NİSBET
Hilmi Bey Hocamız;
“Efendî hazretlerinin İmâm-ı Gazâlîden nisbet-i vardır"
buyurdu.
BAMBAŞKA
Hüseyin Hilmi Işık efendi ve talebesi Süleyman Kuku efendi
“Onbeş yaşında Kuleli Askeri Lisesi birinci sınıf talebesiyim. Kimyâ hocamız, öğretmen yarbay Hüseyn Hilmi Işık beğefendi. Diğer ders hocalarından bambaşka bir insan.
Bilgili olduğu kadar, mütevâzi, sâdece omuzunda rütbesi bulunan gerçek bir baba. şefkatli, merhâmetli, hilm sâhibi bir terbiyeci. Çok şey bilen, zemânı ve rütbesini zorlayan bir subay ve öğretmen.
Yüzüne bakan, hâline dikkat eden, simâsından zekâ ve îmân fışkırdığını hemen idrâk edecek kadar, insanlara emniyyet telkin eden bir üstâd.
Kimseden, hiç bir hocadan görmediğimiz muâmeleyi bize gösterdiler. Öyle olduk ki, bütün arkadaşlar gayr-i ihtiyâri onları sevdik.”
(Süleyman Kuku Bey’in hatırası)
İSTİFÂDE
İSTİFÂDE
Senelerdir düşünürdüm, sorardım kendime;
“Mezhebsizlerin, reformistlerin, ehl-i sünnet düşmanlarının at oynattığı bu zamanda ne için bu kadar kendilerini setr ederler?”
diye. Seneler sonra cevabını buyurdular:
-Hocamız, şöhretden çok kaçtığı hâlde, kendi ifâdesi ile "meâlesef meşhûr olduk, bu bizim için hiç iyi değildir" dedi ve bu fakîre hitâb edip, "Biz meşhûr olduk. Sen kendini gizle. Bu millete lâzımsın!"
Hilmi Bey “rahmetullahi teala aleyh” hocamızın vefatından seneler sonra, geçirdikleri ağır hastalık devresinin sonunda kendi ifadeleri ile
“Bir gece rüyada onları gördüm ve şöyle buyurdular;
-Artık konuşun, millete anlatın!”
...
Azîz kardeşim!
Devamlı onlardan bahsetmemiz, onlardan nakl etmemiz, onların terceme ve te’lif ettikleri bî bahâ eserleri tavsiyye etmemizdeki niyyetimiz;
içinde “ben” gizlenmiş aidiyet duygusundan beri, ama dîn kardeşlerime ve nasîbli olanlara “hayrı tavsiyye” şuuruna mebnîdir.
Bugün dahi, 80’li yaşlarında ve hasta halleri ile bu millete ve dîn kardeşlerine faideli olmak için, terceme ve te’lif sahasında gece gündüz çalışan Süleyman Kuku Efendi’den, kardeşlerimin istifade edebilmesini Allahu teâlâdan niyaz ediyorum.
Hidâyet ve tevfîk Allahu teâlâdandır.
MÜ’MİN
"Mü’min o kimsedir ki, işlediği bir günâhı, üzerine çökecek dağ gibi görür. Münâfık ise, burnunun ucuna konup hemen uçacak sinek gibi bilir."
(Hadîs-i şerîf)
(Hadîs-i şerîf)
BEN VARIM!
Müşrikler toplanmış, intikam istiyorlardı.
24 bin kişilk mücehhez bir ordu, bir aydır ablukada idi Medîne.
Hendekler kazılmıştı Medîne’nin etafında,
Hendekler engel müşriklere.
Müşrîkler engel açlık ile imtihan edilen müslimanlara.
Bir Amr vardı;
“bin kişilik bir orduya bedel”
denilen bir cengaver.
Hem de 90 yaşına bakmadan gelmiş Medîne önlerine.
Bedir”de yaralanmış,
İntikam peşinde;
Bedr’in intikamı peşinde idi.
Müşriklerin umûmî taarruza geçtiği bir sırada,
Geçivermiş atı ile hendeği.
Artık hendeğin gerisinde,
Efendimiz Aleyhisselatü vesselamın ve müslimanların tam önünde.
