Allahü teâlânın en büyük sıfatı

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlânın en büyük sıfatı, *Hubb* dur, yâni *Muhabbet* dir. Biz, Allahü teâlâyı hakkıyla sevemeyiz. Bizim sevgimiz, *Sıfâtî* dir, *Hakîkî* değildir. 


Biz, *Sıfâtî* olarak severiz. Ama Allahü teâlâ, *Sıfâtî* sevgiyi de kabûl ediyor efendim. Hakîkî sevgi isteseydi, işimiz *Zor* du. 


Bütün dünyâ şöyle yazıyor kardeşim: *İhlâs Vakfı hakîkî İslâmiyeti bugün bütün dünyâya doğru olarak yayıyor!* diyorlar. Her yere ama, her yere. Ne büyük *Hizmet* kardeşim.


Elhamdülillah ki, Allahü teâlâ bize, Ehl-i sünnet âlimlerinin *Kitap* larını okumayı nasîb ediyor kardeşim. Bu kitapları okumıyan, *Câhil* kalır. 


İstediği kadar *Arabî* bilsin, *Fârisî* bilsin, din bilgilerinden *Diploma* sı olsun. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumıyanın, islâmiyetden haberi olmaz. Allahü teâlâ bize *İhsân* etdi, elhamdülillah. 


Bu okuduklarımızın, yazdıklarımızın, işitdiklerimizin hepsi, Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretlerinin *Hediye* sidir bize, *Sadaka* sıdır bize. Onları görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. 


Cenâb-ı Hak bize *Akıl* da vermiş. Akla da uyacağız tabii. *Fitne* çıkarmıyacağız, fitneye sebep olacak bir konuşma yapmıyacağız. Karşımızdakine bakacağız. Nasıl bir adam? 


Ona göre konuşacağız. *Paldır küldür* konuşmıyacağız. Konuşursak ne olur? Fitne çıkar. Fitneden kaçacağız. Peygamberimiz; *Fitne uykudadır, fitneyi uyandırana Allah lânet etsin!* buyuruyor.  


Fitneyi uyandırmıyacağız. *Ve mâ cevâb-ül ahmakı illes sükût*. Ne demek bu? Yâni *Ahmak* ın sözüne cevap verilmez, *Sükût* edilir. 


Bizim Hak Sözün Vesîkaları kitâbında, *Peygamberlik Nedir?* diye bir bahis var. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yazısı bu. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri 18 yaşındayken yazmış onu. Daha mürşidini görmeden. Onu okudum, ne *Güzel* yâ Rabbî, ne güzel. Siz de okuyun kardeşim. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ayrıca; *Ortalık öyle bir hâle geldi ki, gençler müslümân ismini beğenmiyorlar, isimlerini değişdiriyorlar*, diyor. Hem de tâ o zamanda, yâni 400 sene önce.

İman bilgi değil inançtır

 Hüseyin Hilmi bin Sa’îd

Hazretleri buyuruyor ki:

 Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh Resûlullah ile ilk sohbetde gerçek îmâna kavuşdu. Mübâreğin ağzından çıkan ilk kelime, “Yâ Resûlallah, altı arkadaşım daha var, onları getireyim, onlar da müslimân olsunlar” oldu.

Efendim, bir mü’minde îmânın kemâli, kuvveti veyâ azlığı için, bir mihenk lâzımdır. Mü’minin îmânının ne kadar kuvvetli veyâ zayıf olduğu, iki menfaati karşılaşdığı zaman, tercîhinden belli olur. Nasıl belli olur? Meselâ dünyâ ve âhiret menfaatiyle karşılaşdı.

Eğer dünyâyı âhiretine tercîh etmişse, dünyâ menfaati için, yâni şahsî menfaati için cevâb veriyorsa, bunun kalbinde îmân bitmek üzeredir. Eğer zararına da olsa, hakârete de uğrasa, felâkete de gitse, îdama da gitse, Rabbimizin rızâsını üstün tutuyorsa, işte “îmân” buna derler.


