Geçti Gençlik

Eyüb Sultan’da, Vezirtekkesi’nde, bizim evin altında bir kulübe vardı. Bu kulübede fakir bir karı-koca yaşardı. Kadıncağız, gece börek, çörek, aşure pişirirdi. Adam da el arabasına dizer; sabahleyin Eyüb Sultan Câmii’nin önünde satardı. Her sabah mektebe giderken, bu evin önünden geçtiğim sırada, kadıncağızın çamaşır asarken yanık yanık bir beyit söylediğini işittim:

Geçti gençlik, tatlı bir rüyâ gibi, ey çeşmim zâr,

Beni mecnûn etti girye, meskenim olsun mezâr.

Kadıncağız genç idi; ama şiiri yazan her halde ihtiyardı. Girye, gözyaşı; çeşm, göz; zâr, ağla, demektir. Bir sabah yine mektebe giderken bu kadıncağızın bu beyiti okuduğunu işittim. O gün mektep dönüşü, bir de baktım ki o evin bahçesine kazan kurulmuştu. Sessiz bir hareketlilik vardı. Meğerse kadıncağız vefat etmişti.

Demek ki her zaman böyle söylememek lâzımmış. Allahü teâlânın duaları kabul ettiği bir eşref saat vardır. Kadıncağız gepegenç vefat etti. Adamcağız da onun müzâharetinden [desteğinden] mahrum kaldı. Bu şiiri ondan öyle dinlerdim. Şimdi de zaman zaman okuyorum, gözlerim yaşarıyor. Bu beyiti Seâdet-i Ebediyye kitabıma koydum.

Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi aleyh)

Sadaka,Zekât,İktisat

 “Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz, iktisat eden, tasarrufa riâyet eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır, insanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır.”

Ca'fer-i Sadık Hazretleri

Ali Bey'in hanımı Rabia hanımın gördüğü rüya

 Efendi hazretleri bir vesîle ile anlattılar:

Benim yeniden derse başladığım Salı gününün gecesinde, gördüğü rüyâyı salıyı ta'kîb eden cûma günü öğleden bir sâat evvel nakl ve hikâye ediyor. [Rüyayı] Gören hanım, bizim pek sevdiğimiz Alî Beyin haremi [hanımı] Râbia hanımdır. Bizim dersimize yeniden izin verilmiş olduğundan ma'lûmatı olmadığı halde görmüştür.

Derse başladığımız Salı günü, zevci Alî Bey tebşîr etmişti ki, rüyânın ta'biri zuhûr etti. Rüyâ budur: Rüyâda gördüm ki, birisi bana: "Abdülhakîm Efendi, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın miracına çıktı ve yanında içi nohud dolu bir çuval gördüm. Ve bu rüyayı rüyâda anlatıyordum" dedi.

Mi'racdan murad va'z kürsüsüdür. Bu rüyânın müjdeliği olarak canımı versem yine azdır. 

(Kendinin helâkine çalışan Abdülhakîm)

[Son Halkalar Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 422]

Efendi hazretlerinin Mektûbât'tan tercemeleri

 Urve-i vüska Muhammed Ma'sûm'un Mektûbât'ının Birinci cild 34. mektubu Hâfız Abdülkerîm'e yazılmıştır. Dünyâ hayâtı ile berzah-ı sugra [kabir] hayatı arasındaki farkın beyânındadır:

Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Dünya tarafına taalluk eden hayat, his ve hareketten ibârettir. Berzaha [kabir devresine] âid hayat ise sadece histen ibârettir, hareket yoktur. Hak sübhânehü Hakîm-i mutlaktır. Her yere uygun olanını vermiştir. Berzahda his lâzımdır,çâre yoktur. Zirâ orada lezzet ve elem olsa gerektir. Halbukî hareket hiç lâzım değildir. Lâkin dünyâ ve âhıret hayatları böyle değildir ki, bunlar da her ikisi de lâzımdır. Anla. Vesselâm.

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı,2.cild, sf: 423]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm *altı* yaşındayken Medîne’ye, dayılarına ziyârete gitdiler. Dönüşte, Allahü teâlâ Azrâil aleyhisselâma; *Git, Âmine’nin rûhunu al*, diye emretdi. 


