İslam Dininde Kadınların çalışması

Sual: Kadınların çeşitli sanayi kollarında çalışmasında bir sakınca var mıdır?

CEVAP

Dinimizde kadın, geçim derdinden, düşüncesinden muaf tutulmuştur. O, çalışarak, didinerek para kazanmaya, bunun için beş vakit namazı aksatmaya, başını, kolunu açarak veya erkeklerin arasına karışarak günah işlemeye mecbur değildir. Her şeyi onun ayağına getirmek mecburiyeti vardır. Dinimiz ona bu kıymeti vermiştir.


Müslüman kadın ticaret, fen, sanat ve ziraat ile uğraşmaya mecbur değil ise de, bunlarla meşgul olması, para kazanması günah değildir, kendi isteğiyle çalışabilir. Yalnız, bunlarla meşgul olurken, haramlardan sakınması şarttır. Haram işleyerek ibadet de yapılamaz. Mesela farz olan hacca kadın mahremsiz gidemez.


İhtiyaç halinde çalışmak

Sual: Kadın hangi şartlarda çalışabilir?

CEVAP

Bir kadının, kızın, anası, babası ve mahrem akrabası yoksa veya var da, fakir iseler ve devlet de yardım etmez ve kimse yardım etmezse, bu kadın, kendinin, çocuklarının ve hastalık, ihtiyarlık sebebiyle çalışamayan fakir ana babasının nafakalarını temin etmek için çalışmak zorundadır. Erkekle karışık olmayan kadın işlerinde çalışır. Erkek bulunmayan iş yoksa, sıhhatini, dinini, namusunu, Müslümanlık haysiyetini ve şerefini koruyacak kadar farz olan nafakayı kazanmak için, yabancı erkeklerin bulunduğu yerde örtülü olarak çalışması caiz olur. Bu nafakayı kazanmasında mani olunması, ikrah olur. Böyle ihtiyaçtan fazla, orada kalması caiz olmaz. Çalışırken, başını, kollarını açması için zorlarlarsa, açmazsan burada çalışma derlerse, örtülü olarak çalışacak başka yer bulamayınca, kolları açık çalışması, İmam-ı Ebu Yusuf’un kavline göre caiz olur. Kadının kulaklarından sarkan saçlarını örtmesi farz değildir diyen âlimler de vardır. Harac olduğu zaman, bu zayıf kaville amel etmek caiz olur. Başında bulunan saçları örtmenin farz olduğu sözbirliğiyle bildirildiyse de, kulaklardan sarkan saçların açılması, zorlanmak sebebiyle caiz olur. Böyle zorlanan kadın, her zaman, erkekle karışık olmayan veya örtülü çalışacak yer aramalıdır. Bulunca, orada çalışması lazım olur. Saçlarını, kollarını sokakta, gidip gelirken örtmelidir. Müslüman erkekle evlenince, bunun nafakasını kocası temin etmeye mecburdur. Zengin olmadığı için, anasına, babasına ve çocuklarına nafaka vermesi lazım gelmezse de, kocasının izniyle çalışıp onlara bakması lazımdır. (S. Ebediyye)


Nafakayı kazanmak

Sual: Kocam gereksiz harcamalar yapıyor. Mesela, neredeyse her gün gereksiz yere dışarıda yemek yiyor, cep telefonlarını gereksiz yere değiştiriyor, telefonla çok uzun konuşuyor, süs olsun diye lüks eşyalar alıyor. Bir de bunlar için borçlanıyor, aldığı para borçlara gidiyor. Nafakamızı sağlamak için, ev temizliğine gitmek gibi bazı işler yapıyorum. Bazen haram işlemek zorunda da kalıyorum. Bu şartlar altında, haram işlemem mazeret olur mu?

CEVAP

Mazeret olmaz. Dışarıda yemek yemek, cep telefonu değiştirmek, lüks eşyalar almak günah değilse de, önce evin nafakasını temin etmesi gerekir. Nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Bunu yapmayıp, ailesini zor durumda bırakan günahkâr olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kimseye muhtaç olmamak ve ana baba, çoluk çocuğunu muhtaç etmemek için işe gidenin, her adımı ibadettir.) [Taberani]


(Çalışmayıp kendini sadaka isteyecek hâle düşüren, 70 şeye muhtaç olur.) [Tirmizi]


Erkek mesleği

Sual: İslam Ahlakı kitabında, zaruret olmadan erkekler gibi giyinen, onlar gibi tıraş olan ve erkeklere mahsus işleri yapan kadınların, kadın gibi saçlarını uzatan ve süslenen erkeklerin lanetlendiği bildiriliyor. Erkeklere mahsus işler hangileridir?

