"Server-i Alemin Giydirdiği Elbiseyi, Ben Çıkarmam" | Hazreti Osman-ı Zinnûreyn radiyallahü anh
Mescid-i Aksa'yı Bekleyen Son Osmanlı Askeri | Iğdırlı Onbaşı Hasan ve Kutsal Nöbeti
Mesir Macunu ve Sıtma Suyunun Bulunması | Merkez Efendi rahmetullahi aleyh
İnşaata Taş Taşıyan Padişah ve Kurnaz Talebe
Ak Şeyh'in Öğrettiği Kıymetli Dua
İLMİHALİN ÖNEMİ
Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabı, İslâm âlimlerinin eserlerinden tercüme edilerek hazırlanmıştır. İçinde yazarına âit hüküm bildiren bir kelime yoktur. Bu yüzden çok kıymetlidir. Bu kitabı çok okumalıdır.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Allahü teâlânın çok sevdiği kimse, dinini öğrenen ve başkalarına öğretendir.”
Şevahid-ün Nübüvve kitabında buyruluyor ki: “Allahü teâlâ, bir kulunu severse, onu fıkıh ilmiyle meşgul eder. Sonra da fıkıh âlimi olur.” Demek ki bu kitabı okumak, Allahü teâlâ tarafından sevilmiş olmanın alâmetidir. Sevilmemenin alâmeti de, malayâni ile, faydasız veya zararlı şeylerle meşgul olmaktır.
Rastgele çok kitap okuyan sapıtır, yoldan çıkar. Ancak bir mürşid-i kâmil görmüşse, ondan hakkı bâtılı öğrenmişse, o kendini korur, onun çok kitap okumasının zararı olmaz. Her kitap, o günün şartlarında, o günün insanlarına, o günün ihtiyaçlarına cevap olarak yazılmıştır. O kitapların içindekilerden bugüne âit olanlar, seçilerek Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabına konmuştur. Bu çok önemlidir! Onun için bu asrın mürşid-i kâmili Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye’dir. Çünkü yüzlerce âlim ve evliyâ zatın mübârek sözleridir. Bu kitabı okuyup anlayan, âlim olur. Öğrendikleriyle amel eden de, evliyâ olur.
Kur’ân-ı kerîmin tefsirini öğrenmek isteyen, İlmihâli okuyup anlamaya çalışmalı. Kur’ân-ı kerîmin asıl gayesi, (Bu yenir, bu yenmez, bu serbest, bu yasak, bu yapılır, bu yapılmaz, bu sevilir, bu sevilmez...) diye öğretmektir. Orada Cennetliklerin ve Cehennemliklerin hâlleri bildirilmiştir.
Dolayısıyle Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabı, Kur’ân-ı kerîmin açıklamasıdır. Ona uyan da, İslâmiyete uymuş olur.
www.hakikatkitabevi.com
Kalbinde zerre kadar îmânı olan cehennemde sonsuz olarak kalmayacak
("Kalbinde zerre kadar îmânı olan Cehennemde sonsuz olarak kalmayacak, çıkarılacaktır..!")
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Cehennemde sonsuz olarak yanmak, küfrün karşılığıdır. Bir kimse, dinde inanılması lâzım olan şeylerden, bir tânesine bile inanmamış veyâ şüphe etmiş yâhut beğenmemiş ise îmânı gider, kâfir olur.
Bir kimse de, Kelime-i tevhîd söyleyip, bunun mânâsını kabûl eder, Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın Peygamberidir, her sözü doğrudur, güzeldir deyip, ona uygun olmayanlar yanlıştır, fenâdır diye inanırsa ve son nefesinde de öyle ölüp, âhırete, bu îmân ile giderse, bu kimse, kâfirlere mahsûs olan âdetlere ve bayramlara katılır, kâfirlerin mukaddes bildikleri günlerinde ve gecelerinde, onların yaptıklarını yaparsa Cehenneme girer.
Amma, kalbinde zerre kadar îmânı olduğu için, yani bildirilenlere kısaca inandığı için Cehennemde sonsuz kalmaz.
Kısaca inanmış olmak için, dinde inanılması lâzım olan şeylerden birini işitince, şüphe etmeden inanması lâzımdır.
