İNSANLARIN HALİ

Bir yıl Şam'da öyle bir kıtlık oldu ki; âşıklar aşkı unuttular. Ekinler, hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadılar. Ne kadar eski pınar varsa, kaynamaz oldu. Öksüzün gözyaşından başka su kalmadı. Hâl bu merkezde iken, birgün, yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki paralı, zengin, şan ve şeref sâhibi, hem de iri yapılı bir insandı. 

Hâlini görünce sordum: 

- Güzel huylu dostum, ne felâkete uğradın?

Dostum kızdı ve şöyle dedi: 

- Sebebini bilmiyorsan, ne gaflet. Niçin soruyorsun? 

- Biliyorum, pekâlâ. Fakat kıtlıktan ne korkun var? Senin her şeyin var. Başkası açlıktan helâk olsa, sana ne? 

Bir âlim olan dostum, bana mânidar bir bakışla baktı ve şöyle dedi: 

- Sahilde olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbi, müsterih olmaz. Beni fakirlerin kederi sarartmıştır. Akıllı insan, ne kendi âzâsında, ne de başkalarının âzâsında yara görmek ister. Hastanın yanında oturan bir insan sıhhatte de olsa keyifli olabilir mi? Dostları zindanda bulunan kimse, gülistanda nasıl eğlenir?

(Gülistan'dan)

Hak ile bâtılı ayırt edici Ömerdir

 “Birgün, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretlerine, bir münâfık ile bir Yahudi, davq ile geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri, davalarını dinledi. Hak, Yahudinin lehinde çıktı. O münâfık razı olmayınca, Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) o vakit, onlara:(Ey kişiler! Ömere varın, sizin davanızı görsün!) diye buyurdu. Onlar, hazret-i Ömere (radıyallahü teâlâ anh) geldiler. Niye geldiniz? dedi. Münâfık, bu Yahudi ile, davam vardır, dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) buyurdu ki, sâhib-i İslâmiyet var iken, ben bu davayı, nasıl göreyim? Münâfık dedi ki: Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)e vardık, davayı Yahudiye hüküm eyledi. Ben razı olmadım! Hemen Ömer (radıyallahü anh) onlara siz bekleyin, ben davanızı, şimdi hâl edeyim dedi ve içeriye gitdi. Biraz sonra, eteğinin altında, bir satırla, bunların yanına geldi, satırı çektiği gibi o münâfıkın kellesini uçurdu ve (Resûlullahın hükmüne râzı olmayanın hâli budur) dedi. İşte bundan dolayı, kendisine Ömer-ül-Fârûk (radıyallahü teâlâ anh) denildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri, (Hak ile bâtılı ayırt edici, Ömerdir) buyurdu.”


[İslâm Ahlâkı]

Fena şeylerin fena olduğunu bilmek ve anlamak da imandandır

“Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz buyururlar ki, (Sizin imanen mükemmel olanınız, ahlâken güzel olup, insanlara iyilik yapanlardır.) Zîrâ, Hak teâlâ hazretleri Kur’ân-ı kerîmde buyurur ki: (Muhakkak sen yüksek bir ahlâk üzerindesin.) Yani, Allahü teâlâ hazretleri Habîbinin (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkını medh eylemiştir. Bir kimsenin ahlâkı güzel olsa, Resûlullahın (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ahlâkı ile ahlâklanmış olur ve Onun yolunu tutmuş olur. Korktuğundan kurtulup, istek ve arzularına kavuşur ve hakiki mümin olmuş olur. Bir kimsenin aklına gayri meşru bir şey gelse, onun haram olduğunu bilmek de imandandır. Eshâb-ı kirâm (radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în) sordular: (Yâ Resûlallah! Kalbimize fena şeyler gelirse ne yapalım?) Buyurdu ki: (Kalbe iyi şey de gelir; fena şey de gelir. Fena şeylerin fena olduğunu bilmek ve anlamak da imandandır.)”


[İslâm Ahlâkı]

Dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak için

🌹 Muhammed Ma'sûm hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:


“Devlet adamlarından ve başkalarından gelen zulümler, elemler, yalnız zahire, bedene ve dimağadır. Batına, kalbe sirayet etmez. 


Ahirette sevap verilmesine, dünyada batının, kalbin nurunun artmasına sebep olurlar. İnsandan insanlık sıfatları zail olmaz, gitmez. Batın, kalp, Allahü teâlâdan gelen şeylerden razı iken, zahir, beden üzülür.


🌷 Dertlerin, belaların gitmesi için, kalp ile istiğfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Ölümden başka her dertten kurtarır. Eceli gelenin de, ağrısız, sıkıntısız ölmesine yardım eder. 


🌹 Çünkü, hadîs-i şerifte; (İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu. 


📚 Merâkıl-felâhdaki hadîs-i şerifte; 

🌹 (Her namazdan sonra, üç kere; 


👉 Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh 


okuyanın bütün günahları affolur) buyuruldu. 


Bu hadîs-i şerife uyarak her gün beş vakit farz namazlardan sonra, yetmiş kere istiğfar okuyorum. 


