SA’D BİN MUAZ HAZRETLERİ

Bedir harbinden sonra, esirlere yapılacak muamele hakkında, *Sa’d bin Muaz hazretlerinin ictihadı, Hazret-i Ömer’inkiyle aynıydı*. Diğer Eshab-ı kiramın hepsi, fidye karşılığı salıverilmesini uygun gördüler ve karar da öyle oldu, fakat âyet-i kerime gelip; *Hazret-i Ömer’le Hazret-i Sa’d’ın ictihadlarında isabet ettikleri bildirildi*. 

*Peygamber efendimiz, ‘’Azap bana gösterildi. Eğer Allahü teâlâ affetmeseydi, Ömer ve Sa’d hariç hepimiz helak olmuştuk’’ buyurdu*. 


Sa’d bin Muaz hazretleri, Peygamber efendimizin çok yakını, çok sevdiği bir zattı. Müslüman olduğu için ona inanılmaz işkence yapmışlardı. Neticede bu zat vefat etti. *Onun ölüm haberi Peygamberimizi çok üzdü, evine gitti, teçhiz ve tekfinde bulundu. Sonra kabristana giderken, önce hırkasını, sonra ayakkabılarını çıkardı. Tabutun bir bu tarafına, bir de öbür tarafına koşuyordu. Eshab-ı kiram da şaşkın bir vaziyette bakıyorlardı. Resulullah kabre indi, kabri düzeltti ve onu yerleştirdi. Her şey bitti, telkin verildi. Bu arada Peygamberimiz çok üzgündü ve rengi, benzi atmıştı*. 


Eshab-ı kiram bu durumu merak edip sordular:

Ya Resulallah, tabutu taşırken neden hırkanızı ve ayakkabılarınızı çıkardınız?

*Bütün meleklerin giyinişi böyle olduğu için*.

Peki, tabutun bir bu tarafına, bir öbür tarafına koşmanızın sebebi nedir?

*Kardeşim Cebrail elimi tutup bırakmadığı için*.

Kabirden üzüntülü çıkmanızın sebebi neydi?

*Kabir onu sıkmaya başladığı için dayanamadım*.

Neden?

*Hanımını, evdekileri üzmüş, kul hakkı doğmuştu*.


Allah’tan korkmalı. Rastgele birinden değil, Cennetlik olan Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve kabilesinin reisi olan *Sa’d bin Muaz hazretleri* gibi büyük bir zattan bahsediyoruz. Bizzat Resulullah efendimiz onun cenazesini taşıdı, cenaze namazını kıldı, kabre indirdi, buna rağmen böyle mübarek bir zatı kabir sıktı. O halde nasıl olur da, bir Müslüman hanımını üzebilir?


İnsanın nefsi, azmış, kabarmış durumdadır, dediğini yaptırır, fakat bu bir gün muhakkak bitecektir. Herkes sonunda hareketsiz kalıp musalla taşında eşitlenecektir. Bütün ameller cisim hâlinde, mesela akrep şeklinde, yılan şeklinde, Cennet nimetleri şeklinde, önüne gelecektir. 

İnsanı ıslah edecek önemli bir şey var, o da ölümü hatırlamaktır. *Hazret-i Ömer, ‘’Yâ Ömer, sana nasihatçi olarak ölüm yeter’’* buyuruyor. Veysel Karani hazretleri de, (Akşam yattığımda Azrail aleyhisselamı karşımdaymış gibi, sabah kalkınca da yanımdaymış gibi görüp, her an ölümü düşünürüm) buyurmuştur. 

Böyle düşünen öfkelenmez, elbette melek gibi olur. Ölümü unutan ise azar, kudurur. Sanki hiç ölüm gelmeyecekmiş, hiç hesap sorulmayacakmış gibi, hükümranlık daima bendedir diye düşünür. 

*Acı azaplara maruz kalınca eyvah dese de, artık pişmanlığı fayda vermez

ÎMÂM-I ŞÂFİÎ’DEN KIYMETLİ TAVSİYELER

Îmâm-ı Şâfiî Hazretleri Yemeğin Dört Şekilde Yenildiğini Söyledi:


❀ Bir Parmakla Yemek; Bu Kibarlıktandır.


❀ İki Parmakla Yemek; Bu Mütekebbirliktir.


❀ Üç Parmakla Yemek; Bu Sünnettir...


❀ Dört ve Beş Parmakla Yemek; Bu da Oburluktur.


✿ Dört Şey Vardır ki, Bedeni Takviye Eder:


❀ Et Yemek,


❀ Güzel Kokular Sürünmek,


❀ Cinsî Münâsebette Bulunmadan Yıkanmak,


❀ Keten Giymek...


✿ Dört Şey Vardır ki, Bedeni Zayıflatır:


❀ Çok Cinsî Münâsebette Bulunmak,


❀ Çok Üzülmek,


❀ Aç Karnına Çok Su İçmek,


❀ Otururken Arkasını Kıbleye Çevirmek...


✿ Dört Şey Vardır ki, İnsanın Gözünün Nûrunu Artırır:


❀ Kıbleye Doğru Oturmak,


❀ Uyku Ânında Göze Sürme Çekmek,


❀ Yeşile Bakmak,


❀ Temiz Elbise Giymek...


✿ Dört Şey Vardır ki, Gözü Zayıflatır:


❀ Pisliğe Bakmak,


❀ Asılmış İnsanın Ölüsüne Bakmak,


❀ Kadının Fercine Bakmak,


❀ Otururken Arkasını Kıbleye Çevirmek...


✿ Cinsî Münâsebeti Artıran Dört Şey Vardır:


❀ Serçe Eti Yemek,


❀ Itrifili Ekber (Birkaç Maddeden Mürekkep Bir İlaçtır) Almak,


❀ Habbet’il-Hazra ile Bademden Yapılan Füstuk Denilen İlacı Yutmak,


❀ Maydanoz Yemek...


✿ Dört Çeşit Yatma (Uyuma) Şekli Vardır:


❀ Sırtüstü Yatmak


Bu Tarzda Uyumak Peygamberlerin Uykusudur. Peygamberler Bu Şekilde Uzanarak Yer ve Göklerin Yaratılışını Düşünürlerdi.


❀ Sağ Yana Yatmak


Bu Tarz Uyumak, Âlim ve Âbid Kimselere Mahsûstur.


❀ Sol Tarafı Üzerine Uyumak


Böyle Uyumak, Sultânların ve Padişâhların Uykusudur. Onlar Yediklerini Hazmetmek İçin Bu Şekilde Yatarlar.


❀ Yüzüstü Uyumak


Bu Şekilde Uyumak, Şeytânlara Mahsûstur...


✿ Aklı Artıran Dört Şey Vardır:


❀ Fazla Konuşmayı Terk Etmek,


❀ Misvak Kullanmak,


❀ Sâlih Kimselerle Oturmak,


❀ Âlimlerle Oturmak...


✿ Dört Şey Vardır ki, İbâdetten Sayılır:


❀ Abdestsiz Adım Atmamak,


❀ Çok Secde Etmek,


❀ Camilerden Hiç Ayrılmamak,


❀ Çokça Kur’an Okumak...


✿ Yine Îmâm-ı Şâfiî Hazretleri Şöyle Demiştir:


Aç Karnına Hamama Girip Çıktıktan Sonra Yemeği Tehir Eden Bir Kimsenin Nasıl Olup da Ölmediğine Hayret Ediyorum.


✿ Yine Şöyle Demiştir:


Veba Hastalığına Binefsec (Menekşe)den Daha Faydalı Bir Şeyin Olduğunu Zannetmem. Hasta Olan Kimse Onunla Hem Yağlanır, Hem de İçer. En Doğrusunu Allah Bilir...


[İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn]

Sevmenin şartı itaattir

Ben Allah’ı seviyorum

Evliyayı kiramdan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi “kuddise sirruh” hazretlerine, bir gün İslamiyet’i yaşamayan, namaz kılmayan, fakat büyükleri seven bir kimse geldi.


Adamcağız sohbet esnasında;

- Efendim, ben Allah’ı çok seviyorum, diye arzetti.


Mübarek zat sordu:

- Namaz kılıyor musun peki?


- Hayır efendim.

- Öyleyse Allah’ı sevmiyorsun demektir.


Adam şaşırdı:

- Seviyorum efendim. Allah hiç sevilmez mi?


Buyurdu ki:

- Sevmenin şartı, itaattir kardeşim. Söz dinlemektir yani. Seven, sevdiğine itaat eder. Seven, sevdiğinin emrini yapar. Sen Allah’ı sevseydin, Onun emrine itaat ederdin.


Adam düşünceye daldı.

Ve sessizce mırıldandı:

- Bugünden itibaren namaza başlıyorum efendim. Allah sizden razı olsun.


Anne babanın vazifesi


Bir gün de nasihat istediler bu mübarek zattan.

Cevabında;

- Çocuklarınıza her şeyden önce İslamiyet’i öğretin. Peygamber efendimizi “aleyhisselam” anlatın ve Onu sevdirin, buyurdu.


Ve ekledi:

- Bir anne ve baba, eğer evlatlarına İslamiyet’i öğretmiyor, Peygamber efendimizi “aleyhisselam” anlatmıyor, Onu sevdirmiyorsa, onların en baş düşmanıdır.


Şaşırdılar:

- Çocuklarının mı düşmanıdır efendim?

- Evet. Çocuklarını nefsi için seven anne ve baba, çocuklarının en büyük düşmanıdır. Çünkü onların Cehenneme gitmesine sebep oluyor.


Ve daha açıkladı:

- Çocuğunu seven, onu ateşte yanmaktan kurtarmak için çırpınır. Bu da, ona İslamiyet’i öğretmekle, ibadetlere, namaza alıştırmakla mümkündür ancak.

O büyükler öyle büyüktür ki

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


O büyükler öyle *Büyük*’tür ki, meselâ *İmâm-ı Mâlik* hazretleri bir hadîs-i şerîf okuyacağı zaman, kürsüden iner, *Edeb*’le oturur ve öyle okurdu. 


Okumaya başlarken; *Kâle Resûlullah!* deyince, rengi *Sararır*, bedeni *Titrerdi*. 


Bu zamanda halk *Câhil* kardeşim, bilmiyorlar. Mezhebsizler de bu zavallıları aldatıyorlar. Bizim *Kitap*’lar sâyesinde insanlar *Doğru*’yu öğreniyor, mezhebsizlere aldanmıyorlar kardeşim. 


*Sizin kitaplar geldi, artık aldanmıyoruz!* diyorlar. Her yerden, bize böyle müjdeli haberler geliyor. Onun için Rabbimize *Şükr*’ediyoruz.  


Gençler bu kitapları alınca, okuyacaklar, anlıyacaklar. Ne büyük *Ni’met*, ne büyük *Seâdet*. Şimdi burada da mü’minler toplanmış, ne güzel şey. Acabâ dünyâda böyle bir *Yer* daha var mı? 


Ne *Güzel* yâ Rabbî! Elhamdülillah. *Mektûbât*’da birinci cildde *204*.cü mektup var. Bunu hepiniz okuyun. Yarım sahîfecik, çok *Güzel* bir mektup.


Tam bu zamana göre. *Kâfir*’lere hiç cevap vermiyeceğiz kardeşim, hiç. İşte o mektûb, bu zamana göre *Nasıl* hareket edeceğimizi gösteriyor. 

● ● ● 

*Mir’ât-ı kâinât*, büyük bir târih kitâbıdır. Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretleri bana; *O kitâbı al, oku!* buyurdu. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinin emriyle aldım. Ben bu kitâbın *İsmi*’ni bile işitmemişdim. 


Bizim birâder *Sedat*, bir gün bize gelmişdi. Bana sordu: *Âbi, gazetede Çihâr-ı yâr-i güzîn kitâbından yazdığım tefrika bitiyor, ondan sonra ne yazayım?* dedi. 


Ben de düşündüm, taşındım, *Mir’ât-ı kâinât kitâbından yaz!* dedim. Neden bu kitâbı söyledim? Çünkü Abdülhakim Efendi hazretlerinin, vaktiyle bana; *Onu al, oku!* diye emretdiği kitap. 


Abdülhakim Efendi hazretleri, bana ayrıca; *Baş tarafını okuma! Baş tarafı ağırdır, ikinci kısımdan başla!* buyurmuşdu. Elhamdülillah, yol gösteren bir *Mürşid*’imiz var. 


Kim o mürşid? *Mektûbât*. Mektûbât, mürşidimiz bizim. Onun için kafamızdan *Uydurma* hiçbir şey söylemeye lüzûm yok. Sizinle müsâfeha edelim, *Tekrâr-ı hasen*’dir kardeşim.

Bu söz tam bana göre

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamberimiz aleyhisselâm; *Cemâatde rahmet, ayrılıkda azâb-ı ilâhî vardır!* buyuruyor. Ama kolayı var efendim, *Gemi*’ye bin, kurtul. Sonra da karışma başka şeye. Bu *Yol*’un esâsı budur. 


İki mü'min, Allah rızâsı için *Müsâfaha* ederse, günâhları dökülmeden o *İki el* ayrılmaz. Gelin, müsâfaha edelim de, Allahü teâlâ hepimizin günâhlarını *Affetsin* kardeşim. 


Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretleri, *Nâzik*’di Mübârek, *Kibar*’dı, ayrıca *Merhamet*’liydi. Herkes, hepimiz, gideceğimiz zaman izin isterdik. *Efendim, müsâde ederseniz gidebilir miyiz?* derdik.


O da, *Buyurun!* derdi. Ne güzel günlerdi yâ Rabbî, *Sohbet*, ne tatlı şeydir. Sabaha kadar dinlesek, söyliyen *Yorulmaz*, dinliyen *Bıkmaz*. Rabbimize *Şükr*’ler olsun ki, biz de bu sohbetler sâyesinde kurtulacağız kardeşim. 


En büyük *Musîbet* nedir? En büyük musîbet, *Evliyâ-i kirâm*’dan birine tesâdüf edip de, ondan istifâde etmekden *Mahrum* kalmakdır. Bundan büyük musîbet olmaz. Bu, neye benzer? 


Bir kimse, içi *Altın* dolu bir *Hazîne*’ye rastlıyor, fakat ona sâhip olamıyor, başkalarına kapdırıyor. Hazîneye rastlıyor, ama kapdırıyor. En büyük *Musîbet* budur işte. 


Zamânımızda düşmanlar çok *Kuvvet*’li, müslümânlar ise *Zayıf*, üstelik de çalışmıyorlar. Ne demişdik? *Düşman*’da olanı bizim de yapmamız lâzım. Ama insanlar *Keyf*’inde, herkes *Dünyâ* kazancında. 


Hiç Allahü teâlânın *Emr*’ini düşünen ve yapan *Yok* gibi. Evet, kendisi *İbâdet* ediyor. Fakat din kardeşlerinin Fısk-ı fücûra, Zevk-i sefâya daldığını gördüğü hâlde, *Emr-i mâruf* yapmıyor. 


Olmaaz! Bu çok yanlış. Hiç olmazsa *Kitap* ver, herkese *Dağıt*. Bu gün, en büyük *Emr-i mâruf* nedir biliyor musunuz? *Kitap vermek*’dir. Biz bunu yapıyoruz işte, elhamdülillah. 

● ● ● 

*İki şey* var ki, bu iki şeye, göz ne kadar çok *Ağlasa*, yeridir. Nedir bu iki şey? Biri, *Firkat-i şebâb*, öbürü, *Firkat-i ahbâb*. Ne demek bunlar?


Yâni *Gençlik*’den ayrılmak ve *Dostlar*’dan ayrılmak. Bu iki şeye, *Göz* ne kadar *Kan* ağlasa yeridir, Gençlik gidince, bir daha geri gelmez. 


*Ahbap*’dan, yâni din *Kardeş*’inden ayrılmak da öyle. Bu söz, tam *Bana göre* kardeşim. Hem *Gençlik*’den ayrıldım, hem de *Abdülhakîm* Efendi hazretlerinden ayrıldım.

SABAH NAMAZLARININ SÜNNETİ İLE FARZI ARASINDA OKUNACAK DUALAR

(Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları dualar)


Allahım Efendimiz Muhammed’e ve onun âline salât eyle! 


Allahım! Senin fazl-ı kereminden, gönlümü sana bağlayacak darmadağınık hâlimi bir araya toplayacak, dağınık işlerimi birbirine yaklaştıracak, benden fitneleri defedecek, dinimi islâh, bâtınımı muhafaza edecek, zâhirimi yükseltecek, amelimi temizleyecek, yüzümü ağartacak, bana rüşdümü ilkâ edecek ve beni bütün kötülüklerden koruyacak bir rahmet isterim. 


Allahım! Senden bir daha küfre düşmeyecek şekilde sâdık ve yakînî bir iman, beni dünya ve âhirette lutûf ve kereminin en yüksek mertebesine ulaştıracak olan bir rahmet istiyorum. 


Allahım! Senin fazlından, kazalarda sabır ve kurtuluşu, şehidlerin mertebelerini, iyilerin yaşayışını, düşmanlara karşı gâlib gelmeyi ve Peygamberlerine arkadaşlığı isterim. 


Allahım! Her ne kadar görüşüm kısa, amelim zayıf ve noksan da olsa, ihtiyacımı sana arz ediyorum. Ben senin rahmetine muhtacım. 


(Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları dualar)


Ey bütün işleri görüp gönüllere şifâ veren Allahım! Kudretinle, yan yana iki denizi birbirine karıştırmayıp aralarını ayırdığın gibi; beni de Cehennem azabından, helak oldum diye bağıranların kötü akıbetinden ve kabirlerin fitnesinden uzaklaştırıp korumanı istiyorum. 


Allahım! İstemeye görüşümün yetişmediği, ulaşmaya amelimin zayıf kaldığı, niyetimin ve arzumun ulaşamadığı, kullarından herhangi birine vaad yahut vermeyi murâd ettiğin her türlü hayrı, candan arzular ve onları senden isterim, Ya Rabbelâlemin! 


Allahım! Bizi haktan sapan ve saptıranlardan değil, hidayette olup hidayete vesile olanlardan, düşmanlarınla harb halinde, dostların için bir selâmet olan, insanları senin için seven ve halktan sana isyan edenlere de senin için düşmanlık eden kullarından eyle. 


(Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları dualar)


Allahım! Ben gücümün yettiği kadar sana duâ ediyorum. Kabul et. Kabul Sendendir. Elimden gelen budur. Güven ve teslimiyetim sanadır. 


Biz Allah içiniz, O’na döneceğiz. Kudret ve kuvvet ancak sağlam Kur’an ipinin ve doğru işin sahibi yüce Allah’a âittir. 


Allahım! Senden, kıyâmet gününde emniyeti, ebedî günlerde de ahdini yerine getiren, çokça rükû ve secde eden, huzuruna yaklaştırdığın ve kabül buyurduğun sevgili kullarınla beni Cennete koymanı dilerim. 


Gerçekten sen çok acıyan ve çok sevensin; dilediğini yaparsın. Ey İzzet ridâsına bürünüp herkese gâlip olan Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey ululuk ridâsına bürünüp te onunla kullarına lutf eden Allahım! Seni noksan sıfatlardan takdis ederim. Tesbih ve takdisi ancak kendisine lâyık olan Allah’ı tesbih ederim. Sonsuz ihsan ve nimet sahibi Mevlâyı tenzih ederim. Lütuf ve kerem sahibi Allah’ı takdis ederim. Her şeyi ilmiyle bilip sayan Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. 


Allahım! Kalbime bir nûr ver. Kabrimde, kulağımda, gözümde, saçımda, tenimde, etimde, kemiğimde, kanımda, önümde, arkamda, sağımda solumda, üstümde, altımda benim için nur yarat. Allahım, nurumu artır, bana nur ver. Benim için nur yarat!” 


Bu duaya devam edenlerin hiç birisinin asla mahrum kalmadıkları ve kalmayacakları hususunda bütün meşâyih ittifak etmişlerdir.  


(Dualar Bölümünün Sonu)


[Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri]

UYANINCA YAPILACAK İŞLER

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Talip uykusundan uyanınca, bâtınını Hak teâlâ hazretlerine yöneltmeli ve fikrini Allâhu teâlânın emirlerine sarf eylemeli ve Allâhu Teâlâ’dan gayrısına fikrini döndürmemelidir. Uyanır uyanmaz, dilini Hakkın zikriyle meşgul etmelidir. Zira, sadık müritler küçük bir çocuğa benzerler. Çocuklar, bir şeye istekli olarak uyurlarsa, o şeye istekli olarak uyanırlar. Talip de tıpkı onun gibi, muhabbet ettiği üzerinde; uyurken, uyanınca ve hatta kıyamete kadar sabit olmalıdır. Nitekim, Aleyhissalâtü vesselam efendimiz: “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” buyurmuşlardır. 


Sadık müritler, uyandıkları zaman maksatlarının ne olduğuna bakmalı ve dikkat etmelidir. Zira, kıyamet gününde de kabirden maksadı ve muradı ne ise ona göre kalkılır. Eğer, onun maksadı Allahu teâlâ hazretlerine ise ne âlâ ne hoş! Eğer, maksadı ve kaygısı başka olursa, Ne’ûzü billah durumu müşkül olur. Zira, kul uyandığı zaman onun bâtını asıl fıtratın (Yaratılışın) temizliği üzerine uyanır. Şu hâlde, talip olanlar bâtınlarını, Allahu Teâlâ’dan başka bir şeyle meşgul etmemelidirler, ki yaratılışlarının nuru kendisinden gitmesin.  


Talip uykusundan Allâh’ı zikir üzerine uyanmalı ve gönlünü Allah’a yöneltmeli başka şeylerin zikrinden korkmalıdır. Bâtını böyle olanlara ilâhi nurlar gelir, içleri bu nurla temizlenir. Böylelikle gönlünde ilâhi koku ve esintiler oluşur. Talip üzerine ilahi nur dökülmüş olarak uyanırsa şu duayı okumalıdır:


“Şükür, hamd ve senâ, öldükten sonra bizi dirilten, ruhlarımızı iade eden Allah’adır. Öldükten sonra tekrar dirilten ve mahşerde toplayıp hesaba çeken Allah’a hamd ve senâ ederiz.” 


Sonra, kalkıp derhal abdest almalı ve gecenin sonuna kadar ya namaz veya zikrullah ile meşgul olmalıdır. Sonra, yine abdest almalı ve sabah namazına kadar birkaç rekât namaz daha kılmalıdır. Sabah ezanı okunmaya başlayıp müezzin ALLAHU EKBER deyince, müezzinle birlikte ALLAHU EKBER demeli ve ikinci ALLAHU EKBER arasında, şu duayı okumalıdır:  


“Allahümme yâ ehlel kibriyâi vel-azameti ve yâ müntehel ceberûti vel izzeti yâ veliyyel avni vel kudreti yâ mâlik ed dünya vel âhireti semi'nâ ve atâ'nâ gufraneke rebbenâ ve ileykel masiyr.  

(Ey azamet ve kibriyâ ehli, ey Ceberut ve izzetin müntehası, ey yardım ve kudretin sahibi, ey dünya ve âhiretin mâliki olan Allahım! İşittik, itaat ettik, gufranını niyaz ediyoruz ey Rabbimiz! Dönüş, ancak sanadır)  


Müezzin, ikinci defa ALLAHU EKBER deyince yine birlikte söylemeli, ezanın devamı müddetince müezzine kulak vermeli ve o ne söylerse aynen tekrar etmelidir. Ezan tamamlanınca, ezan duasını okumalı, eğer sünnet kılınacak vakit olmuşsa kalkıp sabah namazının iki rekât sünnetini kılmalı, birinci rekâtında KUL YA EYYÜHEL KÂFÎRUN ve ikinci rekâtta Fatiha’dan sonra KUL HÛVALLAHU EHAD sûrelerini okumalı ve daha sonra yedi veya on yedi kerre şu duayı okumalıdır: “Estağfirullâhe li zenbi fe sübhanallahi bi hamdi Rabbi.”  


Daha sonra, aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları bu duayı okumalıdır: 


(Duayı, sonraki ÜÇ derste vereceğiz İnşallah.)


SABAH NAMAZLARININ SÜNNETİ İLE FARZI ARASINDA OKUNACAK DUALAR 

(Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları dualar)


Allahım Efendimiz Muhammed’e ve onun âline salât eyle! 


Allahım! Senin fazl-ı kereminden, gönlümü sana bağlayacak darmadağınık hâlimi bir araya toplayacak, dağınık işlerimi birbirine yaklaştıracak, benden fitneleri defedecek, dinimi islâh, bâtınımı muhafaza edecek, zâhirimi yükseltecek, amelimi temizleyecek, yüzümü ağartacak, bana rüşdümü ilkâ edecek ve beni bütün kötülüklerden koruyacak bir rahmet isterim. 


Allahım! Senden bir daha küfre düşmeyecek şekilde sâdık ve yakînî bir iman, beni dünya ve âhirette lutûf ve kereminin en yüksek mertebesine ulaştıracak olan bir rahmet istiyorum. 


Allahım! Senin fazlından, kazalarda sabır ve kurtuluşu, şehidlerin mertebelerini, iyilerin yaşayışını, düşmanlara karşı gâlib gelmeyi ve Peygamberlerine arkadaşlığı isterim. 


Allahım! Her ne kadar görüşüm kısa, amelim zayıf ve noksan da olsa, ihtiyacımı sana arz ediyorum. Ben senin rahmetine muhtacım. 


(Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları dualar)


Ey bütün işleri görüp gönüllere şifâ veren Allahım! Kudretinle, yan yana iki denizi birbirine karıştırmayıp aralarını ayırdığın gibi; beni de Cehennem azabından, helak oldum diye bağıranların kötü akıbetinden ve kabirlerin fitnesinden uzaklaştırıp korumanı istiyorum. 


Allahım! İstemeye görüşümün yetişmediği, ulaşmaya amelimin zayıf kaldığı, niyetimin ve arzumun ulaşamadığı, kullarından herhangi birine vaad yahut vermeyi murâd ettiğin her türlü hayrı, candan arzular ve onları senden isterim, Ya Rabbelâlemin! 


Allahım! Bizi haktan sapan ve saptıranlardan değil, hidayette olup hidayete vesile olanlardan, düşmanlarınla harb halinde, dostların için bir selâmet olan, insanları senin için seven ve halktan sana isyan edenlere de senin için düşmanlık eden kullarından eyle. 


(Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin sabah namazlarının sünneti ile farzı arasında okudukları dualar)


Allahım! Ben gücümün yettiği kadar sana duâ ediyorum. Kabul et. Kabul Sendendir. Elimden gelen budur. Güven ve teslimiyetim sanadır. 


Biz Allah içiniz, O’na döneceğiz. Kudret ve kuvvet ancak sağlam Kur’an ipinin ve doğru işin sahibi yüce Allah’a âittir. 


Allahım! Senden, kıyâmet gününde emniyeti, ebedî günlerde de ahdini yerine getiren, çokça rükû ve secde eden, huzuruna yaklaştırdığın ve kabül buyurduğun sevgili kullarınla beni Cennete koymanı dilerim. 


Gerçekten sen çok acıyan ve çok sevensin; dilediğini yaparsın. Ey İzzet ridâsına bürünüp herkese gâlip olan Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey ululuk ridâsına bürünüp te onunla kullarına lutf eden Allahım! Seni noksan sıfatlardan takdis ederim. Tesbih ve takdisi ancak kendisine lâyık olan Allah’ı tesbih ederim. Sonsuz ihsan ve nimet sahibi Mevlâyı tenzih ederim. Lütuf ve kerem sahibi Allah’ı takdis ederim. Her şeyi ilmiyle bilip sayan Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. 


Allahım! Kalbime bir nûr ver. Kabrimde, kulağımda, gözümde, saçımda, tenimde, etimde, kemiğimde, kanımda, önümde, arkamda, sağımda solumda, üstümde, altımda benim için nur yarat. Allahım, nurumu artır, bana nur ver. Benim için nur yarat!” 


Bu duaya devam edenlerin hiç birisinin asla mahrum kalmadıkları ve kalmayacakları hususunda bütün meşâyih ittifak etmişlerdir.  


(Dualar Bölümünün Sonu)


[Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri]

Ahiret gününe inanmak

Evliyanın en büyüklerinden Mazhar-ı Can-ı Canan “kuddise sirruh” hazretlerine, bir gün ahiret gününden sordular.


Cevaben;

- İman edilmesi lazım olan altı şeyden beşincisi (Ahiret gününe inanmaktır) buyurdu. Bu zamanın başlangıcı, insanın öldüğü gündür. Kıyametin sonuna kadardır.


Sordular:

- Ahiret günü ne demektir efendim?

- Ahiret günü, son gün demektir.


- Niçin son gün denilmiş efendim?

- Arkasından gece gelmediği veya dünyadan sonra geldiği için böyle denmiştir.


- Kıyamet ne zaman kopacak efendim?

- Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi, zamanını kimse anlayamadı. Fakat, Efendimiz “aleyhisselam”, birçok alametlerini ve başlangıçlarını haber verdi.


- Onlar nelerdir efendim?

- Hazret-i Mehdi gelecek, İsa aleyhisselam gökten Şam’a inecek, Deccal çıkacak, Yecüc Mecüc denilen kimseler her yeri karıştıracak ve güneş batıdan doğacaktır.


- Başka efendim?

- Büyük zelzeleler olacak, din bilgileri unutulacak, fısk, kötülük çoğalacak, dinsiz, ahlaksız ve namussuz kimseler emir olacak, Allahü teâlânın emirleri yaptırılmayacaktır.


Şöyle bitirdi:

- Haramlar her yerde işlenecek, Yemenden bir ateş çıkacak, gökler ve dağlar parçalanacak, güneş ve ay kararacak, denizler birbirine karışacak ve kaynayıp kuruyacaktır.


Şunu iyi bilin ki…


Bir gün de genç bir talebesine;

- Evladım, şunu iyi bil ki, herkes seni, Allah’ını sevdiğin kadar sever, Allah’tan korktuğun kadar senden korkar ve Allah’a itaat ettiğin kadar sana itaat ederler, buyurdu.


Ve ekledi:

- Allahü teâlânın dinine hizmet ettiğin kadar, sana hizmet ederler.


Ve özetledi:

- Hülasa her işin, Onun için olsun! Yoksa, hiçbir işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü teâlâdan başka, kimseye güvenme!

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleriyle geliyor

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ne kadar *Şükr*’etsek az kardeşim. Yetmişüç fırka içinde, kurtulacak olan bir *Fırka* var, o da, *Ehl-i sünnet vel cemâat* fırkası. Allahü teâlâ, bize nasîb etti elhamdülillah. 


Bu *Fırka*’da olanlar, Allahın izniyle doğrudan *Cennet*’e gidecek. Bu fırkanın mensûbu olmak, ne büyük *Seâdet* yâ Rabbî. 


Evvelâ, bizi bu *Cihâd*’a sürükliyen kuvvetli *Îmân*’ımıza şükredeceğiz kardeşim. Îmâna nasıl şükredilir? *Kad Semi’a* Mücâdele sûresinin son âyetinde, Allahü teâlâ; 


*Ey Mü’minler! Ey îmânla şereflenenler! Bu ni’metin şükrünü îfâ edebilmeniz için, birbirinizi seviniz!* buyuruyor. 


Hattâ, *Ananızdan, babanızdan, kardeşinizden daha çok seviniz!* buyuruyor Allahü teâlâ. 


Hele onlar da bu *Yol*’da iseler, elbette onları da böyle *Çok* seveceğiz. Bizi, bu cihâda sürükliyen *Îmân* ni’metinin şükrünü îfâ etmek için, *Hubbu fillah* ile şerefleneceğiz. 


Rabbimizin *Lutf-ü inâyet*’i, yardımı, bizlere Seyyid *Abdülhakîm Arvasi Efendi*’den geliyor kardeşim. Bütün dünyâya *Hidâyet* ve *Nûr*, Peygamber Efendimizden geldi. 


Şimdi de, Peygamber aleyhisselâmın *Vâris*’leri ile geliyor. Yâni Seyyid *Abdülhakîm Arvâsî* hazretleriyle geliyor. Ben, Onun her kelimesine *Hayrân* idim. Ağzının içine bakardım.


Kalbimden; *Anlatsa da dinlesem!* derdim. Sabahleyin giderdim, sabah namâzında, tâ *Akşam*’a kadar, *Yatsı*’ya kadar, hattâ *Gece yarısı*’na kadar kalırdım orada. 


Artık yatacaklar. O saatde vâsıta da yok. Ne *Vapur* var, ne *Otobüs* var. Mecbûren *Eyüp*’den *Fâtih*’e kadar yürürdüm efendim. 


Bâzen *Kar* yağardı, *Kar*’da *Kış*’da yürürdüm. Mezarlığın içinden geçerdim tek başıma. *Elhamdülillah hâzâ min fadl-ı Rabbî*. 


Velhâsıl Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine, sabah namâzı vaktinde giderdim. Tâ *Gece yarısı*’na kadar kalırdım orada. Efendi hazretleri hiç kimseye; *Kalkın gidin!* demezdi.

Hakikat mürşid-i kamilden öğrenilir

 Hakikat mürşid-i kamilden öğrenilir. İnsan her sözünü mürşid-i kamilden duyduğu söze dayandırmalıdır. Yoksa, benim kalbime böyle ilham oluyor demek, laf değildir.

(Hüseyin Hilmi Işık “kuddise sirruh” hazretleri)

Kitabın yazarıyla rabıta

 Kitap okuyan, yazarı ile rabıta halinde olur.

(Hüseyin Hilmi Işık “kuddise sirruh” hazretleri)