Bir gün, bir hasta ziyâretine gitmiştim. Ölüm hâlinde idi. Kalbine teveccüh ettim. Kalbi kararmış idi. O zulmetin temizlenmesi için çok uğraştım, fayda vermedi. Uzun zamân yokladıktan sonra, o siyâhlıkların, kâfirlik bulaşıklıkları, sıfatları olduğu, kâfirler ile ve küfür ile olan bağlılığından, berâberliğinden olduğu anlaşıldı. O kadar uğraştığım hâlde, o zulmetler temizlenemedi. Bunların ancak, küfrün cezâsı olan, Cehennem ateşi ile temizleneceği anlaşıldı. Fakat, kalbinde zerre kadar îmân nûru da görüldüğünden, bunun sâyesinde Cehennemden çıkarılacaktır. Hastayı bu hâlde görünce, cenâze namâzını kılayım mı, diye düşünceye daldım. Kalbimi uzun zamân yokladıktan sonra, kılmak lâzım olduğunu anladım. Demek ki, kalbinde îmân varken, zarûret olmadığı hâlde bile kâfirlerle düşüp kalkan, onların bayramlarına, paskalyalarına uyanların cenâze namâzlarını kılmalıdır, bunları kâfir bilmemelidir. Bunların, îmânları sâyesinde Cehennemden çıkacaklarına inanmalıdır. Fakat, hiç îmânı olmayanlara, Muhammed aleyhisselâmın bir sözünü ve âdetini bile beğenmeyenlere af ve mağfiret yoktur ve küfürlerinin karşılığı olarak Cehennem azâbında sonsuz kalacaklardır.
Hülâsa, kâfirlerin âdet ve merâsimlerine katılanda, zerre kadar îmân varsa yani kalbinden kelime-i tevhîdin mânâsına, kısaca inanmış ise, îmânı gideren bir iş ve sözde bulunmadı ise, Cehennem azâbına girecek ise de, Cehennemde ebedî kalmayacaktır.
TÖVBE ETMEDEN ÖLENLER
Îmânı olanlardan büyük günâh işleyen ve tövbe etmeden ölenlere gelince, Allahü teâlâ, bu günâhları isterse affeder, isterse günâhı temizleninceye kadar, Cehennemde azâb eder. Cehennem azâbı, küfür sıfatları ve bulaşıklıkları içindir.
Küfürden kaçınan îmân sâhiplerinin yaptıkları büyük günâhlar, yâ îmânları hürmetine, cenâb-ı Hakkın merhameti ile veyâ tövbe etmeleri ile yâhut şefâate kavuşmaları ile affolunur. Böyle affolmıyanlar, dünyâ sıkıntıları ve dertleri ile veyâ son nefeste cân verirken, çekecekleri zahmetler ile temizlenir.
Bunlarla da temizlenmezse, bâzıları kabir azâbı çekmekle affa kavuşur. Bâzıları ise, kabir azâbı, sıkıntıları ve kıyâmet gününün şiddetleri ile af olunup, günâhları biter ve Cehennem azâbı ile temizlenmeye lüzûm kalmaz. Nitekim, Enâm sûresinin 82. âyetinde meâlen;
(Îmân edip de îmânlarını şirk ile bulaştırmayanlar, Cehennemde ebedî kalmaktan emîndirler. Onlar için, bu korku yoktur) buyuruldu...”
Mü’minin, büyük dahi olsa, günâh işlemekle îmânı gitmez, kâfir olmaz. Kalbinde zerre kadar îmânı bulunanı, günâhlarının çokluğu sebebi ile Cehenneme soksalar da, günâhları kadar azâb edip, sonunda, Cehennemden çıkarılır.
Peygamber efendimiz;
(Kalbinde zerre kadar îmânı olan Cehennemde sonsuz olarak kalmayacak, çıkarılacaktır) buyurmuştur.
Müslümânların zerre kadar îmânı olanların hepsi sonunda, hattâ çok zamân Cehennemde kaldıktan sonra bile, merhamete kavuşacaktır. Fakat rahmete, merhamete kavuşabilmek için, ölürken îmân ile gitmek şarttır. sonra bile, merhamete kavuşacaktır. Fakat rahmete, merhamete kavuşabilmek için, ölürken îmân ile
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Her mü’min ölürken, şeytan *Buz* lu *Su* getirir, tabii Allah o hâllere düşürmesin kardeşim. Geçen gün de söyledim. Peygamberimiz, bir cenâzeye gidiyor.
Kabrin başında bir müddet durdukdan sonra, bir cümle söylüyor. *Ölüm, dehşetli işdir!* buyuruyor. İşte o şiddetde iken, şeytan fırsatını bulup gelir.
Elinde bir bardak *Buzlu Su* vardır. O suyu ona verip, îmânını çalmak için uğraşır. Ölecek olan da harâretden yanıyor. Allah korusun an meselesi, şeytana aldanırsa, *Îmân* sız gider. Allah korusun.
Onun için, ölecek kimsenin ağzına *Zemzem* verirler, zemzem damlatırlar. Niçin? Şeytana aldanıp da *Îmansız* ölmesin diye.
********
Berât gecesinde, *Âişe* vâlidemiz uyanıyor, bakıyor ki Resûlullah Efendimiz yanında yok. Merak ediyor. Nereye gitdi acabâ?
