EL-MU'İZ Celle Celâluhu

EL-MU'İZ Celle Celâluhu 

ER-RÂFİ' Celle Celâluhu

ER-RÂFİ' Celle Celâluhu 

Zâhir ve Bâtın

 - Cenâb-ı Hak insanın kalbinde saklı olanlara muttali'dir. Bazen sâhibi olan kimse bile kalbinde saklı ve gizli bulunanlardan habersiz olur. Bazen melekler bile, bu gizliliğe vâkıf olamazlar. Ancak ilim sıfatıyla Cenâb-ı Hak bilir.

İnsanın bir zâhiri, bir bâtını vardır. Zâhir de iki kısımdır. Zâhirin zâhiri, zâhirin bâtını. Bâtının da zâhiri ve batını vardır. Bâtının bâtınından sonra ebtan gelir. Bunun da zâhiri ve bâtını vardır. Ebtandan sonra ebtan-ı butûn gelir. Bunun da zâhiri ve bâtını vardır. Ondan sonra fuâd gelir ki, nazargâh-ı ilâhîdir.

( Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Münâfık)* lar, birbirlerinin arkasından konuşur, *(Gıybet)* yaparlar. *(Mü’min)* ler ise, birbirlerinin arkasından *(Duâ)* ederler. 


Mü’min, gıybet etmez. Gıybet, en büyük *(Kul)* haklarındandır. *(Tövbe)* ile affolmaz, helâllaşması lâzım. Bizzât *(Kendi)* si ile helâllaşacak.


*(Evlâdı)* ile helâllaşsa yine olmaz. Kendisiyle *(Bizzât)* helâllaşacak. Peygamber aleyhisselâm buyuruyorlar ki: 


Allaha ve âhiret gününe *(Îmân)* eden, ya *(Hayr)* söylesin, ya da *(Sussun)*. 


Allaha ve âhiret gününe *(Îmân)* eden, *(Komşu)* su ile *(İyi)* geçinsin  


Allaha ve âhiret gününe *(Îmân)* eden, misâfirine *(Çok iyi)* davransın. 


Bütün *(Günâh)* lara, Allahü teâlânın *(Sıfat)* ları düşmandır. Onun *(Kahhâr)* sıfatı var, *(Gadab)* sıfatı var. O sıfatlarıyla düşmandır. 


Ama *(Kibirli)* olana, bizzât* (Zâtı)* düşmandır. Çünkü *(Kibriyâ)* sıfatı, yalnız Ona *(Mahsûs)* dur. 


Allahü teâlâ her *(Günâhı)* affeder, ama *(Kibirli)* yi affetmez. Onun için Cenâb-ı Hak bir hadîs-i kudsîde buyuruyor ki: 


*(Azamet ve kibriyâ, benim hakkımdır. Kim bana bunda ortak olmaya kalkarsa, hiç acımam, onu yakarım.)* 


Peygamber Efendimiz de aleyhisselâm; *(Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez)* buyuruyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Nefs)* in nihâi gâyesi, o insanı *(Kâfir)* yapmakdır. Bu nefs, insana düşman olduğu gibi, Allaha da düşman. Cenâb-ı Hak, bu nefsi, kendine *(Düşman)* olarak yaratmış. 


Bu nefsi, en ziyâde tahrip eden şey, *(Namaz) dır kardeşim. Onun *(İlâcı)* budur. Bu ilâcı kim kullanırsa, nefsinin şerrinden *(Emîn)* olur. 


İnsan namâza durduğu zamân *(Nefs)* inlermiş. Çünkü *(Namaz)*, mü’minle kâfiri ayıran farklardan biridir. 


Hele *(Cemâat)* ile kılınırsa, o kimsenin müslümân olduğuna *(Hükm)* edilir. Öyleyse namâza çok ehemmiyet verelim kardeşim. 


Çünkü *(Namâz)*, başlıbaşına *(Din)* dir, yâni *(İslâmiyet)* dir. Her tâat, bir ibâdettir, ama namâz, başlı başına İslâmiyetdir. 


O, bir *(Simge)* dir, yâni bir *(Alâmet)* dir. Şu anda üzerimizde *(Rahmet)* bulutu var kardeşim. 


Eğer aramıza *(İkilik)* girmezse, *(Nifak)* girmezse, *(Birlik)* ve berâberlik bozulmazsa, bu *(Hizmet)* ler devâm eder. 


Ama aramıza münâzarat girerse, *(Gıybet)*, *(Dedi kodu)* ve *(İftirâ)* girerse, o zaman istikbâlimiz hakkında *(Ye’se)* düşerim, o zaman üzülürüm.


