Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çok bahtiyârız kardeşim. Eğer o *Büyük* leri görmeseydik, ne olurduk? Hiç! Allahü teâlâ, *Ehl-i sünnet* îtikâdında olmıyana, hele *Kâfir* ve *Müşrik* olana, kendi *Sevgi* sini vermez. 


Nasıl ki musluğa gidersiniz, *Su içmek* için, yâhut karpuzu kesersiniz, *Karpuz yemek* için. İşte bunun gibi Allahü teâlâ da kendi sevgisini, Peygamber aleyhisselâmın *Vâsıtası* ile verir. 


Veyâ o büyük Peygambere *Tâbi* olan, ehl-i sünnet vel cemâat *Îtikâd* ında olan büyük zâtların *Kalbinden* verir. Aynen muslukdan *Su içer* gibi. 


Siz *Havuz* dan belki alamazsınız, ama *Musluk* dan içersiniz. O hâlde, o havuzun musluğuna kavuşan kimseden daha *Şanslı*, daha *Bahtiyâr* kim vardır? 


İşte Allahü teâlâ, bize böyle bir *Musluğu* nasîb etdi. Bunun için dünyânın en *Bahtiyâr* insanlarıyız kardeşim. Tasavvufu *Yediyüz* kişi târif etmiş, bir büyük *Zât* da diyor ki: 


Ben, bu yediyüz târifin özetini çıkardım. O da şu: *Vaktin kıymetini bilmek, tasavvufun kendisidir*, diyor o mübârek zât. 


Tasavvufun bir târifi de, *Kimseyi incitmemekdir*, kardeşim. Nitekim, Efendi hazretlerinin vasiyetnâmesinin son cümlesi, *Kimseyi incitmeyin*. Öyle buyuruyor Mübârek. 


En korkduğumuz şey, *Îmânsız* olmak kardeşim. Çünkü insan bilemez îmânsız olup olmadığını. *Îmânım Var* der, ama îmân *Gitmiş*, haberi yok.

ER-RAZZÂK Celle Celâluhu

ER-RAZZÂK Celle Celâluhu 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; *Ümmetim fesâda uğradığı zaman sünnetimi ihyâ edene, yüz şehîd sevâbı verilir*, buyurdu. Hadîs-i şerîf bu. 


İşte bizim kitapları *Okuyan* da, *Dağıtan* da, yüz *Şehîd sevâbı* alır kardeşim. Üstelik, kazâya kalan namazları varsa, bunları vaktinde kılamamanın *Cezâsından* da kurtulur. 


Arefe günü, Arafat meydanında *Duran* ve haccı *Kabûl* olan kimsenin de bu günâhı affolur. Bu *Büyükleri* tanımasaydık, onları görmeseydik, hâlimiz *Nice* olurdu kardeşim? 


Efendi hazretleri, bâzen lâmbayı söndürürdü ve bize dönüp; *Benden sonra, işte böyle olursunuz!* buyururdu. 


İnsan, kendi başına kitap okuyabilir. Buna, *Kitap okumak* derler. İyidir, fâidelidir. Ama biri okur, diğerleri dinlerse, buna *Sohbet* denir. 


Sohbetde bütün *Kemâlât* mündemicdir. Her türlü *Feyz* ve *Bereket*, sohbetdedir, birlik ve berâberlikdedir. 


Allahü teâlânın ihsân etdiği bu doğru *Îmân* çok kıymetlidir efendim, çok *Mübârek* dir. Ama *Düşmanı* da çokdur.


Bir şey ne kadar *Kıymetli* ise, *Düşmanı* da o kadar çok olur. Peki, onu nasıl koruyacağız? *Kıymetini* bilmekle ve *Şükr* etmekle. 


Onun şükrü de, birbirimizi sevmekle olur. Birbirimizi çok *Seveceğiz*. Çünkü *Îmân* ni’metinin korunması, birbirimizi *Sevmeye* bağlı. 


Diğer yollarda, *Üstâdın* yanına gitmek, görüşmek, el sıkmak, el öpmek gibi *Merâsim* ler vardır. Fakat bizim büyüklerimizin yolunda böyle şeyler *Yokdur* efendim. 


Sâdece o zâtın *Büyük* olduğuna inanmak, onu *Sevmek* ve bir de sohbetinde bulunmak yeterlidir. *Yakın* olmak, *Uzak* olmak, kadın erkek, küçük büyük, hiç farketmez. En iyi tarafı da budur:

EL-VEHHÂB Celle Celâluhu

EL-VEHHÂB Celle Celâluhu

EL-KAHHÂR Celle Celâlühü


    EL-KAHHÂR Celle Celâluhu

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Rabbimize ne kadar *Şükr* etsek azdır kardeşim. Allahü teâlânın bir kuluna en büyük *İn’âmı*, *İhsânı*, en büyük *İkrâmı*, en büyük *Ni’meti*, ona, *Îmân* nasîb etmesidir. 


Eğer bir *Mü’min*, Allahü teâlânın verdiği bu büyük *Ni’metin* kıymetini bilmezse, yâni *Şükr* etmezse, Allahü teâlâ o *Ni’meti* ondan alır. Kur’ân-ı kerîmde var bu. 


Allahü teâlâ; *O ni’meti alırım ve ona acı azap yaparım!* buyuruyor. Peki, nasıl şükredeceğiz? Allahü teâlânın ihsân etdiği bu *Îmân* ni’metinin şükrü, ancak mü’minlerin birbirlerini *Sevmesi* ile yapılabilir. 


