İlim mi üstündür dünya malı mı?

On kişi gelip hazreti Ali (radıyallahu anhu) efendimize sırayla şu soruyu soruyorlar:

“Ya Ali ilim mi üstündür dünya malı mı?“

Hazreti Ali (radıyallahu anhu) efendimiz birinciye;

“İlim üstündür, çünkü ilim peygamberlerin mirasıdır, dünya malı ise firavunların mirasıdır.”

İkinciye;

“İlim dağıttıkça artar, dünya malı ise dağıttıkça azalır.“

Üçüncüye;

“İlim sizi korur,dünya malını ise siz korumak zorundasınız.”

Dördüncüsüne;

“İlim seninle mezara girer ,dünya malı ise sizi bırakır kabre girmez.”

Beşincisine;

“İlim sahibini seven çok olur,dünya malına sahip olan ise kıskanılır ve düşmanı çok olur.”

Altıncısına;

“İlim sahipleri onurla azametle anılır,dünya malına sahip olanlar ise cimrilikle suçlanır.“

Yedincisine;

“İlim eskimez ,bozulmaz ,yıpranmaz,dünya malı ise yıpranır eskir ve bozulur.“

Sekizincisine;

“İlim kalbi nurlandırır yumuşatır,dünya malı ise kalbi katılaştırır.”

Dokuzuncusuna;

“İlim sahipleri kıyamet günü şefaat ederken,dünya malına sahip olanlar hesap verecekler.”

Onuncusuna;

“İlim sahipleri mütevazı alçak gönüllü olur,dünya malına sahip olanlar ise enaniyetine düşkün gururlu olurlar.”

Hazreti Ali(radıyallahu anhu) buyuruyor ki;

“Kıyamete kadar gelen insanlar herbiri gelse hepsine ayrı ayrı cevap veririm, hiç bir cevabım birbirine benzemez.”

Hilmi hocamız ve Prof.Arif Nevşahi

Hilmi hocamız ve Prof.Arif Nevşahi 
Fotoğrafda arka planda duvarda asılı olarak Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yeşil silsile-i şeriflerini görünüyor.

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Nedimi Şâkir amca ve Manevi evladı Hüseyn Hilmi Işık hazretleri

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Nedimi Şâkir amca ve Manevi evladı Hüseyn Hilmi Işık hazretleri

Mübarek hocamız Hüseyn Hilmi Işık hazretleri ile Şâkir amca" Rahmetüllahi aleyhimâ " arasında geçen bir hatırayı hocamızın kendi sesiyle anlatımı... Hocamız bu sohbeti ehibbadan merhum sabri Işık efendinin oğlu Işık Gökkaya abiye anlatıyor ..Sabri Efendi muhib olmasının yanı sıra efendi hazretlerinin hem talebesi hem yeğeni Seyyid Faruk Işık efendinin damadıdır. ismi geçen bu dört mubarek talebe ( Şakir amca, Mübarek hocamız, Faruk Işık ve Sabri Gökkaya ) üstad Necip Fazıl Kısakürek 'in " O ve Ben " eserinde övgüyle bahsedilmektedir.
********************************************************************
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin hicret esnasında on yaşlarında tanıdığı ve evladlık alarak yanından hiç ayırmadığı, özel olarak tüm hizmetlerini gören , evlenene kadar efendi hazretlerinin odasında kalan, O'nun en yakınlarından biri haline gelen bu sebeple de Abdülhakîm Arvâsî hazretleri kendisi için " SÂHİB-İ SERİM [baş arkadaşım ] , BASTONUM, CÜZ'-İ LÂYÜNFEĶKİM [ ayrılmaz parçam ] , LÂZIM-I GAYRI MÜFÂRIKIM [ ayrılmaması gerekenim ] gibi tabirlerin kullanılma şerefine kavuşan Şâkir amca ile Mübarek hocamız Hüseyn Hilmi Işık hazretleri arasında geçen bir hatıra ...

********************************************************************

Fotograf: Hocamız teğmen çıktıktan
sonra 1932 yılında çekilmiştir.

Ruhlarına Fatiha...

