Resulullah Efendimiz Aleyhisselutu vesellem’in Enes Bin Malik radiyallahuanh’a öğrettiği dua.

Resulullah Efendimiz Aleyhisselutu vesellem’in Enes Bin Malik radiyallahuanh’a öğrettiği dua.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiç kimse, hiç kimseye bir şey yapmaz, ancak *(Kendi)* ne yapar. Kötülük edenler, birini üzenler, incitenler, *(Helâl)* lık dilemezlerse, âhiretde *(Cezâ)* sını görürler.


Yâni yine *(Kendi)* lerine etmiş olurlar. Allahü teâlânın iyilik murâd etdikleri, hep *(İyilik)* yaparlar. Çünkü yaratılışdan öyledirler. *(Hilkat)* leri, iyilik yapmak üzerinedir.


*(Kötülük)* yapamazlar. Bütün düşünceleri, *(İyilik)* etmek üzerinedir. Bâzıları da hep *(Kötülük)* yapmayı düşünürler, bunlar da *(İyilik)* yapamazlar. 


*(Arkadaş)* ımız iyi olursa, bu *(Nefs)* in şerrinden kısmen kurtuluruz. En azından yapdığımız işin *(Kötü)* olduğunu biliriz. 


Bunu bilmek de bir *(Fazîlet)* dir. Tersi de olur Allah korusun. İşlediğimiz *(Günâhı)* beğenmek de olabilir. 


İnsan, işlediği günâhı beğenirse *(Küfr’e)* girer, çok tehlikeli. Yapdığının *(Günâh)* olduğunu bilmesi, gene fazîletdir. 


Çünkü *(Tövbe)* yolu açık. Ama, *(Bunda ne var ki canım?)* derse, felâket olur. Niçin? Çünkü *(Îmân)* gider, Allah korusun. 


Âhiretde *(Zaman)* mefhûmunu kaldırıyor Cenâb-ı Hak. Orada zaman yok. Zaman, *(Dünyâ)* da idi. Orada yok. 


Gene orada *(Gün)* ler var, ama güneşin doğup batmasıyla alâkası yok. Oraya *(Mahsus)* bir tarzda günler var. 


Orada zaman yok. Onun için meselâ Efendimiz aleyhisselâm *(Mîrâc)* da, hazret-i *(Osmân)* ın koşarak Cennete girdiğini gördü. 


Hâlbuki hazret-i Osmân henüz *(Dünyâ)* da. Zamanlı olduğu için dünyâda yaşıyor. Ama orda, yâni âhirette *(Zaman)* yok. 


Onun için, Efendimiz aleyhisselâm, *(Mîraç)* gecesinde dünyâdan çıktı, *(Âhiret)* e karıştı ve Allahü teâlâyı âhirette *(Görmüş)* oldu. 


Hazret-i Osmânı da *(Cennet)* e girerken gördü. Onu da âhirette görmüş oldu. Çünkü bu dünyâ *(Hayâl)*, yâni bir *(Görüntü)*. 


Bu görüntünün aslı, âhiretde. Hazret-i Osmân’ın gerçek hayâtı, *(Âhiret)* de. Burda zaman çok uzadığı için *(Ölüm)* ü bekliyor. 


Niye bekliyor? Öldükden sonra *(Âhiret)* e gitsin de, o gerçek hayâtda *(Cennet)* e girsin, diye.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, müslümânlara *(Hizmet)* edenleri çok *(Sever)* kardeşim. Şimdi biz de, Türkiye’deki ve bütün dünyâdaki müslümânlara *(Hizmet)* ediyoruz. 


*(Dünyâ)* larına hizmet etmek kıymetli, *(Âhiret)* lerine hizmet etmek daha *(Kıymet)* li. 


Onların Cennete gitmelerine ve *(Küfr)* den, *(Cehennem)* den kurtulmalarına hizmet ediyoruz elhamdülillah. Bütün âbiler, bu sevâba *(Ortak)* dır kardeşim. 


Yeter ki, *(Allah)* için yapsın. Fakat elhamdülillah bizim âbilerin hepsi *(Allah için)* çalışıyor. Hepsi bu *(Sevâba)* kavuşacak inşallah. 


*(Kıyâmet)* de, karşımıza çıkacak bu *(Hizmet)* ler. Efendi hazretlerini seven, Ona *(Bağlı)* olan kimsede, muhakkak bir *(Kıvılcım)* vardır. 


*(Efendi)* hazretlerinin *(Nûr’u)*, onun kalbine bir kıvılcım verir. 


Efendi hazretleri, *(Sofra)* da bâzen, tabağındakilerin yarısını yerdi, bir parça kalırdı. Onu da bana uzatırdı ve *(Al, bunu sen tamâmla)* derdi. 


Elhamdülillah, onunla *(İftihâr)* ediyorum kardeşim. Ne büyük ni’met. Bir *(Mürşid-i kâmil)* in yediği yemeğin bakiyesi bana *(Nasîb)* olurdu. 


