Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Abdülhakîm* Efendi hazretleri, ekseriyâ *Cumâ* günleri tırnaklarını keserdi Mübârek. Bez örtü vardı. Onun içine keser, bana verir ve; *Al bunları, Murtezâ Efendinin kabrine silkele!* derdi. 


Hep *Murtezâ Efendi* nin kabri üzerine silkelerdim. Ne günlerdi yâ Rabbî. Ne *Seâdet* günleriydi. Hepimiz, birbirimizin *Duâsı* na muhtâcız kardeşim. 


*Silsile-i aliyye* yi her sabah ve her akşam okumalı. Çünkü; *İnde zikrissâlihîn tenzîl-ür rahme!* diyor Peygamber Efendimiz. 


Yâni *Evliyâ* zâtların *İsmi* söylendiği yere *Rahmet* yağar. Allahü teâlânın rahmeti yağar. Hattâ onları *Düşününce* bile, o yere rahmet yağar kardeşim. 


Bana, *Oku!* dedi Efendi hazretleri. *Eczâcı* yı okudum, bitirdim. Üniversitede vazîfem vardı. Efendi, yine bana; *Mâdem üniversitede vazîfen var, talebe olarak kaydol, kimyâyı da bitir!* dedi. 


*Okuma* ya teşvîk etdi beni. *Fransızca* öğrenmeye teşvîk etdi. Almanlarla çalışıyordum Genelkurmayda. Efendi hazretleri bana; *Almanca da öğren!* dedi. 


Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *Men arefe lisâne kavmin, emine min mekrihim!* Hadîs-i şerîfdir bu. Ne demek?


*Men*, bir kimse. *Arefe*, ârif oldu, bildi. Yâni bir kimse bilirse. *Lisâne kavmin*, herhangi bir milletin lisânını, dilini bilirse. 


*Emine*, emîn olur, kurtulur. *Min mekrihim*, onların mekrinden, yâni onların *Hîlesi* nden, düşmanlığından kurtulur. 


Peygamber Efendimiz; *Onların lisânını öğrenin!* diyor. *Düşmanların lisânını öğrenin!* buyuruyor. 


Bir duâ var. *Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa’fü annî*, her duâda okuyoruz bunu. Mânâsı ne peki? 


*Allahümme*; yâ Rabbî. *İnne*; elbette. *Ke*; sen. Elbette sen, *Afüvvün*; affedicisin, günâhları affedicisin. *Kerîmün*; kerem sâhibisin, ikrâm edicisin. 


Yâ Rabbî, sen hem günâhları affedicisin, hem de *İyilik* ihsân edicisin. *Tuhibbül afve*; Çünkü sen affetmeyi seviyorsun, seversin. Allahü teâlâ affetmeyi sever. 


*Fa’fü annî*; öyle ise beni affet. *Fa’fü*; öyleyse affet. *Nî*, beni. Öyleyse beni affet! Mâdem ki sen affedicisin, affetmeyi çok seversin, öyleyse *Beni affet* yâ Rabbî!

Yâdigâr mektûblar 20.mektûb

 25 Zilka'de 1374 [16.7.1955]

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Sâim Bey

Taahhüdlü göndermiş olduğunuz mektûbunuzu aldım. Sıhhat ve âfiyetinize memnûn oldum. Cenâb-ı Hak siz kalbi temiz, kendi temiz kardeşimizi dünyâda ve âhiretde mes'ûd eylesin. Cenâb-ı Hak hakîmdir ve rahîmdir. Herkese, kalbine göre verir. İyi insanlara dâima iyilik verir. Yoksa bizler iyi ile fenâyı tefrîk edemediğimiz için bunu anlamıyoruz.

Bundan evvel bir mektûbunuzu daha almışdım. Bursa'ya gideceğinizi yazmış olduğunuzdan cevab yazmamışdım. Yalnız Eskişehr'e bir kart göndermişdim ve mektûbunuzu aldığımı bildirmişdim. Bu iki mektūbunuzdan başka bir mektûbunuzu almadım. Eskişehr'e bayram tebrîki kartı da göndermişdim. Demek size vâsıl olmamış.

Kardeşim, Mürşidü'l-Müteehhilin çok güzel bir kitâbdır. İslâm harfleri ile yazılmışdır. Bunu tekrar tekrar okutunuz, dinleyiniz. Her müslimâna çok lâzımdır. Oğlan babası ile kız anası ve oğlan anası ile kız babası nâmahremdirler. Bir arada açık oturamazlar ve konuşamazlar. Bir erkek, onsekiz kadın ile açık oturabilir ve konuşabilir. Başka hiçbir kadınla görüşemez ve bakamaz ve müsâfaha bile edemez ve selâm veremez. Harâmdır. Bu onsekiz kadın: Ana, hemşire, kendi kızı, birâderinin kızı, hemşiresinin kızı, hala ve teyze. Bu yedi kadın süt ile de yakın olur. Ya'nî, süt ana, süt kardeş, süt kız, süt birâder kızı veya birâderin süt kızı, süt hemşire kızı veya hemşirenin süt kızı, süt hala, süt teyze. Bu ondört kadınla konuşmak câizdir. Onbeşinci kaynanadır. Onaltıncısı gelindir. Onyedinci üvey annedir. Onsekizinci üvey kızdır. İşte bu onsekiz kadından başka kadınlara bakmak ve konuşmak harâm olduğundan, dünürler oturmazlar, konuşamazlar. Sonra, kardeşim, nikâhda 32 farzı söylemek şart değildir. Tecdîd-i îmân lâzımdır. Kız ve oğlan, tecdîd-i îmân ederler. İki müslimân erkek şâhid lâzımdır. Cenâb-ı Hak hayırlı eylesin, mes'ûd ve mübârek etsin.

Evli bir kadın nemâzlarını iyi kılar ve zevcine itâ'at eder ve erkeklerden örtünüp saklanırsa, muhakkak Cennete gider [Hadîs-i şerîf]. Bu üç şeyi yapan kadına zevci her iyiliği, her hizmeti, her fedâkârlığı yapmalıdır ve böyle kadının her kabahatini afv etmelidir. Böyle kadın çok kıymetli ve çok mes'ûd ve bahtiyâr bir kadındır. Dünyânın en büyük ni'meti böyle bir kadına mâlik olmaktır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki, dünyâ ni'metlerinin en hayrlısı, sâliha kadındır. Böyle kadına mâlik olan bir erkek, çok mes'ûd ve bahtiyâr bir erkektir. Cenâb-ı Hak hepimize, dünyâ ve âhıret seâdetini nasîb etsin. Dünyâ ve âhıret seâdeti ancak müslimânlara mahsusdur. Müslimân olmak için müslimânlığı okuyup öğrenmek lâzımdır. Okumadan öğrenmeden, bilmeden müslimânlık olmaz. İnsan, ben müslimânım demekle, müslimân olmaz. Size Birgivî Vasıyyetnâmesi aradım. İstanbul'da da bulamadım. Daha arayacağım. Bulursam posta ile gönderirim.

Müslimânların ecnebî memleketlerde ibâdet etmeleri bugün daha kolaydır. Zaten Cum'a ve bayram nemâzları ecnebî memleketlerde ki müslimânlara farz değildir. Nemâzları yollarda, trenlerde kılmak müşkil ise de,bu müşkilât, Türkiye'deki yolculukda da mevcûddur. Hristiyan memleketlerine dârülharb denir. Dârülharbde Cum'a ve bayram nemâzı kılmak farz değildir. Diğer bütün farzlar kolay yapılır. Domuz eti ve şerâb ve her türlü müskirât içmemeğe dikkat etmelidir. Şeytan insanı, ibâdet yaparken insanlardan utandırmak ister. Şeytana aldanmamalı.

Gözlerinden öperim kardeşim.

Hüseyn Hilmi Işık

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben, ne zaman dergâha gitsem, *Abdülhakîm* Efendi hazretleri, ekseriyâ *Bahçe* de olurdu ve bana; *Gel, seninle berâber oturalım!* derdi. Murtezâ Efendi’nin kabrinin yanına gider, otururduk. 


Duvar yüksek idi. Aşağıda *Cadde* var. Caddeden insanlar geçiyor. *İki* kişilik de *Yer* vardı kabrin yanında. *Efendi* ile yan yana oturup *Halici* seyrederdik. *Ne var ne yok Ankarada?* diye sorardı Mübârek. 

● ● ● 

Rabbimize çok şükür ki, bizi huzûruna kabûl ediyor kardeşim. Bu *Zulmet* zamânında, bu *Küfr* zamânında, her yere mânevî *Necâset* akıyor, *Zulmet* yağıyor. 