Meydan okumakta müslimanlara,
Er istiyordu kendisi ile döğüşecek, karşısında.
Buyurdu etrafına Efendimiz “sallallahu teala aleyhi vesellem”
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
-Ben çıkarım ya Resulallah! diye kükredi genç bir arslan.
-Sen otur! buyurdu Efendimiz. Ve tekrar seslendiler;
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
Sükûtta eshâb-ı kirâm. Lakin korkaklıktan âzâde,
Meydan okuyanın kim olduğunu iyi bilmekteler.
Şımarmakta müşrik. Alay edercesine, meydan okuyarak bir daha;
-Cennetlik olmak isteyen yok mu?
Ayağa kalktı tekrar o genç arslan, ve seslendi;
-Ben çıkarım ya Resûlullah!
Bir daha;
-Sen otur! buyurdu Efendimiz.
-Var mı çıkacak?
Dayanamadı arslan, tekrar kalktı;
-Ben varım ya Resûlullah!
-Gelen Amr’dır !
-Amr olsa da çıkarım ya Resulûllah! dedi.
Çıkardı üzerinden zırhını Efendimiz, verdi ona.
Ve dua etti, muvaffakiyeti için Allahu te’âlâya.
Kocaman, bir dev adam, doksan yaşlarında,
Gencecik bir arslan meydan okumasına karşılık vererek meydanda.
Adeti imiş Amr’ın, rakibinin üç isteiğini kabul edermiş, döğüş başlamadan.
Genç dedi ki;
-Müsliman olmanı isterim.
- Buna imkan yoktur!
-Öyle ise döğüşten çekil!
- Bütün Arap kadınlarının benimle alay etmelerine tahammül edemem!
-O halde döğüşelim!
Der demez, saldırıya geçti Amr. Gururlu idi, piyade olan rakibi ile kendisi at üzerinde olarak döğüşmeyecek kadar hem de.
Atından atlayıverdi yere ve bir kılç darbesi ile kesiverdi ayaklarını atının.
Tanıyamamıştı zırh içindeki rakibini, Amr.
- Sen kimsin?
- Ali bin Ebi Talib'im!
- Vay... Dostumun oğluymuş. Senin ağzın süt kokuyor be çocuk. Haydi sen git de başkası gelsin. Ben senin kanınla kılıcımı boyamak istemem!
diye küçümsedi Ali’yi (kerremallahu vecheh)
-Ben de seninle döğüşmeye tenezzül etmem. Ama kılıcımı senin kılıcınla ölçeceğim.!
Kükreyerek saldırdı Amr, kılıcını çekerek Hazret-i Ali'nin üzerine hücum etti. Bir vuruşta kalkanını ikiye böldü. Hatta yaraladı da alnından Hazret-i Ali'yi.
Sıra Allah'ın arslanına gelmişti.
Öyle bir vurdu ki arslan, Hazret-i Alİ (kerremallahu vecheh)
omzundan aşağı ikiye ayırıverdi koca Amr’ı.
Er meydanında yankılandı Allah’ın Arslanı’nın sesi;
-Allahu Ekber!
Artık dört bir taraftan yükselmeye başlayan tekbirler,
hendeğin karşısındaki müşriklere korku salmaya yetmişti;
-Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!..
Ardından yetişiverdi nusret-i ilâhî;
Şiddetli bir fırtına çıkıverdi, kâfirlerin yiyecek depolarını yerinden söküp attı, alt üst etti karargahlarını.
Kaçtılar, arkalarına bile bakmadan, bırakarak meydanlarda;
en namlı cengaverlerini…
gururlarını…
her şeylerini...
"Ey iman edenler! Allah'ın nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmiş de biz onların üzerine rüzgar ve
sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzab suresi, 9.)
24 bin kişilk mücehhez bir ordu, bir aydır ablukada idi Medîne.
Hendekler kazılmıştı Medîne’nin etafında,
Hendekler engel müşriklere.
Müşrîkler engel açlık ile imtihan edilen müslimanlara.
Bir Amr vardı;
“bin kişilik bir orduya bedel”
denilen bir cengaver.
