EVLİLİK ÖLÇÜSÜ

Abdülhakîm Efendi (kaddesallahu teâlâ sirreh) Hazretleri buyurdular ki;

“Bir erkek, bir kızla üç şey için evlenir. Yâ güzelliği, yâ malı, ya da diyâneti için. Malı ve güzelliği için evlenen, malından ve cemâlinden fâide görmez. Diyâneti için evlenen, hem malından, hem cemâlinden fâide görür.”

(Son Halkalar I, sf 307)

HAKÎM

Efendi Hazretleri (kaddesallahu teâlâ sirreh) buyurdular ki;

“Her şeyi bilip de Hakk teâlâyı bilmeyene Hakîm denilemez. Ama Hakk teâlâyı bilip de hiçbir şeyi bilmeyene Hakîm denilir. İşmin şerefi ma’lûmun şerefi kadardır. Allahu teâlâdan celîş (büyük, şerefli) kimse yoktur. Hakîm, ancak Allahu teâlâyı bilendir, isterse dünyaya aid bildikleri az olsun.”

(Son Halkalar I, sf 306-307)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimizin mübârek bedeni, *Kabr-i seâdet* tedir, oradan ayrılmaz. Ama *Rûhu* serbest. *Rûh* un gelmesi gitmesi yokdur. 


Bu, neye benzer? Şu anda bu *Oda* da, dünyânın dört bir yanından yayınlanan binlerce *Radyo* dalgaları var. Elektro manyetik dalgalar mevcut. 


Frekans ayar düğmesini nereye getirirsen, o anda o istasyondaki *Yayını* dinlersin. Hemen, ânında, hiç bekleme olmadan. 


İşte, *Rûh* da böyledir efendim. Hattâ rûh, daha *Çabuk* gelir. Niçin? Çünkü rûhda zaman yok ki. Rûh *Zaman* sızdır efendim. 

● ● ● 

Bu gün, Allahü teâlânın *Sevmiş* ve *Seçmiş* olduğu büyük *Zât* ları tanımak, sevmek ve onların yolunu, yâni seâdet-i ebediyye yolunu öğrenmek gibi *Kıymetli* bir ni’met yokdur. 


Bu *Ni'met*, bugün dünyâda pek *Az* kimseye *Nasîb* olmakdadır. Bütün dünyâda, bugün bu ni'mete kavuşan bahtiyâr kimseler, *Yok* denecek kadar *Az* dır. 


İşte Cenâb-ı Hak, bizi ve sizi, yâni *Hepimizi*, bu çok büyük ve çok kıymetli *Ni'meti* tatmakla şereflendirmişdir. Elhamdülillah, *Şükr* ünden âciziz kardeşim.


Elimize geçen bu *Hazîne* nin, bu devlet *Kuşu*  nun kıymetini bilmemiz, bu ni'mete çok sevinmemiz ve bunun için Rabbinize *Şükr* etmemiz lâzım kardeşim. 

● ● ● 

Mü'min, aslâ *Ölüm* den korkmaz. Çünkü ölüm, *Sevgili* yi *Sevgili* ye kavuşduran bir *Köprü* dür ve herkes bu köprüden geçmek zorundadır. Bütün insanlar oradan geçecekdir. 


Size, mutlak olan birşey söylüyorum: Âhiret hayâtı, dünyâ hayâtından daha *Rahât*, daha *Huzûr* lu ve daha *İyi* dir. Sakın ola ki, ölümden korkmayın. 


Ölüm, evin bir *Odası* ndan, diğer *Odası* na geçmek gibidir. Müslümânlar, son nefesde Peygamber Efendimizin mübârek *Cemâli* ni ve *Cenneti* görerek, ölüm acısını hiç duymıyacaklar. 


Ömrü olana, bu *Hizmet* ler ve, bu *Ni'met* ler devâm eder. Ömrü olmıyana da *Cennet* ni'metleri nasîb olur inşallah. Kardeşim, ben bu kitaplara ömrümü verdim. 


*Kitap* larımızı okuyanlar, satırların arasında *Beni* görürler. Arkadaşlardan ricâm, kitap okumalarıdır. Ben de arkadaşlarımı *Kitap* yoluyla görmeği tercîh etdim.

Cünüp kimse neler yapamaz?

Sual: Cünüp kimse neler yapamaz? 