Şâkir amcanın kabri  Eyüp Sultan'da Kaşgârî Dergâhı yanında Mübarek hocamızın kabrinin bulunduğu aynı hazirededir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Talebeleri, " Terzi Hâbil Amca ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi"


Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Talebeleri, " Terzi Hâbil Amca ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi "

Sakın terk-i edebden


MİNÂREDEN OKUNAN ŞİİR ...

Nabi’nin nağmeleri Peygamberimizin emriyle, Medine semalarında yankılandı.

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu
Murâat-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır büsegâh-ı enbiyâdır bu.

Büyük çoğunluğu yüksek rütbeli Osmanlı devlet adamla­rından meydana gelen Hacc kafîlesi alemlere rahmet ola­rak yaratılan, mutluluk rehberi Pey­gamber Efendimizi ziyaret yolunda. Çölde günlerdir süren yorucu yolcu­luk bitmek üzere. Medine’ye yaklaş­tıkları bir gecede son kez mola verdi­ler. Kafiledekiler kısa bir süre içinde yorgunluktan uykuya daldılar.
Ancak biri var ki günlerdir uyku görmeyen nemli gözleri ile uzaklara dalmış;İki cihan güneşi Peygamber Efendimizin hasreti ile yanmış ve kavrulmuş. Yusuf Nâbî bu. O gece de Resulullâh’a bu kadar yakın olmanın hazzı içerisin de yerinde duramayıp gezerken…
O da ne!
Devlet büyüklerinden birisi ayağını kıbleye doğru uzatmış uyumuyor mu!
Yusuf Nâbî’nin gözü karardı. Yet­kiliyi uyandıracak ve uyaracak tarzda şu sözler ağzından inci gibi saçılmaya başladı:
Nâbî’nin, yüreği yanarak söylediği nâ’tının manası şu şekildeydi.
“Edebi terketmekten sakın. Zira burası Allahü Teâlâ’nın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer Hak Tealının nazar evi. Resûl-i Ekremin makamıdır. Burası Cenahı Hakkın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir, fazilet yönünden düşünülürse Allahü Teâlâ’nın arşının en üstündedir. Bu mübarek yerin mukad­des toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı. Zira burası kör gözlere şifa veren sürmedir. Gökyü­zündeki yeni ay Onun kapısının yüre­ği, yaralı aşığıdır Bunun kandili dahi, ışığının nurunu ondan almakta­dır. Ey Nâbî! bu dergâha ede­bin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası büyük meleklerin etrafında perva­ne olduğu ve peygam­berlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf ye­ridir.”
Sakın kimse duymasın!
Bu mısraları işiten o yüksek rütbeli kişi hemen ayaklarını toplayarak doğruldu ve:
– Ne zaman yazdın bunu? Sen­den ve benden başka duyan oldu mu? diye sordu. Yusuf Nâbî de:
– “Daha önceden hiç söylememiştim. Su anda sizi bu halde uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım, ikimizden başka bilen yok” dedi.
Bu sözler üzerine o kişi rahat bir nefes alarak:
– Madem ki bu şiiri burada söyledi burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz” diye ikaz etti.
O böyle tehditler savuradursun, Cenab-ı Hak, habibinin aşkıyla söyle­nen bu gönül açıcı ifadeleri hiç gizli bırakırmıydı? Bu İfadeleri kıyamete kadar unutulmayacak bir şekilde açığa çıkardı.
Na’tı Şerif Medine sefalarında
Kafile yoluna devam ederek sabah namazına yakın Mescidi Nebi’ye vardı. Onlar Mescid-i Nebi’ye girerken minareler­den yanık sesli müezzinler Ezan-ı Muhammedî’den evvel Nâbî nin
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu
diye başlayan na’tını okuyorlardı.
Nâbî ve o yüksek rütbeli kişi hayretten dona kaldılar. Sabah namazını kıldıktan sonra Nâbî ve öbür zat namaz kıldıkla­rı camiin müezzi­nini buldular. Nâbî müezzine;
– Allah aşkı­na, Peygamber aşkına ne olur­sun söyle. Ezan­dan önce okudu­ğun na’tı kimden nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu. Müezzinde büyük bir heyecan içeri­sinde sunları anlattı: Resul-i Ekrem Efendi­miz bu gece Mescidi Nebi’de ki bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: “Ümmetimden Nâbi isimli biri benî ziya­rete geliyor.
Bana olan askı herşeyin üstündedir.
Bugün sabah ezanından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak Medi­ne’ye girişini kutlayın” buyurdu­lar. Biz de Resulullâh Efendimi­zin emirlerini ye­rine getirdik.
Nâbî müezzi­nin son sözlerini işitmez olmuştu. Gözyaşları içerisinde: Sahiden Nâbî mi dedi. 0 iki cihanın peygamberi Nâbî gibi bir zavallıyı, günahkârı üm­metinden saymak lûtfunu gösterdi mi? dedi. Evet cevabı­nı alınca da sevincinden bayıla­rak kendinden geçti.

