“Birgün, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretlerine, bir münâfık ile bir Yahudi, davq ile geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri, davalarını dinledi. Hak, Yahudinin lehinde çıktı. O münâfık razı olmayınca, Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) o vakit, onlara:(Ey kişiler! Ömere varın, sizin davanızı görsün!) diye buyurdu. Onlar, hazret-i Ömere (radıyallahü teâlâ anh) geldiler. Niye geldiniz? dedi. Münâfık, bu Yahudi ile, davam vardır, dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) buyurdu ki, sâhib-i İslâmiyet var iken, ben bu davayı, nasıl göreyim? Münâfık dedi ki: Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)e vardık, davayı Yahudiye hüküm eyledi. Ben razı olmadım! Hemen Ömer (radıyallahü anh) onlara siz bekleyin, ben davanızı, şimdi hâl edeyim dedi ve içeriye gitdi. Biraz sonra, eteğinin altında, bir satırla, bunların yanına geldi, satırı çektiği gibi o münâfıkın kellesini uçurdu ve (Resûlullahın hükmüne râzı olmayanın hâli budur) dedi. İşte bundan dolayı, kendisine Ömer-ül-Fârûk (radıyallahü teâlâ anh) denildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri, (Hak ile bâtılı ayırt edici, Ömerdir) buyurdu.”
[İslâm Ahlâkı]