Keşf ve kerâmetlere güvenilmemeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Keşf ve kerâmetlere güvenilmemeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Keşf ve kerâmetlere güvenilmemeli, 264. Mektûb

264 
İKİYÜZALTMIŞDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, mîr seyyid Bâkır-i Sârenpûrîye yazılmışdır. En sonda hayret ve cehâlete varmak lâzım olduğu, keşf ve kerâmetlere güvenilmemesi lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâmlar olsun! Aşırı sevginizi ve kavuşmak istediğinizi bildiren kıymetli mektûbunuz gelerek bizleri çok sevindirdi. İşinize bakınız! İsmleri ve sıfatları düşünmeksizin, Zât-i teâlânın ismini çok zikr ediniz! O makâmdan câhil ve anlamakdan şaşkın oluncıya kadar, bu mubârek ismi zikr ediniz! Çünki zikr ederken, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları düşünülürse, çok olur ki, hâller hâsıl olur. Mevâcidin zuhûr etmesine sebeb olur. Hâllerde ve mevâcidde yanlışlıklar olduğu çok görülmüşdür. Burada, bâtılın hak ile karışdığı çok vâkı’ olmuşdur. Bu günlerde, başka yerde bulunan şeyhlerden biri, bu fakîre mektûb yazarak hâlini bildirdi. Dedi ki, Fenâ hâli beni öyle kapladı ki, her neye baksam, hiçbirşey göremem. Yere, göke baksam, hiç göremem. Arşı, Kürsîyi de bulamam. Kendimi düşünsem hiç bulamam. Birinin yanına gitsem, onu da bulamam. Allahü teâlâ sonsuzdur. Onun sonunu kimse bulamamışdır. Tesavvuf büyükleri “rahmetullahi aleyhim”, bu hâlimi kemâl olarak bildirmişlerdi. Sen de, bunu kemâl biliyorsan, Allahü teâlâya kavuşmak için senin yanına gelmekliğime lüzûm yok. Eğer sen, başka birşeyi kemâl biliyorsan bana yaz!

Fakîr, ona şöyle cevâb yazdım: Bu hâller, kalbin değişiklikleridir. Kalb, bu yolun dahâ birinci basamağıdır. Bu hâller bulunan kimse, kalbin dahâ dörtde birini geçmişdir. Kalbin geri kalan üç parçasını geçmesi lâzımdır. Bundan sonra, ikinci basamak olan rûha sıra gelir. Bu mektûbdan bir zemân sonra, bu fakîrden tarîkat dersi alarak memleketine gitmiş olan, sevdiklerimizden birisi, birgün yanımıza gelip, hâsıl olan hâllerini anlatdı. Hâli, o mektûbu yazan şeyhin hâline benziyordu. Hattâ bu, o makâmda, ondan birkaç adım dahâ ilerde idi. Bunun hâline teveccüh olundukda, onun bu Fenâsı, hava maddesinde idi. Hava, her boşlukda bulunduğu için, onun gördüğü hep hava idi. Bunu, sonsuz olan Allahü teâlâ sanmışdı. Allahü teâlâ, böyle şeylerden münezzehdir. Onu ikinci olarak çağırarak hâlini araşdırdığımda, havadan başka hiçbir şeye tutulmuş olmadığını iyi anladım. Böyle olduğunu kendine de bildirdim. O da, vicdânına danışdığında, havadan başka hiçbir kazancı olmadığını kendisi de anladı. O hâllerinden tevbe ve istigfâr eyledi. İlerlemeğe çalışdı.

Kalb, Âlem-i halk ile Âlem-i ervâh arasında bir vâsıtadır. Bu her iki âleme de benziyen tarafları vardır. Sanki kalbin yarısı Âlem-i halkdan, yarısı da Âlem-i ervâhdan gibidir. Âlem-i halkdan olan yarısının da yarısı hava olur. Buna göre kalbin dörtde biri hava olur. Bu son bildirdiğimiz de, birinci cevâba uygun olmakdadır. Bundan fazla yazacak zemân olmadı. Size ve doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın izinde gidenlere selâm olsun! [(Âlem-i halk) madde âlemi demekdir. Çünki halk, ölçmek ma’nâsına da kullanılır].