Esmâ-i hüsnâ ve tâzim

 Esmâ-i hüsnâdan her birini söyledikten sonra celle celâlüh gibi tâzim, hürmet (saygı)ifâdesini de söylemelidir. Yoksa edebe riâyet edilmemiş olur. 

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri kuddise sirruh)

Edebi terk etmek

 Edebi terk etmek, huzûrdan kovulmayı gerektiren bir sebebtir. Huzûrda edepsizlik yapanı kapıya, kapıda edepsizlik yapanı hayvanlara bakmak için ahıra gönderirler.

(Ebû Ali Dekkak hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Edebe aykırıdır

 Dostlarına, nereye gittiklerini ve ne iş yaptıklarını suâl etmek edebe aykırıdır.

(Bündar bin Hüseyn hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet

 Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet eden kimse helak olur. Ondan istifâde edemez.

(Ebû Abdullah-ı Rodbârî hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Dinimiz nakil dinidir

 Dinimiz nakil dinidir. İman ve ibadet bilgileri kıyamete kadar aynıdır, değişmez. Nakleden aziz, nakilsiz konuşan rezil olur.Nakletmeden konuşmak edepsizliktir.

(Ebü'l-Abbâs-ı Mürsi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Günaydın demek

 Günaydın demek,çok kötü âdetdir,çok fenâdır. Sünneti terk etmekdir.

(El-ibdâ’ kitâbı s.362)

Çıplak ayakla nemâz

 Çıplak ayakla nemâzda oturan adamın,çıplak ayağının altını mü’minlere göstermesi edebsizlik olur.

(Tergîb-us-salât)

Benim demek

 Tasavvuf ehli arasında “Benim elbisem, benim ayakkabım” demek edebe uygun değildir. 

(Abdullah-i Ensârî hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Edeb

 Edebe riâyet etmeyen kimsenin, Allahü teâlânın evliyâsından olması mümkün değildir.

(Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Size göre mi, bize göre mi?

 Rivayet olunur ki bir gün İmam-ı Şafii ve İmam-ı Ahmed (rahimehumullah )aralarında sohbet ederken yanlarına Şeyban-ı Rai (kuddise sirruhu )geldi.

İmam Ahmed ''Ben Şeyban'dan bir şey soracağım'' dedi. İmam Şafii sormamasını söylemesine rağmen sordu.

İmam Ahmed ''Ya Şeyban keçilerin zekatı nasıl olur?''

Şeyban; ''Size göre mi, bize göre mi?''

İmam-ı Ahmed ''İki mezheb mi var?''

Şeyban; ''Evet.''

İmam-ı Ahmed; ''İkisine göre de söyle."

Şeyban; ''Sizin mezhebe göre kırk tanede bir tane. Bize göre ise, kul efendisine karşı bir şeye malik değildir. Öyle ise her şey Allah'ın (celle celaluhu) malıdır.''

Diğer bir seferde İmam-ı Ahmed yine Şeyban'dan sordu:

"Bir kul namazda eksik veya fazla kılıp sehiv secdesi yaparsa ona ne lazım gelir?"

Şeyban; ''Size göre mi bize göre mi?'' dedi.

İmam-ı Ahmed ''İki mezhebe göre cevap ver.'' dedi.

Şeyban; ''Mezhebinize göre sehiv secdesi yaparsa kabul olur.

Mezhebimize göre, sehiv secdesi eden kişinin kalbi gafil olduğundan terbiye ve tedip edilmesi lazım gelir.''

İmam Ahmed bu cevap üzerine bayıldı.

İslamiyet üç kısımdır

 İslamiyet  üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs


"Tarîkat ve hakîkat yolculuğundan maksat, ihlâs elde etmektir. İhlâs da, rıza makamında hâsıl olmaktadır."


Sirâceddîn-i Evvel hazretleri Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden ve zamânındaki büyük velîlerdendir. İsmi Osman Sirâceddîn'dir. 1781 (H.1195) senesinde Irak'ta Cebel-i Himrin denilen yerde doğdu. Bağdât'a giderek büyük âlimlerin yetiştiği Geylânî Medresesine devâm etti. Sonra Şeyh Abdullah Hırpanî'nin medresesine devâm ederek, orada müderris bulunan büyük âlim ve velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleriyle tanıştı. Onun ilim ve feyiz kaynağı ders ve sohbetlerine devâm ederek ilimde yüksek dereceye erişti.


Mevlânâ Hâlid hazretleri ona "Fakih Osman" adını verdi. Tasavvuf yolunda ilerleyerek Nakşibendiyye yolu usûlüne göre yetişti. Mevlânâ Hâlid hazretleri önce ona zâhirî ilimlerde icâzet verdi. 1867 (H.1283) senesinde Tavila'da vefât etti. Bir dersinde şunları anlattı:


Yüksek üstadımız İmam-ı Rabbânî hazretleri, mektubatının 1. cild 36. mektubunda buyuruyorlar ki: Şeriat üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs. [yâni İslâmiyetin emir ve yasak ettiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve her şeyi yalnız, Allahü teâlâ için yapmaktır.] Bu üçüne kavuşmayan kimse, şeriate kavuşmuş olmaz.

 

Bir kimse, şeriate kavuşunca, Allahü teâlâ, ondan râzı olur. Allahü teâlânın râzı olması, sevmesi de, bütün dünya ve âhıret saadetlerinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, Âl-i İmrân sûresi onbeşinci ve sûre-i Tevbenin yetmişüçüncü âyetleri bildirmektedir. O hâlde, şeriat, dünya ve âhıretteki bütün saadetleri ele geçirten bir sermâyedir. Şeriatin dışında aranılacak, imrenilecek hiçbir iyilik yoktur. Tasavvuf büyüklerinin kazandıkları, tarîkat ve hakîkat, şeriatin yardımcıları, hizmetçileri olup, şeriatin üçüncü kısmı olan ihlâsı elde etmeye yarar. Tarîkata ve hakîkate başvurmak, şeriati tamamlamak içindir. Yoksa, şeriatten başka bir şeyler ele geçirmek için değildir. Tasavvuf yolcularının, o yolculukta gördükleri, tattıkları, ahvâl, mevâcîd, ulûm ve marifetler, imrenilecek, istenilecek şey değildir. Hepsi, evhâm ve hayâlât gibi, geçici şeylerdir. O yolcuları terbiye için, ilerletmek için, vâsıtadan başka bir şey değildir. Bunların hepsini geçip arkada bırakıp, "Rıza makamı"na varmak lâzımdır. Sülûk ve cezbe yolculuğundaki makamların, konakların nihâyeti, rıza makamıdır. Çünkü, tarîkat ve hakîkat yolculuğundan maksat, ihlâs elde etmektir. İhlâs da, rıza makamında hâsıl olmaktadır.