Bu kitapların *(Te’sîr)* li olması, Efendi Hazretlerinin *(İzni)* nden dolayıdır. Efendi Hazretlerinin *(Himmet)* inden dolayıdır. Onun *(Sevgi)* sinden dolayıdır. 


Çünkü, bu fakiri sevdiğine dâir bana mektûbu var. *(Pek çok sevilen Hilmi!)* diye başlıyor. Ben ne biliyorsam, hepsini *(Efendi)* hazretlerinden öğrendim kardeşim.


Efendi Hazretleri de kendisi için; *(Vallahi bende ne varsa, hepsi üstâdım Seyyid Fehîm Hazretlerine âitdir)* buyururdu.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Hayrünnâs men yenfe’unnâs.)* Hadîs-i şerîfdir bu. Peygamber Efendimiz buyuruyor. Yâni insanların en *(Kıymetli)* si, en *(Hayrlı)* sı, insanlara *(Fâideli)* olandır. İşte biz de, Allahın kullarına hayrlı olmaya çalışıyoruz kardeşim. 


1955 senesinde Kuleli’de öğretmen iken, talebeler bana bir suâl sordular. *(Kâfirler Cennete gidecekler mi, gitmiyecekler mi?)* diye. Ben de onlara bir cevap yazdım. 


Sene sonuydu. Bir dersde talebelere bunu böylece anlatdım. Dedim ki: *(İsterseniz ben bu cevâbı yavaş yavaş okuyayım. İstiyen defterine yazsın)*. Ben okudum, onlar yazdılar. 


● ● ●

*(Küfr)* den sonra en büyük haram, *(Kalp)* kırmakdır kardeşim. Hattâ kalp kırmak, *(Kâbe)* yi yetmiş defâ yıkmakdan daha büyük *(Günâh)* dır. 


Neden? Çünkü *(Kâbe)* kul yapısıdır. *(Kalp)* ise Allahü teâlânın kudretiyle var olmuşdur. Hem sonra kalp kırmakda *(Zulm)* vardır, *(Kul)* hakkı vardır. 


*(Zâlim)* ler, bu zulümlerinin *(Cezâsı)* nı çekmeden âhirete intikal etmezler. Yâni hem *(Dünyâ)* da çekerler, hem de *(Âhiret)* de. Çok fenâ. Mektûbât’da buyuruyor ki: 


Cenâb-ı Hak, yaratdığı *(Organ)* lar içinde, kendine en yakın olarak *(Kalb’i)* yaratmışdır. Ona (*Cârullah)* diyor. Yâni Allahü teâlâya *(Komşu)*. Cenâb-ı Hak, kendine bir komşu yaratmış. 


Yâni yeryüzünde, ister *(Mü’min)* olsun, ister *(Kâfir)* olsun, ister *(Evliyâ)* olsun, isterse *(Fâsık)* ve *(Fâcir)* olsun.


Bir *(Kul)* un kalbi kırıldığı zaman, *(Allah)* bundan incinir. Çünkü *(Kâfir)* de olsa, Onun kulu. Kulunu incitene Allahü teâlâ *(İncinir)*.

Yâdigâr mektûblar 54.mektûb

 Ve aleyküm selam kıymetli Hüseyin Yaşar 

Mektûbunuzu okudum. Ni'met ve ihsânın kıymetini takdir etmek ve şükr etmek büyük meziyyetdir. Ve asıl insanlık budur. Cenâb-ı Hak bütün dünyâdaki insanlara adâlet ederek akıl vermiş, din-i İslâmı, seâdet  yolunu bildirmekdedir.

Radyoları ve bu muazzam matbû'âtı insanlara keşf etdirerek herkesi seâdete da'vet ederek adl ve merhametini izhâr buyurmuşdur. Âkıl bâliğ olup bu da'veti işitdikden sonra red edenler,beğenmiyenler elbette mes'ûl olacakdır. Cenâb-ı Hak bizlere, bu adlden fazla olarak ihsânda bulunarak müslimân evlâdı yapmış, müslimân muhîtinde yetişdirmiş ve İslâm terbiyesiyle büyütmüş ve sevdiği, seçdiği bir insanı tanıtarak seâdet şerâbını ruhumuza içirmişdir. Bu ihsânı çok az kimselere yapmakdadır. Fakat ihsân yapmak mecburî değildir. İhsân yapmamak zulm değildir. Kâfir ve mürted çocuklarına bu ihsânı yapmaması zulm olmaz. Adl yapmamak zulmdür. Bakkalın bir kilo yerine 900 gram vermesi zulmdür. Bir kilo vermesi adldir. Bir kilodan fazla vermesi ihsândır. Kimsenin, bana ihsân yapmadın demeğe hakkı yokdur. Bizler ne bahtiyârız ki ihsânlar, ni'metler içindeyiz. Çok şükr etmeliyiz.

