Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz, bir gün eve geliyor. Buyuruyor ki: *Yiyecek bir şey var mı?* Peygamber Efendimiz acıkmış. Yâ Resûlallah, yiyecek bir şey yok, diyorlar. 


Hattâ, zaman zaman arpayı, kendileri değirmende çekip esmer ekmek yapıyorlardı. O ekmek dahî yok. *Akşama hazırlıyacağız!* diyorlar. 


Peygamber Efendimiz bir bakıyor ki, köşede mangal var, ateşde bir şey kaynıyor. *Nedir o?* diye soruyor. 


Kadınlar; *Bizim hizmetçi kadın Büreyde’ye, bir yerden gelen adak etidir!* diyorlar. 


Adak eti, fakîrlere verilir, zenginlere verilmez, harâmdır. Meselâ Peygamber aleyhisselâmın sülâlesine de, *Zekât* ve *Adak* verilmez, harâmdır. 


Onun için hanımlar; *O ateşde kaynayan, adak etidir, size harâmdır!* diyorlar. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 


Evet, adak eti bana harâmdır. Ama Büreyde’ye gelmiş. Büreyde’nin malı, mülkü olmuş. Eğer Büreyde bana İkrâm ederse, onu yemek bana *Helâl* dir, buyuruyor. 


O zaman hemen o etden bir parça alıyorlar, bir tabağa koyuyorlar. Peygamber aleyhisselâma *ikrâm* ediyorlar. Efendimiz de ondan bir parça yiyorlar. Bunlar, bize birer *Ders* dir kardeşim. 


Gazetenin parası, kitapların parası, bana harâm değil, ama olsun. İhtiyacım yok ki, elhamdülillah. Gazeteden ve kitaplardan *On para* almamışımdır. Onun için hacca gidecek param yok benim. 

********

*Zelîha*, bir salonda kadınları toplamış ve o kadın misâfirlerin önüne *Turunç* getirip ikrâm etmiş. Onlar turunçları bıçakla soyarlarken, Zelîha, *Yûsüf* aleyhisselâmı çağırıyor. 


O zaman Zelîha’nın evinde, hizmetçiydi hazret-i Yûsüf. Yûsüf aleyhisselâm gelince, bütün kadınlar bakıyorlar ki, aman yâ Rabbîiii hiçbir insana benzemiyor, *Nûr* lar içinde. *Cennet* güzelliği vardı Onda, *İnsan* güzelliği değil. 


Kadınlar, Onun *Cennet güzelliği* ni görünce, akılları başlarından gidiyor, kendilerinden geçiyorlar. Turuncu keserken, kendi *Ellerini* kesiyorlar da, acısını hiç duymuyorlar. 


Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: Mü’minin rûh’u çıkarken, Cennetten hûriler gelecek, melekler gelecek. Mü’min, o *Hûrileri*, o *Melekleri* görünce, rûhun çıkdığının acısını hiç duymıyacak. 


Nasıl ki, o kadınlar, *Turunç* keserken ellerini kestiler de acısını duymadılar, onun gibi işte. 

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz mi daha *Güzel* di, yoksa Yûsüf aleyhisselâm mı? Bütün güzellerin en güzeli kimdir? Tabii ki Sevgili *Peygamber* Efendimizdir aleyhissalâtü vesselâm. 


Yûsüf aleyhisselâmı gören kadınlar, ellerini kesmiş. Peygamberimizi gören kadınlar ise, hiçbir şey yok gibi konuşuyorlar, suâl soruyorlar, sohbet ediyorlar. 


Çünkü hicretin 3.cü senesine kadar, kadınların örtünmesi emredilmemişdi. Kadınların erkeklerle konuşması yasak değildi. Kadınlar gelir, Peygamber aleyhisselâma suâl sorarlardı. 


Yüzleri açık konuşurlardı. Çünkü *Harâm* değildi. O zaman kadınların örtünmesi *Farz* edilmemişdi. O hanımlar, Peygamber Efendimizi görünce niçin düşüp bayılmazlardı? 


Hâlbuki Yûsüf aleyhisselâmı gören kadınların akılları başlarından gitmiş, Peygamber Efendimizi gören hanımlara ise hiçbir şey olmuyor, Onu görünce kendilerinden geçmiyorlar, düşüp bayılmıyorlar.


Peki niçin? Cevâbı şöyledir ki: Peygamber Efendimizde; bir melâhat vardı, bir de sabâhat. *Melâhat*, sevimlilik demek. *Sabâhat*, güzellik demek. 


Yûsüf aleyhisselâmda yalnız sabâhat vardı, melâhat yokdu. Peygamber Efendimizde ise hem *Melâhat* vardı, hem de *Sabâhat*. Fakat sabâhatını dünyâda izhâr etmedi. 


Dünyâda izhâr etseydi, hiç kimse onun karşısında duramaz, hemen düşer bayılırdı. İyi de, Herkesin bayılması için mi Peygamberimizi gönderdi Allahü teâlâ? 


Peygamber Efendimiz âlemlere rahmetdir. *Rahmeten lil âlemîn* dir. Onun için sabâhat güzelliğini göstermedi. Allahü teâlâ onu gizledi. Peygamber Efendimizin güzelliği âhiretde görülecek. 


Yâni *Cennet* de görülecek. Dünyâda melâhati görüldü. Çok sevimliydi, ama sabâhatı nasıldı? Onu bilen yok. O, âhiretde, yâni *Cennet* de görülecek. 

********

İnsanın karşılaşdığı her hâdisede bir karar vermesi lâzım. Bu karar vermede de iki ihtimâl vardır. Biri îmân tarafı, yâni *Âhiret* tarafı, biri de *Dünyâ* tarafı. 


Eğer îmân tarafını tercîh ederse, âhireti düşünürse, yâni sevâp tarafını tercîh ederse, îmânının *Güçlü* olduğunu gösterir. 


Yok eğer dünyâ tarafını tercîh ederse, nefsine göre karar verirse, îmânının *Zayıf* olduğunu gösterir. İşte imtihân budur efendim, imtihân bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder