Tefsir ve hadisten din öğrenilmez

 Tefsir ve hadisten din öğrenilmez.Çünkü tefsir ve hadisi anlayamazsınız. Hatta yanlış anlayıp mâzallah sapıtabilirsiniz. Ehl-i sünnet âlimleri, tefsir ve hadisten anladıklarını, bizim gibi din cahillerine, açık, kolay öğretmek için, binlerce (İlmihâl) kitabı yazmışlardır. İslamiyet’i doğru öğrenmek için, o ilm-i hâl kitaplarını okumaktan başka çare yoktur.

(Emir Hüsrev Dehlevi “rahmetullahi aleyh”)

UYKU ADABI

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

UYKU : “AZ UYUMANIN YARARI, 

ÇOK UYUMANIN ZARARI” 

Şimdi aziz kardeş: Çok uyumak iyi değildir. Zira, geceleri abdest alarak iki rekât namaz kılmak, dünyadan ve dünyaya malik olmaktan hayırlı ve üstündür. Fahr-i kâinat aleyhi ekmel-üt-tahiyyât efendimiz hazretleri: “Gece yarısında, iki rekât namaz kılmak, dünyadan ve dünya içinde olanlardan hayırlıdır.” buyurmuşlardır.  


O sultan-ı din-i müferynin (uygulayıcısı), geceleri ibadet için ayakta durmaktan, mübarek ayakları şişerdi. Şu hâlde, onun ümmeti olanlara da ona uymak ve onun nurlu ve mübarek yolundan gitmek gerektir. Bizler ise, ümmet olduğumuzu iddia ederiz amma ne halimiz ne kalimiz ona uymaz. 


O iki cihanın fahri, geceleri sabaha kadar ayakta dururdu ve bu yüzden ayakları şişerdi. Bizim ise, çok uyumaktan göz kapaklarımız şişiyor, yanımız üstüne yatmaktan, yanımız ve belimiz ağrıyor. Oysa, altlarımıza döşekler döşenmiş, üstümüze yün veya pamuk yorganlar örtülmüştür. 


Biz, yemek beğenmeyiz, o açlıktan mübarek karnı arkasına yapışırdı ve karnına taş bağlardı. Bizim, çok yemekten öküz gibi karnımız şişer de nefes alıp vermekte güçlük çekeriz. O, fakirliğe müptelâ idi ve çoğu zaman fakirlerle sohbet ederdi. Biz, fakirlerin adlarını anmaktan utanırız. Nerede kaldı ki, yanımıza getirelim veya yanlarına gidelim de onlarla konuşalım.  


Şu halde, bu dertlerimize mutlaka bir çare aramalı ve bulmalıyız. Yoksa, Hakkın huzuruna kara yüzle varmamız muhakkak ve mukadderdir. Kibri bırakıp, meşâyih eşiğine düşmeli ve o fâni kapılardan, fâni umutlardan vaz geçmeliyiz.  


 UYKUNUN ÇEŞİTLERİ 

Şimdi kardeş, uykunun altı çeşidi vardır:

1) Gaflet uykusu  

2) Şekavet uykusu  

3) Ukubet uykusu  

4) Kaylûle uykusu  

5) Ruhsat uykusu  

6) Hasret uykusu  

Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz buyurmuşlardır ki: “Uyku, altı çeşittir: İlim meclislerinde uyuyanlar Gaflet uykusundadırlar. Sabah namazı vaktinde uyuyanlar Şekavet uykusundadırlar. Namaz vakitlerinde uyuyanlar Ukubet, yani Azap ve Eziyet uykusundadırlar. Öğle namazından evvel, kuşluk zamanı uyuyanlar Kaylûle uykusundadırlar. Yatsı namazını kıldıktan sonra uyuyanlar Ruhsat uykusundadırlar. Cuma geceleri uyuyanlar ise, Hasret uykusundadırlar.”  


UYKUNUN ÇEŞİTLERİ 

Ey kardeş: Uyursan, hiç olmazsa RUHSAT UYKUSU veya KAYLÛLE UYKUSU uyu! İbrahim peygamber aleyhisselâma, bir gece uyku bastırdı. Biraz, gözünü dinlendirdi ve içi geçti. Rüyasında, Hak teâlâ hazretlerini gördü. Allahu azim-üş-şân buyurdu: 

— Yâ İbrahim! Oğlunu boğazla.  

İbrahim aleyhisselâm derhal uyandı. Kendisine bir titreme ârız oldu. İnlemeye başladı. Oğlu İsmail aleyhisselâm babasının inlemesini duydu ve sordu:  

— Baba, ne acı inliyorsun. Seni, hiç böyle inlerken görmemiştim. Ne oldu, neyin var?  

— Oğul, bir rüya gördüm.  

— Ne olur babacığım bana gördüğün rüyayı anlatsana.  

— Ey oğul! Bu gece uyku bastırdı, bir lâhza başımı yere koyayım dedim, uyumuşum. Rüyamda, Hak teâlâ hazretlerini gördüm. Bana (İbrahim! oğlunu kurban et.) buyurdu işte, bunun için canıma ateş düştü, titriyorum. Amma, Allâhu teâlânın emrinin yerine gelmesi lâzımdır.  

— Babacığım, bu ceza sana niçin verildi, bilir misin?  

— Nedendir?  

— Çünkü, bu gece uyudun ve dosta münâcatı terk ettin. Bu musibet bunun için sana ceza olarak Duyuruldu. Ey benim babacığım! Hakkı seven kişiler uyurlar mı? Eğer, uyumasaydın böyle rüya görmezdin. Fakat, olan oldu. Şimdi beni kurban et ki, suçun affolunsun, dedi.  

Bu kıssa, Kur'an-ı azimde zikr olunmuştur. Hak teâlâ, haliline buyurur: “Vakta ki, oğlu beraberinde çalışabilecek çağa erdi. İbrahim: Yavrum, dedi Rüyamda seni boğazlıyor gördüm. Bir bak, düşün ne dersin, bu hususta düşüncen nedir? Oğlu: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. Beni inşaallah sabır edicilerden bulacaksın, dedi.” (Sâffât sûresi: 102)


Davud peygamber aleyhisselâma, Hak teâlâ şöyle buyurdu: 

— Yâ Davud! Bir kişi, beni sevdiğini iddia eder ve fakat o kişi geceleri uyursa, muhakkak ki onun bu dâvası yalandır.  

Şeyh Şibli rahmetullahi aleyh buyurur ki:  

— Bir âşıkın bin yıl ömrü olsa, o bin yıl içinde bir gece sabaha kadar uyusa, o talibe Hak teâlâ hazretleri katında bundan büyük rüsvaylık yoktur.  

Yine o aziz buyurmuştur: 

“Bir gece, bana uyku bastırdı ve o gece uyumuş kalmışım. Hak teâlâ buyurdu ki:  

— Yâ Şibli! Gözlerini aç ve uyan! Uyuyan kişiler, benden mahcup olurlar. Bu hitabı işittikten sonra, bütün ömrüm boyunca gece uykusunu terk ettim. Eğer, sen de tâlip isen gece uykusunu terket zira, âşıklara gece uyumak haramdır. Sevenlere, bütün uykular haramdır, buyurulmuştur.  


Velilerden birisi, evlât sahibi olmak niyeti ile bir cariye satın aldı ve kıza:  

— Haydi, beraber yatalım, dedi.  

Cariye şu cevabı verdi:  

— Senin de efendin var mı?  

— Evet, vardır.  

— Senin efendin de uyur mu?  

— Hâşâ ki, benim efendim uykudan ve uyumaktan münezzehtir.  

— Peki, sen efendinden utanmaz mısın ki, o uyanık ve hazır iken sen ona karşı yatıp uyuyacaksın?  

O aziz, cariyenin bu sözünden korktu ve artık ömrünün sonuna kadar hiç gece uykusu uyumadı.  


Ey kardeş: Geceleri uyanamıyorsan, hiç olmazsa seherlerde uyanık ol! Uyanık olanları Allâhu teâlâ sever ve över: “Ve seherlerde namaz kılıcılardır.”  (Ali-İmran Suresi: 17) Hak teâlâ, gece namaz kılanları sevdiğinden ötürü, Hak teâlâ İsrâ sûresi 79. ayette Resulü Ekrem efendimize şöyle buyurarak gece namazını emretti: “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus bir ibadet olmak üzere teheccüt namazı kıl ki, Rabbin seni Makamı Mahmuda ulaştırsın.” 

Allahu azim-üş-şân buyurur ki: 

— Gerçek kulum, öleceğini unutmayan, geceleri uyumayan, tesbihi ile horozları uyandırandır. Oysa, biz horozların öte öte bizi uyandırmalarını bekleriz.


Bir gece, Yahya peygamber aleyhisselâm, her zamankinden fazlaca yemek yedi. Kendisine bir ağırlık geldi ve yattı uyudu. Hak teâlâ, ona vahyedip şöyle buyurdu: “Yâ Yahya! Neden çok yemek yedin ve yattın uyudun? Yoksa, benden başka sığınacak bir yakınlık mı buldun? Yâ Yahya! İzzetim hakkı için, eğer bir kere cennete baksaydın, şevkinden mahvolur ve gözlerine asla uyku girmezdi. Eğer, cehennemin de hakikatini bilmiş olsaydın, ağlamaktan gözlerinin yaşı tükenir de kan ağlardın. Korkundan, bütün azaların dağılırdı. Elbise yerine eski püskü şeyler giyerdin, ekmek yerine endişe yerdin, geceyi gündüzü yasla geçirirdin.”


Düşün ve insaf et! Yahya aleyhisselâm, bir gece uyuduğundan ötürü böyle azarlandı. Bir kerre, arpa ekmeği ile karnını doyurarak uyuyan peygambere böyle ihtar olursa, Ya, hayvan gibi midesini doyurup ve doldurup, yabana bırakılmış leş gibi uyuyanlara acaba nasıl bir azarlama ve ihtar olacaktır? 


Yazık, yazık bizlere ki, şeytana esir olmuş, nefsimizin isteklerine düşmüş, yalnız dünyamızı imâr ederiz. Haram helâl demeden, karınlarımızı türlü türlü yemeklerle doldurur, hararet basınca üstüne soğuk suları da içeriz. Yediğimiz o yemeklerin buharı dimağımıza ağırlık verir, gözlerimize uyku bastırır, başımızı yastığa koyduk mu, tâ gün doğuncaya kadar horul horul uyuruz.  


İlâhi! Medet senden. 


 MÜHİM BİR İHTAR 

Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyururlar ki: “Bir gece, uykumda iki kişi geldiler ve beni alarak bir yere götürdüler. Orası ne yere benziyordu ne göğe! Baktım ki, bir kişi arkası üstü yatmış ve diğer bir kişi de onun üstüne çıkmış, iri bir karpuz büyüklüğündeki taşı, altta yatanın başına vuruyor. Vura vura, o altta yatanın başı parça parça oluyor ve taş yuvarlanıyor. Üstteki, taşı tekrar alıyor ve tekrar vuruyor, vuruyor. Bu defalarca böyle tekrarlandı, durdu. Dayanamadım, yanlarına gittim ve sordum; .... -  

— Bu kişi kimdir? Kendisine neden böyle azap ediyorsunuz?   

— Bu, gece yatıp sabahlara kadar uyuyan bir kişidir. Bir gece olsun kalkıp ne zikrullah etti, ne namaz kıldı, ne Kur'an okudu, ömrü boyunca sabahlara kadar uyudu. İşte, bunun için kendisine azap edilmektedir ve kıyamete kadar da bu azabı devam edecektir. Artık, kıyamette hali nice olur bilmem.”


MÜHİM BİR İHTAR – 2

Aleyhissalâtü vesselam efendimiz buyurmuşlardır ki: “Sabah uykusu şeytanidir. Şeytan, kişinin burnunun deliğinden içeri girer, ona kötü rüyalar gösterir ki, bu rüyayı kimseye söylememelidir. Şeytan, uykuya hazırlanan bir kişinin burnunun deliğinden içeri girer, genzinde yerleşir ve onu öyle uyutur ki, sabaha kadar uyanamaz. Onun için, siz birinize uyku bastırdığı zaman, hemen gidip burnunuza su çekin, oraya yerleşmeye çalışan şeytanı def etsin. En önemli hadis kitaplarından Buhâri ve Müslîm de Ebû-Said-i Hudri radıyallâhu anh, şöyle rivayet eder: “Sizden biriniz esnerken, eliyle ağzını tutsun. Zira, şeytan ağzından girer.” Bir başka Hâdisi Şerif te de şöyle buyurulmaktadır: “Sizden biriniz uykudan uyanınca» burnunun deliklerine tâ genzine kadar su çeksin ve oraya yerleşen şeytanı çıkarsın.”  


Ey aziz: Geceleri uyanık bulunmaya çalış! Geceler, üç büyük taifenin üzerlerinden üç halle geçer. Kâfir veya müslüman, bu üç faalden uzak kalamaz.  