Müteaddid arkadaşlarınızdan sualler alıyorum. Cevâb yazmağa vaktim olmuyor. Lûtfen arkadaşların hepsine söyleyiniz, beni ma'zur görsünler, afv etsinler. Ta'tilde görüşünce tekrar sorsunlar. Şifâhen söylerim hem de yazmak bazen doğru olmaz.

Kardeşim, müslimân kâfir herkes bizden hak alacak. Mürted, [tekrar] müslimân olursa, o da alacak. Mürted iken hakkı olmaz, kâfirin hakkı olur. Kimsenin küfr malına da karışmamalı, fitneye sebeb olmamalıyız. Şerâb ve içkiler ve lâşeden [kendiliğinden ölen hayvandan] başka her şey maldır. Küfr alâmeti olsa da maldır, tecâvüz etmemelidir [ilişmemelidir].

Özrü olan kimse zor ile imâm olmamalı, günâhı yüklenir. Hasm, alacaklı demekdir.

Bayram hilâli görülmez ise Ramezân-ı şerif 30 gün tutulur. Biz Salı başladık. Ramezân-ı şerîfin 29'ncu gecesi arayacağız; göremez isek herkesle berâber bayram yapacağız.

Annesi Zeki'yi vekîl ta'yin etsin; Zeki [zekâtını] altın olarak versin.

Hüseyin: Şifâ âyetleri 6 dânedir. Mektûba yazmak doğru değildir.

Âdem aleyhisselâmın hareketi kendi makamına, derecesine göre yanlış idi, onun hatâsı bizim ibâdetimizden iyidir. Kitâblar âsim oldu [kabahat işledi] diyor.

Sılaya gidince babanıza söyleyiniz uşr versin. Vermez ise siz yiyiniz. Yidiğiniz mikdâr ya'nî masrafı tahmin edip, onda bir mikdâr altın gümüş fukaraya veriniz. Yememek fitneye sebeb olur.

Orhan Fındıklı'nın mektûbunu aldım, kendisine duâlar ederim. Ona çalışmak, öğrenmek yakışır.

Ahmed Süren: Farzların yalnız tatbik şeklinde ayrılık vardır. Her mezheb aynı emri yapmakda, yalnız emri anlayış farkları olmakdadır. Dünyâ işlerinde de böyle şeyler olur. Hepsi emri yapmak arzusunda olduğundan hepsi makbuldür.

İmâm beşinci rek'ate kalkınca, rükû'a varmadan dönerse berâber selâm verilir. Rükû'dan sonra doğru secdeye varınca biz selâm veririz. Sebebini bilmiyorum.

Köye yapılan câmi' kapısına "İnne's-salâte kânet ale'l-mü'minîne kitâben mevkûtâ" âyetini yazmak muvâfıkdır.

Hanefî mezhebinde birkaç parmak yerden yüksek olursa mihrabda imâm her yerden görülür, daha iyi olur. Ya'nî her ikisi de câizdir. 

Hava teğmeni Köksal Alparslan Ankara'dadır. Mektûb aldım. Adresini yazmamış. Bir ay geçdi; cevâb yazmak istiyorum. Adresini bulursanız bildirirseniz iyi olur. Bütün arkadaşlara selâm ve duâlar eyler duâlarınızı beklerim efendim.

EL-HÂFID Celle Celâluhu

 EL-HÂFID Celle Celâluhu 

Kararan yüz nasıl nurlandı

 Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır:

Kâbe’yi tavaf ederken, her adımda salevat okuyan birini gördüm. Ona (Sen gerekli duaları bırakıp hep salevat okuyorsun. Her yerde okunacak dua var) dedim. Sen kimsin dedi. Ben de kendimi tanıttım. (Sen avamdan değilsin, âlimsin, sana anlatayım) diyerek başladı:


Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı. Onu tedavi etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti. Baktım, ölünce yüzü karardı. Yüzünü kapattım. Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle bir zat gördüm ki, ondan daha güzel yüzlü hiç kimse görmemiştim. Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü. Babamın siyah yüzü nurlandı, bembeyaz oldu. Bu zâta kim olduğunu sorunca, (Ben Resulullahım. Baban, ömrünü boşa harcadı. Fakat bana çok salevat okurdu, şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler, kendisi de benden yardım istedi. Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim) buyurdu. Uyanınca babamın yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize çok salevat okuyorum.