CEVAP

Cünüp kimse, Besmele çeker, dua okur, la ilahe illallah diyerek zikir çeker, salevat okur. Hatta Fatiha, Rabbena âtina gibi âyetleri dua niyetiyle okuyabilir. Mushafı tutamaz, ezbere de olsa Kur’an-ı kerim okuyamaz. Camiye giremez. Kasıkları tıraş etmesi, saç, tırnak kesmesi, mekruh olur. Hayzlı iken, bunlar mekruh değildir.


Cünüpken yiyip içmek ve emzirmek

Sual: Cünübün bir şey yiyip içmesi sokağa çıkması, cünüp kadının çocuğunu emzirmesi uygun mudur?

CEVAP

Ağzını yıkadıktan sonra yiyip içmesi caizdir. Sokağa çıkmak da caizdir. Kadın göğsünü yıkadıktan sonra çocuğunu emzirebilir. Namaz vakti çıkmadan önce yıkanmalıdır. Daha fazla cünüp durmak haramdır. Namaz kılan ve kılmayan herkes, bir namaz vaktini cünüp geçirirse, çok azap görür. 


Cünübün yiyip içmesi

Sual: Cünüp olanın, elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi caiz midir?

CEVAP

Tenzihen mekruhtur. Yıkadıktan sonra yiyip içmesi mekruh olmaz; fakat mecbur kalmadıkça yine de cünüpken yiyip içmemelidir.


Cünübün teri ve meni

Sual: İhtilam olunca veya eşiyle beraber olduktan sonra, üstündeki bütün elbiseleri çıkarıp yıkamak gerekir mi? Cünüp iken ter bulaşan elbiselerle namaz kılınır mı?

CEVAP

Cünübün teri necis değildir. O elbiselerle namaz kılınır.


Meni, Hanefi’de necis, diğer üç mezhepte temizdir. Maliki’de, bir kavle göre meni necistir.


İhtilam olan kimse, elbiselerin tamamını çıkarması gerekmez, sadece meni bulaşan yeri yıkaması kâfi gelir. Meni kurumuşsa, ufalanırsa temizlenmiş olur. O elbiseyle namaz kılınabilir. 


Cünüplük ve vesvese

Sual: Cünüp olunca, bir şeye dokununca onun pis olacağını zannediyor, bu yüzden sıkıntı çekiyorum. Bu vesvese mi?

CEVAP

Evet, vesvesedir. Cünüp kimse nereye dokunursa dokunsun pis olmaz.

İncinme incidenden

Âşık der incidenden,

İncinme incidenden,

Kemâlde noksân imiş,

İncinen incidenden...

Lûtfî (Alvarlı Efe Hazretleri)

Hattat: Ali Rıza Özcan

Müzehhip (süsleme): Ayşe Feyza Dikmen

Hüseyin Hilmi Işık efendi ve damadı Enver Ören

 Hüseyin Hilmi Işık efendi ve damadı Enver Ören...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şu dört şey kimde varsa, hiç korkmasın. Peki, nedir o şeyler? *İlim*, *Akıl*, *Sabır* ve *Edeb*. Bunlardan ikincisi, akıl sâhibi olmak. *Akıllı* kime derler? 


Hem kendisine, hem de etrâfındakilere fâidesi dokunan bir kimseye *Akıllı* denir. *Akıl* yapıcıdır, *Zekâ* yıkıcıdır. 


Fakîr bir *Çöpçü*, kelime-i şehâdet getiriyorsa, *Akıllı* dır. Ama dünyâ çapında bir *Zengin*, eğer îmân etmiyorsa, *Akılsız* dır. 


Üçüncüsü, *Sabır*. Allah yolunda hizmet, sabır ister kardeşim. Bu çileyi çekmiyen hiç bir *Peygamber* yokdur. Hiç bir *Âlim* yokdur, hiç bir *Velî* yokdur. 


*Sevâbı* da, çekilen sıkıntının büyüklüğü oranında *Fazla* dır. 


Dördüncüsü *Edeb*. Şâh-ı Nakşibend hazretleri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: *Bu yolun başı edeb, ortası edeb, sonu da edebdir*. 


Edebe riâyet etmiyen kimse, *Allah dostu* olamaz. Allahü teâlâ *Kerîm* dir, ufak bir sebeple Kerîmin *Keremi* coşar. En büyük sebep, Ona yalvarmakdır. 