O da, yüzlerce melekle geldi. Azrâil aleyhisselâm, büyüklerin, Evliyânın rûhunu almaya gelirken, yüzlerce, binlerce *Melek*’le gelirdi. 


Azrâil aleyhisselâm Allahü teâlâya; (Doğmadan babası vefât etdi. Şimdi de annesini kaybederse, bu çocuğun hâli ne olur. Birkaç sene daha ömrü olsa) dedi. 


Allahü teâlâ da; *O, annesinin yanında olursa, Ona iyi bakamazlar. Annesi vefât edince, Ona biz bakacağız*, buyurdu. 


Allahü teâlâ, dünyâya zerre kadar kıymet verseydi, düşmanı olan kâfirlere bir yudum *Su* bile vermezdi. Allahü teâlâ, dünyâya hiç kıymet vermemişdir. 


Allah, dünyâ muhabbetini kalbimizden çıkarsın kardeşim. Bu, en *Fenâ* şeydir. *Hubb-u dünyâ re's-i külli hatîatin*. Hadîs-i şerîfdir bu. 


Hubbu dünyâ ne demek? Dünyâ muhabbeti demek. *Hubb*, muhabbet demekdir. Bütün kötülüklerin, zararların başı, dünyâ sevgisidir. 


Dünyâ demek, *Harâm*’lar demekdir. Meselâ, şimdi *Ayran* içdik. Dünyâ değil ki bu. Besmele ile içdik, Allahımıza şükretdik, elhamdülillah dedik. 


Harâmların hepsi, yalnız yemek içmek değildir. Dînimizin gelme sebeplerinden biri, *Dünyâ*’ya karşı soğuklukdur. Bugün Cum’a namâzında, hoca efendi devâmlı dünyâyı kötüledi. 


Evet, doğru. Ama dünyânın ne olduğunu söylemedi. Efendimiz aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *Dünyâ mel’ûndur*. Ama burada kötülenen dünyâ, *Harâm*’lar demekdir. 


Eğer helâl olan *Para*, helâl olan *Mal* harâm olsaydı, dünyâ olsaydı, İbrâhim aleyhisselâmın ovaları dolduran davarları olmazdı. Büyüklerimizden bâzısının malı çok idi. 


Meselâ İmâm-ı A’zam hazretleri, *Şeker* tüccarıydı. Gemilerle getirip satardı. İyi de *Para* kazanırdı. Ama kendisinin bundan bir kuruş menfaati olmazdı. 


Hepsini talebelerine, fakîr fukarâya dağıtırdı. O hâlde, para kazanmak günâh değildir kardeşim.

Abdiyyet [kulluk] makamı

 İnsanın yaradılmasından maksad, kulluk vazîfelerini yerine getirmektir. Velâyet makamlarının sonu abdiyyet [kulluk] makamıdır. Bunun üstünde makam yoktur.

(İmâm-ı Rabbânî kuddise sirruh)

Evliyâullahı başkalarının tanımasından örten perde

*Evliyâullahı başkalarının tanımasından örten perde, insanlık sıfatlarıdır. Diğer insanların muhtâc olduklarına bunlar da muhtâcdır. Evliyâlıkları, bu ihtiyacları bunlardan kaldırmaz. 

*Allahu teâlâ evliyâ kullarını öyle saklamıştır ki, kendi zâhirleri bile bâtınlarındaki kemâlâttan habersizdir. Nerede kaldı ki, başkaları onların hallerini bilsin.

*Yâ Rabbi, bu nasıl iştir ki, kendin için evliyâ yaptın. Onların bâtınları âb-ı hayâttır. Bir damla tadan ebedî hayâtı bulmuş, se'âdet-i ebediyyeye kavuşmuş olur. Zâhirleri, dış görünüşleri ise, öldürücü zehirdir. Yalnız zâhirlerine bakan ebedî ölüme düçâr olmuştur.

(İmâm-ı Rabbânî kuddise sirruh)

Görünen ve bilinen her şey mukayyeddir

 İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:

Görünen ve bilinen her şey mukayyeddir. Maksûd ve matlûb olmağa lâyık değillerdir. Matlûb olan, bütün kayıdlardan, bağlardan münezzeh ve müberrâ olandır. O halde Onu, görmenin ve bilmenin ötesinde aramak lâzımdır.

