Ziyâeddin Mevlânâ Hâlid "kuddise sirruh"

(Ziyâeddin Mevlânâ Hâlid "kuddise sirruh")

Sofiye-i aliyyenin büyüklerinden, Silsile-i aliyyenin yirmi dokuzuncusu, yüzlerce mürşîd ve velî yetişdirip. karanlık dünyayı ışıklandıran, Ziyâüddin Mevlânâ Hâlid, âriflerin kutbu, dînin ve milletin senedi, hakikatin bürhânı, sûrî ve ma’nevî kemâller sâhibi, hakîkî mürşîd-i kâmil, zamanının âlimi, evliyâlık nümûnesi, rehberlerin kılavuzu, nûr ve feyz sunucusu, bütün yolların kendisini büyük tuttuğu, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) vârisi, İmâm-ı Rabbânînin yolunun gözdesi, hak, hakîkat, ilim, irfân, kerâmet kaynağı idi. 
Hazreti Ziyâüddîn Mevlânâ Halid’in babası Ahmed, onun babası Hüseyin, onun babası Alî, onun babası Abdullah, babası Hüseyin, babası Tahâdır. Bu da insanlar arasında, “altı parmak” ismi ile meşhûr olan Kâmil bir velî olan Pîr Mikâile dayanır. Bu ise, üçüncü halîfe, hayâ ve ihsân menba’ı Hazreti Osman bin Affâna (radıyallahu teâla anh) çıkar. Ya’nî Mevlânâ Hâlid, hazreti Osman’ın (radıyallahu teâla anh) neslindendir. 
Annesi ise, hazreti Alî’nin (radıyallahu teâla anh) soyundandır. Mevlânâ Hâlid Efendimiz 1192 (m. 1778) yılında Bağdâd yakınında Şehr-i Zûr kasabasının Karadağ mahallesinde dünyaya gelmiştir. 
Daha küçük iken aklî ve naklî ilimleri, ya’nî tefsîr, hadîs, fıkıh, tasavvuf, akâid, nahiv, sarf, meânî, beyân, bedî’, vad’, âdâb, arûz, edeb, lügât, usûl, mantık, hikmet (fizik), hey’et (astronomi), geometri, hesab ve diğer ilimleri öğrenmişti. Hattâ Firûz Âbâdînin Kâmûsunu ezberlemişti. Asrındaki bütün âlimlerden daha üstün bir ilme sâhib olmuş idi. Esrâr ilminde Allahu teâlânın âyetlerinden (işâretlerinden) bir âyet idi. 
Zühdü, takvâsı, verâ’ı, ya’ni haramlardan, şübhelilerden ve mubahların bile fazlasından kaçması, faziletleri ve menkîbelerini bütün âlim ve velîler uzun uzun anlatmışlardır. 
Çok âlimlerden ilim öğrenmiştir: Biri, anlatılan ve anlatılamıyan ilimlerde derin âlim Muhammed bin Âdem-i Kürdî’dir (rahmetullahi aleyh). Biri, faziletler sâhibi Sâlih-i Kürdidir. Biri, üstünlükler sâhibi Abdurrahman-ı Kürdidir. Biri de. faziletli, ilim deryâsı Abdürrahîm Berzencîdir. Biri de, bunun kardeşi Abdülkerîm Berzencîdir. Bunlardan başka Abdullah-ı Harpanîden ve daha birçok âlimlerden ders almış, ilim öğrenmiş, feyz ve nûr iktibas etmiştir. 
Arabî ve fârisî dil ile kaside ve manzûme yazmakta, herkesten belâğatlı ve fasîh oldu. Şiirindeki san’at ince ve engin rûhunun terennümleri olarak görünür. 
Şerh-i Muhtasar-ı Müntehiyi Bağdâdda okutmaya başlamıştı. 
Bunun yanı sıra Kâdî Beydâvî tefsirini, Şeyh İbni Hacer-i Mekkî’nin Tuhfetül muhtâcını Şerh-i mevakıfı, Mekasıdı, Siyâlkûtînin Muhakkikini hâşiyeleri ile ve bunlara benzer en ince ve zor ilimleri hiçbir şübheye ve soruya yer bırakmadan okutmaya ve izâh etmeye başladı. Tahkik ve tedkîkinden akıllar hayrette kalırdı. İlminin şöhreti öyle oldu ki, bütün dünyada Ledünnî Hârika adı ile anıldı. 
Hindistan’ın en yüksek velîsi, rabbânî ilimler vârisi, Mücedîd-i elf-i sânînin sırlarının sâhibi, tarîkatin kutbu, insanların imdadına yetişici, hakîkatlar menba’ı, sâliklerin mürşîdi, yüksek himmetler sâhibi, şeriatın, hakikatin bürhânı, insanlığın senedi, hikmet ve ma’rifet ma’deni, irfân ve yakîn denizi, ilim ve ilham rehberi, sûrî ve ma’nevî kemâller sâhibi Şah Abdullah-ı Dehlevînin (kuddise sirruh) huzürunda canla başla çalışarak, büyük mücâhede ve çetin riyâzetler çekerek uğraştı. Dâima hizmet ediyor, daha çok zikir ve fikir etmeye gayret ediyordu. Bu minval üzere beş ay devam edince Mevlânâ hazretlerine huzûr ve müşâhede makamı hâsıl oldu. Rabbânî sırların keşfine, Allahu teâlânın ihsânına kavuşdu. Ferd-i kâmil oldu. Bir sene dolmadan her şeye kavuştu. Abdullahi Dehlevî böyle olduğunu bütün talebesinin yanında söylemişdir. 
Mevlânâ hazretleri bu makama çıkınca, üstâdı tarafından Nakşîbendiyye, Kâdiriyye, Suhreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye yollarından icâzet-i mutlaka verildi. Hilâfet verip irşâd ile memur eyledi. 
Çeşitli ilimlerde te’lifleri vardır. Bilhassa İRÂDE-İ CÜZ’İYYE hakkındaki risâlesinin, bir benzeri, o zamana kadar yazılmamışdı. Râbıta risâlesi ve birçok şerh, tetemme ve ta’lîkleri vardır. Hele fârisî dil ile yazdığı, ince rûhunun terennümlerini bildiren (DİVÂN) ı bir şaheserdir. Okuyanlar, zekâsının kuvvetini, görüşünün keskinliğini, aklının inceliğini, kalbinin safvetini, vilâyetteki derecesini ve muhabbetinin çokluğunu görür. Kitablarından biri de, (İTİKADNÂME) olup, Ehl-i Sünnet velcemâ’at mezhebinin îmân bilgilerini ve diğer fırkaların hatâlarını bildirir. Bu kitabı, muhterem H. H Işık efendi tarafından Türkçeye terceme edilmiş, İMÂN ve İSLÂM ismi verilmiş, Türkiye’nin her yerinde bulunmakta, her evde okunmaktadır. Delâil-i hayrat şeklinde, (CÂLİYETÜL EKDAR) adında bir eseri vardır. Okunması keder ve üzüntüleri giderir. Delâil-i hayrâttan kısa, fakat daha fâidelidir.

