!

 Siz birini ne kadar severseniz, o da sizi o kadar sever. Birinin kalbinde ne kadar kibir varsa, aklında da o nisbette noksanlık var demektir.Kul, Rabbine ne kadar dua ederse, Rabbi onu o kadar belalardan kurtarır. Oğlum, sakın fasık kimselerle arkadaş olma!Cimrilerden de uzak dur. Yalancıya yaklaşma. Ahmakla hiç işin olmasın.Kibirden kaçın! Şu aciz insana kibir yakışır mı ki, her an öleceği ve azaba götürüleceği zamanı beklemektedir.Ölünce, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını görecek, sonra da Cehenneme atılıp tarifi imkânsız azablara yakalanacaktır belki de.Bütün bu musibetlerin başına gelmesi muhtemel olan bir insana, kibir mi yakışır, yoksa tevazu mu?Allalhü teâlâ da mealen; “Kibredenleri sevmem, tevazu edenleri severim” buyuruyor zaten.

(Muhammed Bakır hazretleri “rahmetullahi aleyh”)