Cemâ’at ile nemâz kılmak,Hoparlörle, radyo ile nemâz

Cemâ’at ile nemâz kılmak,Hoparlörle, radyo ile nemâz

CEMÂ’AT İLE NEMÂZ
Câmi’e sağ ayak ile girilir. Câmi’den çıkarken, önce sol ayak ile çıkılır. (Uyûn-ül-besâir)de diyor ki, (Câmi’e girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla câmi’e girilir. Önce sol ayakla çıkdıkdan sonra [veyâ çıkmadan evvel], önce sağ ayakkabı giyilir). (Hadîka)da, el ve ayak âfetlerinde diyor ki, (İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki, mubârek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehabdır. Ayakkabı, don, gömlek giyerken, baş traş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvâk kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, (müslimânın evine) ve odasına girerken, halâdan çıkarken, sadaka verirken, yemek yirken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, meselâ ayakkabı, çorab, elbise çıkarırken, câmi’den ve müslimânın evinden, odasından çıkarken, halâya girerken, sümkürürken, tahâretlenirken soldan başlamak müstehabdır. Bunları tersine yapmak, tenzîhî mekrûh olur. Çünki heyetde, şeklde olan sünneti terk etmek olur.) [Bulunduğu yerin âdetine uymak için sakalı kazımak da böyledir. 249.cu sahîfeye bakınız!]

İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (İki cins imâmlık vardır. Evvelâ (İmâmet-i kübrâ)yı bildireceğiz.) Üçüncü cildde bâgîleri anlatırken, üçyüzonuncu sahîfede de bildirilecekdir. Abdülganî Nablüsînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (El-Hadîkat-ün-nediyye) kitâbının yüzkırküçüncü ve ikiyüzdoksandördüncü ve üçyüzellibirinci sahîfelerinde de yazılıdır. İmâmlığın ikincisi (İmâmet-i sugrâ)dır ki, farz nemâzı kıldırmak için imâm olmakdır. Beş vakt nemâzın farzlarını cemâ’at ile kılmak, erkeklere hanefî, şâfi’î ve mâlikîde sünnetdir. Cum’a ve bayram nemâzlarında ise şartdır. Nâfile nemâzları cemâ’at ile kılmak mekrûhdur. Beş vakt nemâzda, bir kişi de cemâ’at olarak yetişir. Kırâeti güzel olan imâm olur, ya’nî Kur’ân-ı kerîmin harflerini tanıyan, tecvîd ile okumasını bilen olur. Sesi güzel ve tegannî ile okuyan değil! Fâsıkın imâm olması mekrûhdur. Çok âlim olsa bile, ona uymak tahrîmen mekrûhdur. Hadîs-i şerîfde, (Müttekî bir âlim ile nemâz kılan, bir Peygamber ile kılmış gibidir) buyuruldu.

(Uyûn-ül-besâir) kitâbının yüzotuzbeşinci sahîfesinde buyuruyor ki, ([Özrlü olmadığı hâlde] câmi’e gitmeyip, evinde âilesi ile cemâ’at yapan kimse, câmi’deki cemâ’atin sevâbına kavuşamaz. Ya’nî, câmi’e mahsûs olan, fazla sevâba kavuşamaz. Yoksa, evde cemâ’at ile kılınca da, cemâ’at sevâbına, ya’nî yirmiyedi kat sevâba kavuşur. Şunu da bildirelim ki, iki cemâ’at de, şartlara, sünnetlere uygun olduğu zemân böyledir. Evdeki cemâ’at dahâ uygun ise, evde kılmak lâzımdır). (Halebî-i kebîr)in dörtyüziki, altıyüzonüç ve altıyüzondokuzuncu sahîfelerinde de yazılıdır.

