-Asıl kerâmet istikamettir. Kim ki şerîat caddesinden ayrılmadı, o kerâmettedir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
-Asıl kerâmet istikamettir. Kim ki şerîat caddesinden ayrılmadı, o kerâmettedir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
-Mümin, Besmelenin Be'sinden, Vennâs'ın Sin'ine kadar olan bil-cümle ahkâm-ı Kur'aniyyeye îman edendir. Kâfir, bu ahkâm-ı celîlenin, velev bir hükmüne olsun, îman etmeyendir. Îman, Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) indi ilâhiden [Allah katından] getirdiği bil-cümle [bütün] ahkâmı iz'an ve tasdîk etmektir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
Kuleli'den talebeleri Mehmed Gündoğan'a Arabî harflerle yazılmıştır.
Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Mehmed Gündoğan
Mübârek mektûbunuzu okumakla şereflendim. Cenâb-ı Hak sizlere ihsân eylediği ni'meti arttırsın. İnsanın ömrü rü'yâ gibi geçiyor. Hayatımızın geçen kısmı hayâl oldu, gelecek kısmı da hayâl olacak. Hayatımız rü'yâ gibi. İnsanlar uykudadır. Dünyâ hayatı rü'yâ gibidir. İnsanlar ölünce uyanacaklar; hakîkî hayât, uyanıklık, ölüm ile başlayacaktır.
1- Kerâhet-i tahrîmiyye olan [ya'nî vâciblerinin kasden terkedildiği] nemâzın iâdesi vâcibdir. Meselâ kavme, celse yapılmayan ya'nî ta'dîl-i erkân ve tumânînet yapılmayan nemâzların iâdesi vâcibdir. Nemâz içindeki vâcibi terk etmek de tahrîmen mekrûhdur.
Kerâhet-i tenzîhiyye ile kılınan nemâzı iâde ise sünnet, hattâ müstehabdır buyurmuşlardır. Bazı âlimler de, [kerâhet-i tahrîmiyye bulunan nemâzı] vakit çıkmadan önce iâde etmek vâcibdir, vakit çıkdıktan sonra iâdesi sünnet veya müstehabdır buyurdu. İâde edilen farz, birinci farzın yerine geçmiyor; onun yerini temâmlıyor. Vakit çıkdıktan sonra iâdesi vâcib diyen âlimlerde vardır.
2- Süt kardeş yalnız nikâh edilemediği, alınamayacağı için kardeş olur. Yoksa süt kardeş ile konuşmak da fitne şübhesi olunca mekrûhdur. Mürted olunca da evlenmek harâmdır. [Mürted olunca] (Süt kardeşlik kalmaz) demek câiz değildir.
3- Niyyet kalb ile olur. Kalb ile niyyet farzdır, lisân ile niyyet müstehab, demişlerdir. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) değil de âlimlerin sünnetidir, âdetidir demişler. Feth-i Aliyye gibi kitâblar bid'at diyor. İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) bid'atdir buyuruyor. Birçok kitâblar da kalb ile niyyeti te'min etmek için söylese mekrûh olmaz diyor. Kalb ile niyyet etmez, yalnız ağız ile söylese nemâz kabûl olmaz.
Âilenizin yanına gitmek, pederinize itâat etmek, onlara fâideli olmak sevâbdır. Sıla-i rahm sevâbına kavuşursunuz. Onlara fâideli olmak ayrıca sevâbdır. Zemânın, mekânın zulmetini hissetmek büyük lûtf-i ilâhîdir.
" İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar." Hadîs-i şerîf.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Birinin günâh işleyip işlemediğini, işin ehli hemen anlar. Çünkü *(maddî)* şeylerin sıfatları olduğu gibi, renk, koku, tat gibi, *(mânevî)* şeylerin de sıfatları vardır.
Günâh işliyen bir insanda, o günâhın sıfatı bulunur. Bunu, ehli anlar. Büyükler, birinin yüzüne bakınca, ne tür bir *(günâh)* işlediğini hemen anlar.
Nasıl anlar? Kalb gözleriyle görürler. Bizim kalb gözümüz *(kör)* olduğundan görmüyoruz. Kör demiyelim de, kör olmasın, *(hasta)* diyelim.
Dışarıda yağmur yağıyor. İlmihâl’de bir üniversiteliye cevap’da yazdık bunu. Gökden *(rahmet)*, yağmurla iner. Yağmura da bereket, şimşekdeki *(elektrik)* den gelir.