Hem de 90 yaşına bakmadan gelmiş Medîne önlerine.
Bedir”de yaralanmış,
İntikam peşinde;
Bedr’in intikamı peşinde idi.
Müşriklerin umûmî taarruza geçtiği bir sırada,
Geçivermiş atı ile hendeği.
Artık hendeğin gerisinde,
Efendimiz Aleyhisselatü vesselamın ve müslimanların tam önünde.
Meydan okumakta müslimanlara,
Er istiyordu kendisi ile döğüşecek, karşısında.
Buyurdu etrafına Efendimiz “sallallahu teala aleyhi vesellem”
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
-Ben çıkarım ya Resulallah! diye kükredi genç bir arslan.
-Sen otur! buyurdu Efendimiz. Ve tekrar seslendiler;
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
Sükûtta eshâb-ı kirâm. Lakin korkaklıktan âzâde,
Meydan okuyanın kim olduğunu iyi bilmekteler.
Şımarmakta müşrik. Alay edercesine, meydan okuyarak bir daha;
-Cennetlik olmak isteyen yok mu?
Ayağa kalktı tekrar o genç arslan, ve seslendi;
-Ben çıkarım ya Resûlullah!
Bir daha;
-Sen otur! buyurdu Efendimiz.
-Var mı çıkacak?
Dayanamadı arslan, tekrar kalktı;
-Ben varım ya Resûlullah!
-Gelen Amr’dır !
-Amr olsa da çıkarım ya Resulûllah! dedi.
Çıkardı üzerinden zırhını Efendimiz, verdi ona.
Ve dua etti, muvaffakiyeti için Allahu te’âlâya.
Kocaman, bir dev adam, doksan yaşlarında,
Gencecik bir arslan meydan okumasına karşılık vererek meydanda.
Adeti imiş Amr’ın, rakibinin üç isteiğini kabul edermiş, döğüş başlamadan.
Genç dedi ki;
-Müsliman olmanı isterim.
- Buna imkan yoktur!
-Öyle ise döğüşten çekil!
- Bütün Arap kadınlarının benimle alay etmelerine tahammül edemem!
-O halde döğüşelim!
Der demez, saldırıya geçti Amr. Gururlu idi, piyade olan rakibi ile kendisi at üzerinde olarak döğüşmeyecek kadar hem de.
Atından atlayıverdi yere ve bir kılç darbesi ile kesiverdi ayaklarını atının.
Tanıyamamıştı zırh içindeki rakibini, Amr.
- Sen kimsin?
- Ali bin Ebi Talib'im!
- Vay... Dostumun oğluymuş. Senin ağzın süt kokuyor be çocuk. Haydi sen git de başkası gelsin. Ben senin kanınla kılıcımı boyamak istemem!
diye küçümsedi Ali’yi (kerremallahu vecheh)
-Ben de seninle döğüşmeye tenezzül etmem. Ama kılıcımı senin kılıcınla ölçeceğim.!
Kükreyerek saldırdı Amr, kılıcını çekerek Hazret-i Ali'nin üzerine hücum etti. Bir vuruşta kalkanını ikiye böldü. Hatta yaraladı da alnından Hazret-i Ali'yi.
Sıra Allah'ın arslanına gelmişti.
Öyle bir vurdu ki arslan, Hazret-i Alİ (kerremallahu vecheh)
omzundan aşağı ikiye ayırıverdi koca Amr’ı.
Er meydanında yankılandı Allah’ın Arslanı’nın sesi;
-Allahu Ekber!
Artık dört bir taraftan yükselmeye başlayan tekbirler,
hendeğin karşısındaki müşriklere korku salmaya yetmişti;
-Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!..
Ardından yetişiverdi nusret-i ilâhî;
Şiddetli bir fırtına çıkıverdi, kâfirlerin yiyecek depolarını yerinden söküp attı, alt üst etti karargahlarını.
Kaçtılar, arkalarına bile bakmadan, bırakarak meydanlarda;
en namlı cengaverlerini…
gururlarını…
her şeylerini...
"Ey iman edenler! Allah'ın nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmiş de biz onların üzerine rüzgar ve
sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzab suresi, 9.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)