ÇOCUK TERBİYESİ

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Herhangi bir kimseyi ıslâh etmeye çalışmak, ona İslâmiyeti bildirmekle, öğretmekle olur.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: “Hoca mâhir ve müşfik, talebe de zeki ve çalışkan olursa, öğrenilmeyecek mesele yoktur.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri buyuruyor ki: İnsanların meşrebleri ayrı ayrıdır. Bazı çocuklar sertlikten, bazı çocuklar ise lütuftan anlar.

Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından dahâ mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı, farzları, haramları öğretmekle, ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün fenâlıkların başı, fenâ arkadaştır.

İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Çocuğun terbiyesine çok dikkat etmelidir. Onun kötü arkadaşlarla düşüp kalkmasına mâni olmalıdır.

Ananın, babanın, okutmak ve terbiye etmek için çocuklarını zorlaması lâzımdır.

İbni Âbidîn hazretleri namazın mekrûhları sonunda buyuruyor ki: Kendisinin yapması haram olan şeyi çocuğa yaptıran kimse, haram işlemiş olur. Oğluna ipek elbise giydiren, altın takan ve içki içiren, kıbleye karşı abdest bozduran, kıbleye ayak uzatmasına sebep olan kimse, günah işlemiş olur.

Fudayl bin İyâd hazretleri, bir gün küçük çocuğunu kucağına alır, okşayıp bağrına basar. Çocuk sorar:


- Babacığım beni seviyor musun?

-Evet yavrum.

-Peki, Allahü teâlayı seviyor musun?

-Tâbiî seviyorum.

-Ey babacığım! Bir kalbe iki sevgiyi nasıl sığdırabiliyorsun?

-Ey oğlum! Sen ne güzel vâizsin. Seni hakîki sevgilinin izni ve emri ile seviyorum.

Netice: Müslüman, çocuğuna dinini öğreterek, onu felâketten, Cehennem ateşinden korumalıdır. Tahrîm sûresinin 6. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurulduğu gibi:

“Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Sağlık)* ni’meti, ne büyük ni’met kardeşim. Bir düşünün, insanın (gözü) olmasa, (kulağı) olmasa, bir *(Eli)*, yâhut bir *(Ayağı)* olmasa, ne kadar zordur. 


Öyleyse (duygu) organlarımızın *(Sağlam)* olduğuna nasıl şükredebiliriz? Mümkün değil. Yüzbin türlü *(İşlem)* ler var insanın beyninde, kanında, ciğerinde. 


Hangisinden haberimiz var? Bir *(Tahlîl)* de ne çıkacağını kim bilebilir? İşte bu *(Büyük)* ler buyuruyorlar ki: 


Şu *(Sağlık)* ni’meti varken, ele güne muhtaç değilken, her şeyimiz *(Mükemmel)* iken, ufak tefek şeylere nasıl üzülebiliriz? *(Yakışır)* mı bize? 


Bu kadar *(Şükr)* edecek şeyler varken, insan, on paralık şeylerden nasıl *(Şikâyet)* edebilir? Öyleyse *(Tövbe)* edeceğiz kardeşim. Cenâb-ı Hak hepimize din ve dünyâ seâdeti *(İhsân)* eylesin. 


Efendimiz aleyhisselâm *(Dünyâ)* ya geldiği zaman, Ebû Leheb’in hizmetçisi olan Süveybe, bu *(Müjde)* yi verdi Ebû Lehebe. O da *(Sevindi)* ve sevincinden Süveybe’yi *(Âzâd)* etdi. 


Sonra da ona; *(Haydi git, ona süt ver, onun süt annesi ol)* dedi. İşte, Efendimizin doğumuna *(Sevindiği)* için, sevinip de böyle söylediği için, her pazartesi gecesi, Ebû Lehebin *(Azâbı)* kalkıyor.


*(Süveybe)* hâtun, aynı zamanda hazret-i Hamza’nın da *(Süt)* annesi. Dolayısıyle, Hazret-i Hamza, Peygamber aleyhisselâmın *(Süt)* kardeşi aynı zamanda. 


Efendimiz aleyhisselâmın dört *(Amca)* sı vardı. Ebû Leheb, Ebû Tâlib, hazret-i Hamza, hazret-i Abbâs. Peygamberimizin amcaları içinde en *(Fakîr)* leri, *(Ebû Tâlib)* idi.