İdris Cebeci abinin babasının görmüş olduğu bir rüya

 İdris Cebeci abimizin babası olan Salih Cebeci amcamızın namı diğer (Salih usta) gördüğü bir rüya. 


Kendisi sol görüşlü ve Halk partili olan Salih Cebeci amca görmüş olduğu bu rüyadan sonra hayatında büyük değişiklikler ve dönüşümler olmuştur.


Sözü Salih ustanın oğlu İdris Cebeci abiye bırakıyoruz.


"Kurban bayramıydı.

Kurban derisi toplamaya gidiyorum dedim.

Ses çıkarmadı.

O gece rüyasında Peygamberimizi görmüş..

Bir mescidde sakallı nur yüzlü heybetli insanlar toplanmış.

Başlarında bir zat var. 

Bu peygamber diyorlar, bende bu da bizim gibi insan,niye peygamber olsun diye düşünüyordum.

-Ya Resûlullah nasihat etde dinliyelim dediler.

-Size nasıl nasihat edeyim,

İçinizde hâlâ benim peygamber olduğuma inanmayanlar var deyince .

O muhakkak benimdir dedim, affet beni ya resulallah deyip eline yapışdım.

Bu rüyadan, sonra çok değişti."

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ 

Ey aziz: Bilmiş ol ki, sabır sıfatı olan kişi, gayet bahtlı kişidir. Hak teâlâ hazretleri katında mertebesi gayet ulu kişidir. Onun için Hak teâlâ bunları över: “Allâhu teâlâ, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara sûresi: 155) buyurur. Hem, bu sabır denilen şey, kişiyi hayvanlıktan insanlığa çıkarıcıdır. Bir maksat için sabredenler, elbette maksatlarına erişirler. Fakirliğe sabredenler, zenginliğe erişirler. Düşmanlarının zahmetlerine sabredenler, düşmanlarına karşı zafer bulurlar. Ayrılık zahmetlerine sabredenler, kavuşmanın mutluluğuna erişirler. 


Sabır, sevincin anahtarıdır, buyurulmuştur. Sabır, birkaç türlüdür ve her birinin mertebesine göre Hak teâlâ katında ecirler vardır. Bunların her birini sana yerli yerinde anlatı vereyim, işit ve öğren de sabırlılardan ol ve inşa’allahu teâlâ bu fakir müellifi de duadan unutma.  


Ey aziz: Sabır, üç mertebe üzerinedir:  

BİRİNCİSİ: Şiddete ve musibete sabırdır.  

İKİNCİSİ: İbadet ve tâate devamda zahmete sabırdır.  

ÜÇÜNCÜSÜ: Günah işlememeye sabırdır. 

(Yani, günah olacak şeylere sabredip, günah işlememektir.)  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Rızıklar neden daralıyor?

 İnsanlar, Cenâb-ı Hakkı unuttukça, kitaplarda zikredilen dört tane felâket peş peşe geliyor. Bu dörtten başka daha kim bilir neler var. Birincisi: Cenâb-ı Hak meâlen buyuruyor ki, “Beni unutursanız rızklarınızı kısarım.” [Tâhâ, 124]                   

      Rızklardan birincisi, îmân rızkıdır. Bugün Müslümanların en büyük sıkıntısı îmânı koruyamamak ve küfre düşme tehlikesidir. Çünkü her an insan îmânsız olabilir. Nasıl olur? Cenâb-ı Hakkın yasak ettiği bir şeye aldırış etmezse veya Onun emrettiğine ehemmiyet vermezse, yahut da İslâmiyet’i çok iyi bilmediği için ağzından yanlış bir şey kaçırırsa, kâfir olur gider. Îmân zayıflarsa tehlikeye girer, îmân edenler azalır, küfür yayılır. Çünkü Allahü teâlâya inanacaksın ki, îmânlı olasın. Her an Allahü teâlâyı hatırlayacaksın ki, îmânını koruyasın. Aşırı teknoloji, aşırı sürat insanlara Allahü teâlâyı unutturuyor. Allahü teâlâ unutuldukça, îmânsız olma tehlikesi başlıyor.