Îmân, bilgi değildir. Îmân, inançdır. İnanç yürekde, kalbde olur. Onun için bilmek, insanı kurtarmıyacakdır. Ama o “güçlü îmân”, en zor şartlarda bile insanı kurtarır.

Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Habeş Meliki Necaşi’ye gönderdiği mektûp

“Bismillâhirrahmânirrahim; Allahın Resûlü Muhammed’den, Habeş Kralı Necaşi’ye selâmette olmanı dilerim. Sana olan nimetinden dolayı Allahü teâlâya hamd-ü sena ederim. Ki O’ndan başka ilâh yoktur, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min (emn ve emân veren), Müheymin olan O’dur. Şehâdet ederim ki, Îsâ bin Meryem, Allahü teâlânın (yarattığı) rûhu ve (söylediği) kelimesidir. (Allahü teâlâ) onu, çok temiz, iffetli ve kendisini Allahü teâlâya adamış olan Meryem’in rahmine bıraktı da, Meryem Îsâ’ya hamile kaldı. Nitekim, Allahü teâlâ, Âdem’i de kudretiyle ve üflemesiyle topraktan yaratmıştı...

Ben seni, bir olan, eşi, ortağı bulunmayan Allaha, O’na ibâdet ve tâatta devamlı olmaya, bana tâbi olmaya ve Allahü teâlâdan getirip bildirmiş olduğum şeylere îmân etmeye davet ediyorum. Çünkü ben, Allahın Resûlüyüm (Peygamberiyim). Seni ve askerlerini, Allahü teâlâya ibâdet ve tâata davet ediyorum. Ben sana gereken tebligatı yapmış, dünyâ ve âhıret saadetini temin edecek nasihati vermiş bulunuyorum. Nasihatimi kabûl ediniz. Allahü teâlânın selâmı, O’nun yolunda gidenlere olsun.”

SEN DARİM OĞLU MADARSIN

Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından 10 gün sonra yüzü örtülü bir köylü mescide gelip selamdan sonra dedi ki: 

*Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) yakını kimdir*?

Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) Hazret-i Ali’yi gösterdi.

Hazret-i Ali şöyle buyurdu:

*Söyle ey Madar! Ey kuyu sahibi*!

İsmimi ve kuyu sahibi olduğumu nereden bildin? 

*Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi*. Sen Arabi köyündensin. Adın Madar’dır. Babanın adı Darim’dir. 360 yaşındasın.* Sen 100 yaşındayken şöyle söyledin: “Bir Peygamber çıkar, yüzü güneşten nurlu, sözü şekerden tatlı, kokusu miskten güzel, yetimlerin ve miskinlerin babası, adam öldürmekten ve faizden men eder, Peygamberlerin sonuncusudur. Ümmeti 5 vakit namaz kılar, Ramazanda oruç tutar. Ey kavmim, ben ona iman ettim.*” 

Sen böyle söyleyince üzerine yürüyüp seni dövdüler. Bir kuyunun içine bıraktılar. Bu zamana kadar orada mahpus idin. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ahirete intikal edince, Allahü teala bir sel gönderip kavmini helak etti. Sana bildirdi ki:

*Ey madar! Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve selem vefat etti. Git kabrini ziyaret et! Sen de geceyi gündüze katıp buraya geldin*.

Bunları da kim söyledi sana ?

*Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi. “Madar, vefatımdan sonra gelir, ona selamımı söyle!” buyurdu*.

Madar bunu duyunca mesrur oldu. Hazret-i Ali, yüzündeki örtüyü kaldırmasını rica etti. Kaldırınca mescidin içi nurla doldu. Madar dedi ki:

*Ey Ali! Beni Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrine götür! Hazret-i Ali onu götürdü. Madar Resulullahın kabrine göğsünü dayayıp yüzünü sürdü. Az sonra da vefat etti*..."

CENAZESİ YIKANIRKEN !...