1) Bir taife vardır ki, gece onlar için saadettir. Gecelerden, onlara zerre kadar zarar erişmez. Belki, onlar için bir devlet olur. Şimdi sana onların kimler olduklarını da söyleyeyim ki, geceleri kendilerine devlet ve saadet olanları tanıyabilesin: Bunlar, geceleri hasret kaldığı gurbetteki bir sevdiğini bekler gibi gözler ve gece olunca sevinirler. Zira, gaflet ehli güneş doğuncaya kadar uyurlarken, talipler uyumazlar, bu kavga ve gürültü âleminden el ve ayak çekilince, onlar gider alır ve dost eşiğinde başlarını secdeye koyarlar, Mevlâya münâcatta bulunurlar, bütün hacetlerini o yüce dergâha, arz ederler, namaz kılar, niyaz eder, yalvarır, yakarır, gözyaşı dökerler ve sabah olana kadar Mevlâ ile söyleşirler. Sabah olunca da halkın arasına karışır, kendilerini hiç belli etmezler ve halktan biri gibi görünürler. İşte, geceler bu gibi kişilere devlet ve saadet olur. Onlar, bu yüzden geceleri sever ve isterler, geceleri Mevlâ ile sohbette bulunurlar.  


2) Bir diğer tâife de vardır ki, geceleri onlar için sıkıntı ve zorluk demektir. Gecelerin onlara hiçbir hayrı ve faydası olmaz gece ile azap ve ceza gibi olurlar. Zira, bunların Hak teâlâ hazretlerine karşı yüzleri karadır. Peki, kimlerdir böyle olanlar? O kimselerdir ki, gece olmasını gözetir ve her biri bir köşede hırsızlık eder veya bir eğlence ve sefahat meclisinde sabahlara kadar nefsanî zevklerle meşgul olurlar. Onlar, bu içki ve çengi âlemlerini gerçekten bir zevk sanırlar ve bu âlemlerin canlarına azap, ikap, cefa ve mihnet olduğunu asla düşünemezler.  


3) Bir tâife daha vardır ki, onlara da geceleri ne kâr getirir ne de zarar verir. Bunlar, geceleri uyku ile geçirirler, arada bir uyanır, sağlarına sollarına dönerler, hiç Allah'ı zikretmezler. Sanırsın ki, onlar birer ölüdürler, kabirlerine uzanmış öyle yatarlar. Sabah olup, ezan okununca kalkarlar, yani bir bakıma dirilirler. Gerçi, bunların ikinciler gibi ziyanları da olmaz ise de gecelerini gafletle geçirmeleri ve kıymetini bilmemeleri, elbette büyük bir zarardır.  


Ey halini bilmeyen biçare: Sakın sende, hallerini bilmeyen bu iki tâife gibi olma! Sonra ziyan edenlerden olur, Hak teâlânın hışmına uğrayarak, cehennemde türlü türlü azaba uğrayanlardan olursun.  


Sen de gecelerini zikirle, tesbih ile, namazla, niyazla, yalvarıp yakarma ile geçirenlerden ol ki, doğrudan cennete gidip cennette türlü içecekler ile zevki sefa edersin. 


Gevâşi tefsirinde denilmiştir ki: “Allâhu teâlânın mümin kulları, temiz bir abdest ile uyudukları zaman, onların canları göklere yükselir, secdeye varmaya emr olunur. Fakat, abdestsiz yatarlarsa, yine göklere yükselirler ama secde ile emir olunmazlar.”

  

Kadı Beydâvi tefsirinde de denilmiştir ki: “Nefsin, bedenin zahiri ve batını ile ilişkisi vardır, ölüm halinde, nefsin ikisi ile de irtibatı kesilir. Uyku halinde ise, yalnız bedenle ilişkisi kesilir. Fakat, bir nefs vardır ki hem ölüm hem de uyku halinde de ölmez. Zira ölen sadece bedendir. Yani, bedenin hareketidir, ölüm halinde dahi ölmeyen nefs; Nefsi mutmainne, Nefsi mülhime veya Nefsi levvâme’dir. Eğer, bunlar ölüm halinde ölselerdi, sevaptan lezzet ve azaptan elem duymazlardı. Uyku halinde ölmeyen de hem cisim hem de ruhu hayvanidir.

Zira, bu hayvani ruh gider yani seyreder, ruhu insani ise yerinde durur. Yani, bedenden ayrılmaz. Onun için, beden diri olur. Uyuyunca ruhu hayvani gider, seyran eder, dilediği yerlerde dolaşır. Onun, o seyirden, yemekten, içmekten ve şehvetten hazzı ve sefası vardır. Ruhu hayvani bunlardan hoşlanır. Uyanınca, döner yine bedene girer, hayvani ruh hem uykuda hem de uyanınca haz alır iki halde de hazzı vardır. 

Sual: “Ruh-u hayvani ve ruh-ü insani bir değil midir? Ruhu hayvani başka ve ruhu insani başka mıdır?” 

Cevap: “Ruhu hayvani başka, ruhu insani başkadır. Ruh-u insani, uyku halinde gitmez. Eğer, gitmiş olsa beden ölür. Uyku halinde giden ve uyanınca bedene dönen ruhu hayvanidir.”  

Akla bir soru daha gelebilir: İnsan, ruhu hayvani dönünce mi uyanır, yoksa uyanınca mı ruhu hayvani gelir? Bu konuda söylenecek çok sözler vardır, inşa’allahu teâlâ aşağıda onları da anlatacağız. Şimdi, şu kadarını anlatalım ki; ruhu hayvaninin uyku halinde yemesi, içmesi ve sair mübaşereti olur. Bilmez misin ki, uyku halinde ihtilâm olunca, gusül vaciptir. Zahirde de gusül vacip olur. Zira, nefis, beden ve hayvani ruh, mahlukattan yani “âlemi halktandırlar”. Oysa, ruhu insani “âlem-i emirdendir”. Nitekim, Hak teâlâ İsrâ Sûresi 85. ayetinde şöyle buyurur: “De ki, Ruh Rabbimin emrindendir.” 


İnsani Ruh, akıl âlemimin dışındandır. Zira, ruhu insaniyi akılla yorumlamak mümkün değildir. Eğer, yorumlamak mümkün olsaydı, başka türlü anlatılırdı. Anlatılamadığından ötürüdür ki, Hak teâlâ Habibi edibine: (De ki: Ruh, Rabbim celle şanenin emrindedir) diye cevap vermiştir. Demek ki, insani ruhla aklın ilişkisi yoktur, hayvani ruhun onunla ilişkisi nasıl olabilir ki, ruhu insani lâ-mekândır (mekânsızdır). Bundan dolayı da âlem-i emirdendir. Böyle olduğu için de Hak teâlânın marifetine ve muhabbetine nail olmuştur. Sözü uzattık; maksada gelelim. Evet, sözümüz uykuda idi. Şunu bilmiş ol ki, cemâle istekli ve visale talip olanlar, asla sabahlara kadar uyumazlar.  


