Yüce Allah bizi o kadar zengin eyledi ki ‘bu ancak âhirette belli olacak

Bir gün oturuyorum, biri geldi ve “Enver Abi; bizim memlekette şu iki arkadaş hiç geçinemiyor! Bunlara bir nasihat etseniz”

dedi.

*

Ben de dedim ki: “Kolayı var.. İkisini de kitap satışına gönderin.. Ama ikisini beraber gönderin..

Ve arkadaş sonra bana telefonda bilgi veriyor ve diyor ki: ‘Abi; bunlar birbirlerine öyle bir âşık oldular ki birbirlerinden hiç ayrılamıyorlar..’

*

Çünkü birbirlerinin samimi

‘ihlâsını’ gördüler de ondan..

Mâşâallah.. “Cenâb-ı Allah bu neşeli günlerimizin devamını nasip etsin..”

Üç paralık dünya için bir şeyin olup olmaması bizi hiç üzmesin..

Çünkü Yüce Allah bizi o kadar zengin eyledi ki ‘bu ancak âhirette belli olacak..’

*

Kaynar bir suya elini daldır çıkar da sonra bize “Ehl-i sünnet yolunu gösteren âlimlerin kıymetini anla..

Ateşe demiyorum; kaynar suya diyorum.. O zaman dersin ‘Ah Hocam; bizi ne ateşlerden kurtarmışsınız.. Allah sizden milyar defa razı olsun.. Yazdığın bu kitaplar sayesinde dinimi öğrendim’ dersin..”

(Enver Ören rahmetullahi aleyh)

Cemaatin imama uymasının şartları

Cemaatle namaz kılarken, imama uymanın doğru olması için, on şart vardır.

Sual: Cemaatle namaz kılarken, cemaatin imama uyabilmesi için belli şartlar var mıdır, varsa bunlar nelerdir?

Cevap: Fıkıh kitaplarında, cemaatle namaz kılarken, imama uymanın doğru olması için, on şart bildirilmektedir ki şunlardır:

1-Namaza dururken, tekbiri söylemeden önce, imama uymaya niyet etmektir. İmamın kim olduğunu niyet etmek lazım değildir.

2-İmamın, kadınlara imam olmaya niyet etmesi lazımdır. İmamın erkeklere imam olmaya niyet etmesi lazım değildir. Fakat niyet ederse, kendisi cemaatin sevabına da kavuşur.

3-Cemaatin topuğu, imamın topuğunun gerisinde olmalıdır.

4-İmam ile cemaat, aynı farz namazı kılmalıdır. Vaktin farzını kılmış olan kimse, tekrar imama uyarsa, imam ile kıldığı nafile olur.

5-İmam ile cemaat arasında, kadın safı bulunmamalıdır. Kadınlar bir saftan az olup arada perde varsa veya alçakta yahut yüksekte iseler caiz olur.

6-İmamın kendisini görse, yahut sesini işitse, aradaki duvar, imama uymaya mâni olmaz. Arada kayık geçecek nehir ve araba geçecek yol mâni olur. Yolda veya nehirdeki köprüde iki saf imama uyunca, arkadakilerin de namazı sahih olur.

7-İmama uymanın sahih olması için, imamın veya müezzinin sesini işitmek yahut bunları görmek veya cemaatin hareketlerini görmek lazımdır. İşitmeye, görmeye elverişli penceresi olmayan duvar arada olmamalıdır.

8-İmam hayvanda, cemaat yerde veya bunun tersi olmamalıdır.

9-İmam ile cemaat, yapışık olmayan iki gemide bulunmamalıdır.

10-Başka mezhebdeki imama uyan cemaatin, kendi mezheblerine göre namazı bozan bir şeyin, imamda bulunduğunu bilmemesi lazımdır. Mesela, imamdan kan akması veya başının dörtte birinden az miktarını mesh etmesi, hanefi mezhebinde caiz olmadığından, böyle yaptığı bilinen bir Şafii imama uymak âlimlerin çoğuna göre caiz olmaz. Bu kavil sahihtir. Şafii imamdan kan aktığı görülse, sonra imam bir zaman kaybolup tekrar gelse, buna uyulur. Çünkü, o zamanda abdest almış olabilir. Hüsn-i zan etmek iyidir.