🌹 Yine hadîs-i şerife uyarak, üç defa 


👉 (Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyelkayyûme ve etûbü ileyh) 


okuduktan sonra, gerisinde yalnız (Estağfirullah) diyorum. 


♦️ Bunun manası; “Beni affet Allahım!” demektir. 


🌹 Alî bin Ebî Bekir, Meâricülhidâyede diyor ki; 


👉 “İstiğfarlardan meşhur olanı, Peygamberimizden haber verilen; 


🌹 (Bir kimse;


👉 Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanürrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbiğfir lî) 


istiğfar duasını 🔺 yirmibeş kere okursa, odasında, ailesinde, evinde ve şehrinde hiç kaza, bela olmaz”dır. 


Bunu ayrıca her sabah ve akşam da üç kere okumalıdır. 


📚 Tergîb-üs-salâtta yazılı hadîs-i şerifte; 


(Cuma günü sabah namazından önce, üç kere istiğfar duasını, yani Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel kayyûm ve etûbü ileyh okuyan kimsenin ve anasının ve babasının günahları affolur) buyuruldu. 


Her gün yatınca; 


👉 “Yâ Allah, yâ Allah, estağfirullah min külli mâ kerihallah” çok okuyup, sonunda bir kelime-i tevhid okumalıdır.”


Mektûbâtı Rabbâni

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm, elinde ekseriyâ *(asâ)* taşırmış. Bir gün o sopayla, yere düz bir *(çizgi)* çizmiş. O çizginin iki yanına da, balık kılçığı gibi, eğik çizgiler ayırmış ve; 


(Ey Eshâbım, bu doğru çizgi, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği *(yol)* dur. Şu eğik çizgiler de *(sapık)* yollardır) buyurmuş.


Eshâbı kirâm; (Yâ Resûlallah! Bu doğru yol hangisidir?) diye sormuşlar. Efendimiz de aleyhisselâm cevâben; *(Mâ ene aleyhi ve eshâbî)* buyurmuş. 


Yâni, (Benim ve eshâbımın bulunduğu yolda bulunanlardır. Bunlar, Allahın sevgisine kavuşurlar. Yetmişiki sapık yolda olanlar ise, Cenennemlikdir) buyurmuşlar. 


Eshâb-ı kirâmın birçok kıymetli *(hâl)* leri var. Allahü teâlâ, onların bu kıymetli hâllerinden bir tânesini Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor. 


O da şu: *(Onlar, devâmlı olarak birbirlerini çok severlerdi)*. Rabbimiz böyle buyuruyor. Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, birbirlerini çok severlerdi.


Allahü teâlânın da hoşuna giden en mühim sıfatları bu idi ki, o büyükleri, Kur’ân-ı kerîminde, bu *(sıfat)* ları ile zikrediyor cenâb-ı Hak. 


Veysel Karânî hazretleri, muhabbet îtibâriyle, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Peygamber aleyhisselâma en çok *(âşık)* olan, bir mübârek zât idi. 


Ama Efendimizin sohbetine kavuşamadığı için, Eshâb-ı kirâm gibi olamadı. Çünkü bu yolun aslı, *(sohbet)* ve *(muhabbet)* dir. Meselâ bir talebe, hocasına *(râbıta)* etse, istifâde eder.


Ama yine de onu *(görmüş)* gibi olmaz. Çünkü zihninde tecessüm eden, yâni hayâline gelen o *(zât)* ile, asıl *(kendisi)* arasında, mutlaka fark vardır. Aynısı olamaz. 


Enver bey, arkadaşların *(maaş)* ının artdığını söyledi, bana verilmiş gibi sevindim efendim. Başkası alınca se-viniyorum, kendim ise, verince seviniyorum. 


Bu kadar kitâbdan, kendim hiç *(para)* almıyorum, ihlâs şirketinden *(maaş)* da almıyorum. Efendi hazretlerinden böyle gördük. Her şeni Ondan öğrendik.


Kardeşim, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini çok özledim. Kavuşacağım ânı nasıl beklediğimi bilemezsiniz. Tabii kavuşduğum zaman, Efendi hazretleri bana;


*(Hilmi, dünyâdan bize ne getirdin?)* diye soracak. Ben vefât etdiğim zaman, yâni Efendi hazretlerine gitdiğim zaman, kendilerine; 


(Efendim, size büyük bir hediye getirdim) diyeceğim. Efendi hazretleri, *(O hediye nedir?)* buyuracak. Ben de kendilerine;


(Efendim, arkamda çok iyi bir cemâat, çok iyi talebelerimi bırakdım. Onlar, *(Ehl-i sünnet)* îtikâdı üzereler ve insanlara, bu *(îtikâdı)* anlatıyorlar, bunu yayıyorlar) diyeceğim.

Hazret-i Âişe radıyallahü anhâ müctehide idi

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hazret-i Âişe radıyallahü anhâ *(müctehide)* idi efendim. Fıkhda üçbin hadîs-i şerîf vardır. Bunun binbeşyüz kadarını, yâni yarısını o nakletmişdir. Hazret-i Âişe olmasaydı, *(fıkh ilmi)* olmazdı. 