[Görülüyor ki, nemâzın şartlarına ehemmiyyet vermiyen imâmların arkasında nemâz kılmamalıdır. Bunların nemâzı sahîh olmaz. Günâh işlediği hâlde, meselâ içki içdiği, fâiz yidiği, kadınlara, kızlara bakdığı, kumar oynadığı hâlde, abdestin, nemâzın farzlarını bilen ve ehemmiyyet veren imâm arkasında kılmak câiz olsa da, mekrûhdur. Ebüssü’ûd efendi fetvâsında buyuruyor ki, (Sâlih ve fâcir arkasında nemâz kılınız!) hadîs-i şerîfi, câmi’ imâmları için değil, Cum’a kıldıran emîrler, vâlîler içindir. Bunlara uymak ve itâ’at etmek içindir. Günâh işlediği bilinen imâmların arkasında nemâz kılmamalıdır. İmâmlık şartları bulunmıyan, Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan imâma uymamalıdır. Dînine bağlı imâmın mescidine gitmelidir. Her nemâz için, câmi’e gitmeli, fâsık, câhil, mezhebsiz, dinde reformcu olduğu bilinen imâma rastlanınca, ona uymamalıdır. Böyle imâm var zan etmekle, câmi’i terk etmemelidir. Molla Murâd kütübhânesi, [1114] numaralı, Ebüssü’ûd efendi fetvâsında buyuruyor ki, (Harâm yiyen, fâiz alan imâmı azl etmek vâcibdir. Kur’ân-ı kerîmi tecvîd üzere okumasını bilmek farzdır. Tecvîdi bilmiyen, mehâric-i hurûfu gözetemez. Harflerin ağızdaki yerlerini gözetemiyen bir kimsenin okuduğu Kur’ân-ı kerîm ve kıldığı nemâz sahîh olmaz). İkinci kısmda birinci maddeye bakınız!

İmâmlık şartları bulunan kimsenin imâm olması için uğraşmak, her müslimânın vazîfesidir.]

(Nûr-ül-îzâh) şerhi hâşiyesinde buyuruyor ki, (İmâm olmak için altı şart lâzımdır). Bunlardan biri bulunmadığı bilinen imâmın arkasında nemâz sahîh olmaz:

1 — Müslimân olmak, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer Fârûkun halîfe olduğuna inanmıyan ve te’vîlini bilmeden mi’râca, kabr azâbına inanmıyan, imâm olamaz.

2 — Bulûg yaşında olmak.

3 — Akllı olmak. Serhoş ve bunak imâm olamaz.

4 — Erkek olmak. Kadın, erkeklere imâm olamaz.

5 — Hiç olmazsa, Fâtiha ile bir âyeti doğru okuyabilmek. Bir âyeti ezberlememiş olan ve ezberlese de, tecvîd ile okuyamayan, nağme yapan, imâm olamaz.

6 — Özrsüz olmakdır. Özrü olan, özrü olmayanlara imâm olamaz. Özr, bir yerinden durmadan kan akmak, yel kaçırmak, idrâr kaçırmak, te ve fe harflerini tekrârlayarak okumak, sin harfini se, ra harfini gayn okumak, abdestsiz veyâ dirhemden fazla necâsetli olmak ve avret mahalli açık olmakdır. Gözü ağrıyan, gözyaşı kesilmezse, özr sâhibi olur. Kulakdan, göbekden, burundan, memeden ağrı ile çıkan her sıvı da, devâmlı akarsa, özr sâhibi olur. Adı geçen yerlerden ve yaradan çıbandan çıkan kan, irin ve sarı su, ağrı ile olmasa da, böyledir. Özrleri birbirine benziyenler birbirlerine ve bir özrlü olan, iki özrlü olana imâm olabilir. Mâlikîde ve şâfi’îde, özrlü olan, özrsüz olana imâm olabilir. [Yara üstündeki merheme, sargıya mesh eden ve kaplama veyâ dolgu dişi olduğu için, mâlikî ve şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” mezhebini taklîd edenler özrlü sayılmaz.]