Üsküdar Selimiye Camii İmam Hatibi Rahmetli Fahri Duran Anlatmış;

Bir Gün Ahmet Mekki Efendi’nin Oğlu Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık Geldi, Beni Arabasıyla Vakıf Guraba Hastanesine Götürdü:

”Üstad Necip Fazıl Vefat Etti, Cenazesini Sen Yıkayacaksın! “Dedi, Gittik. Prof. Dr. Süleyman Yalçın, Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık ‘la Bir Kişi Daha Vardı, Şimdi Onun Adını Hatırlayamıyorum. Cenazeyi yıkadık, Havluyla Kuruladık, Kefene Sararken Yüzüne Şöyle Bir Baktım… Yanaklarından Aşağı Gözlerinden, Diri İnsan Nasıl Ağlıyorsa, Aynen Öyle Yaş Aktığını Gördüm!…

Kırk Yıllık İmamım Ben! Yüzlerce Cenaze Yıkadım Ben Ama Bir Ölünün Gözünden Yaş Geldiğine Ne Daha Önce Ne Daha Sonra Hiç Rast Gelmedim. Hatırlamıyorum. İşte O Zaman –Zaten Duyguluydum Ama Tekrar- Öyle Duygulandım ki Şöyle Seslendim:

—Üstadım, Ahirete Giderken Bile Bu Milletin Hali Pür Melâline Ağlayarak Gidiyorsun.

Sonra, Bu Durum Çok Dikkatimi Çekti Benim. Üstadı Yerine Tevdi Ettikten Ne Kadar Sonraydı Bilmem.

”Hadis-i Erbain”’de Rastladığım Bir Hadiste, Peygamber Efendimiz Aleyhisselam: " Gaslinden Sonra Gözlerinden Yaş Gelen Kişiyi Kutlayın. Çünkü O Cennetliktir.” Buyuruyordu...


Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!

Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;

Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!

O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,

Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner...

O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?

Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?

Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;

Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!

Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...

Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...

Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!

Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!...

__Necip Fazıl Kısakürek_____


"Benim geçmişim bir çöplüktür; çöplüğü de ancak köpekler karıştırır." sözü bir başka güzel. Geçmişini yadsımayan, özü sözü bir, güzel insan. Mekanın cennet olsun. 


Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

__Necip Fazıl Kısakürek_____


Atlılar put şehrine gediklerden girecek;

Bir şehir ki, orada insan ayak üstü leş.

Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş;

Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek.

Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek.

__Necip Fazıl Kısakürek_____

Bu gece bu odaya çok nûr yağdı

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bütün kazançlarımız, hep *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinin bereketiyle oluyor kardeşim. Elimize *Beş Kuruş* geçse, Efendi hazretlerinin bereketinden bilmeliyiz. 


Bütün mesele, *İstikâmet* dir kardeşim. Yâni *Îmân* da ve *İslâm* yolunda yürümekde *Sebât* etmekdir. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri; *Eşeddül kerâmeti, istikâmetün!* buyuruyor. Ne demek bu?


Yâni en büyük kerâmet, *İstikâmet* dir. Çünkü istikâmeti buldunuz mu, gerisi *Kolay*. Ama istikâmeti bulamazsan, o zaman çok *Zor*. 


Çok bahtiyârız kardeşim. İnşallah o *Büyük* lere olan *Sevgi* miz, *Muhabbet* imiz artar da, alacağımız *Feyz* ler çok olur. 


Bir insan *Harâm* ile besleniyorsa, aldığı o haram gıdâ, *Kalp* vâsıtası ile ve *Kan Damarları* ile bütün organlara pompalanır. Bütün vücûda *Kirli Kan* gider. Böyle insanlara, ibâdet yapmak *Zor* gelir. 


Ama *Helâl* gıdâ ile beslenen mü’minin, bir ârifin kalbi ise, *Îmân* ile, *Allah Sevgisi* ile ve din kardeşinin *Sevgisi* ile doludur.


Böyle olan bir kimse *Zikr* etdiği zaman, kalbinde bulunan o *Feyz* ve *Bereket*, kalbin pompalamasıyla bütün vücûda dağılır. 