İşte böyle bir zamanda bizleri *Muhâfaza* ediyor Rabbimiz, elhamdülillah. En ufak bir şey, yârın *Terâzî* de, *Kefe* ye konacak. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki: 


*Ve men ya’mel miskâle zerretin hayren*. Ne demek bu? Yâni bir kimse, zerre ağırlığında *Hayr* yaparsa, hayrlı bir iş yaparsa. *Yerehû*, onun karşılığını bulur. Onun *Sevâbı* na kavuşur. 


*Ve men ya’mel miskâle zerretin* Bir kimse, atom ağırlığında, yâni zerre kadar, *Şerren*; bir şer yaparsa, günâh işlerse, *Yerehû*; onun karşılığını görür, *Cezâsı* na kavuşur. 


*Cezâ*, burada *Karşılık* demekdir. Karşılığına kavuşur. Yâni fazla *Azap* çekmez. Karşılığı ne *Kadar* sa, o kadar azap görür. Yâni amellerinin karşılığını görür. 


Demek oluyor ki, zerre kadar *Hayr* işliyen, muhakkak onun *Sevâb* ına, yâni mükâfâtına kavuşur. Zerre kadar *Günâh* işliyen de, bu günâh çok küçük de olsa, affa uğramadıysa, onun *Cezâsı* na, yâni karşılığına  kavuşur. 

● ● ● 

Sabahleyin *Enver âbi* ile konuşduk bu *Cihâd* ın kıymetini. Dedim ki: Eshâb-ı kirâmdan *Hassân bin Sâbit* radıyallahü anh hazretleri var. 


O zât, câmide, minberde, kürsüde konuşur, kâfirleri *Hicv* edermiş, yâni *Kötüler* miş. Peygamber Efendimiz de aleyhisselâm onu dinler ve *Neş’e* lenirmiş. 


Bir gün buyurmuş ki: *Hassân’ın bir kelimesi, cephede 100 kâfiri öldürmekden daha sevapdır*. Bir kelimesi. Ne büyük hizmet. İşte bizim kelimelerimiz de böyle. 


Bütün dünyâdan gelen mektuplarda; *Size ve berâber çalışdığınız yardımcılarınıza duâ ediyoruz!* diyorlar. Yâni bütün dünyâ, hepimize duâ ediyor kardeşim.

İMÂM-I GAZÂLÎ (rahmetullahi teala aleyh)

“İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin kitablarında kusur bulan (arayan, kusur isnad eden) ya cahildir ya da dîn düşmanı.”

İbn-i Hacerî Mekkî

“Rahmetullahi teala aleyh”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Rûh* zamansızdır efendim. Meselâ şimdi *İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinden bahsetsek, o anda mübârek *Rûhu* burada hâzır olur. Bakın *Gelir* demiyorum, *Hâzır* olur efendim. *Hemen, ânında*. 


Yeter ki, *İsmi* anılsın. O anda, orada *Hâzır* olur. Çünkü rûh, zamansız ve mekânsızdır. Ama her zaman değil, çağrıldığı anda, orada *Hâzır* olur ve oradakilere *Feyz* verir. 

● ● ● 

*Cumâ* günü müsâfeha etmek *Sünnet* dir. Rabbimiz sevdiklerimize bizi kavuşdurdu, görüşdürdü elhamdülillah. Hepimiz birbirlerimize *Duâ* edelim kardeşim. 


Biz *Abdülhakîm* Efendi hazretlerine giderdik, müsâfeha ederdik. Rahmetli kayınpederim *Ziyâ bey*, bir gece rüyâda, Efendi hazretlerine gitmiş ve Efendi’nin *Elini* öpmüş. 


Ama elini öpeceği zaman, *Efendi* hazretleri, ona *Avucu* nu uzatmış. Ziyâ bey, Efendi hazretlerinin *Avuç içi* ni öpmüş. Uyanınca merak etmiş tabii. Acabâ bu rüyânın *Tâbiri* nedir? diye. 


Ertesi gün, erkenden *Efendi* hazretlerine gidiyor. Rüyâyı anlatıp, tâbirini soracak. Elini öperken, Efendi hazretleri, yine *Avuç içi* ni uzatıyor ve *Rüyâda öpdüğün gibi öp!* buyuruyor. 