YOLUN BAŞINDA OLAN TALİPLERİN UYKUSU


Arifler şöyle buyurmuşlardır: Müptedi (yolun başında olan) talipler, gecenin üç bölüğünde uyumalı ve bedenleri uykusuz kalmamalıdır, ki başları ağrımasın ve ıstırap duymasınlar. Bunu rakamla ifade etmek gerekirse, sadık müritler iki saat gündüz ve altı saat gece olmak üzere, günde toplam sekiz saat uyku uyumalıdırlar. Gündüzleri, şöyle uzanmalı ve bedeni dinlendirmeli, fakat asla müddeti uzatmamalıdırlar. Çünkü, öyle zamanlar olur ki, ruh uykusuz da ağırlığı giderir. Zira, uykunun tabiatı soğuk ve ıslaktır. Bedene faydası vardır, mizaçtan harareti ve kuruluğu giderir. Eğer, gecenin üç bölüğünden az uyunursa, talibin bilincine zarar verir, cismi ıztıraba düşer, halsiz ve mecalsiz kalır, talep yolu bağlanır ve Ne’ûzü billâh onun yerine bir gevşeklik gelir. Fakat, gönüldeki muhabbeti ağır basar bu alışkanlık haline gelip uykunun yerini alırsa, gecenin üç bölüğünden az uyumak zarar vermez. Zira, insani ruhta tabiatı gereği soğuk ve ıslaktır, oda uykunun yerini tutabilir.


Ariflerden birisine sordular:  


— Gece ile aran nasıl?  


Şöyle cevap verdi:  


— Ben geceye hiç riayet etmem. O gelir cemalini gösterir ve gider. Gidince de onu hiç düşünmem. Geceleri ibadet, dosta münâcat etmek ve cemâli müşahede etmek içindir.  


Ebû Süleyman Dârani buyurur ki: Geceleri uyanık olanlar ve ibadet edenler, bu ibadetlerinden öyle şevk, zevk, lezzet ve sefa bulurlar ki; ne yanları üstüne yatarak horul horul uyuyanlar ne de sabahlara kadar eğlence yerlerinde vakit geçirenler aynı zevk ve lezzeti bulamazlar.  


Bundan dolayı arifler: Sevgili ile bir yıl birlikte olunsa, uyku ile uyanıklık arasında geçen zaman gibi kısa olur ama sevgiliden ayrı ve uzak yaşamak, uyku ile uyanıklık arasındaki süre kadar bile olsa insana bir yıl gibi uzun gelir. Onun için, ruh ve üns ehli olanlara, uzun geceler kısa gibi gelir.  


Ali ibn-i Bekâr rahmetullâhi aleyh buyurur ki: “Kırk yıldır beni, gecelerin sonunda güneşin doğması kadar hiçbir şey üzmedi ve usandırmadı.” 


Arifler derler ki: Uyanıklara, Hak teâlâ nazar eder ve onların gönüllerini nur ile doldurur ve gönüllerine türlü türlü bereketler verir. Ondan sonra, onların gönüllerinden, gafillerin gönüllerine âfiyet ulaşır. 


Hak teâlâ, Nebilerden birisine vahiy edip buyurdu:  


— Benim has kullarım onlardır ki, beni severler. Ben de onları severim. Onlar beni isterler, ben de onları isterim. Onlar beni zikrederler, ben de onları zikrederim. Onlar bana nazar ederler, ben de onlara nazar ederim. Eğer, sen de onların yollarında bulunacak olursan, seni de severim. Yollarından ayrılıp sapacak olursan, sana nazar etmem. O peygamber niyazda bulundu: “Yâ Rab! Onların alâmetleri nedir?” 


Hak teâlâ buyurdu:  


- “Onlar, çoban koyun güder gibi, gündüzün gölgeleri güderler. Kuşların yuvalarını istemeleri gibi onlarda güneşin batıp gecenin olmasını isterler. Vakit gelip, gece karanlığı inince her dost dostla halvet olur. Onlar, benim için yüzlerini yere koyarak secde ederler. Benim için ayakları üzerinde durur bana münâcat ederler. 


Bunun için, benim onlara bahşişim şudur:  


Onların gönüllerine nur veririm, onlar da hiç şüphesiz benden haber verirler. İkinci hediyem de şudur: Eğer, yedi kat yer ve yedi kat gök onların terazilerine konulsa, bunu kendilerine az görürüm. Üçüncü bahşişim de şudur: Ben, onlara zatımla ve bütün Esma ve sıfatımla tecelli ederim. Benim zatımla ve bütün esmâ ve sıfatımla tecelli ettiklerime vereceğim kerametleri hiç kimse bilmez.  


Şeyh Şihabüddin Ömer Sühreverdi rahmetullahi aleyh buyurur ki: “Sadık bir mürit, Hak teâlaya münâcatta bulunmak üzere gece kalktığında, onun gecesinin nuru, gündüzüne akseder. böylece onun gündüzü de gecesinin himayesinde bulunur. Zira, onun gönlü Hak teâlânın nurları ile aydınlanmış olur. Bunun için, onların gündüz yapıkları bütün hareketleri ve tasarrufları, o nurların kaynağından hâsıl olur.”  


Bir Hadis-i şerifte: “Geceleri namaz kılanların yüzleri, gündüz güzel olur”, buyurulmuştur. Davud peygamber aleyhisselâm, niyazda bulundu: “Yâ Rabbi Geceleri, sana ibadet etmeyi sever ve isterim. Acaba, ne vakit kalkıp ibadet edeyim?  


Hak teâlâ buyurdu:  


— Yâ Davud! Gecenin başında kalkma! Gecenin sonunda da kalkma! Zira, gecenin evvelinde kalkan kullarım, sonunda da kalkamazlar. Sen, gecenin ortasında kalk, tâ ki o vakitte kalkan kullarım seni rahatsız etmesin. Sen, benimle halvet ol, ben de seninle olayım. O zaman, ihtiyacın ne ise arz et.  


Şu hâlde, gecenin başlangıcında yatsı namazından sonra biraz nafile namaz kılıp, zikrullah ta bulunmalı ve uyku bastırınca uyumalıdır. Uyandığı zaman, on iki rekât namaz kılmalı, ondan sonra vacip olan vitir namazı eda etmeli, bir müddet zikrullahta bulunmalıdır. Fakat, uyku bastırdığı zaman namaz kılıp zikretmekten sakınmalıdır. Zira, bu gafillerin ibadeti ve zikrine benzeyebilir.