İkincisi; sıhhat rızkı. Evde hasta olmayan kimse yok. Her ailede mutlaka bir veya birkaç hasta var. Hastaneler artıyor, ilaçlar, doktorlar artıyor. Neden artıyor? Çünkü Allahü teâlâ unutuluyor. Demek ki, Allahü teâlâyı unutan insanlar arasında bir de hastalık yaygınlaşıyor. Meselâ, kanser yoktu veya bu kadar yaygın değildi. Bu kadar doktor, bu kadar tıp, bu kadar ilaç ama, o nispette hastalık.                      

Üçüncüsü; mal, bereket rızkı. Eskiden bir baba çalışırdı, aynı evde gelinler, torunlar, kızlar, hepsi rahat yaşarlardı. Şimdi ailenin bütün fertleri çalışıyor ama hepsi geçim sıkıntısında.

Dördüncüsü; merhamet, insan hakları hürriyet rızkı. O da kalktı. Bugün kimsenin kimseye merhameti kalmadı. Hiç kimse kimseye acımıyor, herkes nefsim diyor. Bu da Allahü teâlâyı unutmanın cezasıdır. Beni unutursanız, rızkınızı daraltırım buyuruyor, yok ederim buyurmuyor. Ya yok etseydi? Merhamet ediyor, imkân veriyor. Kulum döner, beni tekrar hatırlar diye.

(Enver Bin Nazif rahmetullahi aleyh)

Kalbin temiz olmasının alâmeti islâmiyete uymakdır

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben Kuleli’de hoca iken, öğretmen iken talebelere, bir sırası geldi de dedim ki: *(Üç şey insana neş’e verir, sıkıntıyı kederi giderir. Yeşilliğe, güzel yüze, akar suya bakmak.)* 


Ama *(nefse)* güzel gelen şeylerle, *(rûha)* güzel gelen şeyler, birbirine zıtdır. Birine *(tatlı)* gelen, öbürüne *(acı)* gelir. 


Bu ikisini, birbirine karışdırmamalıdır. Nefse güzel gelen şeyler, insanı *(Cehenneme)* götürür. Avrupa’da Amerika’da tabâbet, yâni tıp ve fen ileri. Abdülhakim Efendi hazretleri buyurdular ki: 


(Avrupa’da, Amerika’da fen var. Dîni de iyi biliyorlar. Bildikleri hâlde inkâr ediyorlar. Buradaki câhillerde ise fen de yok, dîni de bilmiyorlar. Bilmedikleri hâlde inkâr ediyorlar.) 


Böyle müslümânlar arasında yaşayıp da, inkâr eden münâfıklar, Cehennemde kâfirlerden daha aşağı derekelerde yanacaklar kardeşim. 


*(Kalbler, ancak Allahü teâlâyı anmakla râhat olur.)* Âyet-i kerîmedir bu. Demek ki, kalbin şifâsı, *(zikr-i ilâhî)* ile olur. Burada anmak buyuruluyor, yâni kalben hâtırlamakdır bu, dil söylemez. 


Bir de dil ile söylenen *(zikr)* vardır. Dil ile zikir, sevap kazanmak için olur. Dil ile değil de, kalb ile olursa, kalbi temizlemek içindir. Şimdi insanlar, *(Kalbim temiz, sen kalbe bak)* diyorlar. 


Kalbin temiz olmasının alâmeti, islâmiyete uymakdır. Hem islâma uymıyacaklar, hem de kalbleri temiz olacak! Olur mu öyle şey? Her kabdan, içinde olan dışarı sızar. 