Bu, Efendi’nin *Kerâmeti* işte. Onları sevenleri, Allahü teâlâ da sever. Abdülhakîm Efendi hazretlerinin *Kapısı* ndan, hepimiz *Ümitvâr* ız kardeşim. 


O kapının *Feyzi*, hepimizi, dünyâda da âhiretde de inşallah *Mes’ud* edecek. Muhakkak Efendi hazretlerinin ve *Silsile-i Aliyye* nin ervâhı burada *Hâzır* şimdi. Onlar bize *Feyz* veriyor inşallah. 


İki üç gündür, *Mehmed Mâsum* hazretlerinin *Mektûbât* ını okuyorum kardeşim. Onun te’sîri altında kaldım. Sabah namâzından sonra, o *Te’sîr* ile şunu yazdım. 


Hayât ne demek? *Hayât* demek, *Hayâl* demekdir. İşte, bu günümüz de böyle *Hayâl* oldu. Hayâller bir araya gelince ne olur? *Hayâl* olur. Velhâsıl bütün bu dünyâ, *Hayâl* dir kardeşim, *Hayâl…*

Yâdigâr mektûblar 19. mektûb

 23 Şa'bânü'l-Muazzam 1374 [17.4.1955]

Selâmün aleyküm kıymetli kardeşim Sâim Bey

Kıymetli mektûbunuzu geçen gün aldım. Sıhhat ve selâmet haberlerinize memnûn oldum. Cenâb-ı Hak sizin gibi hâlis müslimânlara, dünyâ ve âhıret selâmeti ihsân buyursun. Aylardan beri sizden hiçbir sûretle mektûb alamadım, merâk ediyordum. Mektûbunuzu alınca, merâkdan kurtuldum. Size İslâm harfleri ile cevap yazıyorum. İnşâallah okursunuz ve okumalısınız.

Kardeşim, avret mahalli mes'elesi, müslimânlıkta mühimdir. Buna ehemmiyet vermeyenlerin îmânları gider, kâfir olurlar. Bu mes'ele her kitâbda yazılıdır. Meselâ Birgivî Vasıyyetnâmesi 162'nci sahîfede diyor ki ( Er adamın göbeği aldığından dizi altına kadar avrettir. Göstermek ve bakmak harâmdır. Nikâhı harâm olan kadınların göbek altından diz altına kadar ve karnı ve arkalarını erkeklere göstermeleri ve  erkeklerin buralara bakmaları harâmdır. Nâmahrem kadınların, yüzünden ve eli ayasından ve ayağından gayri şeylerine er âdem bakmak harâmdır. Bazı ulemâ ayakları da avretdir buyurdu. Şehvetsiz dahi bakmak harâmdır. Kadın ihtiyâr ise dahi bakmak harâmdır. Mezârda çürümüş kemiklerine dahi ve İbni Âbidįn'de buyuruyor ki, kesilmiş, duvara asılmış saçlarına dahi bakmak harâmdır. İhtiyâr adamların bakması da harâmdır. Kadının kadına göbekden aşağı dizi altına kadar bakması harâmdır. Ya'nî kadının kadına bakması,kadının adama bakması gibidir. Ya'nî kadınlar, zevcinden gayri erkeklerin göbeği altından dizi altına kadar bakması harâm olduğu gibi kadınlar dahi birbirlerinin göbekleri altından dizleri altına kadar bakmaları harâmdır. Ammâ, şehvet ile bakmak, kime olursa olsun, gerek kadınlara, gerek taze oğlanlara ve neresine olursa olsun, yâ'nî yüzüne bile şehvetle bakmak harâmdır buyuruyor.)

Kardeşim, bir kimse bir güzel kızı ansızın görse, hoşuna gitse dahi, bakmağa devâm etmez ise ve tekrar bakmaz ise günâh değildir. Hatta hoşuna gittiği halde, bakmak istediği halde, tekrar bakmadığı için cihâd sevâbı vardır ve bu sevâb çok büyüktür. Şunu da söyliyeyim ki, müslimân kadınların, mürted kadınlardan, erkekden kaçar gibi kaçmaları lâzımdır.

Mübârek Ramezân-ı şerîfinizi tebrîk eder, gözlerinden öperim. Oflu Hacı Muhammed Emîn Efendi'nin Necâtü'l Mü'minîn kitâbı, [Mevkûfât, Dürer, Reddü'l-Muhtar gibi] kütüb-i mu'tebereden değildir.