2. Cild 61'inci Mektûb & Mektubât ı Rabbânî

2. Cild 61'inci Mektûb & Mektubât ı Rabbânî

Bu mektûb Hasan Berkî'ye Mevlânâ Ahmed Berki 'nin vefatı üzerine yazılmıştır. 
Dostlara nasihâtla Ahmet Berkî 'nin yerine Hasan Berkî'yi tayin ettikleri hakkındadır.

Kim Kimi Severse, Onu Ona Bildirsin

Peygamberimiz “aleyhissalâtü vesselâm” buyurdu ki: 

Bir kimse, din kardeşini seviyorsa, sevdiğini ona bildirsin!

Size ve doğru yolda bulunanların hepsine selâm olsun!

Derd ve belâ sevilenlere verilir

 💠Her kim ki, makbûldür [sevilendir]. Derd-i belâ ile mâsivâyı sevmekden, onu men’ edip, sevgili tarafına çekerler. Her kim ki, istenilen [taleb edilen] değildir. Onu kendi hâli üzere terk ederler. [Ya’nî, derd ve belâ, sevilenlere verilir.] 2/99

Câmi’ üzerine abdest etmek tahrîmen mekrûhdur

 Câmi’ üzerine abdest etmek tahrîmen mekrûhdur.Çünki, câmi’lerin üstü, semâya kadar mesciddir. Altı da böyledir. Altını şadırvan, hamâm yapmak câizdir.

(İbni Âbidîn )

*Câmi’in altına ve mihrâb dıvarının önüne abdesthâne yapmak mekrûhtur.

 (Tergîb-üs-salât)

İnsan ölünce ruhunun ölmediği âyet ve hadisle sabittir

 İnsan ölünce ruhunun ölmediği âyet ve hadisle sabittir. Ruh şuur sahibidir, ziyaret edenleri tanır. Velilerin ruhları, diri iken de, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh, insanın ölmesiyle ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır.