Yâni şimşekden *(bereket)* geliyor. Dışarıya, *(maddî)* rahmet yağıyor, içeriye görünmiyen *(mânevî)* rahmet yağıyor.
Mânevî rahmet yağdığını nereden biliyoruz? Silsile-i aliyye’nin son satırı neydi? *(Sâlihleri söyleyince, yağar rahmet-i ilâhî.)* Biz de sâlihlerin isminden bahs etdik.
*İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinden, *Abdülhakîm Efendi* hazretlerinden, *Ebül Hasan-i Harkânî* hazretlerinden, *Bâyezid-i Bistâmî* hazretlerinden, *Abdulhâlık Goncdüvânî* hazretlerinden bahsetdik.
Onun için burayada *(mânevî rahmet)* yağdı efendim.
*(El ulemâ-i vereset-ül enbiyâ)* buyuruluyor. Mal mülk çocuğa kaldığı gibi, Peygamberlerin *(ilmi)* de âlimlere kalır. Peygamberlerin vârisleri, İslâm âlimleridir. Bunlar, *(mürşid-i kâmil)* lerdir.
İlmin bir zâhiri, bir de bâtını vardır. İlmin zâhiri, *(hocalar)* da olur, bâtını, *(mürşid)* lerde olur. Hem zâhiri, hem bâtını bulunanlar ise, *(mürşid-i kâmil)* lerdir. İşte vâris, bunlardır efendim.
Allahü teâlâyı inkâr edenler, şu üzümün bir tânesini yapabilseler ya. Bir *(hücre)*, muazzam bir fabrikadır. Bugün fen, bu fabrikanın pek azını anlıyabilmişdir.
Üzüm, *(şifâ)* kaynağıdır. Şifâ ne demek? Kuvvetlenmek demek, hem *bedenen*, hem de *rûhen*.
Şeyh Ebû Sa’îd-i Ebül hayr buyurmuşdur ki, su üzerinde yürümek kolaydır. Kurbağa ve sığırcık da, suda yürürler. Çaylak ve sinek de havada uçarlar. Şeytân da, bir nefesde, doğudan batıya ulaşır. Bunun gibi şeylerin kıymeti yokdur.Murâd odur ki, insanlar arasında bulunup ve halk arasında haşr-neşr olup, Allahü teâlâdan bir ân gâfil olmamalıdır. (5/110 MEKTUBATI MASUMİYYE)
“Kalb huzûrsuzluğuna tutulmamak, eleme uğramamak ve günahlardan temizlenmek istersen, iyi hayırlı işlerini çoğalt.”
“Günahların bağışlanması ve başa gelen belâlardan korunmak için en güzel sığınak, istiğfardır.” “İlmi arttıkça günahı artan kimse, şüphesiz ki helak içindedir.”
“Allahü teâlâya hakkıyla îmân ve Resûlüne tâbi olmaktan daha büyük kerâmet yoktur.”
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Mü’minin âhireti, dünyâsından iyidir. *(Tefsîr-i Mazharî)* kitâbını, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin talebesi Senâullah-ı Pâni Pûtî hazretleri yazmış.
Bu zât o kadar büyük ki, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, onun hakkında diyor ki: Allahü teâlâ, bana âhiretde; *(Benim için ne yapdın?)* diye sorarsa, söyliyecek bir tek sözüm var.
Cevap olarak; *(Yâ Rabbî, senin için Senâullahı yetişdirdim)* derim, buyurdu. İşte Senâullah-ı Pâni Pûtî hazretleri bu kadar büyük bir zât idi
İslâm âlimleri çok çalışmışlar. İmâm-ı Buhârî hazretleri, yediyüzbin hadîs-i şerîf toplamış. Hepsini araşdırmış. Nasıl araşdırıyorlar?
Birinden bir hadîs-i şerîf duyunca ve bunu; *(Falan sahâbîden duydum)* deyince, o kişi, o sahâbî ile aynı şehirde yaşamış mı? Yaşadıysa, aynı sohbetde bulunmuş mu?
Bunu araşdırırmış. Bulunmuşsa yazarmış, bulunmamışsa yazmazmış. Bunlar *(Müslim)* de de var. Müslim kitâbının sâhibi; *(Aynı şehirde bulunması yeter)* diyor.
*(Aynı şehirde bulunmuşsa, bir sohbetde karşılaşmışdır)* diyor. O da sağlam bir kitap. Ama *(Buhârî)* daha sağlam.