Diğer bir hanımının yanına mı gitdi? Beni bırakıp başkasına mı gitdi? diye merak edip, heyecanla kalkıyor yatakdan. *Sedir* de yatıyorlar, *Rutûbet* dolayısıyla.
Ayağını basıyor, bir de bakıyor ki, *Yumuşak* bir şey dokunuyor ayağına. Ne olabilir acaba? Merak ediyor tabii, eğiliyor, bakıyor *Bu nedir?* diye.
Meğer Resûlullah Efendimiz, o esnâda *Secde* de imiş. Resûlullahın üstüne basmış. Hemen sessizce yere inip, o da eğiliyor, kulağını veriyor.
Resûlullah Efendimiz; *Allahümmerzuknâ kalben takıyyen mineş şirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyen!* duâsını okuyormuş. Efendimiz aleyhisselâmın duâsı bu.
Mübârek ne kadar çok korkuyor ki, böyle duâ ediyor. Allahdan kim çok korkar? O’nu en iyi bilen. *İlm* artdıkça *Korku* da artar. Kim, Allahı iyi tanır ve bilirse, Ondan en çok o korkar.
İlmi en çok olan kimdir ? Allahı en iyi bilen kimdir? Tabii ki *Resûlullah Efendimiz*. Öyleyse Allahü teâlâdan en çok korkan da *Efendimiz* dir.
Allahü teâlânın *Nûr’u* ve *Mârifeti*, her an Evliyânın kalbinden yayılıyor kardeşim. Konuşmasalar dahî, onların sükûtları bile *Ni’met* dir. Fakat iş, onu alabilmekde.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*Âdem* aleyhisselâm, oğlu *Şît* aleyhisselâma vasiyyet edip, *Emânetini, en temiz kadınlara ver!* dedi.
Çünkü Efendimiz aleyhisselâmın Nûr’u, *Âdem* aleyhisselâmın alnında parlardı. Sonra bu Nûr, *Şît* aleyhisselâma geçdi.
Velhâsıl Resûlullah Efendimize gelinceye kadar bütün babalar, oğullarına bu *Vasiyyeti* yapardı. Bu vasiyyet, dedesi *Abdülmuttalibe* kadar hep yapılageldi.
Resûlullahın Nûr’u, Abdülmuttalibin oğlu *Abdullah*’a geçince, Onu evlendirmek için, zamânın en temiz *Kızını* aradı. Netîcede, bu haber her tarafta duyuldu.
Bunun üzerine ikiyüz den fazla *Kız*, evlenmek için mürâcaat etdiler. Hattâ Şam’dan *Fâtıma* isminde bir *Kız* geldi. Çok zengindi.
Fakat Efendimizin nûr’u *Âmine*’ye nasîb oldu. Âmine vâlidemiz, o zaman ondört yaşındaydı. Hazret-i Abdullah ise onsekiz yaşındaydı.
Dedesi Abdülmuttalip, o zaman devlet reîsi idi. Mekke’nin havası hastalıklı idi. Onun için zenginler, çocuklarının iyi yetişmesi için, köylere, *Süt anne* ye verirlerdi.
Peygamber Efendimizi de *Halîme* hâtuna verdiler. İki sene emzirdi. Halîme hâtun fakîr idi. Peygamber Efendimizi alınca, herşeyleri *Bereket* lendi.
İki sene dolunca, getirip annesine verdi. Ama sonra ayrılığına dayanamayıp tekrar gitdi, istedi. *Sıtma olur!* diyerek, Âmine vâlidemizi kandırıp, geri aldı.
İki sene daha bakdı. Dört yaşında iken, iki *Melek* gelip, Efendimizi dağa götürdüler. Süt kardeşi *Şeymâ* koşup, bunu annesine haber verdi.
*Muhammedi dağa kaçırdılar!* dedi. Diğer kardeşleri de korkudan bayılmışlardı. Her yeri aradılar. Sonunda, bir vâdîde, gökyüzüne bakar vaziyyetde buldular.
Efendimiz aleyhisselâm, olanları onlara anlatdı. Halîme hâtun; *Bu çocuk başka çocuklara benzemiyor, başına bir şey gelmeden teslîm edeyim!* dedi. Ve götürüp teslîm etdi. İki sene de annesi ile kaldı.
Fıtra ve Zekâtı Kağıd Para ile Vermek Câiz Olmaz
Kâğıd paraların kıymeti, itibarı kıymettir. Mu'teberin itbarından düştü mü kıymeti kalmaz.Bu sebebden fıtra ve zekâtı kağıd para ile vermek câiz olmaz. Kâğıd para ile verilen zekâtlar, altunla devredilerek kazâ edilmelidir. Hacdan mâada diğer ibâdetlerin kazası devir yoluyla yapılır.
Seyyid Abdülhakim-i Arvasi (Kuddise sirruh)