Medeniyete hizmet İslamiyeti anlatmakla mümkündür

 İnsanlığa,medeniyete hizmet, İslamiyeti anlatmakla mümkündür. İslamiyeti anlatmakta ilimle mümkündür.ilimsiz İslamiyet olmaz. Silah ve kılıç ile cihadı devlet yapar. Günümüzün en kıymetli cihadı, kalem ile neşriyat yolu ile yapılan cihaddır. Kalemini iyi yerde kullanan mücahid olur. Kötü yerde kullananda, fasık ve ya mülhid olur, Allah korusun!

(Hüseyin Bin said hazretleri)

BEN ONA ÂŞIK OLDUM

Musa aleyhisselam zamanında hiç kimsenin sevmediği, günahkâr bir kimse vardı. Bu kimse öldü. Bu adam da adam mı diye çöplüğe attılar.


Allah-ü teâlâ Musa aleyhisselama emretti, benim falanca çöplükte bir kulum var, onu oradan çıkar, temizle, namazını kıl ve defn et.


Musa aleyhisselam adamı çöplükten çıkardı, güzelce yıkadı, kefenledi, namazını kıldı, Bu arada ahali şaşırdı, Allah’ın Peygamberi, bunların çöpe attığı adamı, temizliyor, kefenliyor, namazını kılıyor.


Definden sonra Musa aleyhisselam adamın evine geldi;


— Ey hatun, bu adam ne yaptı, hangi hayırlı ameli yaptı?


Kadın Dedi Ki :

— Ey Allah'ın peygamberi, bu hiç kimsenin sevmediği, herkesin kendinden kaçtığı birisi, bunun iyi bir ameli yoktu.


— İyi düşün, bunun hayırlı bir ameli, iyi bir işi var.


Kadın yine;


— Hiç bir iyiliği yoktu, hep günah işlerdi dedi. Üçüncü defa sordu:


— Bunun mutlaka bir şeyi var ki, Allah-ü teâlâ bana bunu defnetmemi söyledi.


Kadın dedi ki:

— Bir gün Tevrat okuyordu, okurken Muhammed (aleyhisselam) diye bir isim geçti. Bu ne güzel isim dedi, tekrar okudu, yine bu ne güzel isim dedi. Sonra, ya Rabb'i, ismi böyle güzel olanın kim bilir kendisi ne kadar güzeldir, ben ona âşık oldum dedi ve ismini öptü.


Musa aleyhisselam da tamam, anlaşıldı buyurdu. Böyle bir Peygambere ümmet olmak en büyük nimettir.

Bir nasihat dinlenmiyorsa iki sebebi vardır

 ***Bir nasihat dinlenmiyorsa, bunun iki sebebi vardır:

Ya dinleyenlerin kalbleri günah işlemekten kararmıştır. Ya da nasihat eden, söylediğini kendi yapmıyordur.

(Cüneyd-i Bağdadi “kuddise sirruh” hazretleri)

İslamiyet'in kaynağı dörttür

 "İslamiyet'in kaynağı dört şeydir, edille-i şer'iyye diyoruz. Bunlar; Kur'an-ı Kerim, sünnet, kıyas-ı fukaha, icma-ı  ümmet. Fakat bunlar bizim için değil. Bunlar müctehidler içindir. Bizim için İslam'ın temeli, kaynağı, Kendi mezhebimizin imamıdır "

(Hüseyin Bin said hazretleri)

ALLÂH-Ü TEÂLÂ'NIN MİSAFİR OLARAK GELMESİ

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

HAZRETİ MUSA’NIN HİKAYESİ

(ALLÂH-Ü TEÂLÂ'NIN MİSAFİR OLARAK GELMESİ)

Hz. Musa aleyhisselâmın, haberlerde gelen şu hikâyesini hiç duymadın mı?  Musa peygamber aleyhisselâm, bir gün münâcat ederken niyazda bulundu:  

— İlâhi! Seni misafirliğe davet ediyorum, dedi. Yâ Rab! Lütfet de misafirim ol, sana konukluk edeyim, dedi.  

(Allah u azim-üş-şân, gitmekten ve gelmekten münezzehtir. Fakat, bu kıssada biz kullarına bazı hususları göstermek ve bildirmek murat buyurmuştur.)  

