EL SETTÂRU

Ka’bden (Ka’bul ahbâr “rahmetullahi teala aleyh”) mervîdir ki;
cemî’i mü’mînin (bütün müslümanların) Arş altında misalleri olub, dünyada ibâdete mübaşeret idenin (ibadet etmeye başlayanın) sûreti dahi ana taklîd idüb (ona benzeyip) melâike-i ebrâr ânı görüb ânın için duâ ve istiğfar iderler.
Ma’siyete mübâşeret edenin (günah işlemeye başlayanın, işleyenin) sûreti dahi ol kabîh-i nazîrin işledikde (o müsliman o çirkin günahı işlediğinde) Hazret-i Rabb Settâr-ı Gafûr, melâikeye manzûr olmasun (melekler görmesin) diyu mahz-ı latîfinden (latif bir perde ile) mestûr (örtmek, gizlemek) ider.
(Mir’at-ı kâinat)

SUS!

SUS!

سکوت اللسان سلامة الانسان

Hazret-i Alî “kerremallahu vecheh “

“Dili susarsa kişi selamet bulur”

KÜFR

حب ابی بکر و‌عمر ایمان و 
بغضهما کفر
“Ebûbekr ve Ömer’i (radıyallahu teala anhuma) sevmek iman, onlara düşmanlık küfrdür.
(Hadîs-i şerif)

Anın içün âmme-i ulemâ sebb-i şeyhayn ve buğd-ı şeyhayn yani Ebubekr’e ya Ömer’e (radıyallahu teala anhuma) sebb etmek (sövmek) ya adâvet etmek (düşmanlık etmek) küfr-i sarihtir (açıkça küfürdür) diyu ittifak itmişlerdir.
(Mir’at-ı kâinat)

VÂCİB

حب ابی بکر و شکره واجب علی کل امتی
“Ebubekr’i (radıyallahu teala anh) sevmek ve (ona) teşekkür etmek bütün ümmetimin üzerine vacibdir”
(Hadis-i şerif)

NEMAZDAKİ MELEKLER

Mir’at-ı kâinatta meleklerin nev’ilerinden bahisle yazıyor:
“bir nev’i dahi şunlardır ki; nemazda Kur’ân okuyan bazı mü’minlerin kırâeti halinde (âmin) dirler, bazıları dahi (rabbenâ ve lekel hamd) dirler, bazıları dahi nemaza intizâr üzere olan (nemaz kılmayı arzu ile hazır bekleyen) mü’min içün duâ ve istiğfar iderler.

“Bizim taraf


ÂLİM
“Bizim taraf:
Mevlânâ Hâlid, Seyyîd Tâhâ, Seyyîd Fehîm ve Seyyîd Abdülhakîm Arvasî (kaddesallahu teala esrârehum) dan gelmektedir.
Biz, onların sohbetinde bulunan ve çok istifâde eden, zamanında akranı arasında eşi bulunmayan H. Hilmi Işık Efendiden (rahmetullahi teala aleyh) ne aldıysak aldık.
Yine H. Hilmi Işık Efendi’nin (rahmetullahi teala aleyh) emriyle, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden (kaddesallahu teala sirreh) gelen diğer bir yol olan:
Muhammed Ma’sûm Müceddîdî, Muhammed Sıbgatullah, Şeyh İsmâil, Gulâm Muhammed Ma’sûm, Şeyh İzzetullah, Meyân Şah Bey, Abdurrahman Yarkent, Gulâm Hüseyin Yarkent, Hacı Hâmid Velî, Hacı Meyân Şah Nüvâz Yarkent, Hacı Abdülhalil Yarkent (kaddesallahu teala esrârehum) hazretlerinden Kayseri ‘de EL ve meşguliyet VAZÎFEsi aldım.”

(Nadir Risaleler IV, Takvâ Yolu, sf 457)

Elveda

Muzdarip bir gönülle kâbuslu hayallerle,
Vuslatı canana ve gülistana elveda!
Gizli ah çekmelerle içli iniltilerle,
Zevkine doymadığım nevbahara elveda!