(Dürr-ül-muhtâr) üçyüzyetmişaltıncı sahîfede buyuruyor ki, ([İsterse profesör olsun] din câhillerinin, fâsıkların, ya’nî büyük günâh işliyenin, meselâ içki içenin, zinâ edenin, fâiz yiyenin, karısını, kızlarını çıplak gezdirenin, a’mânın imâm olması mekrûhdur. [Fâsıkın imâm olması, mâlikîde sahîh değildir (Halebî).] Ebüssü’ûd efendinin “rahmetullahi aleyh” fetvâsını yukarıda bildirmişdik. A’mâ, âlim ise, imâm olur. Veled-i zinânın, ya’nî nikâhsız doğmuş kimsenin imâm olması da mekrûhdur. Emred kimsenin, ya’nî henüz bâlig olmuş, sakalı çıkmamış, parlak kimsenin imâm olması, âlim olsa bile, mekrûhdur. Çünki, fitneye sebeb olur. Parlak olmıyan, köse [sakalsız] arkasında kılmak mekrûh değildir). [Görülüyor ki, imâm olmak için, sakallı olmak şart değildir. Özr ile sakal traşı olanın arkasında nemâz kılınır. Sakalı sünnete uygun olmıyan [ya’nî, çenedeki ile birlikde bir tutam uzun olmıyan] kimse, bid’at sâhibi olur. Sakalın sünnete uygun olmasına ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur. Yetmişbirinci maddeye bakınız!].

İmâma uymanın doğru olması için, on şart vardır:

1 — Nemâza dururken, tekbîri söylemeden önce, imâma uymağa niyyet etmekdir. İmâmın kim olduğunu niyyet lâzım değildir.

2 — İmâmın, kadınlara imâm olmağa niyyet etmesi lâzımdır. [İbni Âbidîn, nemâzın mekrûhlarını bildirirken buyuruyor ki, (Kızların, kadınların, acûzelerin, beş vakt nemâza ve cum’a ve bayram nemâzları için ve va’z dinlemek için câmi’e gitmeleri câiz değildir. Eskiden yalnız acûzelerin akşam ve yatsı zemânı gitmesine izn verilmiş idi ise de, şimdi bunların gitmesi de, câiz değildir). Hele kadınların başı, kolu, bacağı açık, câmi’e gelip, mevlid, va’z ve hâfız dinlemeleri harâmdır, büyük günâhdır. Hıristiyan kadınları bile, kiliseye giderken, böyle açık değildir. Açık kadınların, erkekler arasına karışdığı yerlere câmi’ denmez. Böyle yerlere, nemâz kılmak için dahî gidilmez. İmâmın erkeklere imâm olmağa niyyet etmesi lâzım değildir. Fekat niyyet ederse, kendisi cemâ’atin sevâbına da kavuşur. (Hadîka) kitâbı, yüzkırksekizinci sahîfede diyor ki, (Fıkh âlimleri buyurdu ki, imâm nemâza dururken kendisine uyan cemâ’ate imâm olmağa niyyet etmezse, buna uymak sahîh olur ise de, imâmın kendisi imâmlık sevâbına kavuşamaz. İmâm olmağa niyyet etmediği için, yalnız kılmış gibi, yalnız kendi nemâzının sevâbını alır.

Başkalarının kendisine uymasına niyyet edince, cemâ’atin sayısı kadar, imâmlık sevâbı da alır).]

3 — Cemâ’atin topuğu, imâmın topuğunun gerisinde olmak.

4 — İmâm ile cemâ’at, aynı farz nemâzı kılmak. Farzı kılmış olan kimse, tekrâr imâma uyunca, imâm ile kıldığı nâfile olur.

5 — İmâm ile cemâ’at arasında, kadın safı bulunmamak. Kadınlar bir safdan az olup arada perde varsa veyâ alçakda, yüksekde iseler câiz olur. [(Tergîb-üs-salât)da diyor ki, dört kadın yan yana durunca bir saf sayılır. Kadın safının arkasında olan erkeklerin hepsinin nemâzları fâsid olur. Üç kadın yan yana ise, yalnız bunların arkasındaki üç erkeklerin ve kenârdaki kadınların yanındaki birer erkeğin nemâzları fâsid olur. Kadın ile yanlarındaki erkek arasında direk veyâ perde, dıvar varsa, nemâzları fâsid olmaz. Kadın ile erkeğin, mahrem olmaları da böyledir. Kadınların evde, erkeksiz cemâ’at yapmaları mekrûhdur.]

6 — İmâmın kendisini görse, yâhud sesini işitse, aradaki dıvar mâni’ olmaz. Arada kayık geçecek nehr ve araba geçecek yol mâni’ olur. Yolda veyâ nehrdeki köprüde iki saf imâma uyunca, arkadakilerin de nemâzı sahîh olur. İkinci kısm, elliikinci maddenin ortasına bakınız!

