İMAM-I NABLÜSÎ (Abdülganî bin İsmâil) Vefatı , 5 mart 1731
Osmanlılar devrinde yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimi ve kerâmetler sahibi bir velî. İsmi, Abdülganî bin İsmâil bin Abdülganî bin İsmâil bin Ahmed bin İbrâhim en-Nablüsî ed-Dımeşkî’dir. 1050 (m. 1640) senesi Zilhicce ayının beşinde Şam’da dünyâya geldi. Oniki yaşında iken babası vefât etti. Yetim olarak büyüdü. Zamanının en büyük âlimlerinden ilim tahsil etti. Edebiyat, fıkıh, tefsîr, hadîs ilimlerinde ve tasavvufta çok derin âiim olarak yetişti. Kadirî ve Nakşibendî yollarına intisâb etti, bağlandı. Yirmi yaşında ders okutmaya ve kitap yazmaya başladı. İstanbul, Mısır ve Hicaz’da ders verdi. Çeşitli ilimlerde ikiyüzden fazla değerli kitap yazdı. İmâm-ı Birgivî’nin “Tarîkat-ı Muhammediyye” kitabının şerhi olan, “Hadîkat-ün-Nediyye” kitabı çok kıymetli olup, meşhûrdur. Şam matbaasında ilk basılan eser onun “Evrâd” kitabıdır. “Keşf-ün-nûr an eshâb-il-kubûr” kitabında, evliyânın öldükten sonra da kerâmet sahibi olduklarını ve rûhlarından istifâde edileceğini çok güzel anlatmaktadır. “Hülâsat-üt-tahkîk” kitabı, mezheblerin birleştirilemeyeceğini isbât etmektedir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin eserlerini gayet dikkatle okumuştur. Zamanındaki ba’zı velîler ile görüşerek, zâhir ve bâtınını nûrlandırmıştı. 1143 (m. 1731) senesi, Şa’bân ayının yirmidördüncü günü Şam’da vefât edip, oraya defnedildi.
Abdülganî Nablüsî’nin annesi hâmile iken, babası İsmâil bin Abdülganî İstanbul’a gitmişti. O zaman, Şam’da bulunan evliyâdan Şeyh Mahmûd adında bir zât, İsmâil bin Abdülganî’nin hanımına bir dirhem gümüş hediye gönderip, bir erkek çocuğu olacağını müjdeledi ve; “Bu çocuğun ismini Abdülganî koysun. Çünkü o Allahü teâlânın ihsânına ve iltifâtına kavuşacaktır” diye haber verdi.
Şeyh Mahmûd, bu çocuğun doğumundan günlerce önce vefât etti. Doğduktan sonra, ona bu zâtın söylediği isim kondu. Babası, küçük yaşta iken ona Kur’ân-ı kerîmi okutup öğretti. 1062 (m. 1652) senesinde babası vefât etmesine rağmen, ilim tahsiline ara vermedi. Fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerini; Hanefî âlimi Şeyh Ahmed-i Ka’î’den, nahiv, me’ânî, beyân ve sarf ilimlerini; Şam’da oturan Şeyh Mahmûd-i Kürdî’den, hadîs ve ona âit ıstılâhları; Hanbelî mezhebi âlimlerinden Abdülbâkî’den tesfsîr ve nahvi; Şeyh Mahmûd-ı Mehâsinî’den okudu. Bütün bu hocaları, ona icâzet (diploma) verdiler. Ayrıca Necmüddîn-i Gazzî’nin dersine de devam edip, ondan da icâzet aldı. Bunlardan başka; Şeyh Muhammed bin Ahmed el-Üstüvânî, Şeyh İbrâlüm bin Mensûr el-Fettâl, Şeyh Abdülkâdir bin Mustafa es-Safûrî, Şam’da Nakib-ül-eşrâf Seyyid Muhammed bin Kemâleddîn el-Hüseynî el-Hasenî bin Hamza, Şeyh Muhammed el-Aysâvi, Hüseyn bin İskender er-Rûmî, “Şerh-ut-Tenvîr” kitabının müellifi Şeyh Kemâleddîn-i Aradî ve Muhammed bin Berekât el-Kevâfî gibi pekçok âlimden ders alıp, ilim tahsil etti. Mısır’da, Şeyh Ali Şebrâmelisî de ona icâzet vermişti. Tasavvufta, Kâdiriyye yolunu Seyyid Abdürrezzâk el-Hamevî el-Geylânî’den, Nakşibendiyye yolunu da, Şeyh Saîd el-Belhî’den ta’lîm eyledi. Bu iki yolun feyz ve ma’rifetlerine kavuştu. Evliyâlıkta yüksek derecelere erişti.