Bu kitabın müellifi fakir de derim ki:  


— Şeyhim ki, Şeyh Hüseyin ibn-i Şihabüddin Ahmed, İbn-i Hüsamüddin bin Şeyh Şemsüddin Mehmed bin Şeyh Muhyiddin-i Abdülkadir-i Geylâni kaddesallahu sirrahul-aziz, müritlerine buyururdu:  


— Geceleri bir kere uyuyun ve gündüzleri bir kere yiyin.  


Şimdi, şunu bilmiş ol ki, tâlib-i Hak olan kimseye geceleri kalkıp zikrullah etmek ve namaz kılmak elbette gerektir. Nitekim, haberde vârid olmuştur: Aleyhissalâtü vesselam efendimiz: (Geceleri, bir davar sağacak kadar dahi olsa, kalkıp ibadet ediniz.) buyurmuşlardır. Bu davar sağacak kadar süreyi kimileri iki rekât, kimileri de dört rekât namaz kılacak kadar bir süre olduğunu söyler. 


Bazıları da derler ki, Hak teâlânın: Âli İmran sûresi 26. âyetine işaret ederek: “De ki, mülkün gerçek sahibi olan Allâhım, Mülkü dilediğine verir ve mülkü dilediğinden alırsın.” diye buyurması, Allahu azim-üş-şân dilediğine geceleri kalkıp ibadet etmek kudret ve kuvvetini verir, dilediğine bu kuvvet ve kudreti vermez, yani dilediğini geceleri kalkıp ibadet etmekten mahrum eder demektir. Şu hâlde, bir kişi tembellik ve gevşekliğinden ötürü geceleri kalkmayı terk etse veya kalkmaya üşenerek geceleri ibadetten mahrum kalsa, bu hareketinden dolayı yas tutup ağlasın ki, onun üzerine çok hayırlı kapılar kapanır.  


Şimdi aziz: Şu gerçeği de bilmiş ol ki, Resûl-ü zişânın halinden daha üstün bir hal olması mümkün değildir. Resul aleyhisselâmın ise, geceleri kalkıp namaz kılmaktan mübarek ayakları şişerdi. Bazı, halini ve haddini bilmezler: “Resûlullah, bunu şeriatini bildirmek ve ümmetine talim etmek için yapardı” derler.  


Biz de böyle düşünen ve diyenlere cevap verir ve deriz ki: “Madem ki öyledir, biz kim oluyoruz da onun şeriâtine uymuyoruz? O iki cihan serveri, şeriatini bildirmek ve ümmetine talim etmek için, geceleri tatlı uykularını bırakır kalkardı da biz neden kalkıp ibadet etmeyiz?”

  

Burada ince bir nokta var; geceleri kalkıp ibadet etmeyi terk etmekte fazilet gören ve bu haliyle de Cenab-ı mukaddese yakın olduğunu iddia eden hastadır. Bu halleri kaçınılmaz olup, kendini amellerinde gösterir, hasta oldukları anlaşılmaz. Hastalıkları amellerinde görülür. Yakîn olduğunu düşünüp bunu iddia etmeleri hasta olduğunu gösterir, bu halle bağlanmıştır.


Ömer Sühreverdi buyurur ki:  

— Bu inceliği birçok kimselerde gördük ama bize zahir oldu ki kusurdur.  


Hasan Basri hazretlerine birisi sordu:  

—  Bu ne hikmettir ki, geceleri kalkıp ibadet etmeye niyet ettiğim halde, kalkıp namaz kılamam.  


Hazret, şu cevabı verdi:  

— Senin günahın, seni bırakmaz ki gece kalkıp abdest alasın ve namaz kılasın. 


Şu hâlde, gündüzleri günah işlemekten kaçınmalıdır ki, Hak teâlâ geceleri kalkıp ibadet etmek saadet ve mazhariyetini müyesser eylesin.  


Ululardan birisi der ki:  

— Günah işlediğimden ötürü, yedi ay gece kalkıp namaz kılmaktan mahrum kaldım.  

Kendisine sordular:  

— O günahın, nasıl bir günah idi?  

Şöyle cevap verdi:  

— Bir gün, bir yerde birisinin ağladığını gördüm. “Ehl-i beytinden birisi mi öldü ki, ağlıyorsun?” diye sordum. Bana: “Ondan da beter bir musibete uğradım.” dedi. “Vücudunda bir sıkıntı ve illet mi var?” diye sordum. “Ondan da beter belaya uğradım.” dedi. “O bela nedir?” diye sordum. “Bütün kapılar yüzüme kapandı. Bütün perdeler gönlüme asıldı. Bir gece virdimi okuyup yerine getiremedim, onun için ağlıyorum. Benim bu günahım, öyle bir günahtır ki, ben onu söyleyemem,” cevabını verdi.  


Kimileri adamın uğradığı belanın ihtilam olmak olduğunu söyledi. Zira, ihtilamın sebebi, başı yere koyarak uyumaktır. Kişi, başını yastığa koyarak uyumayı terk etse ve geceleri kalkıp ibadet etmeyi âdet edinse, artık o kimseye başını yastığa koymak günah olur. Eğer, başını yastığa koyarsa, ihtilâm olmağa sebeptir. Fakat, bir kimse geceleri kalkıp ibadet edebilmeye kuvvet ve yardımı olsun diye, başını yastığa koyarsa, günah olmasa da âşıklar için yine günahtır.  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumî Hazretleri)

Lokmana dikkat et

 Lokmana dikkat et. Haram geçmesin boğazından.Bir yemek, gafletle pişer, isteksiz hazırlanırsa, onu yiyenin halleri bozulur. Günaha girmesi kolay olur.İstekli pişerse şifa olur. Onu yiyen, zevk alır ibadetinden.

(Behaeddin-i Buhari hazretleri "kuddise sirruh")

KALP GÖZÜ NÜN AÇILMASI İÇİN

*KALP GÖZÜ NÜN AÇILMASI İÇİN, KALBİN TEMİZLENMESİ LÂZIM*

*Sâlihler nerede, sâlihlerin Sohbet ini nasıl bulacağız? Bu, ele geçmez oldu*. O hâlde onların Kitaplarını okuyacağız kardeşim. Kitaplarını okumak da, onların Sohbeti sayılır. 
*Büyükler,hep Mektûbât okumuşlardır*.Mektûbâtı okuyan,İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Sohbet inde bulunmuş demekdir. 