Hak teâlâ, buyurdu:  

—  Yâ Musa! Filân gün hazır ol ve tedarik gör ki, o vakit beni misafir edesin. Musa aleyhisselâm, sevinçle döndü, elinden geldiği kadar tedarik ve hazırlıklar yapıldı. O gün, aşçılar geldi, koyunlar kesildi, ocaklar kuruldu, kazanlar vuruldu ve etrafa haber salındı:  

— Musa, Allah’ı davet etmiş misafir edecekmiş 


Halk, bölük bölük ziyafet yerine akın etti. Herkes, Allâhın nasıl geleceği merakı içerisinde bulunuyordu. İkindi vaktine kadar, bekleşti durdular. Ne gelen oldu ne giden. İkindiden sonra, çok yaşlı bir ihtiyarcık çıkageldi. Sırtında eski püskü bir aba, ayaklarında çarıklar, belinde ipten bir kuşak vardı. Toza toprağa bulanmış ve çok yorgun görünüyordu. Geldi, bir kenara oturdu, hiç kimse onunla ilgilenmedi. 


Garip ihtiyar, bir müddet sessiz sedasız bekledikten sonra, ev sahibine:  

— Yâ Musa! dedi. Karnım aç, çok yorgunum. Bana bir şeyler ihsan et yiyeyim, karnımı doyurayım,  

Musa aleyhisselâm, beklemekten bezmiş bir halde ihtiyara cevap verdi:  

— Şimdi sırası mı? dedi. Neredeyse, Tanrı gelecek, al şu testiyi de git su doldur getir, dedi.  

İhtiyarcık, testiyi aldı gitti, suyu getirdi. Musa aleyhisselâm, halkın uğultusundan o ihtiyarı çoktan unutmuştu. Garip ihtiyar, bir müddet daha bekledi ve kimsenin bir şey vermeyeceğini anlayarak, sessizce çekildi ve gitti. Saatler ilerliyor, beklenen misafir bir türlü gelmiyordu. Musa aleyhisselâm halka karşı mahcup olmuş ve çok zor bir duruma düşmüştü. Halk, hava karardıktan sonra artık ümidi keserek birer ikişer dağılmaya başladı.  


Ertesi gün, Musa aleyhisselâm yine Tur'a gitti ve:  

— Yâ Rab! Vaad buyurdun, teşrif eylemedin. Halka karşı mahcup kaldım, geldiler saatlerce yolunu gözlediler ve teşrifin vuku bulmayınca dağıldılar. Acaba neden teşrif buyurumadın? diye niyazda bulundu. Hak sübhanehu ve teâlâ buyurdu:  

— Yâ Musa! Ben, yalan söylemiyorum yalancıları da sevmem. Sana geldim, karnım aç dedim, hiç itibar etmedin ve su getir dedin. Suyu getirdim, yüzüme bile bakmadın ve beni aç gönderdin.  


Hz. Musa aleyhisselâm şaşırdı ve yalvardı:  

— Aman yâ Rab! Nasıl olur?  

Hak celle ve âlâ buyurdu:  

— Hani, sırtında eski bir aba, ayağında çarıklar, üstü başı toz toprak içinde bir ihtiyarcık geldi ve senden yiyecek bir şey istedi de sen su almağa gönderdin, işte ben onunla beraberdim. O ihtiyarın gönlü, benim muhabbetimle dopdolu idi ve onun gönlünde benden gayrı hiçbir şey yoktu, onu sana ben gönderdim. Eğer, onu misafir etmiş olsaydın, beni misafir etmiş olurdun. Yoksa, ben gelmekten, gitmekten, misafir olmaktan münezzeh ulu padişahım. Yâ Musa! Bilmez misin ki, dostlarımın hoşnutluğu, benim hoşnutluğumdur, dostlarımı ağırlamak, beni ağırlamak gibidir. Musa aleyhisselâm gayet utandı ve kendisini müdafaa edecek söz bulamadı.  

Demek oluyor ki, hiç kimseyi hor görmemeli ve özellikle hiç kimse ile alay etmemelidir.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumî Hazretleri)

Saf kulluğun dört alâmeti

Evliyanın büyüklerinden Zünnûn-i Mısrî hazretlerine, “İnsan, Allahü teâlânın saf kullarından olduğunu, ne zaman ve nasıl anlar?” diye sordukları zaman; “İnsan bu durumu şu dört şeyle bilir. Rahatı terk ederse, az olsa bile, olandan verirse, fakirleşmesi kendisine sevimli gelirse, övülmek ve kötülenmek kendisine aynı gelirse” cevâbını verdi.