CEVAP

Bu işler, zamana göre değişirse de genelde, güreş, hamallık, polislik, şoförlük, inşaat, maden ocaklarında çalışmak gibi meslekler bu sınıfa dâhildir. Kadın, kocasının izniyle, erkeklere mahsus olmayan işlerde, günah işlemeden çalışabilir.


Hayat, müşterek midir?

Sual: Zamanımızda boşanmalar, gün geçtikçe artıyor. Hayat müşterektir diyerek, kadınlar her işte çalışmaya zorlanıyor ve bunun neticesinde de evlilik hayatı bitiyor. Bütün bunların sebebi ne olabilir?

Cevap: Zaruret olmadan boşayarak evini barkını, yuvayı yıkmak, huzuru, saadeti kaçırmak ve boşadığı kadına mehir parasını ödemek, bir erkek için kolay şey değildir. Kadın, kocasına yemek hazırlayarak, çamaşırını yıkayarak, yırtıklarını dikerek, çocuklara din ve ahlak bilgisi vererek, kocasının rahat ve mesut yaşamasını sağlar. Tatlı sözleri ile kocasını neşelendirir. Hanımını boşayan erkek, bu nimetlerden mahrum kalır. Boşanılan kadının nafakasını vermek, babasına, babası yoksa, zengin akrabasına farz olur.


Görülüyor ki, İslâm dininde, kadın değil, erkek acınacak hâldedir. Kız olsun, dul olsun, evli olmayan fakir kadına babası bakmaya mecburdur. Babası yoksa veya fakirse, zengin akrabası bakacaktır. Müslüman kadının çalışıp kazanmaya ihtiyacı yoktur. İslâm dini, kadının bütün ihtiyaçlarını erkeğin sırtına yüklemiştir. Erkeğin bu ağır yüküne karşılık, mirasın hepsinin yalnız erkeğe verilmesi lazım iken, Allahü teâlâ, kadınlara burada da ihsanda bulunarak, erkek kardeşlerinin yarısı kadar da miras almalarını emir buyurmuştur.


Erkek, hanımını, evin içinde veya dışında çalışmaya zorlayamaz. Kadın arzu ederse ve kocası izin verirse, haram işlemeden çalışması caiz ise de, kazandığı kendi mülkü olur. Hiç kimse, bunları ve mirastan eline geçeni, kadından zorla alamaz. Kendisinin, çocukların ve evin herhangi bir ihtiyacına sarf etmesi için de zorlanamaz. Bunların hepsini erkeğin alıp getirmesi farzdır.


Zamanımızda bazı memleketlerde, kadın da, erkeklerle birlikte, boğaz tokluğuna, en ağır işlerde zorla çalıştırılıyor. Hayat müşterektir denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir. Kadınlar, İslâm dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen Müslüman olurlar ve İslâmiyetin her memlekete yayılması için çalışırlar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Annenin babanın, üzerimizde hakkı çokdur. Onları seveceğiz, ama *Aşk* derecesinde değil. Onlara olan sevgi de, *Allah sevgisi* nden dolayıdır. O emretdiği için seviyoruz.  


Müşrikler, *Bilâl-i Habeşî* radıyallahü anh hazretlerini, *Kızgın kuma* yatırıp, üzerine koca bir *Taş* koydular. Bu eziyete, Allahü teâlâya olan *Sevgisi* sâyesinde sabredebildi. 


Peygamberimiz aleyhisselâm; *Büyüklerine hürmeti olmıyan, küçüklerine şefkati olmıyan, bizden değildir!* buyuruyor. 


Ayrıca; *Bu yolda, ehil ve nâehil, berâberdir*, buyuruluyor. Yâni birbirini sevenler, Cennetde de berâber olup ayrılmıyacaklar. 


Yâni, bu *Ehil* dir, şu ehil *Değil* dir, diye bir ayırım yok, yeter ki Allahı ve Peygamberi *Sevsin*. Sevenlerin hepsi berâber olacak, ayrılmıyacakdır. 

● ● ● 

Peygamber Efendimiz; *İki kelime vardır ki, söylemesi çok kolay, ama terîzîde çok ağırdır* buyuruyor. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bunu bana okutdu, tekrar etdirdi, ezberletti.