YUSUF NÂBÎ
Bu mutlu olayın sahibi Yusuf Nâbî Osmanlı Devleti zamanında yetişen şair ve velilerdendir. 1642 senesinde evliyalar ve enbiyalar şehri olarak bilinen Urfa’da doğdu. Çocukluğunda Arapça ve Farsça’yı anadili Türkçe ile birlikte en iyi şekilde öğrendi. Daha sonra Yakub Halife isimli bir Kadiri şeyhine talebe oldu. Ondan dînî ilimleri tahsil etti ve ta­savvuf yolunda ilerledi. Yusuf Nâbî’deki kabiliyeti gören hocası bir müddet sonra onu yüksek ilimlerin merkezi İs­tanbul’a gönderdi.
Nâbi istanbul’a gelince di­van kâtipliğinde vazife aldı. Bir taraftan burada çalışırken diğer taraftan da gönül ehli alimlerin soh­betlerinde bilgisini genişletiyor, yaşayışını güzelleştiriyordu.
O, Allahü Teâlâ’nın dinini yaymak için yapılan cihad hareketlerine katılmaktan da geri durmadı. 1672 yılında Lehistan seferine iştirak etti Kameniçe’nin zaptı dolayısıyla yazdığı siir Sultan IV. Mehmed Han tarafın­dan beğenilerek şehrin kapısına işlendi. Padişahın takdir ve iltifatına mazhar oldu. Ebced hesabıyla fetih tarihini de kapsayan şii­rin son beyti şöyledir
Tarihini felekde melek yazdı Nâbî’yâ
Düşdü Kamençe hısnına nûr-ı Muhammedî
1678 senesinde, girişte de bahsettiğimiz şekilde hacc farizasını yerine getirdi. Dö­nüşte Musahip Mustafa Pasa’yakethüda ol­du. Mustafa Paşa’nın vefatından sonra Baltacı Mehmed Pasa’nın yanında Haleb’e git­ti. Baltacı sadrâzam olunca İstanbul’a dö­nerken Nâbî’yi de yanına aldı.
Bundan sonra Darphane Eminliği ve Anadolu Muhasebeciliği gibi görevlerde bu­lunan Nâbi 1712 yılında vefat etti. Üsküdar’daki Karacaahmed kabristanına defnedildi. Kabri Sultan II. Mahmud ve Sultan II. Abdülhamid Han devirlerinde ta­mir görmüştür.

HİKMET ŞAİRİ
Yusuf Nâbî devlet va­zifesinden artan zamanla­rında siir ve ceşitli eserler yazmıştır. Şiirlerinde hep iyiyi ve doğruyu vermeye çalışmıştır. Bu yönüyle o bir düşünce ve hikmet şai­ridir. Şahsi duyguları, gö­nül arzularının aşmış, haki­ki bir Müslümanın hayatı­nı hem yaşamış hem de şi­irlerinde yaşatmıştır. Geçi­ci, fani dünyanın lezzetle­rine, hallerine aldanma­mak, kimseye haksızlık etmemek, zulmetmemek, hep müşfik ve merhametli olmak, gurur ve kibirden sakınmak şiirlerindeki nasihatlerinden en çok rastlananlarıdır. Nâbi’ye göre iyi bir insan olmanın ilk şartı her işte ve her mevzuda her zaman Allahü Teâlâ’yı hatırında tutmaktır.
Nâbî rubailerinde, yoksulların hali, acı ve elemler karşısında sabırlı olma, kanaat­kârlık, her kemâlin bir zevalinin olacağı bu sebeple Allahü Teâlâ’dan hiçbir zaman ümit kesmemek gerektiği gibi günümüz insanına da ışık tutan konuları birbirinden güzel anlamlı mısralar ile dile getirmiştir.