Ebû Yâkûb Nehrecûrî hazretleri çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat olmamıştı. Nitekim; "Ey Yâkûb! Sen kulsun. Kul rahat olmaz." diye bir ses işitti.


Bu zat buyurdu ki: "Kul mânevî yönden yüksek mertebelere erişip kemâle gelince, artık ona, belâ ve sıkıntılar nîmet şeklinde görünür. Çünkü, onun Allahü teâlâya olan muhabbet ve sevgisi o kadar fazladır ki, artık O'ndan gelen her şey, ona güzel ve tatlı gelir."


Ebü'l-Abbâs Dîneverî buyurdu ki: "Şunu iyi bilmelidir ki, kul, Allahü teâlâdan bir şey isteye­ceği zaman; O'nun kendisine ihsân ettiği nîmetlerini, emir ve nehiyleri (yasakları) husûsundaki kusurlarını düşünerek bir şey istemelidir."


"Allahü teâlânın öyle kuları vardır ki, Allahü teâlâyı doğru olarak tanıyıp her şeyi Allah rızâsı için yaparlar. Bu tanı­maları sebebiyle, O'nun (Allahü teâlânın) hizmetinde bulundurulurlar. Yine öyle kular vardır ki, Allahü teâlâyı doğru olarak bilemez ve her şeyde Allahü teâlânın rızâsını gözetmezler. Bu sebeple, onlar da bu hâlleri sebebiyle pekçok nîmetlerden mahrûm kalırlar."


İmâm-ı Kuşeyrî buyurdu ki: Herkes kendisi için bir şey seçti. Ben ise, Hak teâlânın benim için seçtiği şeyi seçiyorum. Şâyet Allahü teâlâ beni zengin kılarsa, dîninin emirlerini yapmayı terk etmem. Şâyet fakir kılarsa, harîs ve O'nun emirlerinden yüz çeviren bir kul olmam.


Ukayl el-Münbecî  bir gün Münbec'de bir dağ kenarındaydı. Yanında da sâlih, temiz kimselerden müteşekkil bir topluluk vardı. Bunlardan biri, "Sâdık bir kul olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl el-Münbecî de; "Sâdık bir kul, bu dağa hareket et dese, dağ hareket eder!”


Evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem  hazretlerine "Sen kimin kulusun?" dediler. Titredi, yere düştü ve kendinden geçip yerde çırpınmaya başladı. Bir müddet sonra kendine geldi, kalktı ve bir âyet-i kerîme okudu. "Niçin ce­vap vermedin?" dediler. İbrâhim bin Edhem; "Korktum, eğer O'nun kulu­yum desem, benden kulluk haklarını ister, değilim desem, bunu da di­yemem." buyurdular.

Allahü teâlâ Sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâ-i kirâmın kalbinden *Feyz* gelir. Yâni onun kalbindeki *Nûr*, karşısında kim varsa, ona akar. Yâni onun kalbinden, bunun kalbine *Nûr* akar. 


İşte bu nûra, *Feyz* denir. O büyüklerin kalbine bu *Feyz* gelmiş. Peki nereden gelmiş? *Resûlullah* Efendimizin mübârek *Kalbi* nden gelmiş. 


Resûlullahın kalbindeki o *Feyz* ler, o *Nûr* lar ve *Mârifet* ler, bizim kalbimize de gelir inşallah. Bizim kalbimize de o feyz akarsa, muhakkak kalbimiz temizlenir. 


Bizim de kalbimizden *Dünyâ* muhabbeti çıkar. Kalbin temizlenmesi demek, *Dünyâ* sevgisinin o kalpden çıkması demekdir. 


Kâfirler, fâsıklar harâmlara dalmış. Müslümân *Harâm* işlemez kardeşim, ama kalbinde dünyâ muhabbeti olabilir. 


Kalbi temizlenince, dünyâ muhabbetinden de sıyrılır. *Harâm* lardan nasıl kurtulduysa, diğer bütün *Günâh* lardan da böyle kurtulur. Bir kimseye bu *Feyz* gelince, kalbi tertemiz olur. 