Cenâb-ı Hak,Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruyor:* Yâ eyyühellezîne âmenû. Ey îmân eden kullarım! Âminû, îmân ediniz*. Ey îmân eden kullarım, îmân ediniz! Bu ne demek? Yâni, *Ey zâhiren, kısaca Îmân eden kullarım, çok ibâdet yaparak Hakîkî îmân ediniz. Îmân ın hakîkatine kavuşunuz*. Yâni gerçek Îmân edin, sâdece Lâf da kalmasın îmânınız .Demek ki, hakîkî îmâna kavuşmak nasıl olurmuş? İbâdet yaparak. İbâdet yapmanın Sebebi buymuş. 

Allahü teâlâ, niçin bize Sıcak yatakdan kalkıp, Soğuk su ile abdest almayı, uykudan kalkıp Namaz kılmayı, İbâdet yapmayı emrediyor? Gerçek Îmâna kavuşmamız için. 
Yâni Kalp Gözü nün açılması için, kalbin temizlenmesi lâzım. Kalbimizi nasıl temizliyeceğiz? Onu nasıl açacağız? O kalbin Pencere si nasıl açılır? İbâdet yapmakla. 
*Pekii ibâdet nedir? İbâdet, Allahü teâlânın emirlerini Îhlâs ile yapmakdır, ihlâsla. Öyle yatıp kalkmakla Namaz olmaz ki. İhlâs lâzım. İhlâs nedir? Allah emretdiği için yapmakdır*. 

*Allah rızâsı için yapmak lâzım. Namâzın kabûl olması için üç Şart var*. 
*Birincisi, Namaz nasıl kılınır? her şeyden evvel Bunu öğreneceğiz*. Namâzın Farzlarını, Vâciblerini, Sünnetlerini, Şartlarını bilmiyenin namâzı, Namaz olmaz ki. Birinci şart öğrenmekdir, bilmekdir. Yâni, İlim lâzım. 
*İkinci şart nedir? Amel*, yâni bildiğine göre, öğrendiğine göre Yapmak. Bildiğine göre Namaz kılmak, bildiğine göre İbâdet yapmak. Biliyor, ama bildiğine göre yapmıyor. O, kendi havasında. O bilgiler Arka da kalmış. Olmaz öyle. Bildiğine göre yapacak. 

*Üçüncüsü ne? İhlâs. İhlâs nedir? Allah için yapmak*. Ancak Allahü teâlâ için ibâdet yapılır. O emretdiği için Namaz kılınır. O emretdiği için Oruç tutulur.
*Velhâsıl üç Şey çok mühim kardeşim.İlim, Amel ve İhlâs*.

*Hüseyin Hilmi bin Saîd Rahmetullâhi aleyh*

Şimdi acımak zamanı

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allah yolunda atılan adımlardan hiç endîşe duymayın kardeşim. Çünkü bu adımlar, Allah indinde *Makbûl* dür ve *Kıymetli* dir. 


Bu zamanda *Küfr* ve *Bid’at* her tarafı kaplamış, heryer felâket içinde. Küfr, *Sel* gibi akıyor. Her gün yüzlerce acâyip, bozuk, yamuk kitaplar çıkıyor. 


Dîni bozmak için *Yarış* var âdeta. *Televizyon*, hele *İnternet*, gençlerin îmânını çalmak için nice sinsi tuzaklar kuruyorlar. 


Ben, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine, altıncı cüzü okuyorum. *Sûre-i Mâide* var o cüzde. Efendim, Allahü teâlâ, *Âdem* aleyhisselâma emir verdi; *Hâbil* ve *Kâbil*, birer kurban kessinler! diye. 


*Hâbil*, hayvancılık yapıyordu. Sürüsünün en *İri* ve en *Gösteriş* li koçunu seçip, onu kurban etdi. Allahü teâlâ da, onun kurbânını *Kabûl* etdi. 


*Kâbil* ise, rençberlik yapıyordu. O da, buğdayların içinden, en *Âdi* ve en *Kıymet* siz olanından bir bağ başak getirdi. Allahü teâlâ onunkini *Kabûl* etmedi. 


O zamanki âdete göre, kabûl edilen kurban, gökden gelen bir *Ateş* le yanıyordu. Kabûl edildiği böylece anlaşılıyordu. *Hâbil* in kurbanı yandı. *Kâbil* inki ise yanmadı. 


Öyle olunca, *Kâbil* feryâd etdi; *Neden benim kurbanım kabûl olmadı?* diye. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor efendim. 


Allah celle celâlüh, kendi *Rızâsı* için yapılan hizmetleri ve ibâdetleri kabûl eder. Hâbil, *Allah için* kesti. Kâbilinse, Allah rızâsı *Aklına* bile gelmedi. Cenâb-ı Hak da onun verdiğini kabûl etmedi. 

● ● ● 

Şimdi affetmek zamânı kardeşim. *Güler* yüzlü, *Tatlı* dilli olmak ve *Acımak* zamânı. *Merhamet* zamânı şimdi. 


Çünkü insanlar, *Fevc Fevc* Cehenneme sürükleniyor, felâkete gidiyorlar. *Çok Kötü*, çoook. Enver âbinin çok gidecek yerleri var.


Tevafuk oldu, *İyi* oldu, sizinle görüşdük kardeşim. Bana müsâde, Allahü teâlâ, daha çok bayramlara, *Sıhhat* ve *Âfiyet* le kavuşdursun inşallah.

Son nefesten korkmamak

 Son nefesten korkmamak imansızlık alametidir.

(Hüseyin Hilmi Işık “kuddise sirruh” hazretleri)

Harama güzel demek

 Ebu Nasr-ı Debbusi hazretleri, Kadi Zahireddin-i Harezmi hazretlerinden naklen buyuruyor ki:(Bir şarkıcıyı dinleyen veya herhangi bir haram işi gören kimse, haram olduğuna inanarak veya inanmayarak, buna, ne güzel dese, o anda imanı gider. (Müjdeci Mek. 266)

Ehl-i sünnet gemisi

 Biz,elhamdülillah, ehl-i sünnet gemisini batmaktan kurtardık; Hüseyin Hilmî Efendi de bunu dünyânın her yerinde dolaştıracaktır.

(Seyyid Abdülhakim-i Arvasi "kuddise Sirruh" hazretleri)

Depozit, Kapora ve Komisyon

Sual: Kiracıdan depozit almak ve bu depoziti kullanmak, depoziti Türk lirası olarak verip Türk lirası olarak almak caiz midir?
CEVAP
Kiracıdan depozit almak caizdir. Alınan bu depoziti daha sonra kiracının izni ile kullanmakta mahzur yoktur. İzinsiz kullanılması tahrimen mekruhtur, haramdır. Kiracı razı olursa, Türk parası olarak alıp Türk parası olarak iade etmek caizdir. Fakat birkaç sene sonra Türk lirasının değeri düşer. Değeri düşmüş parayı kiracıya verirken biraz düşünmek gerekir. Bunun için depozitleri altın olarak vermek çok iyi olur. Fazla bir kayıp söz konusu olmaz.

Depozito, emanet demektir. Emaneti de izinsiz kullanmak caiz olmaz. Bunun gibi, filancaya götürmek üzere emanet bir kilo elma alan kimsenin, verenin rızası olmadıkça, onları yiyip de, daha kalitelisinden alarak başka elmaları götürmesi caiz olmaz. Emanete hıyanet etmiş olur.

Sual: Evimi sattım. Satın alan şahıs, kapora da verdi. "Birkaç gün sonra gelir paranın tamamını veririm" dedi. Bir ay geçtiği halde gelmedi. Evi başkasına satmam caiz midir?
CEVAP
Alıcı sözünde durmadığı için evinizi satarsınız. Gelince kaporasını da verirsiniz.

Sual: Bazı simsarlar, alnı terlemeden komisyon alıyor. Sadece aracılık yapıyor. Bunların aldıkları para haram olmuyor mu?
CEVAP
Tellal [Komisyoncu], mal sahibinin izni ile, malı kendi sattığı zaman, komisyon ücretini satıcıdan alır. Müşteriden bir şey istemez. Çünkü hakikatte malı satan kendisidir. Burada tüccarlar arasındaki âdete bakılmaz. Eğer komisyoncu, satıcı ile müşteri arasında aracılık yapıp, malı, satıcı bizzat kendisi satarsa, komisyon ücretini, âdete göre, satıcı veya müşteri veya her ikisi ortaklaşa verir. (Redd-ül Muhtar)

Komisyonculuk kötü bir meslek değildir. Beden işçileri terleyebilir. Fikir işçilerinin alnı terlemiyor diye kazandıkları haram olmaz. Kimi çalışmadan da terler. Ter akıtmak ölçü değildir.

Sual: Emlakçı vasıtası ile gayri menkulü satılığa çıkarıp, alıcı çıkınca, komisyon vermemek için, satıştan vazgeçildiği söylense caiz mi?
CEVAP
Hayır, hak geçer.

Komisyon almak
Sual: Özel ders veren bir arkadaşın, kendisine bulduğumuz her öğrenci için, bize vereceği komisyonu almamız caiz olur mu?
CEVAP
Evet, caizdir.

İşe almak için komisyon
Sual: Özel bir iş yerine girebilmem için, bir tanıdık, (Ben patronu tanıyorum, eğer bana üç aylık maaşını verirsen, seni işe aldırırım) dedi. Bu, caiz olan komisyona girer mi? İşsiz ve zor durumda olduğum için, bu teklifi kabul etmem caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir. Din kitaplarında, (Dinini, malını ve canını korumak ve hakkını kurtarmak için, bir şey vermek caiz olur) deniyor.

Hava parası almak
Sual: Kiralanan dükkân için hava parası istendiği oluyor. Dinimize göre de hava parası vermek caiz olmadığına göre, istenen parayı verip dükkânı tutabilmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Dükkânı tutmak gerekiyorsa, para vermek zorundaysa, mesela dükkân sahibinin eski bir sandalyesini, vereceği hava parası kadar fiyata satın alabilir. Buna da imkân yoksa, parayı verip dükkanı tutar. Hava parası verene değil, alana günah olur.

Kapora vermek
Sual: Kapora verme işi, daha çok ev veya araba satarken oluyor. Satıcı, (Bize kapora ver ki, evi veya arabayı başkasına satmayalım) diyor. Alıcı daha ucuz ev veya araba bulunca satıştan vazgeçiyor. Aldığı kapora satıcıya helâl olur mu?
CEVAP
Yapılan satış sözleşmesini, tek taraflı olarak alıcı da, satıcı da bozamaz. Bozarsa bozması geçerli olmaz. Tek taraflı bozulmuşsa sözünde durmamış olur. Günaha girer. Kapora geri verilir. Her iki tarafın rızasıyla sözleşme bozulmuşsa, yine kapora iade edilir. Sözleşmeden vazgeçtiği hâlde, kaporayı vermemek haram olur.

Kaynak: Dinimizislam.com

Tecessüs etmek (Araştırmak)

Sual: Bir arkadaş, Avrupa’da bize misafir oldu. Yemek yerken, önce yemeği kokladı. Domuz yağı var mı diye kokladım, yokmuş dedi. Buna çok üzüldüm, kalbim kırıldı. Beraber namaz da kılmıştık, bana hüsnü zan etmesi gerekmez miydi? Yoksa, böyle araştırmak dinin emri midir?

CEVAP

Böyle araştırma yapmak dinin emrine aykırıdır. Güya bunu din gayretiyle yapıyor. Böyle yapmak haramdır. Bunun için her müslüman önce dinini doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmeli, fıkıh ilmini öğrenmeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]


İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:

(Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, takva değil, vesvesedir. Dinimiz, “Haram olduğu bilinmeyen şeyleri yiyin” der. Resulullah efendimiz, müşrikin; Hazret-i Ömer Hristiyanın testisinden abdest almıştır. Eshab-ı kiram, gayrı müslimlerin verdiği suyu içerdi. Halbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise ekseriya pis olur. Elleri, kapları şaraplı olur. Hayvanı Besmelesiz keserler. Eshab-ı kiram, bunlara rağmen, necis olduğunu kesin bilmedikleri için, vesvese etmeyip; et, peynir gibi gıdaları alıp yerlerdi.) [İhya]


Resulullah efendimiz, bir Yahudinin yağlı yemeğini temiz mi diye sormadan yedi. Bu domuz yağı mı, koyun yağı mı, ekmeğin hamuru su ile mi, yoksa şarap ile mi yoğruldu diye sormadı. Müşrik kadının su kabından abdest aldı. Bunlar, araştırmanın gerekmediğine birer delildir. (Berika)


Tecessüs etmemeli. Suizanda bulunup da ona kötü gözle bakmamalı! Çünkü suizan haramdır. Kusurları da gizlemeli, açığa vurmamalı. Müslümanı incitmemeli. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Hiçbir insanın kalbini incitmemelidir! Kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten, küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Bir hadis-i şerif meali:

(Bir müslümanı incitmek, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.) [R.Nasıhin]


Şu hususlarda da tecessüs etmemeli yani araştırmamalı:

1- Kaplama veya dolgusu olup olmadığını, varsa, Maliki’yi veya Şafii’yi taklit edip etmediğini sormak caiz değildir.