İctima eylemese merd ile zen âlemde
Edemez sureti mevlûd kabül-i peyvend
İftirak eyler ise birbirisinden amma
Hem peder ferd kalır zayi olur hem ferzend.

İzahı: ”Alemde erkekle kadın bîr araya gelme­se çocuk meydana gelmez. Şayet eşler birbirinden ayrılırlarsa hem baba tek olarak kalır çocukda perişan olur.”

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

TEGANNÎ EDEN İMÂM

Mes’ele:
Kur’ân-ı azîmi, nemaz içinde tegannî ile tilâvet eden (okuyan) Zeyd-i imâmın (imam olan Zeyd’in) nemâzı sahîhe olur mı?
El cevâb:
Amel-i kesîr ‘add olunacak kadar tegannî ider ise, yahud üç harf ziyâde hâsıl olursa , fâsiddir (İmâmın o namazı olmaz).
Mes’ele:
Bu sûretde, tegânnî nedir ve nice itmek ile tegannî hâsıl olur?
El cevâb:
Tegannî, ırlamakdır. Savtını (sesini) hanceresinde (gırtlağında) terdîd idüb (tekrarlayıp), indürüb, çıkarub dürlü dürlü savtlar (sesler) ile tasvîr etmekle (şekillendirmekle, okumakla) hâsıl olur.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Muhammed b. Muhammed İmâdî)

KAZÂ NAMAZINA NİYYET

KAZÂ NAMAZINA NİYYET

Mes’ele:
Kazâya kalmış salavât-ı kesîresin (çok namazı); Zeyd (bir müsliman kimse) “evvel kazâya kalan” ya “âhir kazâya kalan” deyu niyyet itmeyub, mücerred (sadece) “kazâya kalmış nemâzı edâya niyyet” itmiş olursa, tekrar kaza lazım olur mı?
El cevâb:
Olur.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

CERR

Mes’ele:
Zeyd-i imâm ve müezzini, bayram gicelerinde cemâ’atden cerr idüb aldıkları akçe, mezbûrelere (bahsi geçen kişilere) helâl olur mu?
El cevâb: Olmaz.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)
...
Cerr: Medrese talebelerinin üç aylarda (recep, şâban, ramazan) köylerde imamlık ve vâizlik yaparak bir yıllık geçimlerini sağlayacak para ve erzâkı toplamaları işi

NÂFİLE NAMAZ

Mes’ele:
Zeyd-i musallî (namaz kılan kişi) dört rek’at nâfile nemâza (farz ve vâcib olmayan namazlar, sabah nemazının sünneti hâric) niyyet idüb, sehven (yanılarak, dalgınlıkla) ikinci rek’atde selâm virse, nemazdan hurûcu mı (çıkmış mı) olıdır, yohsa itmâm idüb (dörde temamlayıp) secde-i sehv itmegi mi olıdır?
El cevâb:
Hurûcı olıdır (namazdan çıkmış olur).

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

UYKU

Mes’ele:
Zeyd, nemaz içinde uyusa, nemâzı fâsid olur mı?
El cevâb:
Olmaz. Secdede uyumadı ise.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

MÜTEFERRİK MES’ELELER

Mes’ele:
Beş vakit nemazın farzında ve sünnetinde her rek’atde besmele okumak câiz midir, ve Cum’ada zuhr-i âhirin dört rek’atinde dahi sûre koşmak (okumak) câiz midir, ve Cum’adan sonra zuhr-i âhir mi evvel kılınur yahud sünnet mi?
El cevâb:
Sûre-i Fâtiha evvelinde besmele gerekdir, zammı sûrede yokdır.
Âhır-ı zuhûrda sûre zamm olunmaz.
Ve sünnetten evvel kılınmak evlâdır.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)