Onların yemeklerinde *(Feyz)* vardır muhakkak. Bir gün de gitdim yine *(Efendi)* ye, ikindi namâzına. Efendi hazretleri yalnızdı odada. 


Bana; *(İkindiyi kıldın mı?)* dedi. Hayır efendim, daha kılmadım, dedim. *(Hadi gel, gidelim de berâber mescitde kılalım)* dedi. 


Çıkdım, abdest aldım geldim. *(Efendi)* nin peşinde mescide girdim. Sünnetleri kıldık. İkimiz *(Farzı)* kılacağız. Bana döndü; *(Hadi, sen imâm ol)* buyurdu. 


Şaşırdım efendim. Ben *(İmâm)* olacağım Efendiye. Hiç olmaz denir mi? *(Başüstüne efendim)* dedim. Berâber namaz kıldık.


Ben *(İmâm)* oldum, Efendi *(Müezzin)*. Ancak, o namâzı nasıl kıldım bilmiyorum. Titreye titreye, korka korka. 


Efendi’nin imâmı olmak bir *(İltifât)*. Bunlar, hep Efendi hazretlerinin *(Kalp)* lerindeki muhabbetin *(Eseri)* dir kardeşim. 


*(Muhabbet)* olmazsa, bunlar olur mu? Efendi hazretleri, sonra bana; *(Namazdan sonra nereye gideceksin?)* dedi. Efendim, Ankara’ya, dedim.

Hüzün ve gam

 Bir kimse de ki hüzün ve gam vardır, onda cem'iyyet ve huzûr râyihası vardır. Hâcegân'ın (kaddesallahu teâlâ ervahahüm), işi [hali,tavrı] ekseriyâ böyle idi.

(Mevlânâ Abdurrahman Câmî kuddise sirruh)

Asâlet nedir?

 Asâlet, kişinin ecdâdının ümerâ ve vüzera cinsinden olması değildir. Belki asâlet bir cevherdir ki, insanın zâtında bulunan selîm fıtrattır. Bed nefs [kötü] olan adam halkın ayıblarını saymak istedikte, kendinde bulunan yaramazlıkları saymağa başlar. Zirâ o ayıblar onun fehmine akrebdir [anlayışına daha yakındır].

(Mevlânâ Abdurrahman Câmî "kuddise sirruh")

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlânın dînini anlatmakda, islâmiyeti yaymakda iki *(Ecir)*, yâni iki *(Sevap)* vardır kardeşim. Birincisi, *(Emr-i mâruf)* yapmakdır. 


Yâni birine bir dînî kitap vermekdir. Bu, emr-i mâruf sevâbıdır. *(Emr-i mâruf)* sevâbı, *(Cihad)* sevâbından kat kat daha *(Fazla)* dır.


İkinci *(Ecir)* ise, eğer sizin emr-i mâruf yapdığınız kişi, bununla *(Amel)* ederse, o amel edenin kazandığı bütün *(Sevap)* ların bir misli de size gelir. 


Ancak *(Emr-i mâruf)* yapmak, yâni islâmiyeti *(Teblîğ)* etmek, herkesin kabul edeceği mânâsına gelmez. 


Çünkü Peygamberimiz, senelerce islâmiyeti anlatmasına rağmen, *(On sene)* de, inananların sayısı *(Yüz kişi)* yi zor buldu. 


*(Küfr)* den sonra en büyük günâh, *(Kibir)* dir kardeşim.


Allahü teâlâ; *(Büyüklük bana mahsûsdur, bunda kim bana ortak olmak isterse, onu Cehenneme atarım)* buyuruyor. 


Ancak, *(Kibir)* başka, *(Vakar)* başkadır. Mü’min, herkesin yanında vakarlı olur. Yâni müslümân, dâima *(Yeni)* ve *(Temiz)* giyinir, herkes tarafından sevilir. 


Büyükler; *(Bâ dostânra mürüvvet, bâ düşmanân müdârâ)* buyurmuş. Ne demek bu? 


Yâni, dostlara doğru söylemeli, *(Mert)* çe konuşmalı, ama düşmanları, güler yüz ve tatlı sözle *(İdâre)* etmelidir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin)*. 


Ne demek bu? Yâni müslümânların, *(Erkek)* olsun, *(Kadın)* olsun, ilim öğrenmesi *(Farz)* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben, *(Yedi)* yaşımdan beri okuyorum efendim, hâlâ okuyorum, *(Kitap)* okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. 


Bir gün Efendi hazretleri buyurdular ki: *(Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum)*. Şimdi, bütün yabancı dillerde kitaplarımız dünyâya yayılıyor. 


Sabâh erkenden *(Dergâh)*a giderdim efendim. Kapı kapalı olurdu. Kapının dışında, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin *(Dîvân)* ından, yüksek sesle okumaya başlardım. 


