AHMAK

“Bil ki, ahmakta üç alâmet olur. Kimde var ise, ahmak olduğunu bil.
•Evvelkisi, Hakk teâlânın zikrinden gâfil ve Hakkı ferâmuş (unutucu) idici olur.
•Çok söylemek (konuşmak) ona âdet olur.
•Ve ibâdette ona tembellik olur.”
(Pendnâme-i Attâr şerhi)

EY OĞLUM!

Ey oğlum!
Fırsat (dünya hayatı) çok kıymetlidir. Gece gündüz ilim tahsiline çok çalış!Gayret et! Çünkü ilim öğrenmek zamanı şimdidir. Her zaman abdestli olmağa, farzları ve sünnetleri, şeriatın sâhibinin bildirdiği gibi ta'dil-i erkân, huzur ve huşu ile yapmağa çok dikkat eyle! Bu işleri devamlı yapmakta her iki dünyanın seadeti, ebedî devlet, sayısız bereket ve rahmetler vardır.
Bil ki, ilim öğrenmekten maksad, onunla amel etmektir. Çünkü yarın kıyamet gününde amelden soracaklar, ilmin çokluğundan sormayacaklardır.
Amelden maksad, ihlâs ve Allah sevgisini elde etmektir.

“Sâdıklara, sıdklarından sorulur” âyet-i kerimesi avamın ve havasın kemerini kesmektedir.
İhlâstan ve muhabbetten maksad, hakikî ma'bûd olan Hâlıka kulluktur ve mutlak var olan da O’dur.

Elbette, namazım ve haccım, dirim ve ölüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.

Dört şeyi dört şeyden pâk tut

Pendnâme-i Attâr şerhinden...

Her kimse ki îmân ehli olur; ey azîz!
Dört şeyi dört şeyden pâk tutsun:
(1) Evvelkisi;
Hasedden kalbini pâk tut! Ondan sonra kendini mü’min say!
Hased; başkasının nimetinin azalmasını taleb etmeye derler. Bu ahlâk-ı zemîmedendir ve harâmdır. Hased dedikleri huluk-i zemîm ilk olarak şeytanda vâki’ oldu ki Âdem aleyhisselâmın halîfe-i Hakk olmasına hased etmiştir.
(2) Yalan ve gıybetten lisânını pâk tut!
Hattâ ki senin îmânın ziyân olmasın.
(3) Eğer amelini riyâdan pâk tutar isen, senin îmânın şem’ine ziyâ olur.
Riyâ; âhiret amelini dünyâ celbi için işlemeğe derler. Bu harâmdır ve şirk-i hafîdir.
Amel, ancak livechillah olmak lazımdır.
(4) Çünki (eğer) karnını haramdan pâk tutar isen, îmânını da tutan, mü’min-i kâmil olursun.

Her kimse ki bu beyân olunan sıfât(lar)ı tutar, şerîf ve muhterem olur.
Eğer tutmaz ise, îmânı zaîf tutar, yani mü’min-i kâmil olmaz.

ÇOK KONUŞMAK

“Çok konuşmak, kişinin kalbini yaralar ve o kalbin ölümüne sebeb olur”
(Feridüddîn-i Attâr “kaddesallahu teâlâ sirreh” Pendnâme Şerhi)

Hanımını Üzme

Hanımın senden hakâret görürse, üzülür. Üzülünce, âsâbı bozulur, sinirleri yapranır. Her hastalık, sinir bozukluğundan olur…

Hüseyin Hilmi bin Sa’îd
hazretleri buyuruyor ki:

İşitiyorum, bâzı arkadaşlar ailesine sert söylüyormuş. Nasıl oluyor, nasıl sert söyliyebiliyor, aklım ermiyor. Ağzından ona karşı nasıl kötü söz çıkıyor, anlıyamıyorum. Namâzını kılan, tesettür eden bir hanım, dünyânın en büyük nimetidir. Hattâ o, Cennet nimetidir. O senden hakâret görürse, incinir ve üzülür. Üzülünce ne olur? Âsâbı bozulur, sinirleri yapranır. Bugün bütün hastalıklar, hep sinir bozukluğundan ileri geliyor. Onun da sinirleri bozulur, hasta olur.

Hasta olunca ne olur? Sana hizmet edemez olur. Onun hizmetlerinden mahrum kalırsın. Yâni zararı sana olur. Sıkıntısını sen çekersin. Sonra o hasta olunca, doktorların peşinde sen koşarsın. Ağzının tadı kalmaz. Dâima hastalık dinlersin. Amân! Amân! Çok sakının kardeşim. Ailelerinizi üzmemeye çok dikkat edin kardeşim. Onların gönlünü alın, evinizin içinde mutluluk olsun, huzur olsun. Bunları, sizin iyiliğiniz için, sizin dünyâ ve âhiret seâdetiniz için söylüyorum kardeşim.

Sultan Abdülhamîd Hân-ı Sânî’nin duası

Sultan Abdülhamîd Hân-ı Sânî’nin duası

EDEB

EDEB
“Edebi gözetmeyen hiçbir kimse Allahu tealaya kavuşmamıştır.”

ÖLÜM

ÖLÜM

“İnsan, ölümü hatırladığı müddetçe, hasedi, kıskançlığı terkeder.”
-Abdulganî Nablûsî “rahmetullahi teâlâ aleyh”-

MUKALLÎD / MÜCTEHÎD

MUKALLÎD / MÜCTEHÎD

“Mukallîdin taklîdi, müctehîdin ictihâdı gibidir. Müctehîd nasıl kendi ictihâdıyla amel edebilirse, mukallidler de ancak müctehîdlerden birini taklîdle amel edebilir.”
(Takvâ Yolu, sf 79)

KÂNÛNÎ

Sultan Süleymân Hân’ın “Kânûnî” olmasının sebebi;
30 sene şeyhulislâm ve müfti-i enâm olan Ebussu’ûd Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretleridir.

ESHÂB-I KİRÂM

Eshâb-ı kirâm “radıyallahu teâlâ anhüm ecmaîn” efendilerimizin birine dil uzatmak, binbir türlü tehlikelerin olduğu zifiri karanlıkta ışıksız yola çıkmayı istemek demektir.
Çünki, Efendimiz “sallallahu teâlâ aleyhi vesellem” buyurdular;
“Eshâbım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız yolunuzu bulur, kurtulursunuz”