 (Abdülhak-i Dehlevî hazretleri kuddise sirruh ;Mişkat)

2.cild 60. Mektûb & Mektûbat-ı Rabbânî

2.cild 60. Mektûb & Mektûbat-ı Rabbânî

Peygamber Efendimiz* “sallahu teâlâ aleyhi vesselam ve Dört Büyük Melek

 _*Peygamber Efendimiz* “sallahu teâlâ aleyhi vesselam”_* _Buyurdularki_;  *Bir Gün Dört Büyük Melek Geldi.*


 _*Cebrâil Aleyhisselâm_*

▬ _“Yâ Rasülullah, Sana Her Gün On Salavât Getirenin Elinden Tutar, Sırât’ı Kuş Gibi Geçiririm!”_


_*Mikâil Aleyhisselâm_*

▬ _“Ben de, Ona, Kevser Havuzundan Kana Kana İçiririm!”_


_*İsrâfil Aleyhisselâm_*

▬ _“Ben de, Onun Affı İçin Başımı Secdeye Koyarım. Allahû Teâlâ Onu Affetmedikçe Başımı Secdeden Kaldırmam!”_


_*Azrâil Aleyhisselâm_*

▬ _“Ben de, Onun Ruhunu, Peygamberler Gibi Kabz Ederim!”_


_Peygamber Efendimiz “sallahu teâlâ aleyhi vesselam”__*“Bu Ne Büyük Lütûf ve Ne Büyük Bir İhsândır Yâ Rabbi...!”_* buyurdular.

Nimete kavuşanlara şükür lazımdır

  Nimete kavuşanlara şükür lazımdır.
Hiç kimse kendi kendine birşey olamaz. Allahu teâlâ irade etmezse. Bir bardak suyu içerken dahi Allahu teâlâ ya şükür etmelidir. Şükretmeye gayret edelim. Kendimizi iyi görmeyelim. Kendimizi kusurlu, eksik, ve günahları görürsek o zaman Rabbimizin huzurunda olduğunu biliyoruz demektir.
İnsan ne kadar severse o zaman sevdiğinde hiçbir kusur bulamaz...
(Süleyman Kuku "rahmetullahi aleyh")

Bâbilli Tüccar

 Bir tüccar Bâbil'den Mekke'ye ticaret için gelip, Ebû Cehil'e koyunlarını satmıştı. Ebû Cehil parasını vermiyor ve onu oyalıyordu. Tüccar Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine gelip dedi ki: "Ben garip bir kimseyim. Ebû Cehil koyunlarımı satın aldı ve parasını vermedi. Kim ondan benim hakkımı alabilir?


Hazret-i Muhammed "sallallahü aleyhi ve sellem" o sırada onlara yakın bir yerde oturuyordu. Kureyşliler alay ederek o kimseye; "İşte şu oturan kimse senin hakkını alır." diyerek, Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" gösterdiler. Bunun üzerine Bâbilli o kimse, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" huzuruna gidip, başından geçenleri anlattı. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" hemen kalkıp; "Gel senin hakkını alayım." buyurdu. Kureyşliler haber getirmeleri için iki kişiyi onların arkalarından gönderdiler. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Ebû Cehilin kapısına varıp, kapıyı çaldı. "Kimsin?" diye sorunca; "Muhammed bin Abdullahım. Dışarı gel!" buyurdu. Ebû Cehil hemen dışarı çıktı. Rengi değişmiş ve vücudu titriyordu. Peygamberimiz ona; "Bu kimsenin hakkını ver!" buyurdu. Ebû Cehil, hemen; "Veririm." dedi. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" "Bu kimsenin hakkını tamamen vermedikçe buradan ayrılmam!" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Cehil acele ile evine girdi. O tüccarın hakkının tamamını getirip verdi.


Daha sonra Peygamberimiz oradan ayrılıp gitti. Bâbilli kimse de Kureyşlilerin toplu hâlde bulundukları yere gidip; "Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâma iyilikler versin. Hakkımı o zâlimin elinden alıverdi." dedi. Biraz sonra müşriklerin haber getirmek için gönderdikleri iki kişi de yanlarına geldiler ve onlar da olanları aynen anlattılar. Az sonra Ebû Cehil de oraya geldi. Kureyşliler onu kınadılar, alay ettiler. Bunun üzerine Ebû Cehil; "Muhammed kapıma gelip kapıyı çalınca, sanki kalbim yerinden fırladı. Hemen dışarı çıktım. Muhammed'in başı üzerinde büyük bir aslan gördüm. Ağzını açmıştı. Eğer o kimsenin hakkını vermekde bir an daha duraklasam, aslan beni parçalayacaktı." dedi. Oradakiler bu mucizeye de inanmadılar ve her zamanki gibi; " Bu da Muhammed'in sihirlerinden biridir." dediler.


(Şevâhid-ün Nübüvve - 108)

İki şeyi istersiniz ama bulamazsınız

 İki şeyi istersiniz ama, bulamazsınız. 

Bunlar neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennette olur.  

Ebû Turâb-ı Nahşebî “Rahmetullahi aleyh”