Basmasa mübârek kademin rûy-i zemîne

Basmasa mübârek kademin rûy-i zemîne
Pâk etmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm.

(Kazasker Mustafa İzzet Paşa)

Amel etmediğin ilimden zararlı bir şey yoktur

“Senin için, amel etmediğin ilimden zararlı bir şey yoktur.”
Süfyân bin Uveyne “rahmetullahi teala aleyh “

Ne iyi insansın

Bir kimsenin sana, “ne iyi insansın” demesi, “ne kötü insansın” demesinden iyi geliyorsa, bil ki kötüsün.

Süfyân-ı Sevrî “kuddise sirruh”

Allah’ın sevgili kulusun

Kendisine “Allah’ın sevgili kulusun” denilince hoşlanan, nefsinin esîri olduğunu bilsin.
Sırrî Sekatî “kuddise sirruh”

Sıddîk

“Ebûbekr-i Sıddîk hazretlerine, Sıddîk demeyenin sözüne Allahu teâlâ dünya ve âhırette doğruluk vermez.”
İmâm-ı Muhammed Bâkır “radıyallahu teala anh”

KASKETİN ARDINDAKİ FÖTR

Sene 1909, İstiklal Caddesi.
İstanbul’un gavurları; İngiliz, Amerikan ve Yunan bayraklarını sallayarak sevinç naraları atmakta idi.
Bir şeyler oluyordu, olağanüstü bir şeyler.
Kalabalığa karışmış;
Tarihe bir not düşmek adına...
Bu zaferin(!) ardında kimin olduğunu, gelecek nesillerin gözüne soka soka, adeta dalga geçercesine...
Bir İslam düşmanı,
Bir Türk düşmanı,
Bir Osmanlı düşmanı...
Başındaki fötr ile, kasketlinin arkasında objektife keyifle poz veriyordu.
Sultan 2. Abdülhamid Han; İngiliz ajanı Aubrey Herbert’in planlarını harfiyyen tatbik eden İttihatçılar tarafından sürgüne gönderiliyordu.
Ve A. Herbert zaferini kutluyordu, kalabalıklar ile birlikte.

İNKILAB

“Türk kütübhânelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü, harf inkılâbıyla bu hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir işe yaramayacaktır.”

(Arnold J. Toynbee, İngiliz tarihçi)

ADÂLET-İ ÂL-İ OSMÂN

Vaktâ ki, Fâtih Sultan Mehemmed Hân'ın (rahmetullahi te'âlâ aleyh) mimârlarından hristiyan bir adem, sultanın emri hilâfına iş işleyince kolu kestirilür.

Ol mimar dahi , vaktin meşhûr İstanbul kadısı Hızır Bey'e (rahmetullahi te'âlâ aleyh) giderek, Fâtih'i da'vâ eder.

Kadı Hızır Bey;
"es-Sultân ibnü’s-Sultân el-Gâzî Ebu’l-Feth Mehemmed Hân-ı Sânî"
yerine «Murâd oğlu Mehemmed, şu saatte mahkemeye gelin!» celbini yazar ve gönderür.

Fâtih, mahkeme günü mütevâzî bir ferd gibi âlâyişsiz bir surette mahkemeye gelir. Maznûn (zanlı) yerinde oturdu. Hızır Bey, yerini aldı. Ve muhâkeme başladı.

Mahkemelerde hâkim adâlet tevzî (dağıtma) ettiği için oturur, diğerleri ayağa kalkarak, ayakta ifâde verirdi. Hızır Bey, Fâtih’i otururken görünce, O’na:
“Suç savunması üzresin, ayağa kalk” diye ihtâr etti.

Bu îkâz üzerine Fâtih, ifâde için ayağa kalktı.

Kadı Hızır Bey, muhâkeme neticesinde Fâtih’i suçlu, hıristiyan mîmârı mazlûm buldu. Kısas âyetini okudu. Ve Fâtih’in kolunun aynı şekilde kesilmesine karar verdi.

Bütün dünyâyı dize getiren cihan pâdişâhı Fâtih, kararı sükûnet ve tevekkülle karşılayarak:

“Hüküm şer’-i şerîfindir!..”
dedi.

Böyle bir adaletin neticesi hristiyan mimarın kısas hakkından vazgeçtiği tarihî vesikâlarda mukayyeddir.

Ve dahi Fatîh Sultân Mehemmed Hân-ı Sânî buyurdu ki;

"Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür.
Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür."

NAMAZ

Buyurdular ki;
"Nerede namaz var, orada îmân var. Nerede namaz yok, orada îmân ya var, ya yok"

UCB

Buyruldu ki;
"Ucb, ibâdetlerini beğenmektir."

ŞEYTAN

Buyruldu ki;
"İnsanın iki şeytanı vardır. Biri dışında, diğeri içinde. İçindeki şeytana nefs-i emmare denir."