İyi bir müslimân olmak için, İmâm-ı Birgivî Vasıyyetnâmesi, Âmentü Şerhi, Mızraklı İlmihâl ve Hüccetü'l-İslâm kitâblarından birisini muhakkak okuyup öğrenmeli ve ona göre ibâdet edip, harâmlardan kaçmalıdır. Cenâb-ı Hak, hepimize, iyi müslimân olmak nasîb eylesin ve hepimizi şeytanlar ve din ve ırz düşmanlarından muhâfaza buyursun. Âmin.

Uydurma din kitâbları, uydurma tefsîrler, müslimân görünen câhil ve dinsiz insanlar, hep şeytandırlar. Cenâb-ı Hak hepimizi böyle insanlardan ve böyle kitâbları ve mecmuaları okumakdan muhâfaza buyursun. Âmin. 

Kardeşiniz Hüseyn Hilmi Işık 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Allahü teâlâ*, yerlerin, göklerin *Yaratıcı* sıdır. Dağları, denizleri, ağaçları, meyveleri, mâdenleri, mikropları, hayvanları, atomları, elektronları, molekülleri yaratan O’dur. 


Birinci semâyı *Yıldızlar* la süslediği gibi, yeryüzünü de, *İnsanları* yaratmakla süslemiştir. Basît cismleri, elemanları, O yaratmıştır. 

● ● ● 

Bugün *Cumâ* namâzını Alacahasan câmiiinde kıldım. Hoca Efendi, hutbede hep *Fâiz* den bahsetdi. Hoşuma gitdi, ama uzun sürdü biraz. Bu, doğru değil. Hutbeyi uzatmak *Mekrûh* dur. Kısa kesmek *Sünnet* dir. 


En birinci farz nedir? *Namaz* dır. Mü’min, namâzı aslâ terk etmez. Namâzı terk eden kimse, Evliyânın kalbinden *Feyz* alamaz, *Nûr* alamaz. Çünkü onun *Kalbi* bunları almaya müsâit değildir. 


Yâni kalbi *Bozuk* dur. Nasıl ki radyosu, televizyonu bozuk olan kimse, radyo *Dalgaları* nı alamaz. Bunun gibi, kalbi bozuk olan da, Evliyânın yaydığı *Nûr* ları, *Feyz* leri alamaz. 


Evliyânın kalbinden *Nûr* almak, *Feyz* almak için başka şartlar da var. O şartlardan mühim olan bir şey daha var. *Büyük* ler, bunun üzerinde ısrârla duruyorlar. Peki, nedir o? 


*Helâl lokma* yemek. Helâl lokma yemiyenin, yâni *Harâm* yiyenin kalbi körlenir, siyahlanır, kararır. Kalp kararınca da *Feyz* alamaz. Neden? Çünkü Evliyânın feyzi *Kalbe* gelir. Akla ve Kafa’ya gelmez. 


Evliyânın kalbinden yayılan *Nûr* lar, *Feyz* ler, ancak temiz olan *Kalp* lere, nasîbi olanlara ve bâzı şartları taşıyanlara gelir. Feyz almanın bir şartı da *Edeb* dir. Peki, edeb nedir? Edeb, *Haddini bilmek* dir.


Yâni *Terbiye* dir, *Tevâzû* dur. Büyüklerin kalbinden, ancak *Edebli* olanlar feyz alır. Feyzin geldiği, feyzin alındığı nerden anlaşılır? 


Bunu Peygamber aleyhisselâma soruyorlar. Peygamber Efendimiz de buyuruyor ki: *Yeşrah sadrahu lil islâm*. Ne demek bu? 


Yâni, bu feyzi alanın kalbi, islâmın *Nûru* ile nûrlanır. Kalbi *Nûrlu* olan da, dünyâdan *Nefret* eder. Âhireti *Sever* ve âhirete *Meyl* eder. Böyle buyuruyor Peygamber Efendimiz.

SOHBET.................. BİR VASİYET

İslâm âlimlerinin büyüklerinden Hüseyin Hilmi Işık’ın (rahmetullahi aleyh) vasiyetnamesinde özetle şöyle buyurulmaktadır:

“Aklı olan herkes dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, âhırette azaptan kurtulup sonsuz nîmetlere kavuşmak ister. Dünyanın her yerindeki her çeşit insana, saadet-i ebediyye yolunu göstermek için uğraştım. Önce kendim öğrenmek için çok çalıştım. Senelerce, yüzlerce kitap okudum. Tarihi, tasavvufu çok inceledim. Fen bilgileri üzerinde çok düşündüm. İyi inandım ve îmân ettim ki, dünyada rahat, âhırette sonsuz iyiliklere kavuşmak için sâlih Müslüman olmak lâzımdır.