O *Nûr* un ve o *Feyz* in ulaşdığı her nokta *Şifâ* bulur. İbâdet yapmak kolaylaşır. Binâların kıymeti, içindekilerden *Nûr* yağması ile olur. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir mektûbunda; *Bu gece, bu odaya çok nûr yağdı!* buyuruyor. İşte oranın tuğlalarından bir tânesini getirdik. 


Onu *Toz* hâline getirip âbilere dağıtacağız. O *Nûr* yağan tozlar, bir mezarda bulunsa, o mezardakine *Kabir Azâbı* olmaz. 

● ● ● 

*Kibir* ve *Azamet*, Allaha mahsûsdur kardeşim. İnsan neyine güvenip de büyüklenir? Allahü teâlâ; *Büyüklenenleri, hiç acımadan Cehenneme atacağım!* buyuruyor. 


Yâsîn sûresinde; *Nü’ammirhü nünekkishü!* buyuruyor Allahü teâlâ. Yâni, birine çok ömür verirsem, onu eski çocukluk hâline döndürürüm, buyuruyor. 


Çocukken kuvveti *Yok* du, büyüdü, *Gücü Kuvveti* oldu. Yaşlanınca, o kuvveti *Geri* alındı. Sonra da mezarında bir avuç *Toprak* olacak.

İstikamet kadar mühim bir şey yok

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* diyor ki: Amerika’da *Otoban* lar var, aynen *Ahtapot* gibi, herkes numaralara bakıyor. Bir şaşırdın mı mahvoldun. Aynı *Nokta* ya gelmek için, bütün *Gün* dolaşıp durursun. 


Onun için, *İstikâmet* kadar mühim bir *Şey* yok kardeşim. Allahü teâlâya hamdolsun ki, *Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri* ne rastladık da, bize istikâmetimizi gösterdiler, önümüzü açdılar. Ne kadar *Şükr* etsek azdır. 

 

Okyanusu, *Yüzerek* geçemezsin. Tek başına *Kayıkla* da geçemezsin. Geçmeye kalkarsan, bir *Fırtına* çıkar, bir *Köpek balığı* çarpar, boğulup gidersin. 


*Herkese Lâzım Olan Îmân* kitâbımızda otuz kırk tâne gayr-i müslimin müslümân oldukları yazılı. *Niçin müslümân oldular?* diye de *Başlık* atmışız. Bunların çoğu da önemli kimseler. 


Kimi *Doktor*, kimi de *Kurmay Albay*. Avrupalı hıristiyanlar bunlar. Bir tânesi, birinci cihân harbinde, *Müslümân* bir Pâkistânlı ile *Ahbap* oluyor. Birbirlerine gidip geliyorlar. 


O müslümân, bir gün bu ahbâbının evine, ziyârete gidiyor, ona islâmiyeti anlatıyor. O da diyor ki: *Senelerdir arkadaşız, sizin müslümânlığınıza bayıldım, çok seviyorum*, diyor. 


Pâkistânlı da ona; *Öyleyse müslümân olsana kardeşim, dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşursun, seni sevdiğim için söylüyorum*, diyor. 


O da diyor ki: Ben *Müslümân* lığı çok seviyorum ama günde *Beş* defâ *Namaz* kılmak, bana *Zor* geliyor. Bunun bir *Çâresi* yok mu? Ben müslümân olacağım, ama bana bir *Çâre* söyle, diyor. 


Onun evinin duvarında, örtülü bir *Şey* asılıymış. Pâkistânlı merak edip, ona soruyor; *Bu nedir?* diyor.


O da diyor ki: Bu, *Keman* dır, ben her gün vazîfeden gelince, bunu *İki sâat* çalarım, yorgunluğum gider. Çalmazsam, o *Gece* uyuyamam. Bu, benim *İlâcım*, diyor.


Pâkistânlı; *Bizim de öyle yorgunluklarımız oluyor, bizim ilâcımız da günde beş kere namaz kılmakdır*, diyor. Günde beş kere namaz kılınca, yorgunluk, üzüntü kalmıyor, diyor. 