Dünyâ ne demektir?

 “Dünyâ ne demektir biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şey dünyâ demektir. Seni O’ndan başka birşey ile meşgûl eden her şey de fitnedir. Bu kısa ömrü, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren, O’ndan başka şeylerle meşgûl olan kimse, âhıretini harâb etmiş olur. Bu ise, akıl sahiblerinin yapacağı şey değildir.”

Abdullah-i Ensârî hazretleri

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsanın giydiği elbisesi *Helâl*’den olsa, sâdece bir düğmesinin ipliği *Haram*’dan olsa, o elbiseyle kıldığı namâzı kabûl olmaz. 


Hattâ en büyük günah, *Dînini bilmemek*’dir. Bütün âbilere tavsiye ediyoruz. Mutlaka çocuklarına birşeyler okusunlar, anlatsınlar. 


Onların sîneleri şimdi tertemizdir. Bu temiz *Rûh*’a, bu saf *Sîne*’ye şimdi ne konulsa, o kalıcı olur. 


Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, peygamberler göndererek, her şeyin fâidelerini ve zararlarını bildirdi. Fâideli şeyleri *Emr*, zararlı şeyleri ise *Yasak* etdi. 


Bu emirlere *Farz*, yasaklara *Harâm* ve dünyâ denir. Bu emir ve yasakların hepsine de İslâmiyet denir. *Dünyâdan sakınınız!* demek, harâmlardan sakınınız demekdir, bunu iyi anlamak lâzım. 


*Dünyâ*’nın ikinci mânâsı, ölmeden evvelki hayât demekdir. Bu dünyâdaki lezzetlerin, zevklerin hiçbiri harâm değildir. Bunların zararlı şekilde kullanılmaları *Harâm*’dır. 


Bâzıları; *İslâmiyet her şeyi yasak etmiş*, diyorlar. Hâlbuki hiçbir zevk harâm değildir. Harâm olan, bunların zararlı şekilde kullanılmalarıdır. Fâideli şekilde kullanılmaları, *Farz* veyâ *Sünnet*’dir. 


Her uzvun, kalbin, nefsin, zevk ve lezzet aldığı şeyler başkadır. Meselâ, *Göz*’ün lezzet aldığı şeyden *Kulak* lezzet almaz. Kulağın lezzet aldığı şeyden de göz lezzet almaz. 


İnsanın bütün uzuvları, *Kalb*’in emrindedir. *Gönül* dediğimiz bu kalb, görülmez. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan mânevî bir *Kuvvet*’dir. 


*Nefs*, harâm işlemekden zevk alır. Nefs, şeytan ve fenâ arkadaş, sözleri ile, yazıları ile, radyo ve televizyon ile insanı aldatarak, kalbi harâm şeylere sürüklerler. 


Dünyâ, *Köpek* gibidir. Kovalıyandan kaçar, kaçanı kovalar. Köpeği kovalarsanız, kaçar. Köpeğin önünden kaçarsanız, o sizi kovalar. Onun için dünyâ, köpeğe benzetilmiş. 


Dünyâya düşkün olunmaz. Büyüklerimiz; *Eddünyâ ci’fetün, tâlibuhâ kilâbün*, buyuruyor. Yâni dünyâ, sanki *Leş*’dir, tâlibleri de ancak *Köpek*’lerdir. 


Peki, dünyâ için çalışmıyacak mıyız? Elbette çalışacağız, ama dîne uygun olarak çalışacağız. 


Hadîs-i şerîfde; *Ümmetimin ilk zamanlarının fakîrleri, son zamanlarının da zenginleri daha hayrlıdır*, buyuruluyor.

Ben size amellerinizi bırakıp benim sevgime sarılın demiyorum

“Ben size amellerinizi bırakıp benim sevgime sarılın demiyorum.Size “Öyle kimseler var ki ticaret ve alış veriş onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz.”*ayeti celileye muhatap olanların ahlakı ile ahlaklanınız diyorum.”

 

Gavs Seyyid Sıbğatullah Arvasi kuddise sirruhu 

*Nur suresi ,37. ayet