Sâlih mü’min Ehl-i sünnet itikadındadır. Ehl-i sünnet itikadında olana Sünnî denir. Ehl-i sünnetin dört mezhebinden Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî’den birine uyar. Böylece her hareketinde İslâmiyet’e tâbi olur. İbâdetlerini kendi mezhebine göre yapar. Haramlardan sakınır. Bunlarda kusur olursa şartlarına uygun tevbe eder. Sâlih Müslüman olmak için din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmek lâzımdır. Câhil, sâlih Müslüman olamaz. Sâlih Müslümanın nasıl olacağını Seâdet-i Ebediyye kitabımda uzun bildirdim. Kısaca şöyledir:

1- Ehli Sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi inanmalıdır.

2- Dört mezhepten birinin ilmihâl kitabını okuyarak din bilgilerini doğru öğrenip buna uygun ibâdet yapmalı ve haramlardan sakınmalıdır. 4 mezhepten birinde olmayan veya 4 mezhebin kolay yerlerini ayırıp bir araya toplayan yâni mezhepleri birbirine karıştıran kimseye mezhepsiz denir. Mezhepsiz olan, bidat ehli yâni sapıktır.

3- Çalışıp para kazanmalıdır. Dine uygun yolla kazanmalıdır. Fakir kimse bu zamanda dînini, nâmusunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak ve İslâmiyet’e hizmet edebilmek için fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lâzımdır. Helâl kazanmak büyük ibâdettir. Namaza mâni olmayan ve haram işlemeye sebep olmayan her kazanç yolu hayırlıdır ve mübârektir. İbâdetlerin ve dünya işlerinin faydalı, mübârek olması, yalnız Allah için yapmakla, yalnız Allah için kazanmakla ve yalnız Allah için vermekle kısaca ihlâs sâhibi olmakla olur.

Ya Rabbi! Günahlarımız büyük ve çok ise de, senin af ve mağfiretin sonsuzdur. Sevdiklerin hürmetine bizi af ve mağfiret eyle. Âmin!”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, ortak, yâni *Şerîk* kabûl etmez efendim. İnsanların Allaha karşı *Îmânı* azaldıkça, Cenâb-ı Hakka karşı *Güveni* azalır. Allaha güven azaldıkça da, *Dünyâ* ya güveni artar. 


Bir kimse, *Allah* dan başka neye bel bağlarsa, bu hâl, *Felâket* olarak ona yeter. Çünkü *Allah Sevgisi* nin üzerinde bir *Sevgi* olmaz, aslâ olamaz efendim. 


Şimdi bu odada, *Radyo* dalgaları var mı, yok mu? Muhakkak ki *Var*. Biliyoruz çünkü. Bunu bilmesek, var diyene inanmayız. *Olur mu öyle şey? Hani görmüyorum*, deriz. 


Evet ama, o *Radyo* dalgalarını, o sesleri işitmiyoruz. Neden işitmiyoruz? Çünkü kendi bedenimizde bir *Alıcı* mız yok. Alıcımız olsa, işitiriz. 


İşte, *Evliyâ* nın kalbinden çıkan *Feyz* ler, *Mârifet* ler, *Nûrlar* da, aynen radyo dalgaları gibi, her an, her yere yayılıyor. Fakat alıcımız olmayınca, fâideli olmuyor, *Zâyi* oluyor. 


Bir gün, *Abdülhakîm* Efendi hazretleriyle odada oturuyorduk. Bir ara; *Ben zâyi oldum!* buyurdu. Efendi hazretleri niçin *Zâyi oldu?* Çünkü kimseyle görüşemiyor, konuşamıyor. Yaydığı *Nûr* ları alan yok. 


Abdülhakîm Efendi hazretlerinin mübârek kalbinden çıkan *Nûr* ları alan olmayınca, *Ben zâyi oldum!* diyor. Nûr yayılıyor, ama *Alan* yok. 


Yâni almaya *Müstaîd* kimse yok. *Kabiliyeti* olan yok. Evliyâların kalbinden çıkan mârifetler, nûrlar her an yayılıyor. Bunları almak için şartlar var. Nedir o şartlar? Evvelâ *Îmân* lâzım. Ama *Doğru Îmân*. 