O da; *Sahi mi?* diyor. Pâkistânlı; *Evet, istersen tecrübesini yap, ama evvelâ müslümân olman lâzım!* diyor. O da arkadaşına inanıyor, râhata kavuşmak için *Îmâna* gelip, müslüman oluyor. 


Nitekim Peygamber Efendimize souyorlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle cevaben; *En kıymetli insan, ilim öğrenen ve öğrendiğini başkalarına öğretendir*, buyuruyor.

CENNETE GİRMEYECEK SEKİZ TAİFE KİMLERDİR

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

 

Îbn-i Ömer radıyallahu anh buyurur ki; ben Resûl-ü zişân aleyhi ve âlihi salâvatullah-il-Mennân efendimizden işittim: 

“Hak teâlâ, cenneti yarattığı zaman buyurdu: “Söyle ey cennet!” Cennet, Allâhu azim-üş-şânın desturu ile söyledi: “Bana giren kişi said oldu.”


Hak teâlâ buyurdu: “İzzetim hakkı için, sekiz tâife sende sakin olamayacaklardır:  

1 - İçki içen ve tövbesiz ölenler. 

2 - Zinâ eden ve tövbesiz ölenler. 

3 - Dedikoducular.  

4 - Karısını kıskanmayan deyyuslar.  

5 - Livatâ edenler. 

6 - Muhannisler (Yeminlerini bozanlar)  

7 - Ana-baba ve hısım akrabadan ziyareti kesenler. 

8 - Allah’a yemin olsun ki şu işi yaparsam deyip yine de o işi yapan.


(Eşrefoğlu Abdullah Rumî hazretleri)

Müslüman her günahı işleyebilir ama peşinden hemen tövbe eder

 Müslüman, her günahı işleyebilir. Ama peşinden üzülür, pişman olur ve tövbe eder.Üzülmezse, Allah’ın yasak etmesine ehemmiyet vermiyor demektir ki, imanı gider mâzallah.

(Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri “kuddise sirruh” )

Müslüman gibi yaşayın ki öldüğünüzde sizi Müslüman gibi karşılasınlar

 Eğer çocuksanız, mektebe gidin. Yok eğer deliyseniz, tımarhaneye gidin! -Hasta iseniz, tabibe görünün. Ölü iseniz, kabirlere gömülün. Yok eğer Müslüman iseniz, o zaman Müslüman gibi yaşayın ki, öldüğünüzde, sizi Müslüman olarak karşılasın ve Müslüman gibi muamele yapsın melekler.

(Şakik-i Belhi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Yeryüzünde gerçek anlamda Peki diyen Ebu Bekr-i Sıddîk hazretleridir

 Kardeşlerim, hak söze Peki demek çok mühimdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine hemen inanmak lazımdır.Bu Peki demenin tasavvuftaki tarifi, teneşir tahtasındaki ölü gibi olmaktır. Çevrilince döner, bırakılınca durur. Hiç bir itiraz ve müdahalesi yoktur. Tam teslim olmuştur. Yeryüzünde gerçek anlamda Peki diyen Ebu Bekr-i Sıddîk hazretleridir. Miraca inanmayan Mekkeli müşrikler, O akıllı adamdır diye gidip, kapısını çalarak;- “Senin efendin, bir gecede Kudüs’e gidip geldiğini söylüyor” dediler.O, hiç tereddüt etmeden;- Eğer o söylediyse, doğrudur, deyip, kapıyı kapattı. Hiç aklına, ilmine danışmadı. Bir an tereddüt etmeden Peki dedi.İşte gerçek Peki budur ve bu teslimiyeti ile sıddîklık makamına yükselmiştir.Onun için Peki derken, gerçek anlamını düşünmeli, öyle Peki demelidir. Peki kelimesinin değeri, söyleyenin ihlası kadardır.

(Mahmud-u İncirfagnevi “kuddise sirruh” hazretleri)