2- Bu malı nereden aldın demek caiz olursa da, sorunca o kimse incinirse, sormak haram olur. O halde, güzellikle sormalı. İkram ettiği şey şüpheli ise, bir bahane ile yememeli. Çaresiz kalırsa, incitmemek için yemeli, başkasına da sormamalı. Çünkü, kendisi işitirse daha çok üzülür. Tecessüs, gıybet ve suizan olur ki, hepsi haramdır. Resulullah efendimiz misafir olduğu zaman, ne verseler kabul buyururdu. Nerden aldınız diye sormazdı. Hediye de kabul eder, sormazdı.


3- Muhtaç olduğu malı kazandıktan sonra, fazla çalışmayıp, ibadet etmek caizdir. Bunun için, çalışmayıp ibadet edene suizan ve tecessüs etmemelidir. İkisi de haramdır.


4- Söz taşıyanın verdiği haberi tecessüs etmemeli yani araştırmamalı. Çünkü tecessüs haramdır.


İyi niyetle kusur araştırmak

Sual: Bir hadiste, (Başkalarının kusurlarıyla meşgul olanın ibadetleri kabul olmaz) buyuruluyor. İbadetle kusur araştırmanın ilgisini anlayamadım. Ben bazı kimselerin mailine girip, yanlış işler yapıyorsa ikaz etmek için kimlerle mailleşiyor diye araştırıyorum. Emr-i maruf niyetiyle yapılan bu araştırmanın ibadetlere ne etkisi olur?

CEVAP

İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Tecessüs haramdır) buyuruyor. Tecessüs, birinin işlerini araştırmak demektir. Bu durum âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır. Bir hadis-i şerif:

(İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin!) [Müslim]


O kişinin kusuru olsa da, bakmamak ve görmemek lazımdır. Kur'an-ı kerimde de, (Birbirinizin kusurunu araştırmayın!) buyuruluyor. (Hucurat 12)


Tecessüs eden, yani başkalarının yaptığı işleri öğrenmeye kalkan, onların kusurlarını araştıran, kendi kusurlarını göremez. Kendini onlardan üstün görür. Ucba ve kibre düşer. Hangi haram olursa olsun, haram işleyenlerin ibadetleri sahih olursa da, kabul olmaz, yani o ibadetlerine sevab verilmez. Onun için emr-i maruf niyetiyle de olsa, hiç kimsenin ne yaptığıyla uğraşmamalıdır.

Kaynak: Dinimizislam.com

Seravil, şalvar değildir

Sual: Peygamberimiz, bizim bildiğimiz şalvarı hiç giymiş midir? Giymemişse bazı kimseler giydiğini nasıl iddia edebiliyor?

CEVAP

Araplar şalvar giymediği gibi, Peygamber efendimiz de giymemiştir. Bazı kimselerin iddiası, seravil kelimesini yanlış olarak şalvar diye tercüme etmekten ileri geliyor. Nitekim cilbab kelimesini de çarşaf diye tercüme edenler olmuş, erkeklerin de çarşaf giydiği gibi gülünç iddialarda bulunulmuştur. Seravil, iç donu demektir. Çoğulu seravilat’tır.


Peygamber efendimizin izar giydiği, seravil giymediği muteber eserlerde bildirilmektedir. Baki efendi tarafından tercüme edilen Mevahib-i ledünniyye isimli muteber eserde deniyor ki:

Fahri kâinat efendimizin, seravil denilen iç donu giydiği hususunda ihtilaf edilmiştir. Çünkü o zaman izar giyerlerdi. Seravil Arap kıyafeti değildi. Bazı âlimler, Fahri kâinat efendimizin seravil giymediğine kesin olarak hükmetmişlerdir. İmam-ı Nevevi, Tehzibül esma kitabında, (Hazret-i Osman, asla seravil giymedi, ancak, şehit olduğu gün giymişti) demektedir.


Eshab-ı kiram, Resulullahın sünnetine uymak için can atarlarken, Hazret-i Osman’ın o gün hariç, seravil giymemesi, Fahri kâinat efendimizin giymediğine delalet eder dediler. Hazret-i Osman’ın o gün giyinmesi de kerametine delildir. Olay günü giyinmesi, seravilin izardan daha iyi örtücü olduğu içindir. Bununla beraber, Ebu Ya’la, zayıf bir senetle, Fahri kâinat efendimizin giymek için bir seravil satın aldığını bildirmektedir. Şifa haşiyesinde, (Peygamber efendimizin seravil giymesi ile ilgili ifade, kalem hatasıdır) denmektedir.


Mevahib-i ledünniyye’deki bu ifadeler gösteriyor ki, Peygamber efendimiz seyrek de olsa, seravil giymiştir. Bu seravil, iç donu demektir. Bildiğimiz şalvarlarla bir alakası yoktur. Osmanlı, seravil de, şalvar da giymiştir. Elbise şekli sünnet-i zevaiddir, mubah âdetlere uymakta mahzur olmaz. Osmanlı şalvar giymekle sünnete muhalif iş yapmış değildir. Âdet olan yerlerde şalvar giyinmek iyidir.


Seravil [iç donu] hakkında bildirilen hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

(Ümmetimden seravil giyen kadınlara, Allah rahmet eyleye. Ey insanlar kendinize seravil edinin. Bu tesettür için çok elverişlidir ve kadınlarınız da dışarı çıkarken bununla korunsun.) [Bezzar, İbni Adiy, Abdürrezzak, İ. Rafii, İ. Asakir]


(Arz [yer yüzü], seravil ile namaz kılanlara istigfar eder.) [Deylemi]


(Ehl-i kitaba muhalefet edin, seravil ve izar giyinin.) [İ. Ahmed, Taberani]


(İhramlı kimse izar bulamazsa seravil giyer. Nalın bulamazsa topuksuz mest giyer.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani]


(İhramlı; kamis, imame, seravil, bornoz ve mest giymesin, nalını olmayan, topukları kesik mest giyebilir.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai, Tirmizi, İ. Malik]


Kamis = gömlek,

imame = sarık,

nalın = pabuç demektir.

İzar, belden altını örten;

rida ise, belden yukarısını örten giysidir.

İhramın da alt kısmına izar, üst kısmına rida denir. İzar, bir cins peştamal, rida ise bir cins gömlektir.

Kaynak: Dinimizislam.com