Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki
Bu asır, mü’minlerin (merhametli) olma asrıdır. İnsanlara (acıma) devridir. Ne yaparsa yapsın. Çünki bunların gözleri (kör) kardeşim, kulakları (sağır). Bilmiyorlar, bunlara kızmak değil, acımak lâzım. Onlara hidâyet için duâ etmek lâzım.
Hattâ elden ne geliyorsa, ne imkân varsa, onu yapmak lâzım, yanacaklar çünki. Birini ateşte yanarken görsek, kızar mıyız, yoksa acır mıyız? Acırız tabii. Kurtarmaya çalışırız. Yanan adama kızılır mı? Adam yanıyor.
Peygamber aleyhisselâm İslâmiyyeti teblîğ etmeye başladığı zaman hiç müslümân yokdu. Bir tek kendisi vardı. Sonra Hatîce vâlidemiz ve diğerleri yavaş yavaş îmân etdiler. O zaman kızılacak zaman mıydı? Hâlbuki kendisine ne kadar sıkıntı verdiler, hakâret etdiler.
Hattâ geçeceği yerlere diken döşediler. Ama O, onlar için (Bilmiyorlar, bilseler böyle yapmazlar) dedi. (Benim vazîfem, anlatmakdır) buyurdu. Bedduâ etseydi, hepsi (taş) olurdu. Çünki Allahü teâlâ, onun dudaklarına bu (yetki)yi vermişdi.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Hüseyn Hilmi Işık efendiye yazmış olduğu mektubların latinize edilmiş hali
Seyyid Abdülhakim Arvasi (Kuddise sirruh) hazretlerinin Hüseyn Hilmi Işık efendiye yazmış olduğu mektubların latinize edilmiş halinin kaynak kitaptaki fotoğrafları...
Kaynak kitabın kapak fotoğrafı aşağıdadır.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Hüseyin Hilmi Işık efendiye yazdığı mektupların orjinallerinin fotoğrafları aşağıdadır.
Mü’minin îmânının te’sîri hem canlılara hem de cansızlaradır
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki
Efendim, mü’minin îmânının te’sîri, hem canlılara, hem de cansızlaradır. Duvarlara bile tesîr eder. Taşa bile te’sîr eder. Meselâ bir (Evliyâ) zât, bir taşa elini sürse, o taş feyz alır ve feyz saçar etrâfına. Bin sene geçse bile o taşdan feyz gitmez. Kullandıkları eşyalardan da feyz alınır.
Nitekim onların eşyâlarını, takkelerini, gömleklerini, bin sene sonra kullanan, aynı feyzi alır kardeşim. Çünki (Evliyâ) demek, (Allah dostu) demekdir. (Allah adamı) demekdir. Onların bütün zerreleri zikreder. Bütün hücreleri zikreder, hattâ vücûdundaki kıllar bile zikreder.
Bir hastânede mescit olsa, o mescitde kılınan namaz, o mescitde okunan Kur’ân-ı kerîm, bu ibâdetlerden hâsıl olan (Feyz) ve (Nûr), dalga dalga bütün odalara gider, yayılır ve farkında olmadan hastalar şifâ bulur efendim.
Çünki Kur’ân-ı kerîm dağa inseydi, koca dağ erir, su gibi akardı. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde öyle buyuruyor. Kur’ân-ı kerîmin derecesine, peygamberler bile yetişememişdir. Çünki (Kelâm-ı ilâhî)dir o. Allah kelâmıdır.
Efendim, mü’minin îmânının te’sîri, hem canlılara, hem de cansızlaradır. Duvarlara bile tesîr eder. Taşa bile te’sîr eder. Meselâ bir (Evliyâ) zât, bir taşa elini sürse, o taş feyz alır ve feyz saçar etrâfına. Bin sene geçse bile o taşdan feyz gitmez. Kullandıkları eşyalardan da feyz alınır.
Nitekim onların eşyâlarını, takkelerini, gömleklerini, bin sene sonra kullanan, aynı feyzi alır kardeşim. Çünki (Evliyâ) demek, (Allah dostu) demekdir. (Allah adamı) demekdir. Onların bütün zerreleri zikreder. Bütün hücreleri zikreder, hattâ vücûdundaki kıllar bile zikreder.
Bir hastânede mescit olsa, o mescitde kılınan namaz, o mescitde okunan Kur’ân-ı kerîm, bu ibâdetlerden hâsıl olan (Feyz) ve (Nûr), dalga dalga bütün odalara gider, yayılır ve farkında olmadan hastalar şifâ bulur efendim.
Çünki Kur’ân-ı kerîm dağa inseydi, koca dağ erir, su gibi akardı. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde öyle buyuruyor. Kur’ân-ı kerîmin derecesine, peygamberler bile yetişememişdir. Çünki (Kelâm-ı ilâhî)dir o. Allah kelâmıdır.
Allah’ın sevgili kulusun
Kendisine “Allah’ın sevgili kulusun” denilince hoşlanan, nefsinin esîri olduğunu bilsin.
Sırrî Sekatî “kuddise sirruh”
Sırrî Sekatî “kuddise sirruh”
KASKETİN ARDINDAKİ FÖTR
Sene 1909, İstiklal Caddesi.
İstanbul’un gavurları; İngiliz, Amerikan ve Yunan bayraklarını sallayarak sevinç naraları atmakta idi.
Bir şeyler oluyordu, olağanüstü bir şeyler.
Kalabalığa karışmış;
Tarihe bir not düşmek adına...
Bu zaferin(!) ardında kimin olduğunu, gelecek nesillerin gözüne soka soka, adeta dalga geçercesine...
Bir İslam düşmanı,
Bir Türk düşmanı,
Bir Osmanlı düşmanı...
Başındaki fötr ile, kasketlinin arkasında objektife keyifle poz veriyordu.
Sultan 2. Abdülhamid Han; İngiliz ajanı Aubrey Herbert’in planlarını harfiyyen tatbik eden İttihatçılar tarafından sürgüne gönderiliyordu.
Ve A. Herbert zaferini kutluyordu, kalabalıklar ile birlikte.
İstanbul’un gavurları; İngiliz, Amerikan ve Yunan bayraklarını sallayarak sevinç naraları atmakta idi.
Bir şeyler oluyordu, olağanüstü bir şeyler.
Kalabalığa karışmış;
Tarihe bir not düşmek adına...
Bu zaferin(!) ardında kimin olduğunu, gelecek nesillerin gözüne soka soka, adeta dalga geçercesine...
Bir İslam düşmanı,
Bir Türk düşmanı,
Bir Osmanlı düşmanı...
Başındaki fötr ile, kasketlinin arkasında objektife keyifle poz veriyordu.
Sultan 2. Abdülhamid Han; İngiliz ajanı Aubrey Herbert’in planlarını harfiyyen tatbik eden İttihatçılar tarafından sürgüne gönderiliyordu.
Ve A. Herbert zaferini kutluyordu, kalabalıklar ile birlikte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)