7 — İmâma uymanın sahîh olması için, imâmın veyâ müezzinin sesini işitmek yâhud bunları görmek veyâ cemâ’atin hareketlerini görmek lâzımdır. İşitmeğe, görmeğe elverişli penceresi olmayan dıvar arada olmamalıdır.

[Radyodan, televizyondan, ho-parlörden çıkan sesin, insan sesi olmadığını ezân bahsinde bildirmişdik. Sinema perdesinde, televizyonda nemâz kıldığı görülen imâmın kendisi değildir, benzeridir. Buna uymak câiz olmadığı gibi, bu seslerle ibâdet yapmak da sahîh olmaz. Bid’at ve büyük günâh olur.]

(El-mukaddimet-ül-hadremiyye) ve (Envâr) ve (El-fıkh-ü-alel-mezâhib-il-erbe’a) ve (Misbâh-un-necât) kitâblarında diyor ki, (Şâfi’î mezhebinde, câmi’ hâricinde bulunan kimsenin, câmi’deki imâma uymasının sahîh olması için, imâmın intikalâtını, imâmı veyâ cemâ’atden birini görerek yâhud imâmı veyâ müezzini işiterek bilmek şart olduğu gibi, son safdan uzaklığı takrîben üçyüz zrâ’dan [300 x 0,42 = 126 metreden] fazla olmaması da şartdır.) (Tergîb-üs-salât)da diyor ki, (Câmi’ hâricindeki kimsenin, imâma uyması sahîh olmak için, câmi’in dolu olması lâzımdır. Dolu olmaz ise ve dolu olup da, son saf ile, dışarıdaki kimse arasında, araba geçecek kadar mesâfe varsa, imâma uyması sahîh olmaz). ho-parlör sesi ile ve televizyondaki imâma uyarak kılanların nemâzlarının sahîh olmadığı, Hindistân âlimlerinin Keralada çıkardıkları (El-Muallim) mecmû’asının Rebî’ul-evvel 1406 ve Dessembr [Aralık] 1985 târîhlisinde uzun yazılıdır. 1401 h. ve 1981 m. senesinde Pâkistânda çıkan (Süyûf-ullahil-ecille) kitâbının beşinci sâhîfesinde, ho-parlör ile nemâz kıldıran imâma uymak câiz olmadığı açık yazılıdır. Bu kitâb, (Hakîkat Kitâbevi) tarafından, (Fitnet-ül vehhâbiyye) sonunda basdırılmışdır. Yahyâ efendi fetvâsına bakınız!

8 — İmâm hayvanda, cemâ’at yerde veyâ bunun tersi olmamak.

9 — İmâm ile cemâ’at, yapışık olmıyan iki gemide bulunmamak.

10 — Başka mezhebdeki imâma uyan cemâ’atin, kendi mezheblerine göre nemâzı bozan bir şeyin, imâmda bulunduğunu bilmemesi lâzımdır. Meselâ, imâmdan kan akması veyâ başının dörtde birinden az mikdârını mesh etmesi, Hanefî mezhebinde câiz olmadığından, böyle yapdığı bilinen bir şâfi’î imâma uymak âlimlerin çoğuna göre câiz olmaz. Bu kavl sahîhdir. Şâfi’î imâmdan kan akdığı görülse, sonra imâm bir zemân gayb olup tekrâr gelse, buna uyulur. Çünki, o zemânda abdest almış olabilir. Hüsn-i zan etmek iyidir. [Bu âlimlere göre, bir hanefînin, kaplama ve dolgu dişi görülen şâfi’î imâma uymaması lâzımdır.] İbni Âbidînde ve Tahtâvînin (İmdâd) hâşiyesinde ve Ahmed Hamevînin (Eşbâh) hâşiyesi, ikinci cild, ikiyüzonyedinci sahîfesinde diyor ki, (Muhammed Hindüvânî ve ba’zı âlimler dediler ki, nemâzı kendi mezhebine göre sahîh olan şâfi’î imâma uyulabilir).