Müslümânlara eziyyet edilerek yapılan bir *İş* den alınan para *Hayırsız* dır. Bu yolla kazanılan *Para* dan hiç hayır gelmez.


Bu şekilde yapılan *Binâ* dan da hayr görülmez. Osmânlılar zamânında, evde *Tâmirat* yapılacağı zaman komşudan *İzin* istenirdi. 

● ● ● 

Kulun ne ile *Meşgûl* olduğu, Allahü teâlânın onu sevip sevmediğini gösterir. Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti, onun *Mâlâya’nî* ile uğraşmasıdır. 


*Harâm* larla uğraşana, Allahü teâlânın *Sıfat* ları düşmandır. Kâfire ise, *Zâtı* düşmandır. Sıfatlarının düşman olması ile zâtının düşman olması *Farklı* şeylerdir. 

● ● ● 

Diğer tarîkatlerde kalbin *Zikr* etmesi için, senelerce *Çile* çekilir. Nakşibendîde ise Mürşid-i kâmilin bir *Bakışı* yeter. *Şâh-ı Nakşîbend* hazretleri, Allahü teâlâdan çabuk kavuşduran bir *Yol* istemiş. 


*Muhyiddîn-i Arabî* hazretlerine, Bu makâma nasıl kavuşdun? demişler. Cevâbında; *Evliyâyı çok sevmekle!* buyurmuş. 


Meselâ bir yerde *Evliyâ* bir zâtın aleyhinde konuşuluyorsa, hemen onları susdururmuş. İşte bu sebeple birgün âniden, *Kalbi* açılıvermiş.  


Bu dünyâ bir *Zindan* dır. Zindanda seâdet aramaksa *Hayâl* dir. Mes'ûd görülenlerin hemen hepsi elemli ve kederlidir. *Eğlence* aramaları, bunun en büyük delîlidir.

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Erzincan'dan zevcelerine yazdığı bir mektub

 Siret hanım Sultan

Atölyenin kıymet takdir kağıdını burada bulamadım. Zaten buraya getirmediğini biliyordum. Fakat bir kerre aradım. O kâğıt, yazdığımız istida müsveddesi ile birlikte çocukların yattığı odada; yazıhane üstündeki sümen içinde veya pencere tarafında sağdaki üst veya ikinci çekmecededir. Eğer burada yoksa Enver bey ile Altay bey'e gönderdiğimi zannediyorum. Senin gardrobunda yok mu? 

Vergi 700 lira idi. 1400 lira da cezası vardı. Cezasını afvetmişler mi acaba? Cezasını afvettiler ise, 12 bin liranın vergisi 420 lira ediyor zannediyorum. Eğer bu kadar ise itiraza lüzum yok.Bunu veririz. Bunu Hikmet bey'den anlayarak ona göre hareket edilsin.

Hilmi

Not: ailesi ve Enver bey, bu vesikayı İstanbul'da bulamayıp, nerede olduğunu Hilmi efendi'den sormuşlardır. O da bu mektupta yerini tarif etmektedir.

Allahu Teâlâ imânı seçtiğine verir

 İnsan, bir şeyi seçebilir, beğenebilir, alabilir. Meselâ evlenecekse, hanımını seçer, beğenir ve alır, ama Îmânı böyle alamaz. Peki bunu nasıl alır? 


Ancak seçilirse, Îmâna kavuşur. Çünkü Allahü teâlâ, seçdiklerine verir onu. Sen îmânı seçemezsin. Cenâb-ı Hak onu, Seçdiği kullarına verir. 


Velhâsıl Allahü teâlâ, Îmânı kime verecekse, ona, sevdiği bir Dostu nu tanıtır, Onu sevdirir ve onun vâsıtasıyla Îmâna kavuşdurur. 


Zâten bir Allah dostu na kavuşmak demek, ona Îmân nasîb olacak demekdir. 


Hüseyin Hılmi efendi “rahmetullahi aleyh”

ŞEHÎD HALÎFE

Birinci Cihan harbi zamanları.

Van’ın Gürpınar kazası Mejingir (Yukarı Kaymaz)  köyü.

Zamanın Van müftisi Muhammed Sıddık Efendi (kaddesallahu teâlâ sirreh) Mejingir suyu kenarında abdest almakta.