Ve, Ölünceye kadar bunu unutmazsın, dedi. Nedir o iki kelime? *Sübhânallahi ve bi hamdihî sübhânallahil azîm!* Hadîs-i şerîfdir bu. 


Bu iki kelime, kıyâmetde *Mîzâna*, yâni *Terâzî* ye konacak. Öbür kefedeki günâhların toplamından daha *Ağır* gelecek ve bütün günâhları temizliyecek. 


Onun için kitapda diyor ki: *Her namazdan sonra bunu on kerre okumalı*. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin Mekâtib-i şerîf kitâbı var, fârisî, orda yazılı bu. 


Berîka kitâbının en son sahîfesinde de Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 


*Namazlardan sonra 11 kerre ihlâs-ı şerîf okuyan, Cennetin sekiz kapısından istediğinden Cennete girer*. Müsâid olduğu zaman okumalı kardeşim. 


*Mehmed Mâsum* hazretleri de, Mektûbât’ında bunu bildiriyor ve diyor ki: *Peygamber Efendimiz buyurdu ki: Her namazdan sonra üç istiğfâr okuyun!* 


Bunu okumak lâzım. Geriye 67 kalıyor. Bunu da, duâdan sonra okuruz, diyor. Bunlar, bizler için büyük *Kazanç*. Bunu 70 kerre okumak, günâhlara *Keffâret* dir. 


Büyüklerimiz çok merhametli olduğu için, kazanalım diye bunları tavsiye ediyorlar bize. *İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme!* Ne demek bu?


Yâni evliyânın *İsmi* anıldığı yere *Rahmet* yağar. Bütün arkadaşlar müsâit zamanlarda toplanıp, *Kitap* okusunlar. Kitap okumak çok mühim, hattâ *Şart* dır kardeşim.

İdrîs aleyhisselam Cennet’te kaldı.

Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselam, İdrîs aleyhisselamı ziyârete geldi. 

İdrîs aleyhisselam, Azrâil’e: “Bir anlık benim rûhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil aleyhisselama; “Onun rûhunu al!” diye vahyetti. Azrâil aleyhisselam rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdrîs aleyhisselamın rûhunu tekrar iâde etti. 

İdrîs aleyhisselam, Azrâil aleyhisselama; “Beni semâlara götür. Cennet’i ve Cehennem’i göreyim.” dedi. Allahü teâlâ, Azrâil’e onu semâya götürmesini, Cehennem’i ve Cennet’i göstermesini vahyetti. 

İdrîs aleyhisselama Cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. 

Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allahü teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü teâlâ, «Herkes Cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allahü teâlâ, «Onlar oradan (Cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için Cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. 

Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil’e vahyedip, İdrîs aleyhisselamın Cennet’te kalmasını bildirdi. İdrîs aleyhisselam böylece Cennet’te kaldı.

MOLLA FENARİ hazretleri rahmetullahi aleyh

Osmanlı Şeyhülislâmlarının birincisi olan Muhammed bin Hamza (Molla Fenârî) 28 Şubat 1424’de bu makama tayin edildi.


Din ve fen bilgilerinde zamanının meşhuru idi. Matematik ve astronomide de söz sahibi idi.


Çok talebe yetiştirdi. 1431 yılında vefât etti. İki oğlu da kendisi gibi âlim idi.


Kabri, Bursa’da, Maksem’dedir.


Yıldırım Bayezid ve Çelebi Sultan Mehmed zamanlarında Bursa’da binlerce âlim yetiştirdi.


Şeyhülislâmlık vazifesini adalet ve hak üzere 6 sene yaptı. Vefâtında, onbinden çok kitap bıraktı. Tefsir, fıkıh ve mantık üzerinde çeşitli eserleri ve fetvaları vardır.


Bir ara gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Bir gece, Resûlullah rüyâsında “Tâhâ sûresini tefsir eyle!” buyurdukta, “Yüksek huzurunuzda, Kur’ân-ı kerîmi tefsir etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor.” deyince, Resûlullah efendimiz, hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, gözleri üzerine koymuştur.


Molla Fenârî hazretleri, uyanınca pamuğu gözlerinin üstünde bulup görmeye başlayınca, Allahü teâlâya hamd ve şükretmiştir. Pamuk parçasını saklayıp, vefât ettiği zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etmiştir.


📚Evliyalar ansiklopedisi

CAİZ OLMAYAN SÖZLER

 “Çocuk yedinci kattan düştü. Mucize olarak kurtuldu.” demek caiz olmaz.

Çünkü mucize sadece Peygamberlerde görülür. Allahın kudreti ile kurtuldu demek gerekir.