Efendi hazretleri sesimi işitirmiş ve yardımcısı olan Şâkir Efendi’ye; *(Bizim bülbül geldi, kapıyı aç!)* buyururmuş. 

● ● ●

Ben Ankara’da *(Vazîfe)* li idim. Efendi hazretleri *(İstanbul)* da idi. 


Cumartesi Pazar tâtilinden istifâde ederek, Ankara’dan her fırsatda gelir, *(Efendi)* nin o güzel *(Sohbet)* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *(Tren)* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *(Dolu)* olduğu gibi, koridorlarda bile *(Yer)* yokdu. 


Ama Efendi hazretlerini *(Görmek)* için her *(Sıkıntı)* ya katlanırdım. Meselâ, hani trenlerde, iki *(Vagon)* u birleşdiren, üst üste gelen yassı *(Demir)* ler vardır ya, işte o demirlerin üzerinde geldim. 


Ama Efendi hazretlerine *(Kavuşma)* hayâliyle hiç bir râhatsızlık duymadım. Efendi hazretlerinin *(Huzûru)* na girdiğimde, bakdım ki, çoraplarını çıkarmış.


Mübârek ayakları açık vaziyetdeydi ve yerde uzanmış yatıyordu. Bana; *(Sen sandalyede otur)* dedi. Kendisi yerde *(Kaylûle)* yapıyordu.

Gıybet kanser gibidir

 Gıybet kanser gibidir. Zinadan daha büyük günahtır. En kolay işlenen çok büyük günahtır. Gıybet aileyi parçalar, toplumu çökertir, cemiyeti felakete götürür.  Çünkü kolay işlenen bir günahtır

Enver Ören ''Rahmetullahi Aleyh''

Osmanlı padişahları dini muhafaza ettiler

“Osmanlı padişahları dindar insanlardı, dîni muhafaza ettiler, dînin direği idiler. Sultan Abdülhamid hal’ oluncaya kadar muhafaza ettiler.”


Esseyyid Abdülhakim Arvâsî  “kaddesallahu teâlâ sirreh”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Âhir zamanda, sabahleyin evinden *(Müslümân)* olarak çıkanlar, akşam evlerine *(Kâfir)* olarak dönecekler. Bunu, hadîs-i şerîf bildiriyor efendim. 


Veyâhut da, akşam *(Müslümân)* iken, sabahleyin *(Kâfir)* olarak yatağından kalkacak. O arada *(Îmân)* gitmiş, *(Kâfir)* olmuş. Neden? 


Çünkü gece *(Eylence)* lerinde, bâzı yayınlarda, radyoda, televizyonda din ile, islâmiyet ile *(Alay)* edilen bir şeye *(Gülmüş)* olsa, *(Îmân)* gider efendim.


Mâzallah *(Küfre)* girer. İşte hadîs-i şerîf, bunu bildiriyor bize. Ama *(Tam İlmihâli)* okuyan ve ona uyan arkadaşlar, korkmasınlar efendim. Uymıyanlar korksun. 


Abdülhakîm Efendi hazretleri, *(Vefât)* ına yakın beni hep *(Yatağı)* nda oturturdu. Vefâtından bir *(Gün)* evvel de, ben yine yanındaydım. Bir ara kendi kendine, gâyet *(Yavaş)* bir sesle buyurdu ki: 


*(Arş-ı âlâ’yı görüyorum, ne güzel, ne güzel. Kendimdeyim, şuurlu konuşuyorum. Şuurum yerinde, bilerek söylüyorum)* buyurdu. Bunu, sâdece ben duydum efendim


*(İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme)*. Yâni, evliyânın *(İsmi)* anıldığı yere *(Rahmet)* yağar. Bütün arkadaşlar müsâit zamanlarda toplanıp, *(Kitap)* okusunlar. Kitap okumak *(Şart)* dır kardeşim. 


Dînimizi öğreneceğiz. İslâmiyetin en büyük düşmanı *(Cehâlet)* dir. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor; *(Beşikden mezara kadar ilim öğreniniz)*. İlim öğrenmek farzdır. 


Farzları öğrenmek *(Farz)*, vâcibleri öğrenmek *(Vâcib)*, sünnetleri öğrenmek *(Sünnet)*, harâmları öğrenmek de *(Farz)* dır. Öğreneceğiz ki, sakınacağız.

Ruh bir mahlûk-ı ilâhîdir

 Ruh bir mahlûk-ı ilâhîdir. Meleklerden daha çoktur. Her bir melekle beraber bir ruh vardır. Melekler cismânî küdüretten [zulmetten] müberrâdır. Çeşitli şekiller alabilirler. Kâinât silsilesinin vâsıta ve vesıleleridirler. Mükerremdirler. Allahu teâlânın emrine isyan etmezler. İlâhî sedirler [elçiler]dirler. Allahu Teâlâ ile kullar arasında haberleşmede sâdıklardır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)