Ehl-i sünnet üzere bir *Îmân*. Kâfirler; değil evliyâlardan, Peygamberden bile *Nûr* alamadılar. *Ebû Leheb* ler, *Ebû Cehil* ler öyle işte. O *Nûru* alamadılar. 


O mübârek nûr menba’ına, yâni Resûlullah Efendimize, *Büyücü* dediler, *Sihirbâz* dediler, *Yalancı* dediler, *Şâir* dediler. Nasipleri olmadı, alamadılar. 


Evliyâların kalbinden çıkan mârifetleri, nûrları almak için de evvelâ ne lâzım? *Îmân*. Sonra ne lâzım? *Ehl-i sünnet* îtikâdı. Mezhebsizler *Nûr* alamaz. 


Mezhebsizler, meşâyih-ı kirâmdan, evliyâ-yı kirâmdan *Nûr* alamazlar. *Aldık!* derler, hattâ, *Şeyh* olduk, derler. *Şeyhlik* de yaparlar. Fakat hiçbir şeyden haberleri yokdur, *Yalan* söylüyorlar.

Mustafa Hulki Demiray

Hocamız Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Kuleli Askeri Lisesindeki ilk talebelerinden olan Merhum Mustafa Hulki Demiray abi...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan vücûdunda en kıymetli organ, *Kalp* dir. Bu dînin esâsı da, bu kalbi *Hastalık* dan kurtarmakdır. Nedir o hastalık? Kalbi hasta yapan şey nedir? *Nefsimiz*.


Hepimizin içinde bir *Düşman* var kardeşim. Hem Allaha düşman, hem bize düşman. O da, insanın kendi *Nefsi* dir. Yâni düşman içimizde, dışarda değil. O da kendi *Nefsimiz* dir. 


İşte bu nefsin, kalbe akıtdığı o *Zehire* karşı, bir *Panzehir* lâzım. Büyükler buyuruyorlar ki: Nefse karşı olan o panzehir, ya o büyük zâtların *Kendi* leridir veyâ *Eser* leridir. 


Eserleri deyince, ne anlıyacağız? Yâni o büyük zâtların *Kitap* ları ve *Talebe* leridir. 


Onun için, bizim *Âbiler* den birine rastlıyan, kurtulur efendim. Bizim *Kitap* lara kavuşan, bizim *Âbi* lere rastlıyan, kurtulur. Onun için biz çok *Şanslı* yız.

● ● ● 

Eskiden *Ezân* okunurken herkes işini gücünü *Bırakırdı*. Nasıl mı? Meselâ demirci demir dövüyor, çekici kaldırmış, tam vuracak. O anda müezzin *Allahü Ekber!* diyor.


O bunu işitince *Çekici* vurmuyor, indiriyor ve yavaşça kenara koyuyor. Neden? *Ezân* okunuyor diye. 


Çekici kaldırmış, demire vuracak, demiri dövecek, tam kaldırdığı zaman *Allahü ekber!* diye ezânı işitiyor, vurmuyor onu artık. 


*Ezân okunurken iş görülmez* diyor ve yavaşca yanına bırakıyor. Eskiden öyleydi. Ezâna *Hürmet* edilirdi. Şimdi nerde kardeşim? Nerdeee? 

● ● ● 

Yemekden sonra ne okuyoruz? *Elhamdü lillâhillezî eşba’nâ ve ervânâ min gayri havlin minnâ velâ kuvveh. Allahümme et’imhüm kemâ et’amûnâ.* 


Buraya kadar, Abdülhakîm Efendi hazretlerinin *Duâsı* dır. Bu kadar duâ ederdi Efendi hazretleri. Sonra bendeniz, ona bir ilâve yapdım. 


*Allahümmerzuknâ kalben takiyyen mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyâ velhamdü lillâhi rabbil’âlemîn*. 


Bizim ilâvemiz bu kadar. Diyeceksiniz ki: *Sen kim oluyorsun da bunu ilâve yapıyorsun?* Evet ama bizim kendi sözümüz değil ki bu. 


Peygamber Efendimizin *Duâsı*. Onun *Sözü*. Berât gecesinde, Efendimiz aleyhisselâm secdede bu *Duâyı* okurmuş. Kitapda gördüm ve onu *Yemek duâsı* na ilâve etdim efendim.