Ana babası kâfir olanın, namazda zammı sure olarak; “Rabbenağfirli velivalideyye...” âyetini okuması caizdir, salli bariklerden sonra duâ olarak okuması caiz değildir.

“Haram ama seviyorum.” demek haram olur, küfür olmaz.

“Allah bizi düşündüğü için göz vermiş.” demek caiz olmaz. Zira düşünmek mahluklara mahsustur.

“Allah kuşlara kanat vermeyi ihmal etmemiş.” demek uygun değildir.

“Yüzünü gören Cennetlik.” demek caiz olmaz. 

Müslümana; “Şeytan gibi adam.” demek caiz değildir. “Cin gibi.” demek caizdir.

Müslüman ölü için; “Toprağı bol olsun.” demek caiz olmaz, bu gayrimüslimler için kullanılır.

“Allah unutmadı.” demek edepsizlik olur.

“Allah yarattı demem döverim. Almadan vermek Allaha mahsus.” gibi sözler küfür olmaz.

“Şerefsizim ki doğru söylüyorum.” demek caiz değildir. Müslüman böyle söylemez.

“Anam avradım olsun.” demek küfür olmaz. Ama Müslümana böyle söylemek hiç yakışmaz.

“Eskimiş Kur’ân” demek caiz değildir. Eski Mushaf olur ama, eski Kur’ân olmaz. Kur’ân, Allah kelamı demektir. 

Kur’ân-ı kerîm için; “Antivirüs programı”, Resûlullah için; “Yürüyen Kur’ân” ve “Savaş Peygamberi”, Allah için; “Mimar, sanatçı” diyenler var. Böyle söylemek caiz değildir.

“Anladıysam Arap olayım.” demek uygun değildir. Niyeti, Arabı, Peygamber efendimizi kötülemek ise küfür olur.

“Allah bana kulum demesin.” diyerek yemin etmek caiz değildir, çok tehlikelidir.

Allaha; “Akıl sahibi” demek caiz değildir, akıl mahluktur. Allahü teâlâ aklın yaratıcısıdır.

İnsanlar için; “Beni ihya etti. Beni ihya ettiniz.” demek caiz değildir.

Annenin evlâdına; “Sana kurban olayım.” gibi söz söylemesi, caiz değildir. “Seni verene, seni yaratana kurban olayım.” demelidir.

Allahü teâlâ Onu zâyi etmedi

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, bir gün, *Ben zâyi oldum* buyurdu. Bu cümleyi kullandılar kardeşim. Ben zâyi oldum. Efendi hazretlerinin bu *Sözü*, gayretullaha dokundu. 


Yâni Allahü teâlâ; *Ey kulum, ben seni hiç zâyi eder miyim* buyurdu. Ve işte bütün bu âbiler, bütün bu hizmetler meydana geldi. 


Bütün dünyaya, *Milyon* larca kitâbın dağılması, hep Efendi hazretlerinin; *Ben zâyi oldum* hicrânı ile neş’et etdi kardeşim. 


Bütün bu hizmetler, hep Onun *Bereketi*, hep Onun *Himmeti*. Velhâsıl Allahü teâlâ, Onu zâyi etmedi. 

● ● ● 

Kadınların örtünmesi *Farz* dır. Namazda da, namâzın hâricinde de. Bu vücûd bize emânet. Allahü teâlânın emirleri *Vücûd* ile yapılıyor. 


Bunun için, vücûdumuzu bu niyetle beslemek de *İbâdet* olur. Niyet *İyi* olunca, mü’minin her hareketi *İbâdet* dir. Ne güzel. 


Her hareketimize *Sevap* var. Yeter ki niyetimiz *Hâlis* olsun. 


Niyetin hâlis olması demek, o işin sırf *Allah için* yapılması demekdir. Allah yolunda, hâlis niyetle yapılan *Hizmet* ler zâyi olmaz kardeşim. 


Allahü teâlâ *Zâyi* etmez. Rabbimize nasıl *Şükr* edeceğimizi bilemiyorum. Çok râhatız, çok bahtiyârız. *Ni’met* ler içinde yüzüyoruz. 


Nereden geliyor bu *Ni’met* ler? Hep Efendi hazretlerinden. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinden geliyor. 

● ● ● 

*Kur’ân-ı kerîm*, yirmiüç senede, âyet âyet, parça parça, yavaş yavaş geldi. Kur’ân-ı kerîmi toplıyan, hazret-i *Ebû Bekr* ile hazret-i *Ömer* dir radıyallahü anhümâ. 


