*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Ben, Cum’a akşamı atlardım trene, İstanbul’a gelirdim. Pazar günü de, akşam oradan trene biner, Ankara’ya gelirdim. Yâni bir gün için gelirdim. Niçin? *Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini göreyim*, diye.
Onu, o kadar çok severdim. Bir gün Efendi hazretleri ile, bir bahçede baş başa oturuyorduk. 1939 senesi idi. Ben yirmisekiz yaşındayım o zaman.
Nasıl olduysa, orada usûlümü bozdum. Esâsen Efendi’ye hiç birşey söyliyemezdim, suâl soramazdım efendim. Ama o gün bahçede oturuyorduk.
Ben, birden bire; *Efendim ben evlenmek istiyorum*, deyiverdim. Nasıl söyledim bilmiyorum, ama söyledim. Nasıl söylediğime hâlâ şaşıyorum. Hiç böyle şey yapmazdım.
Ben böyle deyince, Efendi; *Öyle miii? Ciddî mi söylüyorsun?* buyurdular. Hiç unutmam. *Ciddî* kelimesini söyledi orada. Ben de; Evet efendim, dedim.
*Peki, kiminle evleneceksin?* buyurdu. Siz kimi emrederseniz onunla, dedim. Hoşuna gitdi tabii. Tekrar bana; *Ciddî mi söylüyorsun?* buyurdu. Evet efendim, dedim.
*Peki öyleyse, sen Ziyâ beyin kızı Sîret’i alacaksın*, buyurdu. Sonra da bana; *Olur mu?* dedi. Ben; Elbet olur, tamam efendim, dedim.
Bu, benim için bir *Müjde* oldu. Çünkü Ziyâ beyi çok severdi. Bunu herkes de bilirdi. Hattâ, her zaman ona duâ ederdi. Onun üzülmesini istemezdi
Efendi hazretleri İzmir’de tutuklu iken, izinle Ankara’ya getirildiğinde bile, evvelâ, *Ziyâ beye telefon edin, iyi olduğumu bildirin, tek üzüntüm Onun üzülmesidir*, demişdi.
Ziyâ bey, Karamürsel kumaş fabrikaları’nın müdürü idi. Efendi hazretleri, evlilik için bana; Ben *Ziyâ beyle konuşunca sana haber gönderirim*, buyurdu.
Ben yine; Efendim, ben merak ederim, gitmeden konuşsanız, dedim. Çünkü Ertesi gün gidecekdim. Bir günlüğüne gelirdim. Bâzen cumartesi gelir, Pazar günü dönerdim.
Ben öyle söyleyince; *Öyleyse Ziyâ beyi çağır, gelsin*, buyurdu. Hemen Vefâ’daki, fabrikaya gitdim. Masanın üzerine birçok evrak çıkarmış, çalışıyordu. Kendisine;
*Efendi hazretleri sizi çağırıyor*, dedim. Ziyâ bey korkdu; *Hayrdır inşallah, bir şey mi oldu acaba?* dedi. Yok efendim, neş’eliydi, size hayrlı bir haber verecek, dedim.
*Peki, sen git, ben de geliyorum*, dedi. Ben Efendi hazretlerinin yanına girdiğimde, hemen arkamdan Ziyâ bey de içeri girdi. Efendi, bana; *Sen çık, Ziyâ beyle yalnız konuşayım*, dedi.
Ve ikisi baş başa konuşdular. Sonra Efendi hazretleri beni çağırıp; *Ziyâ bey tamâm diyor, bir de kızın annesiyle konuşayım, belki kızımız küçük der*, dedi.
Ardından da; *Ben kızın annesiyle görüşeyim, sonra sana haber gönderirim*, dedi. Ben yine; Efendim ben merak ederim, râhat edemem, ben gitmeden konuşsanız, dedim.
Efendi; *Peki!* buyurdu. İkimiz, Fâtih’deki şimdi oturduğumuz eve geldik. Ben işte bu odada oturuyordum. Yan odada, Efendi hazretleri Ziyâ beyle konuşdu. Yalnız annesi; *Kızımız henüz küçük*, demiş.
Efendi hazretleri de; *Küçük değil*, demiş. Sonra Ziyâ bey, hanımına; *Efendi hazretlerinin sözüne îtirâz edilmez, O ne derse o olur. Sîret’i Hilmi’ye vereceğiz*, demiş.
Ertesi gün Efendi hazretleri, hem *Hanefî*, hem *Şâfiî* mezhebine göre nikâhımızı kıydı, düğünümüz de oldu. Velhâsıl beni Efendi hazretleri evlendirdi.
Düğün olduğunun ertesi gün, aldım ben bizim hanımı, birlikte Efendi hazretlerine gitdik. *Fâtih*’den *Eyübe*, Efendiyi ziyârete gitdik. Odada başka kimse yokdu.
Efendim, bu sabah bunlar hâtırıma geldi de anlatıyorum size. Çok tatlı hâtıralar bunlar. Evde bugün bunları, o tatlı günleri hatırladım da *Ağladım* evde bu sabah.
Velhâsıl ertesi gün Efendi hazretlerine gitdik. Odaya girdik, tenhâ idi, kimseler yokdu. Efendi hazretleri tek başına oturuyordu. Bizi de karşısına oturtdu, yan yana.
Efendi hazretleri benimle başdan konuşmadı. Evvelâ bizim hanıma; *Hilmi’den memnûn musun?* buyurdu. Çok büyük bir imtihân geçirdim.
Ya, *Râzı değilim, memnûn değilim!* derse, diye ödüm patladı orada. Acabâ ne cevap verecek diye merakla bekledim. Bizim hanım da; *Memnûnum*, dedi, o kadar.
Başka birşey demedi. Ben de sevindim tabii. Bu sefer bizim hanıma ne dedi biliyor musunuz? *Sen benim kızım mısın, gelinim misin?* diye sordu.
Tabii hanımanne sustu, şaşırdı çünkü. Ben de öyle dinliyorum. Bizim hanım cevap vermeyince, Efendi hazretleri kendisi cevap verdi. Ne dedi biliyor musunuz?
Bana, en büyük müjdeyi verdi orada. *Sen benim, hem kızımsın, hem de gelinimsin*, dedi. Ne demek gelinimsin? Bunun mânâsı; *Hilmi, benim oğlumdur*, demekdir.
Bunun mânâsı budur. Ben bu *Müjde*’yi aldım elhamdülillâh. Ne büyük ni’met. Bu da, benim için ikinci *müjde* oldu. Efendi hazretleri, benim için *Oğlum* dedi.
Efendi hazretleri beni şımartmamak için; *Hilmi benim oğlumdur*, demiyor da, bizim hanıma; *Sen benim, hem kızımsın, hem de gelinimsin*, diyor. Orada bu *Müjde’yi aldım elhamdülillah.