61. ci MEKTÛB
Büyük âlim Abdüllah-i Dehlevînin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” (Mekâtib-i şerîfe) kitâbındaki altmışbirinci mektûb, hâce Hasen Mevdûda yazılmış olup, aşağıdadır:
Üstünlüğünü gösteren kelimeleri yazmağa lüzûm olmıyan kıymetli hâce Hasen Sâhibin [Vahdet-i vücûdü bildiren] yazılarının hepsi doğru, akla uygun, lüzûmlu ve büyüklerin kabûl edeceği, kıymetli bilgilerdir. Evliyâ-yı kirâmın “rahmetullahi aleyhim” beğendikleri şeylerdir. O büyükler şiddetli sıkıntılar çekerek, canlarını tehlükelere atarak bu hâllere kavuşdular. Tevhîdin sırları, çok zikr ve murâkabe yaparak ve aşırı muhabbetden ortaya çıkmakdadırlar. Tevhîd hâllerini böyle açık yazmanız, bu fakîri çok sevindirdi. Allahü teâlâ sizi mubârek eylesin! Bu hizmetinize, iyi karşılıklar ihsân eylesin! Bu konuda bildiğimi yazmazsam, hakkınızı ödememiş olurum. Eğer yazarsam, büyük bir zâta karşı saygısızlık yapmış olurum. Büyüklerimiz, ihlâs ile olan süâllere cevâb vermeği emr buyurmuşlardır. Emre uymak, edebi gözetmekden önce gelir. Onun için yazıyorum. (Müceddidiyye) büyükleri, [ya’nî, imâm-ı Rabbânî talebelerinden tâ bu zemâna kadar gelenler] buyurdular ki, murâkabe ve zikr ederken, keyfiyyetlerin, hâllerin ve nûrların hâsıl olmasına (İlm-ül-yakîn) denir. Hadîs-i şerîfde bildirilen (İhsân) mertebesinden bir ışık’ın kalbde parlamasına, (Ayn-ül-yakîn) denir. Allahü teâlânın ahlâkı ile huylanmağa da (Hakk-ul-yakîn) dediler. Zikr ederken, bunun ma’nâsını düşünmek lâzımdır. Bu ma’nâ insanın şu’ûrunu kaplayınca, kalb nûrlanır. Bu ma’nâ hâsıl oldu sanılır. Hak teâlâ ile ittihâd, birlik varmış görülür. Kıymetli efendim! Büyüklerin bu sözlerine kim karşı gelebilir? Ruzbehân-ı Baklî ve molla Aliyy-ülkârî, bu ma’rifeti red etmekde inâd etdiler. Bu fakîr, onlara cevâb olarak yazdım ki, Mecnûn-i Âmirî, Leylâya olan aşırı aşkından dolayı, yimez içmez oldu. Herşeyden yüzçevirdi. Leylâ adını dilinden düşürmedi. Sonra da Leylâyım demeğe başladı. Herşeyi Leylâ gördü. Çok riyâzetler [sıkıntılar] çekerek, nefs tasfiye bulunca, bedenin maddî özellikleri, te’sîrleri kalmaz, rûh hâline girer. Çok zikr edince, bunun ma’nâsı kendini kaplarsa, kendisini tenzîh mertebesi ile de birleşmiş görür. Hüseyn bin Mensûr “rahimehullah”, [böyle görünce], (enel-Hak) [ben Hakkım] dedi. Biz zevallılar, bu ince ma’rifet üzerinde duramayız. (Ben, mimsiz Ahmedim) [ya’nî Ehadim] ve (Ben, aynsız arabım) [ya’nî, ben Rabbim] gibi sözler, hadîs değildir. Tevhîd mertebesinde olanlara uyanların uydurdukları sözlerdir “Allahü teâlâ hepsini afv eylesin!”. (Nehc-ül-belâga) kitâbındaki, hazret-i Alînin hutbeleri denilerek yazılmış olanlar da doğru değildir.
[(Nehc-ül-belâga) kitâbını Radî isminde bir şî’î yazmış olduğunu islâm âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Hindistân âlimlerinden Abdül’Azîz-i Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) adındaki büyük kitâbında, bu kitâbı yazan Radînin yehûdî olduğunu uzun yazmakdadır. Hindistânda Rampur şehrinde, İmtiyâz Alî Arşî isminde bir şî’î 1389 [m. 1969] senesinde, (İstinâd) isminde kitâb yazarak, Nehc-ül-belâganın doğru olduğunu isbâta kalkışmış ise de, vesîka olarak ileri sürdükleri, Abdüh gibi masonlar ve belli şî’îlerdir. İstinâdın, 1393 [m. 1973] de Tahranda ikinci baskısı yapılarak islâm memleketlerine dağıtılmakda, (Sünnî) olan gençler aldatılmağa çalışılmakdadır. İmâm-ı Zehebî ve İbni Hacer-i Askalânî gibi derin islâm âlimlerinin, (Bu kitâbı, şî’î Radî yazmışdır) dediklerini, İstinâd kitâbı da önsözünde yazıyor. Bu üç büyük âlimin her sözü huccetdir, sağlam vesîkadır. (Nehc-ül-belâga)nın bozuk olduğunu göstermek için, başka şâhid aramağa lüzûm yokdur. Müslimânlar böyle bozuk, şübheli kitâbları okumamalıdır. (Buhârî) ve (Müslim) ve benzerleri sağlam hadîs kitâblarını ve bunların şerhlerini [açıklamalarını] okumalıdır].
(Tevhîd-i vücûdî)nin sırları, riyâzet çekenlerin ve muhabbet deryâsına dalmış olanların kalblerine doğmuşdur.
Bu yüksek insanların sayısı o kadar çokdur ki, inanmamak imkânsızdır. O büyüklerin yolunda olanların, Onların sözlerini isbât etmek için, Kur’ân-ı kerîmin âyetlerine ve hadîs-i şerîflere, değişik ma’nâlar vermeğe kalkışmalarına lüzûm yokdur. Bu ma’rifetin varlığında kimsenin şübhesi yokdur. Fekat, bu ma’rifeti tesavvufun gâyesi ve seyr ve sülûkün nihâyeti sanmak, (İlmleri Ona varamaz!) meâlindeki Tâhâ sûresinin 110. cu âyet-i kerîmesi ile men’ olunmuşdur. Âlimler de bu ma’rifet üzerinde durmamışlardır. (Bu ma’rifete inanmıyan vâsıl olamaz!) sözünüzü açıklıyarak irşâd buyurmamışsınız. Bunun için, önce, vâsıl olmak ne demek olduğunu açıklamak da îcâb eder.