Bu toplanmış hâldeki Kur’ân-ı kerîmi çoğaltan ve her tarafa yayan ise, hazret-i *Osmân* dır radıyallahü anh. 


Onun için hazret-i Osmâna, *Câmi-i Kur’ân* yâni Kur’ân-ı kerîmi *Toplıyan* denir. Kur’ân-ı kerîmi toplıyandan maksad;


Onu, birçok *Nüsha* olarak, tekrardan aynen yazdırıp, çoğaltıp, bunları çeşitli memleketlere gönderen demekdir ki, hazret-i *Osmân* bunu yapdı işte. Ne büyük *Hizmet*.

Ali Havvâs'ın huysuz hanımı

Ali Havvâs Berlisî hazretleri Mısır evliyâsındandır. Kahire çarşısında esnaflık yapardı, dükkanını erken saatlerde açar ve;

“Ey Allah’ım! Kullarına faydalı bir iş yapmaya niyet ettim” derdi. İnsanların ihtiyâcı olan; yağ, un, tahin, pirinç, bakla, sepet gibi şeyleri satardı. İkindi vaktine kadar çalışır, vakit dolunca; “Şimdiden sonra Allahü teâlâya ibâdet için hazırlanmalıyım” diyerek dükkanını kapatırdı. DÜŞKÜNLERİN SIĞINAĞI İDİ...

Ali Havvâs Berlisî, zâlimlerin ve onların yardımcılarının yemeklerini yemezdi. Onların verdiği parayı, kendisinin ve çoluk-çocuğunun ihtiyaçları için harcamazdı. Onlardan kazandığı paraları, dul kadınlara, iş yapamayacak durumda olan yaşlılara, ve yetimlere taksîm ederdi...

Bir gün, Ali Havvâs’ın yanına nûr yüzlü birisi uğramıştı. Ona doğru baktı ve şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Bizi kötü hâle düşmekten muhâfaza buyur...” Sonra devâm ederek;

“Şüphesiz, Allahü teâlâ bir kulu hakkında hayır murâd edince, nûru onun kalbine koyar. Fakat dış görünüşü bakımından diğer insanlardan birisi gibidir. Allahü teâlâ, bir kulu hakkında hayır murâd etmezse, o şahsın kalbinde bulunanı yüzüne çıkarır. Kalbini ise karanlık kılar.”

En büyük talebesi Abdülvehhab-ı Şa’ranî hazretleri anlatıyor:

“Hocam Ali Havvâs’ın hanımı çok huysuz bir kadındı. Fakat mübarek zat, Allah rızası için ona sabrederdi. Kadın bazen kendisine, sudan bir bahane ile aylarca dargın dururdu... Yine bir gün yanlışlıkla hanımının testisinden su içmişti de, kadın, mübarek hocamın ağzını koyduğu yerden su içmemek için testinin o kenarını kırmıştı... Buna rağmen Ali Havvâs hazretleri hanımını incitecek bir söz söylemez, ona hep güzel davranırdı... 

SON NEFESTE TÖVBE ETTİ

Bir sene hanımıyla Hicaz yoluna çıkmışlardı. Kadın ise onunla küs duruyor, konuşmuyordu. Ali Havvâs hanımıyla birlikte Mısır’dan Hicaz’a yolculuk yaptığı halde, gidip dönünceye kadar aralarında bir söz dahi geçmemişti! 

Nihayet kadının ömrü tamamlandı, ölüm alâmetleri belirdi. Ölüm hastalığında, yaptıkları gözünün önüne geldi, son derece pişman olarak tövbe etti ve kocası Ali Havvâs hazretlerinden helallik istedi. O mübarek de, bütün haklarını helal etti. Böylece hanımı son nefesinde imanla vefat etti...

Dirilen ölü!

🌹Gavs-ül-a’zam Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri rahmetullahi aleyh birgün bir mahalleden geçerken bir müslümanla bir hıristiyanın münâkaşa ettiklerini gördü. 

Sebebini sordu. 

Müslüman: 

“Bu hıristiyan, bizim peygamberimiz, sizin peygamberinizden üstündür diyor, ben ise, bizim peygamberimizin üstün olduğunu söylüyorum” dedi. 


Gavs-ül-a’zam, hıristiyana:

“Îsâ aleyhisselâmın Muhammed aleyhisselâmdan üstün olduğunu hangi delîlle isbât ediyorsun?” buyurdu. 