Bu Dünyâ yı, televizyon seyreder gibi görür. Yâni Hayâl gibi görür. Kalbinde Dünyâ ya yer kalmaz. 


Kalbine dünyâ yerleşmez. Ne büyük Ni’met kardeşim. Ne mutlu büyüklerin Feyzine kavuşanlara. İmâm-ı Şâfiî ne buyuruyor? 


A’reftü şerre lâ Lişşerri, ne demek bu? Yâni kötü şeyleri öğrendim, onları yapmamak için. Kendimi onlardan korumak için. 


Lüzûmsuz konuşanı, Gıybet edeni aranızda tutmayın kardeşim. Evvelâ Nasîhat edin, dinlemezse ayrılın ondan, görüşmeyin, onunla Arkadaş lık etmeyin. 


Allahü teâlâ, Sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir. Birincisi, onlar Cömert dirler. Allahın kullarına İnfak ederler, İhsân ederler, onları se-vindirirler. 


İkincisi, onların kalbinde hiçbir mü’mine karşı, Kin ve Nefret yokdur. Yâni bütün müslümânları Sever ve muhabbet beslerler. 


Üçüncüsü de, onlar Emr-i mâruf yaparlar. Yâni insanlara İslâmiyeti öğretirler, Allahın dînini her tarafa yayarlar. En mühimi de budur efendim.

Dünyanın zevki üç şeydir

 Dünyanın zevki üç şeydir ki, bunlar, yemek, giyinmek ve malum münasebettir. Yiyecekler içinde en lezzetlisi baldır. Onu imal eden de, bir küçücük hayvandır ki, insan istese, kolayca öldürebilir onu.Giyeceklerin en iyisi ise ipektir ki, bunu da bir ufacık böcek imal etmektedir. Bu da öyle zaif ve acizdir ki, bir gök gürültüsüyle ölür.

Üçüncüye gelince, bir anlık zevktir. Bu üç şeyin de kalbini bağlayacak nesi vardır?

(Seyyid Ebül Vefa “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Yazıklar olsun Cennet nimetlerini fani Dünya nimetleriyle değiştirenlere

Mübârekler (Hüseyin Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh") buyurdular ki,

Herkesin ideali, dünyâda bile bir rahata 

kavuşmak, rahat bir iş bulmak, iyi bir 

hanımla evlenmek, iyi çocuk sahibi 

olmak, huzurlu olmak değil midir? 

Bütün bunlara kavuşsanız, boğazda 

yalınız olsa, villanız olsa, bırakacaksınız 

en azından. Daimi değil... Hastalıktan 

da kurtulamazsınız. Mutlaka bir aksilik 

sizi bulur. Neresinden bakarsanız gene 

sıkıntı. Cennette bunlar yok ki. Hastalık 

yok, huzursuzluk yok, geçimsizlik yok, fakirlik yok... Ne var? Refah var, zevk var, 

muhabbet var, sohbet var. Öyle sıcaklık da yok. Serinlik var. Ne güzellik 

düşünebiliyorsanız hepsi orada var. Zamanı! O da belli değil. Belki biraz sonra diyorum, 

belki beş sene sonra, belki on sene sonra. Neyse, netice itibariyle sonunda orası var. 

Müjdeler olsun, imanı olanlara ve ibâdetlerini İhlâsla yapanlara... Yazıklar olsun, üç 

paralık dünyâyı, üç-beş kuruşu, üç beş mevkii, üç beş rütbeyi, bu Cennetle 

değiştirenlere. Çok yazık... Vallahi çok yazık. Yani, duvarların içini altınla doldursalar ne 

yapacaksın. Yenmez, içilmez. Üsteilk hergün korkacaksın. Ha hırsız geldi, ha öldürdüler, 

ha çaldılar. Olmaması daha iyi. Hiç olmaz ise huzurumuz var. Git o zenginlere sen sor, 

ne sıkıntı içerisinde yaşıyorlar. Her an ölmek korkusu veya bir başkasına bırakmak 

endişesi içerisindeler. Cennette bu, kalıcı olacak, sonsuz olacak. Velhasıl, gözümüzü 

açıp kapayıncaya kadar bu ömür bitecek.