Sağ ayağını yıkamış, solunu yıkarken, çalıların arkasına gizlenmiş  iki Ermeni komitacı kendisine ateş ederler. Kurşun sağ omuzundan girip sol böğründen çıkar. Vurulduğunu hisseden Müfti Efendi, belindeki kundaklığı çekip ateş eder. Kendisini yaralayanı vurur, öldürür. Diğerini de yaralar, eshâbı da o yaralıyı öldürürler. Müfti Efendi, birkaç saat içinde şehadet şerbetini içer. Aynı yere, Mejingir’e defn edilir.

Efendi Hazretleri bu 

hadiseye çok üzülürler.

...

“Müfti Efendi”  diye bahs ettiğimiz zat; Hazret-i Şeyh’in (kaddesallahu teâlâ sirreh) oğlu, Efendi Hazretlerinin (kaddesallahu teâlâ sirreh), onun tasavvufta kemâle gelmesi için bir “emanet” kabul edip yetiştirdiği ve nihayet hilafet ile şereflendirdiği tek halifesi olan Muhammed Sıddîk (kaddesallahu teâlâ sirreh) Efendi’dir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir kimse; Ben *emr-i mâruf* nasıl yapılır bilmiyorum derse, ona deriz ki: Sen bilmiyorsan, bunu bildiren *Kitap* lar var. Al onlardan dağıt. Yâni *Mâzeret* yok bu işte kardeşim. 


Peygamber Efendimiz *Mîrâc* gecesi, Allahü teâlâyı *Görmek* devletiyle şereflendi ise de, bu dünyâda değildi. Cennete girdi. Oradan gördü. 


Yâni, *Âhiret* te görmüş oldu. *Dünyâ* da görmedi. Dünyâda iken, dünyâdan çıktı, âhirete karıştı ve gördü. Çünkü Allahü teâlâ, bu dünyâda görülemez efendim

● ● ● 

İnsan, bir şeyi seçebilir, beğenebilir, alabilir. Meselâ evlenecekse, *Hanımı* nı seçer, beğenir ve alır, ama *Îmânı* böyle alamaz. Peki bunu nasıl alır? 


Ancak seçilirse, *Îmâna* kavuşur. Çünkü Allahü teâlâ, seçdiklerine verir onu. Sen îmânı seçemezsin. Cenâb-ı Hak onu, *Seçdiği* kullarına verir. 


Velhâsıl Allahü teâlâ, *Îmânı* kime verecekse, ona, sevdiği bir *Dostu* nu tanıtır, Onu sevdirir ve onun vâsıtasıyla *Îmâna* kavuşdurur. 


Zâten bir *Allah dostu* na kavuşmak demek, ona *Îmân* nasîb olacak demekdir.  

● ● ● 

*Mâlûmât-i Nâfia* diye bir kitap vardı. Efendi hazretleri bana; *Al oku bunu, fâidelidir!* buyurdu. Biz o kitâbı şimdi basdırdık. İsmini de *Fâideli Bilgiler* koyduk. 


Efendi hazretleri *Tavsiye* etdi bize onu. Hep Efendi hazretlerinin beğendiği, methetdiği, tavsiye etdiği *Kitap* ları basdırdık kardeşim, elhamdülillah. 


*Efendi hazretleri* ne gitdiğimde, hiç ayrılmak istemezdim yanından. Hep *Son* vapuru beklerdim. Vakit hayli ilerleyince, saate bakardım.


İçimden; *Son vapurun kalkmasına daha yarım saat var. Hele beş-on dakîka daha oturayım!* derdim, ayrılamazdım. Bir de bakardım ki, *On dakîka* var. 


Bu defâ; *Olsun, koşa koşa giderim. Beş dakîka daha otursam kârdır!* derdim. Sonra bir bakardım ki, *Beş dakîka* kalmış vapurun kalkmasına. 


Bu defâ da; *Kalkmıyacağım, ne olursa olsun!* derdim. İskeleye gidince bakardım ki, vapur kalkmış. Hattâ *Yarım sâat*, hattâ *Bir sâat* olmuş. 


Mecbûren yürüyerek *Fâtih’e* giderdim. Beş on dakîka diyerek, vapuru kaçırırdım. Başka vâsıta da yokdu. *Gece* karanlıkda, yürüyerek *Eve* giderdim.