Hıristiyan, bizim peygamberimiz ölüyü diriltti dedi. 

Gavs-ül-a’zam rahmetullahi aleyh:

“Ben peygamber değilim. Sâdece Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma uyan bir müslümanım. Eğer ölüyü diriltirsem, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma inanır mısın?” buyurdu. 


Hıristiyan, inanırım dedi. Gavs-ül-a’zam: 

“Bana, harâb olmuş, eski bir kabir göster ve Peygamberimizin aleyhisselâm üstünlüğünü gör!” buyurdu.


Eski bir kabir gösterdi. Gavs-ül-a’zam, hıristiyana: 

“Sizin peygamberiniz ölüyü diriltmek istediği zaman, hangi sözleri söylerdi?” buyurdu. 


Hıristiyan, “kum bi iznillah = Allahın izni ile kalk, diril” söylerdi, dedi.


Bunun üzerine Gavs-ül-a’zam, ona: 

“Bu gösterdiğin kabirde yatan kişi, dünyâda şarkıcı idi. İstersen onu şarkı söyler hâlde dirilteyim, nasıl istersen öyle yapayım!” buyurdu. 

Peki, öyle olsun dedi. 


Gavs-ül-a’zam kabre döndü ve: 

“Allahın izni ile kalk!” buyurdu. 

Kabir açıldı ve ölü, şarkı söyler hâlde kalktı. 


Hıristiyan, bu kerâmeti görünce, Peygamberimizin üstünlüğünü kabûl edip müslüman oldu.


📚 Evliyalar ansiklopedisi

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Cenâb-ı Hak bizleri, sevdiği ve beğendiği kullarının yanından ayırmasın kardeşim. Hadîs-i şerîf var, iki kelimecik; *El mer’ü meâ men ehabbe*. 


Yâni Peygamber Efendimiz; *Bir kimse dünyâda kimi severse, âhiretde onun yanında olacak!* buyuruyor. Ne güzel, hadîs-i şerîf bu. *Müjde* bu efendim, müjde.


*Hubbu fillah* ve *Buğdu fillah* çok mühim kardeşim. Eğer bu ikisi yoksa, *Îmân* bile kabûl olmuyor. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma ne buyurdu?


Yerdeki ve gökteki mahlûklarımın ibâdetlerini yap-san, sevdiklerimi sevmedikçe ve düşmanlarıma düşman olmadıkça, hiçbirini kabûl etmem. 


İşte *Hubbu fillah* ve *Buğzu fillah* bu kadar mühim kardeşim 


Her gün, *Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves semî’ül alîm* duâsını okumalı. 


Neden? Çünkü bunu okuyan kimseye *Sihir* te’sîr etmez. İmâm-ı Rabbânî hazretleri; *Yola çıkarken, Bismillâhillezî duâsını okuyun!* buyuruyor.


Yola çıkarken bunu okuyacağız. Şurada birkaç günlük *Ömür* kalmış. Fırsatı kaçırmamak lâzım. Dünyâ muhabbetini *Kalp* den çıkarmak lâzım. 


Dünyâ sevgisi kalpden çıkdımıydı, yerine Allah sevgisi gelir, yerleşir. Hem *Dünyâ* yı sev, hem de, *Ben Allahı seviyorum* de, olmaz öyle şey. 


Kalpden dünyâ muhabbeti çıkmadan Allah sevgisi girmez. Önce *Dünyâ sevgisi* çıkacak. Kalp boşalacak. İşte o zaman *Allah Sevgisi* gelip kalbe girer. 


Nasıl ki, bir şişenin içinde *Hava* varsa, *Su* girmez. *S* varsa, *Hava* girmez, onun gibi. Yâni (Su) ile (Hava), bir şişede aynı zamanda bulunamaz, imkân yok. 


İşte insanın kalbi de öyle. *Dünyâ Sevgisi* ile *Allah Sevgisi* aynı anda, bir arada olmaz. 


Bir daha bu cemiyeti bulamazsınız kardeşim. Ben yukarı çıkıyorum. *Enver âbi* size birkaç şey söylesin, Onu dinleyin. 


Rabbimize çok şükür kardeşim. Bizi burada, huzûr-i ilâhî de topladı. Ne büyük ni’metdir huzûr-i ilâhîye kavuşmak. İşte *Namaz* demek, *Huzûr-i ilâhî* demekdir.