Gökler karardı yine hiçbir yer görünmüyor,
Müphem bir kuvvet beni her an geri çekiyor,
Madem ayrılacaktın ya niçin geldin diyor,
Bastığın aziz taş ve topraklara elveda!

Gözyaşım umman olmuş yol vermiyor geçeyim,
Ayrılıp göz nurumdan ben nereye gideyim,
Bu firak ateşiyle yanıp yanıp biteyim,
Hergün yeniden doğan arzulara elveda!

Zulmet bastı cihanı bütün emeller söndü,
Kalbim kan ağlar daim ruhum çılgına döndü,
Demek ayrılık geldi ve bana yol göründü,
Bu dertsiz yolculara bu yollara elveda!

Son bir defa bakayım o hüsn-i cemâline,
Bir nazarın değişmem bütün dünya malına,
İster gülsün gafiller bu aşıkın hâline,
Bundan böyle neşe ve sürurlara elveda!

Rabbimden diliyorum yakınlara gelmeni,
Ah yine görebilsem dünya gözüyle seni,
Ayrılık pek yakıyor al bağrına bas beni,
Faydasız hayallerle hülyalara elveda!

Gözün gönlün arkada nereye gidiyorsun,
Bakmaya kıyamazken nasıl terk ediyorsun,
(Allaha ısmarladık!) düşün kime diyorsun,
Asılsız hakikatsız rüyâlara elveda!

Nereye gidiyorsun ey yârine doymayan!
Bir an fazla kalmayı bulunmaz nimet sayan,
Hasret ile gün be gün kavrul alevlen ve yan,
Cihanı tenvir eden en son nura elveda!

Nereye gidiyorsun ondan nasıl ayrıldın?
Seni yakan o değil kendi kendini yaktın,
Düşün, gözyaşlarıyla kimin yüzüne baktın,
Ayrılırken inleyen bakışlara elveda!

Karşımdaki hayalin biraz daha kal diyor,
Kalbini benim gibi bu sevdaya sal diyor,
Öp elimi hasretle ve duâmı al diyor.
En derin sevgilerle aziz yâra elveda!

Tavzih: Süleyman Kuku efendinin hocası Hüseyn Hilmi Işık efendi için yazdığı bir şiir.

VELİLERİN BİRBİRLERİYLE OLAN MÜNAZARALARI

VELİLERİN BİRBİRLERİYLE OLAN MÜNAZARALARI

Mahlûkatın Ne Haddine Düşmüş ki O'nu Zikr Etsin!

Bismillahirrahmanirrahîm

Cenâb-ı Hak Subhânehu ve teâla sizi ve bizi ve cümlemizi hakîkî rüşd ile râh-ı rüşd ve hidâyet-i tahkîkî ile hidâyete vâsıl ve îsâl buyursun.

Zikr ve zikrin te'sirinden suâl etmiş idiniz:

Cevâb: Zikr ve zikrin tesiri bir bahr-i amîk [derin bir deniz] dir ki,bir kimse onun ka'rina ve gavrine [dibine] vâsıl olmuş değildir. Zikr bir deryâ-i mevâcid [dalgalı deniz]dir ki,cümle âlem onun bir mevcinden de [dalgasından da] haberdâr değildir.Zikr bir bahr-i muhît [kuşatan deniz, okyanus]tur ki,ihatasından âlemin cümlesi âcizdir. Zikr, nihâyetsiz bir âlemdir ki,nihâyetine kimse ermemiştir.Sâhilsiz bir durgun denizdir ki,bütün âleme nüfûz etmiştir. Zikr,zâkirin [zikr edenin] kalbine taalluk etmiş bir keyfiyettir ki,ta'rîfi ve takrîri [beyanı] ve tahrîri [yazılması] imkân dâhili değildir.Men arefellahe kelle lisânühü, ya'nî Hak ve Sübhânehü ve teâlâyı bilen bir kimsenin dili lâl olur. İbâre bulamaz ki, O'ndan bahs etsin. Deryâ-i hayrete dalar,âlem ve âdemden haberi olmaz.Zikrin mezkürü Allahu teâlâ olduğu gibi,zâkir de ancak O'dur. Ancak O, kendini zikr edebilir.Mahlûkatın ne haddine düşmüş ki, O'nu zikr etsin! Ancak kendi sıfâtlarıyla sıfâtlanması için halk buyurmuş olduğu insana zâkir olmasını emr etmiştir ki, herkes kendi isti'dad-ı fıtrısi nisbetinde o nihâyetsiz deryâdan ve ol bahr-i zehbardan bir şey ile müteselli olsun.Veys-i Karnî o deryânın bir katresiyle müteesellidir. Cüneyd-i Bağdâdî o bahrin bir avuç mikdarıyla sîrab eder [kanar]. Abdülkâdir-i Cîlî ise ancak o bahrin sahiline erişmişdir. Muhyiddin Arabî bunun umkundan [derinliklerinden] ihrâc edilmiş [çıkarılmış] bir cevher ile müftehir olmuşdur. İmâm-ı Rabbânî ondan büyük pay almışdır...

[Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh) hazretlerinin zikrle ilgili mektûbundan bir bölüm]

Zamanın ve Hallerin değişmesi

Zamanın ve hallerin değişmesi ile çok kereler matlûb tâlib [istenilen isteyen], aranan arayan,zengin fakîr,acıyan acınan olur.

Kaynak: Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı
1.cild, Sahife no: 575
Müellif: Süleyman Kuku

Zelîha'nın Yûsuf Aleyhisselâmın Geçtiği Yolda Durup Söylediği Söz

Zelîha'nın Yûsuf Aleyhisselâmın geçtiği yolda durup söylediği sözdür:

"Köleyi tâatle sultan, sultanı günâhla köle yapan Allahu teâlâ her ayıbdan ve kusurdan münezzehdir!".  Yûsuf aleyhisselâm bu hazîn münâcatı [içli yakarmayı] duyunca: "Sen kimsin?" diye sordu. Zelihâ: "Bizzât size hizmet eden ve saçlarını elimle tarayan ve evimde size ikrâmlarda bulunan fakîreyim. Hakkınızda benden sâdır olan, [meydana gelen] mahza [tamamen] hatâ idi. Ettiğim uygunsuz iş ve hareketler yoluma gelip vebâlini tattım ve baştan ayağa keder [üzüntü] denizine battım. Kuvvetim gitti. Malım bitti. Gözlerime ama târi oldu. [Gözlerim görmez oldu]. Mâl ve menal kalmadı. Çâresiz insanlardan meded ve istiâneye [yardım istemeğe] mecbûr oldum. Bazıları acır,bazıları acımaz oldular. Bütün Mısır halkı bana imrenirdi. Şimdi mahrûm oldum. İşte müfsidînin [bozuk işler yapanın] cezâsı budur" dedi.

O kerîm oğlu kerîm (aleyhisselâm) şiddetle ve çok ağladı: "Ey Zelîhâ, bana olan hubbundan [sevginden] kalbinde bir eser kaldı mı?" dedi.

Zelihâ: "O namus ve iffet timsâli cemâlinize bir kere nazar etmek [bakmak], yeryüzünü dolduran altın ve gümüşlere mâlik olmaktan benim için daha sevgili ve kıymetlidir" cevâbını verdi.

Yûsuf aleyhisselâm, merhameten Zelîha'ya: "Seni hanım olarak kendime istiyorum" müjdeli ifâdesini söyleyince, Zelîhâ bu sözü alaya yorumlayarak: "Beni genç ve güzel iken irâde ve ihtiyâr buyurmadılar [istemediler]. Şimdi acûze,gözleri görmez,zavallı bir fakîreyim" diye meyusâne [ümidsizce] cevâb verdi...

Kaynak: Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı
1.cild, Sahife no: 574-575
Müellif: Süleyman Kuku