Efendimiz aleyhisselâm onunla, bunun için evlendiler. Cebrâil aleyhisselâm hazret-i Âişe’nin resmini, birçok *(ipek)* lere sarılı olarak Efendimize getirdi ve;


*(Bu, senin hanımın olacak)* dedi. Efendimiz aleyhisselâm, bundan sonra hazret-i Âişe’yi, kendilerine *(nikâh)* buyurdular.


Allahü teâlâ, kullarına, iki ibâdetin sevâbını bildirmemişdir. Biri, ramezân-ı şerîf *(orucu)* nun sevâbı. Biri de, *(yemek)* yedirmenin sevâbı. 


Bunların, Allah katındaki sevâbını yalnız kendisi bilir. Diğer ibâdetlerin ne kadar sevâb olduğu, kitaplarda açıklanmışdır. Ama yemek yedirmenin sevâbı bildirilmemiştir. 


Onun için mü’minler, mümkün mertebe bir *(çay)* için de olsa, bir *(kahve)* için de olsa, bir lokma *(ekmek)* için de olsa, evine misâfir dâvet etmeli, onlara birşeyler ikrâm etmelidir. 


*(El mer’ü mea men ehabbe)* hadîs-i şerîfi, bizim için büyük bir müjdedir kardeşim. Herkes, bu dünyâda *(kimi)* seviyorsa, âhiretde *(onun)* yanında olacakdır. 


İnşallah, âhiretde o büyüklerin yanında olacağız efendim. Âhiretde, nerede ve *(kim)* in yanında olmak istiyorsak, *(onu)* dünyâda iken seçmemiz lâzımdır. 


Onun için, insan seveceği kimseyi *(iyi)* seçmeli ve ona göre sevmelidir. Kerîm, kereminden vaz geçmez efendim. *(Men dakka bâbel kerîmi infetehâ)*. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden işitdik bunu. 


Ne demek bu? yâni, *(Kerîm)* in kapısı çalınırsa, muhakkak açılır demekdir. Çünkü ihsân kapısıdır o. O büyükler, istiyene verirler kardeşim. 


Dünyâda kim kimi severse, âhiretde de onunla berâber olacakdır. Dünyâ için, yâni menfaat için bağlananlar, koparılır. Ama *(Sevgi)* ile bağlananları kimse koparamaz.


Hele insanı bir de *(aşk)* sardı mı, çok güzel olur ve onu ancak *(âşıklar)* anlar. Elhamdülillah, Rabbimize sonsuz şükrler olsun, râhatız, neş’eliyiz. 


*(Kitap)* larımız dağılıyor, *(gazete)* miz yayılıyor. Bundan büyük lûtf-u ilâhî olur mu? 


Allah, Enver âbimize neş’eli olmayı nasîb etsin. Bu, çok mühim. İşin başı O'dur. Enver âbi neş’eli ise, biz de hepimiz *(neş’eli)* yiz kardeşim.

Peygamber efendimiz ne kadar su ile abdest ve gusl alırdı

 Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm, bir müd(875 gr ağırlığında) su ile abdest alır, bir sa' (4.2 litre) su ile gusl ederdi.

(İbn-i Âbidîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Her müslümanın uyması gerekir

 ***Her müslümanın ibâdet yaparken ve haramdan sakınırken kendi mezhebi âlimlerinin "Müftâbih olan budur", "En iyisi budur", "En doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır. 

(İbn-i Âbidîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Yalnız hadîs-i şerîf okuyup fıkıh öğrenmeyen kimse

 Yalnız hadîs-i şerîf okuyup, fıkıh öğrenmeyen kimse dinde müfsiddir. (bozgunculuk yapandır)

(Ebü'l-Leys Semerkandî hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Kalbde îmân bulunduğuna alâmet

 ***Mü'min olmak için, yalnız Kelime-i şehâdeti (Eşhedü en lâ...) söylemek yetişmez. Münâfıklar da bunu söylüyor.Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, şerîatin (İslâmiyet'in) emirlerini seve seve yapmaktır. 

(İmâm-ı Rabbânî hazretleri “kuddise sirruh”)

İslâm âlimlerinin göz bebeğidir

 İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî, derin âlim, büyük velî idi. Müctehîd yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim idi. İslâm âlimlerinin göz bebeğidir. Âlimlerin önderi, velîlerin baş tâcı idi. Resûlullah efendimizin güzel ahlâkını açıklayan bir deryâdır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerini sevenler, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan kaçanlardır. Sevmeyenler münâfıklar yâni içi dışı başka, iki yüzlü olanlardır. İslâm memleketleri, hazret-i Müceddîd'in feyz ve nûrları ile doldu. İnsanda bulunacak her üstünlüğü, Allahü teâlâ İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî hazretlerine vermiştir. Vermediği yalnız peygamberlik makâmı kalmıştır. 

(Şâh-ı Dehlevî hazretleri “rahmetullahi aleyh” )