ENVER ÖREN VE ABDÜLHAMİD HAN

Bugün Napoli’den geldim. Eski hatıraları tekrar yaşamak için okuduğum okula gitmiştim. Odama girdim. Harap olmuş bir okul. Baktık, eskilerden kimse kalmamış. İnsanlar değişmiş. Birkaç kişi bizi tanıdılar. Hayâl oldu hepsi. Tabii bundan otuz üç sene evveldi, Napoli’ye ihtisas için gitmiştim. Orada günler geçmiyor. Sanki saatler gün gibi, günler ay gibi geçiyordu, ne yaparsın? *Garibin yapacak bir şeyi de yok ki, oturur ağlardım. Yâ Rabbî, bu vakit nasıl geçecek diye. Hocamız, annem, nişanlım, arkadaşlarım hep İstanbul’da idi. Türkiye gözümde tütüyordu.* Türkçe konuşan bir kimse yoktu. On beş günde bir rıhtıma gidiyordum, ya Karadeniz vapuru, ya da Akdeniz vapuru geliyordu.

*Rıhtımda, Karadeniz ve Akdeniz vapurlarının üzerinde bayrağımı görüyor, Karadenizlilerle biraz konuşuyordum.* Ama her on beş günde bir dubanın üstünde duruyor, etrafı seyrediyordum. Nihayet bir gün çımacının biri, “Sen deli misin arkadaş? Ne zaman gelsem burada buluyorum seni” dedi. Dedim doğru, biraz delilik var, bakalım sonu ne olacak. Durumumu anlattım kendisine, “Sana acıdım şimdi, ver şu annenin adresini” dedi. Annemin adresini verdim. Tabii on beş günde bir Karadeniz vapuru geliyor, on beş günde de Akdeniz vapuru. *Bu çımacı arkadaş Karadeniz vapurundaydı. Her ay anneme mektup gider, kavurma ile birlikte cevabı gelirdi. Çımacı, annem ile aramızda bir posta görevini görmeye başladı.

*NAPOLİ’DE TÜRK KONSOLOSLUĞU*

* Bir gün konsolosa gittim, ben burada Türkçe konuşamadan öleceğim galiba, çok sıkılıyorum dedim. Burada bir Türk yok mu? Bana bir adam söyle, bir adres ver, biriyle konuşayım. Ben Türkçe konuşmak istiyorum dedim. “Biri var ama sen onunla görüşemezsin” dedi. Kim var dedim, “Abdülhamîd’in karısı var” dedi. Abdülhamîd? Kim bu Abdülhamîd dedim. “İşte var ya bir tane, padişahtı, öldü gitti” dedi. Yani deli oldum bu sözlere. Adamdaki edepsizliğe bakınız. “Abdülhamîd ve karısı” diye terbiyesizce hitap ediyor, ulu bir sultana ve hanımefendisine. 

** Belki de Napoli’ye gitmemin, orada bulunmamın en büyük hikmetlerinden, sebeplerinden biri de buydu.* Dedim, ver bana adresini. “Versem de bir işe yaramaz, çünkü görüşmüyor kimseyle” dedi. “Sen ver bana.” Adresi aldık ama şimdi ben de korktum, ya kabul etmezse diye.*

*Oturdum bir mektup yazdım. Eğer kabul etmezse, bu mektubu kapının aralığından içeriye atarım diye hazırlık yaptım. Ama mektupta içimi döktüm adamakıllı. Neyse, bir akşam vakti okuldan çıktım, doğru adrese, buldum evi. Kapıyı çaldım, ismini sonradan öğrendiğim Celâl isminde yaşlı bir adam çıktı, “Kim o?” dedi, Türküm dedim. Kapıyı yarım açtı ve kapıya çengeli koydu. “Ne var?” dedi. Ben mektubu kapıdan içeri attım. “Ne o?” dedi. Dedim, beni almıyorsunuz içeriye de, ben mektup yazdım, mektup içeride. “Niye geldin?” dedi. Dedim, “Kadın Efendi’yle görüşmek istiyorum.” “Sen fena bir adama benzemiyorsun, bir dakika dur bakalım” dedi. *Neyse efendim, seksen seksenbeş yaşlarında ihtiyar bir nine, böyle iki büklüm geldi, göremiyor da karanlıkta. “Kim o?” dedi. Dedim anneciğim, Allah aşkına aç şu kapıyı, ben senin düşmanın değilim, ben dostum, seni seviyorum, İstanbul’dan geldim dedim.*