Kesin kaynak bulamazsa, hadîs-i şerîf de mühimse, o zaman Ravda-i mutahhera’ya gelirmiş mübârek, kabr-i seâdetin halkalarından yapışırmış ve;
*(Yâ Resûlallah, sen bu hadîs-i şerîfi söyledin mi?)* diye sorarmış. Kabirden de, *(Evet söyledim)* cevâbını alırmış, ondan sonra yazarmış. *(Buhârî)*, böyle sağlam kitâbdır.
Şimdi *(din)* den bahsedenlerin mânâdan haberi yok, yaldızlı kelimelerle konuşup yazıyorlar.
Efendi hazretlerinin kelime hazînesi çok *(zengin)* di. Aynı mânâya gelen sekiz-on kelime söylerdi. Birinden anlamıyan, diğerinden anlasın diye.
Hakkı, bâtıl’dan ayırmak kolay değildir. Mürşid-i kâmil olmıyan ve bir mürşid-i kâmile kavuşmamış olan kimsenin, hakkı bâtıldan ayırması mümkün değildir.
Peygamber Efendimiz, aleyhisselâm; *(Erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan)* buyururdu. Yâni *(Yâ Rabbî, bana hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak bildir)* diye duâ ederdi.
Ayrıca, *(erzel-i ömür)* den sana sığınırım diye de duâ ederlerdi. 63 yaşında, gencecikken, henüz kuvvetliyken vefât etdi.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Ehl-i sünnet âlimleri, dînimizi *(sahâbîler)* den öğrendiler. Sahâbe’nin talebelerine, *(ehl-i sünnet âlimi)* denir.
O ehl-i sünnet âlimlerinden bir tânesi, hattâ reîsleri, en büyükleri, *(İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe)* hazretleridir. İlk fıkh kitâbını yazan Odur.
İlk kitâbı, o meydâna getirdi. Ama kendisi yazmadı. Talebeleri, kâtipleri yazdı. Yâni kendi eliyle yazmadı. O söyledi, talebeleri yazdılar.
*(Tefsîr)* den din öğrenilmez kardeşim. Esas mânâsını bizler anlıyamayız. Îmânı, islâmı öğrenmek istiyen, *(İlmihâl)* kitaplarını okur. İbâdetleri öğrenmek istiyen, *(Fıkh)* kitaplarını okur.
Hadîs-i şerîfde; *(Allahü teâlânın bir kulunu sevdiğinin alâmeti, fıkh ilmiyle uğraşmasıdır)* buyuruluyor. Tefsîrden, Kur’ân-ı kerîmin mânâsını bizler anlıyamayız.
Ni’metlerin şükrünü yapabilmek kolay değildir. Büyükler, bunun da kolaylığını göstermişler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât’da ne buyuruyor?
Sabahleyin, *(Allahümme mâ esbahâ)* duâsını okuyunca, o gecenin şükrü yapılmış olur. Akşam da, (esbahâ) yerine *(emsâ)* olarak okuyunca, o gündüzün şükrü yapılmış olur, buyuruyor.
Bütün mürşid-i kâmiller *(müctehid)* dir, bütün müctehidler de *(mürşid-i kâmil)* dir.
Meselâ İmâm-ı A’zâm hazretleri aynı zamanda Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gibi *(mürşid-i kâmil)* dir.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de, İmâm-ı A’zâm hazretleri gibi *(müctehid)* dir. Yalnız aralarında iş bölümü yapmışlardır.
Bunu, Şâfi’î âlimlerinden Abdülvehhâb-ı Şa’rânî hazretleri, *(Tezkiret-ül kurtubî)* kitâbında haber veriyor.
Kendisi şâfi’î âlimi olduğu hâlde İmâm-ı A’zâm hazretlerinin büyüklüğünü anlatıyor.
*Medîne-i münevverede güzelliği* ve *ahlâkı ile meşhûr kadın sahâbîlerden.*
Bir gün, Peygamber efendimizin huzûruna gelerek *"Yâ Resûlallah! Bana bir iş* (amel) *öğret ki, onu yaparak Cennet'i kazanayım"* dedi. Efendimiz Ona;
*"Önce evlenmelisin. Böylece dîninin yarısını emniyete almış olursun"* buyurdular. Bu emir üzerine, *"Yâ Resûlallah! Küfvüm (dengim) kim olabilir ki?* Ben, Habeşistan hükümdârı Melik Necâşî'nin teklifini kabûl etmedim. Nice zengin beyleri geri çevirdim. *Ama siz kimi beğenip, uygun görürseniz ona râzıyım"* diye arz etti.