Kalbi, yâni kabı *(iyi)* şeylerle dolu olursa, o kişiden hep *(iyilik)* ler görünür. Kabında, yâni kalbinde *(kötü)* şeyler varsa, o kişiden de hep *(kötülük)* ler meydana gelir.

Yemek duası

 Yemekten sonra birinin elini açıp dua etmesi ve diğerlerinin âmin demesi hakkında ne bir hadîs ve ne de selef-i sâlihînden bir haber işitilmiştir. Fakat beis olmaması umulur.

(Berika, Âfâtü’l-Batn)

İblis’in soyundan çok sayıda şeytan vardır

 İmam Mücâhid hazretleri buyurdular ki, Nasıl melekler çok ve her biri bir işle vazifeli ise, İblis’in soyundan çok sayıda şeytan vardır. Meselâ Şibr, musibetlere isyan edilmesi; Aver, zina; Mebsut, yalan; Dâsim, gazap; Hanzeb, namaz, Velhân, abdest hususunda insana vesvese vererek günaha sevkederler.

 (Berika, Bid’at ve Vesvese bahsi)

Hazreti Muaviye’yi (radiyallahü teala anh) kötü bilmek

 Hüseyin Bin said hazretleri buyurdular ki:

Hazreti Muaviye’yi (radiyallahü teala anh) sevmemek, kötü bilmek, günahtır. Fakat umumiyetle sevmeyen kişilerin bid’at sahibi olduğu görülmektedir.Hazreti Muaviye’yi iyi bilmek, bu zamanda Ehl-i sünnetin neredeyse alâmetlerinden olmuştur.

Büyükleri sevenlere düşmanlar zarar veremezler

 Hüseyin Bin said hazretleri buyurdular ki:

Büyükleri sevenlere düşmanlar zarar veremezler. Evliyâ menkıbeleri muhabbeti artırır. İnsan vefât ederken zihninde bulunan din ve dünya bilgilerinin tamamı silinir. Ancak kalbe işlemiş olan bilgiler unutulmaz.

Yemîn ya harf ile veya kelime ile olur

 Yemîn ya harf ile veya kelime ile olur. Allahü teâlânın isminin başında (be, te, ve) harflerinden biri söylenip, ismin sonu esre okunursa yâni billâhi, tallâhi, vallahi denirse yemin olur. Yemin, yalnız Allahü teâlânın isimleri ile olur. Başka şeylerle müslüman yemini olmaz.

 (Alâüddîn-i Haskefî hazretleri, 

İbrâhim Halebî hazretleri) 

(rahmetullahi aleyhimâ)

Kendi mezhebinde yapamadığı bir işi başka mezhebi taklîd ederek yapmak

 Kendi mezhebinde yapamadığı bir işi başka mezhebi taklîd ederek yaptığında o mezhebde bu iş için olan farzları, vâcibleri de yapması, müfsidlerinden (o şeyi bozan şeylerden), haramlarından sakınması lâzımdır. Bunun için o mezhebdeki lâzım olan şeyleri de öğrenmesi gerekir.

 (Abdülganî Nablüsî hazretleri, Abdurrahmân Silhetî hazretleri) (rahmetullahi aleyhimâ)

Bir mezhebi taklîd etmek

 Kur'ân-ı kerîmde; "Bilenlerden sorun" buyruldu. Bunun için müctehide sormak, bir mezhebi taklîd etmek, bağlanmak vâcib oldu. Bir mezhebi taklîd etmek, o mezhebde olduğunu söylemekle olur. Söylemeksizin kalb ile niyyet ederek de olur. Mezhebe uymak, mezheb imâmının sözlerini okuyup öğrenip, yapmak demektir. Öğrenmeden, bilmeden ben Hanefîyim, Şâfiîyim demekle o mezhebe girilmiş olmaz. Böyle olanlar, hocalara sorarak, ilmihâl kitablarından öğrenerek ibâdet yapmalıdır. 

(İbn-i Âbidîn “rahmetullahi aleyh” hazretleri)