Resûlullah efendimizi ( aleyhisselâm ) medheden, öven çok güzel bir şiir yazdığında, ba’zıları bu şiirin kendisine âit olmadığını iddia edip, ona şerh yazmasını teklif ettiler. O da bu teklifi kabûl edip, bir ay içinde bu şiirine bir cild hâlinde çok güzel şerh yazdı. Bundan başka bir şiir daha yazdı. Böyle olan meşgûliyeti bir müddet devam etti.
Abdülganî Nablüsî hazretleri sabahleyin erkenden Câmi-i Emevî’ye gidip, çeşitli dersler okutur ve ikindiden sonra da, Câmi-i Sagîr’de devam ederdi. Sonra da, İmâm-ı Nevevî’nin, Hadîs-i Erba’în, Ezkâr-in-Neveviyye ve başka eserleri okuturdu. Sonradan bu hâlini terk ederek yedi sene müddetle, Şam’daki Emeviyye Câmii yakınında bulunan evinden dışarı çıkmadı. Evinde, Muhyiddîn-i Arabî’nin ve Afîfüddîn-i Tilmsânî’nin tasavvufla ilgili eserlerini tetkik ve mütâlâa etti. Bu yüksek zâtların feyz ve bereketlerine kavuştu. Devamlı ibâdet ve istiğfar ile meşgûl olunca, kendisini yüksek hâller kapladı. Şaşılacak hâller içinde kaldı. Ledünnî ma’rifetlere erişti. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde çok yükseldi. Rabbinin ihsânları, yağmur gibi üzerine yağdırıldı. Kalb gözü açıldı. Şamlılardan onun bu hâlini çekemeyenler, aleyhinde uygunsuz sözler söylemeye başlayınca, tekrar ortaya çıkıp, kendisine müracaat edenlere kapısını açtı. Yeniden ilim öğretmeye, va’z ve nasîhata, insanlara doğru olanı anlatmaya başladı. İkbâli ve şöhreti o kadar yükseldi ki, onun kapısı, feyz ve bereketlerine kavuşmak isteyenlerle dolup taştı. Uzaktan ve yakından, bölük bölük insanlar ona geldiler. Herkes ondan ilim öğrenmeye ve makbûl olan duâsından istifâde etmeye çalışıyordu. İlim talebeleri ve tasavvuf yolcuları, onun evini sığınak yapmışlardı.
Abdülganî Nablüsî, 1075 (m. 1664) senesinde İstanbul’a gelip, bir müddet burada kaldı ve ders okuttu. 25 yaşlarında iken Bağdat’a gittiği ve orada da kaldığı kaynaklarda zikredilmektedir. Daha bu yaşlarında, tasavvufta yüksek derecelere kavuşması, onu çok meşhûr etti. Gerek zamanının meşhûr evliyâsını tanımak ve sohbetlerinde bulunmak, gerekse önceki evliyânın kabirlerini ve mukaddes makamları bulup ziyâret etmek maksadı ile, birçok yerlere gidip, bilhassa kendi memleketi dâhilinde çok seyahatler yapmışmıştır. 1100 (m. 1688) senesinde Bikâ’ya, bir sene sonra Lübnan’a, Kudüs’e ve Halîlurrahmân’a, 1105 (m. 1693) senesinde Mısır’a, 1108 (m. 1696) senesinde Hicaz ve 1112 (m. 1700) senesinde Trablus’a gitti. 1114 (m. 1702) senesinde yeniden Şam’a gelerek, eski yeri olan Sâlihıyye’ye yerleşti. Bu ziyâretlerini ve seyahatlerini kitap hâlinde yazdı.
Nablüsî, 1119 (m. 1707) senesinde, Şam’daki Selîmiyye Câmi-i şerîfinde, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin mezarı yanında, Beydâvî tefsîrini okutmaya başlamıştı. O, kendisini güzel ahlâk, beğenilen sıfatlar ve huylar ile süslemişti. Herkese iyilik etmek için elinden geleni yapardı. Torunlarından Kemâlüddîn Muhammed el-Gazzî el-Âmirî, tercüme-i hâlini anlatan müstakil bir kitap yazmıştır.
Yûsuf-i Nebhânî, “Câmi’u kerâmât-il-evliyâ” adındaki eserinde diyor ki: “Abdülganî hazretleri, Hanefî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden, ma’rifet sahibi evliyânın meşhûrlarındandır. Çok hârika ve kerâmetler sahibidir. En büyük kerâmeti, sayılamayacak kadar çok kitap yazmasıdır. Eserlerinin hepsi de güzeldir. Hayatında ve vefâtından sonra çok kerâmetleri görülmüştür. O, zamanının kutb-ı aktâbı idi.”
110 adet yazdığı kitaplarının isimleri ve çok uzun hayatı vardı bu kadarını paylaştık.