* Kapıyı açan adamla bir bakıştılar şöyle göz göze, bu sefer kadın efendi, *“Bu fena adama benzemiyor, kapıyı açalım”* dedi. Yoksa açmıyorlardı. Kapıyı açtılar, içeriye girdik. Efendim, gece yarısına kadar konuştuk. İnanamadı kadıncağız. Yani benim varlığıma inanamadı. *İsmi Behice Hanım Sultân idi. Dedi ki, “Bak evladım, benim iki tane evladım oldu, ben ikisini de göremeden ayrıldık birbirimizden, ne hâldeler bilemiyorum. Yani ben evlat sevgisine muhtaç bir insanım. Gel, sen benim evladım ol” dedi. Aldı benim başımı göğsüne, başımı okşadı, “Evladım her akşam gel sen”* dedi. Tamam dedim anneciğim peki. Sonra gitmeye başladık, dertleşiyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz, o anlatıyor ama bir dolu hatıralar, bilemezsiniz. Çok büyük gerçekleri duydum ondan. İşte, canlı bir şahit olarak anlattı.*

*CANLI TARİHTİ…*

* Behice Hanım Sultân, *“Padişahımızın, yastığının altında tuğlası vardı. Ne zaman uyansa, evvelâ tuğlayla teyemmüm yapar, ondan sonra abdest almaya giderdi. Niye? Abdestsiz yere basmamak için. Musluğa gidecek kadar mesafeyi dahi abdestsiz yürümemek için teyemmüm yapardı. Ben onun kadar hafızası kuvvetli bir kimse bilmem. Her gün düzenli olarak Kur’ân-ı kerîmden Yâsîn-i şerîf gibi okuyacağı sûreleri veya tesbihatları ezbere okurdu. Fakat ben, onun devleti nasıl idare ettiğini bilemem. Yalnız sarayda, o kadar hanım sultanı nasıl idare ederdi, ona hiç aklım ermiyor. Bizi yarışmaya sokardı. Benim askerime, en fazla kim don gömlek dikerse, bir sarı lira der, akşama kadar lüzumsuz laf etmememiz için, dedikodu yapmamamız için bize iş verirdi. Akşam da altınları alırdık ama iflahımız kesilirdi” dedi.*

* İtalya’da kaldığım müddetçe hep gittim. İhtisasım bitti. Ben Türkiye’ye geldim ama çok duasını aldım, *“Yâ Rabbî, bu oğlumdan beni ayırma”* derdi. Fakat benimle Türkiye’ye gelmesi mümkün değildi, çünkü kanunlar, Osmanlı hanedanını ülkeye sokmaya müsaade etmiyordu. Efendim bir gün hastaneye düşmüş, hasta idi zaten. Hastanenin koridorlarını inletiyor, *“Enver, Enver, Enver!”* diye. Doktorlar demişler ki, “Bu ne diyor?” Celâl Bey gitmiş Kadın efendi’nin yanına, “Kadın efendi, burası İtalya, Napoli. Enver İstanbul’da, niye çağırıyorsun?” demiş. O, *“Enver beni duyar, sen karışma. Enver, Enver, Enver”* demiş. Ve kanun çıktı, bunlar affa uğradılar. Hemen getirttik. Duası şöyleydi, *“Yâ Rabbî, beni bu çocuğumdan ayırma, onun kayın pederi, benim cenaze namazımı kıldırsın.” Ve öyle de oldu. Zaten bir ay yaşadı. Cenaze namazını elhamdülillah mübârek Hocamız kıldırdı. Yahya Efendi Dergâhı’na defnettik.*

ALLAH'Ü TEALA DERECELERİNİ ÂLİ EYLESİN VE BİZLERİ DE YÜKSEK ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN EFENDİM... AMİİİN...

Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle!

Bir terzi, büyüklerden birine sordu:

- Ölüm yaklaşınca tevbenin kabul edileceğini bildiren hadis-i şerifin açıklaması nasıldır?

- Evet tevbe kabul edilir; ama senin mesleğin nedir?

- Terziyim, elbise dikerim.

- Terzilikte en kolay iş nedir?

- Kumaşı makasla kesmektir.

- Kaç yıldır terzisin?

- Otuz yıldır.

- Canın gargaraya gelince kumaş kesebilir misin?

- Hayır kesemem.

- Otuz yıl kolaylıkla yaptığın işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi, can gargarada iken nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! O zaman yapman çok güç olur. Şimdi tevbe edersen, o zaman da tevbe etmek nasip olur.

Terzi tevbe edip, salihlerden oldu. (R.Nasıhin)