Efendimiz memnun oldular. *Fakat böylesine güzel, zengin ve sâliha bir hanımla evlenmeyi kim istemezdi?*
Efendimiz, kimsenin ümitsiz olmaması, alınmaması için, "Yâ Hîfâ! *Yarın sabah mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen"* buyurdular.
Efendimiz, *mescide ilk gelenin kim olacağını merakla beklerken Süheyb* "radıyallahü anh" *göründü.* Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, fiziki güzelliği olmayan, uzun boylu, zayıf, ince yapılı bir sahâbiydi.
Peygamber efendimiz namâzdan sonra, Hîfâ Hâtun'u çağırarak durumu bildirdi. *Hîfâ* "radıyallahü anhâ", *Allahü teâlânın kazâsına râzı olduğunu,* Resûlullaha arz etti.
*Efendimiz sevindi, nikâhlarını kıydı.* Ve damat adayına; " Ey Süheyb! Hanımının elinden tut , evine götür" buyurdular.
Süheyb "radıyallahü anh"; *"Yâ Resûlallah! Ne bir dirhem gümüşüm, ne de bir evim var. Benim evim mescidlerdir"* dedi.
Bunları işiten Hazreti Hîfâ; Süheyb'e "radıyallahü anh" *on bin dirhem bulunan bir kese göndererek, filân yerdeki konağı da ona hediye ettiğini bildirdi.* Süheyb'den kendisini götürmesini istedi. Ve beraberce konağa gittiler.
Hîfâ Hatûn, ona; "Yâ Süheyb, takdir edersin ki *ben sana nîmetim, sen bana mihnetsin* (sıkıntı veren). *Sen bu nîmete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibâdet ve tâatle geçirelim.*
Resûlullah'tan işittim. Buyurdu ki, *"Cennette yüksek çardak vardır. Burada yalnız şükr edenler ve sabr edenler bulunur."*
Zifâf gecesi ikisi de *Allahü teâlâya karşı ibâdet ve tâatta bulundular.* Süheyb "radıyallahü anh" sabah mescide geldi. Cebrâil aleyhisselâm geceki durumdan Resûlullahı haberdâr etti. *Cennet ve Cemâl-i ilâhi ile müjde verdi.*
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" "Ey Süheyb, *geceki hâlini, sen mi anlatırsın, ben mi söyliyeyim?"* buyurunca, "Yâ Resûlallah siz söyleyiniz" dedi.
Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" *"İkiniz de Cennetliksiniz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz"* müjdesini verdi.
Süheyb "radıyallahü anh" sevincinden secdeye kapanarak şöyle duâ etti: *"Yâ Rabbî! Tekrar günâha bulaşmadan rûhumu al."* Allahü teâlâ, O'nun bu duâsını kabûl ederek, *secdede rûhunu aldı.*
Bunu gören sahâbîler gözyaşlarını tutamadılar!
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem"; *"Daha şaşılacak şey, Hîfâ da şu an evinde rûhunu teslîm etti"* buyurdu.
Sahâbe-i kirâm şaşırdılar! Ve hayretlerinden; *"Allahü ekber! Allahü ekber!" diyerek tekbîr getirdiler.*
Her ikisinin de namâzını kılarak, yanyana defn ettiler.
Bayram günlerinde şunları yapmak sünnettir.
*1-* Erken kalkmak.
*2-* Gusül abdesti almak.
*3-* Misvâk ile dişleri temizlemek.
*4-* Güzel koku sürünmek.
*5-* Yeni ve temiz elbise giyinmek.
*6-* Sevindiğini belli etmek.
*7-* Kurban kesen, o gün ilk olarak kurban eti yemek.
*8-* O gün yüzük takmak.
*9-* Câmiye erken gitmek.
*10-* Bayram tekbîrlerini, Kurban bayramında açıktan, yüksek sesle söylemek.
*11-* Dönüşte başka yoldan gelmek. Çünkü, ibâdet yapılan yerler ve ibâdet için gidip-gelinen yollar, kıyâmet günü şehâdet edeceklerdir.
*12-* Mü'minleri güler yüzle ve "Selâmün aleyküm" diyerek karşılamak.
*13-* Fakîrlere sadaka vermek.
*14-* Dargın olanları barıştırmak.
*15-* Akrabâyı ve dîn kardeşlerini ziyâret etmek.
*16-* Ziyârette hediye götürmek.
*17-* Erkeklerin kabirleri ziyâret etmeleri de sünnettir.