Öyleyse birbirimizi *Seveceğiz* kardeşim, birbirimizin *Kusûrunu* görmiyeceğiz. 


Efendimiz aleyhisselâm; *Dîn-ül mer’i, dîn-ül halîlihî*, buyuruyor. Yâni insanın dîni, dostunun dîni gibidir. 


Yâhut da, *Dîn-ül mer’i, dîn-ül ahîhi*. Yâni insanın dîni, arkadaşının dîni gibi olur. Hani derler ya; Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim. 


Bizim bu *Kitaplar*, ehl-i sünnet âlimlerinin kelâmlarıdır kardeşim. Biz kendimizden bir şey katarsak, *Pırlanta* ların arasına, *Cam* parçalarını, *Çakıl* taşlarını koymuş oluruz. 


Köşeli parantezlerimiz var. Onlar da, Efendi hazretlerinden işitdiklerimizdir, yâhut da bu büyüklerden birinin *Sözüdür*. Bize âit tek *Kelime* yokdur efendim.


Benim ömrüm, Efendi hazretlerinden duyduklarımın, ondan öğrendiklerimin *Vesîkası* nı, *Kaynağı* nı, *Senedi* ni aramakla geçdi. 


Biliyorum, ama yazamıyorum. Çünkü, *Delîlin nedir, vesîkan nedir?* diyecekler. 


Onun için, *Bin* den fazla kıymetli *Kitap* karışdırdık, aradık, *Bunu kim buyurmuş?* diye. Onun için binlerce islâm âliminin ismi geçiyor bizim *Tam ilmihâl* kitâbında.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, *Bir* veyâ *İki Dakîka* Peygamber aleyhisselâmın huzûrunda bulunsalardı, o huzûrdan çıkdıklarında *Hikmet* konuşurlardı. Ne demek hikmet? 


Yâni hangi *İlim* dalında konuşsa, onun anlatdıklarını, o *İlmin* mütehassısları ve profesörleri anlıyamazlardı. Akılları ermezdi. *Hikmet*, kalpden kalbe akan bir *İlim* dir. 


Yoksa, *Ağız* dan çıkan, *Beyin* den çıkan şeyleri anlatmak değildir. O ilim, bir paket hâlindedir. Bir *Kalp* den bir *Kalbe* akar. Ve o paketin içinde bütün *İlimler* vardır. 

 

Hattâ *Müctehid* olurlardı efendim. O bir iki dakîka içinde, *İctihâd* makâmına yükselirlerdi. Çünkü o, *Ledün ilmi* dir, kalpden kalbe *İntikal* eder, yâni akar.


O bakımdan Eshâb-ı kirâmı anlamak ve anlatmak  mümkün değildir. Bu, şuna benzer. Bir *At*, bir *İnsanı* ne kadar anlıyabilir? Aynen bunun gibi. 


Yine *Mektûbâtı* okumıyan, *İmâm-ı Rabbânî* hazretlerini tanımıyan, *Eshâb-ı kirâmın* büyüklüğünü anlıyamaz kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* en iyi anlatan, İmâm-ı Rabbânî hazretleri olmuşdur. 


En iyi *Târif*, onun târifidir. Onun için *Mektûbâtı* çok okumalıyız kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* tanımıyan, Peygamber Efendimizi tanıyamaz. Çünkü Onun talebeleridir. 


Çok insanlar, burada *Felâkete* gidiyor. Eshâb-ı kirâmdan herhangi biri, en büyük *Günâhı* işlese bile, Eshâb-ı kirâm olmakdan *Çıkmaz*, yâni o dereceden *Aşağı* düşmez. 

● ● ●

Ebû Ubeyde bin Cerrâh radıyallahü anh, bir *Gazâ* dan geliyordu. Bol *Ganîmet* ile, çok *Para* ile dönüyordu. Eshâb-ı kirâm bunu işitip, karşılamaya çıkdılar. 


Efendimiz aleyhisselâm onları böyle görünce; *Hayrdır, Ebû Ubeydeyi mi bekliyorsunuz?* diye sordular. Eshâb; Evet yâ Resûlallah, dediler. 


O zaman Efendimiz aleyhisselâm buyurdular ki: Siz bundan sonra *Fakîr* olmazsınız. Ben sizin, fakîr olacağınızdan korkmuyorum. 


Bilâkis elinize çok *Para* ve çok *İmkân* geçip de, bundan önceki ümmetlerde olduğu gibi, birbirinizi *Kıskanır* hâle geleceğinizden korkuyorum, buyurdular.

Yûnus Emre Hazretleri'nin naâşının 1970 yılında nakledildiği son kabri

Yûnus Emre Hazretleri'nin naâşının 1970 yılında nakledildiği son kabri.

Yûnus Emre Hazretleri'nin ilk kabrinin de içinde bulunduğu tekkesi

Yûnus Emre Hazretleri'nin ilk kabrinin de içinde bulunduğu tekkesi.


Yûnus Emre Hazretleri'nin naâşının 1949 yılında nakledildiği ikinci kabri

Yûnus Emre Hazretleri'nin naâşının 1949 yılında nakledildiği ikinci kabri.

Yûnus Emre Hazretleri'nin naâşının 1949 yılındaki nakilden önce medfûn bulunduğu gerçek kabri

Yûnus Emre Hazretleri'nin naâşının 1949 yılındaki nakilden önce medfûn bulunduğu gerçek kabri.