*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*Allah*, bir kuluna *İyilik* murâd ederse, onun önüne, sevap kazanacak bir *İş* koyar. Yâni önüne bir iyilik yapma fırsatı çıkartır. Meselâ; *Şunu yap da, sana bir sevâp vereyim!* buyurur.
Ne *Güzel* şey. Cenâb-ı Hak, sevdiklerine böyle *Fırsat* lar çıkarır. Yapsın da *Sevap* kazansın diye. İşte bu fırsatları kaçırmamak lâzım efendim.
Çünkü o *Fırsatı* Allahü tâlâ koydu önümüze. Bir *İmtihân* dır bu. Tabii orda vereceğimiz karar, *Îmânımız* ın gücünü veyâ zayıflılığını gösterir.
Bir kimse, karşısındakinin kalbinden neler geçiyor, neler düşünüyor, onları *Anlasa*, her etdiği duâ *Kabûl* olsa, bu, Allahü teâlânın o kimseyi sevdiğine *Alâmet* değildir.
Allahü teâlânın sevgisi, şerîata *Uymak* dadır. Farzları, sünnetleri *Yapıyor* mu? Harâmlardan *Sakınıyor* mu? İşte Allahü teâlânın sevgisine *Alâmet* budur.
Bunu, büyük *Velî* Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri, *Avârif* kitâbında uzun anlatıyor.
Meselâ; Şu adam *Çok* mübârek, duâları *Kabûl* oluyor, herkesin ne düşündüğünü *Anlıyor*, kaybolan şeylerin nerde olduğunu *Biliyor*. Çok büyük evliyâ, diyorlar.
Hayır, bu *Yanlış* Evliyâlık bu değil. Çünkü bu gibi hâller *Evliyâ* da olduğu gibi, *Kâfirler* de de olabilir.
Evliyâda olursa *Kerâmet* denir. Kâfirlerde, fâsıklarda olursa, *İstidrac* denir. Bu ikisi, riyâzet çekenlerde de olur, riyâzet çekmiyenlerde de olur.
● ● ●
● ● ●
Pâkistân'dan bir *Mektup* geldi. Yazmış ki: Âcizâne nakşibendî ve müceddidîyim. Çok talebelerim var. Geliyorlar, onlara *Mektûbât* dan okuyoruz, anlatıyoruz ve *Mektûbâtın* gösterdiği yolda çalışıyoruz, diyor.
Bir gün talebelerim toplanmışlar, oturuyoruz. Ben onlara, *Mektûbât* dan anlatırken, postacı geldi. Bana bir paket getirdi. Bir de açdım ki, *Hakîkat Kitâbevi* nden geliyor.
İçinde *Kitaplar* var, hem de İngilizce. Açdım bir kitâbınızı, bakdım İngilizce *Seâdet-i Ebediyye* Endless Bliss kitâbını alıp bir sayfasını açdım, seyyid *Abdülhakîm Arvâsî* nin mektûbu çıkdı.
İngilizce bir mektup. O anda, Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin *Rûhâniyeti* salonu kapladı. Mübârek *Rûh’u* burada hâzır oldu. *Vallahi* senin şeyhinin rûhâniyeti salonu doldurdu! diyor.