(Nihâye) kitâbı, bu kavlin kıyâsa dahâ uygun olduğunu bildiriyor ve (bu kavle göre, Hanefî mezhebinde câiz olmıyan bir hâli görülen şâfi’î imâma uyulabilir) diyor. Bu kavlin de sahîh olduğu (Halebî-yi kebîr)de yazılıdır. Mâlikîde de câizdir. Bu âlimlere göre, kaplama ve dolgusu görülen mâlikî veyâ şâfi’î imâma uymak câiz olur. Hanefî mezhebinde olup da, kaplama ve dolgusu olduğu için, İmâm-ı Mâlikin veyâ Şâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” mezhebini taklîd eden bir kimsenin, bu âlimlere göre, kaplama ve dolgusu olmıyan hanefîlere de imâm olabileceği anlaşılmakdadır. Çünki bu kimse, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebindeki imâm gibidir. Ayrıca, kendi mezhebinin diğer şartlarına uymakda, vitr nemâzını vâcib bilerek kılmakdadır. Kaplama veyâ dolgusu olup olmadığını, varsa, mâlikîyi veyâ şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak, tecessüs etmek câiz değildir. Başka mezhebden olan imâm, hanefîdeki şartları da gözetiyorsa, buna uymak yalnız kılmakdan, Hanefîye uymak, ona uymakdan dahâ iyidir. [Dolgusu, kaplaması olan, imâmlık vazîfesi almamalıdır.]

Cemâ’at bir kişi ise, imâmın sağ yanında hizâsında durur. Solunda durması mekrûhdur. Arkasında durması da mekrûh olur. Ayağının topuğu, imâmın topuğundan ileri olmazsa, nemâzı sahîh olur. İki ve dahâ çok kişi, imâmın arkasında durur. Birincisi, imâmın tam arkasına, ikincisi birincinin sağına, üçüncüsü birincinin soluna, dördüncüsü ikincinin sağına, beşincisi üçüncünün soluna... olarak dururlar. İkinci, sonradan gelirse, arkaya durur. Birinci, nemâzı bozmadan arkaya geçer. İmâm ileri gitmez. 68. ci maddede, 23. cü sıraya bakınız!

İmâm ile cemâ’at arasında, iki safdan ziyâde alacak boş meydân veyâ büyük havuz bulunursa, bunun gerisinde olanların uyması câiz olur ise de, yalnız kılması mekrûh olur. Havuzun ve meydânın iki yanlarında cemâ’atin bulunması şart değildir. Mescide bitişik açık ve kapalı yerler, odalar da böyledir. [Tahtâvî İmdâd hâşiyesi.] İkinci kısm, 52. ci maddeye bakınız!

Abdest alan, teyemmüm etmiş olana, ayakda kılan, oturarak kılana ve nâfile kılan, farz kılana uyabilir. Dînini bilen bir imâm arayıp ona uymalıdır.

Mahalle câmi’inde, ezân ve ikâmet okuyarak bir kerre cemâ’at ile nemâz kılınır. Yoldaki câmi’lerde ve imâmı, müezzini olmıyan câmi’lerde, her cemâ’at için ayrı ayrı ezân ve ikâmet ile kılınır. Cin imâm olur. Melek imâm olamaz. Çünki melek, mükellef değildir. Melek, cin ve çocuk, bir de olsa, cemâ’at olur. Nâfile kılan bir kişinin, farz kılana uyması ile cemâ’at sevâbı hâsıl olur.

Cemâ’at ile kılmak vâcibdir diyenler de çokdur. Irâk âlimlerine göre “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, vâcibi özrsüz bir kerre bile terk etmek günâh olur. Terk etmeği âdet ederse, sözbirliği ile günâh olur. Sünneti terk ise, günâh olmaz. Bir câmi’de cemâ’ati kaçıran kimsenin, başka câmi’de araması müstehabdır.

Hastanın, felclinin, bir ayağı kesik olanın, yürüyemiyen ihtiyârın ve a’mânın cemâ’ate gitmesi lâzım değildir. Yardımcıları, nakl vâsıtaları olsa da, lâzım değildir. Yağmur, çamur, çok soğuk ve karanlık da, özrdür. Çok rüzgâr, yalnız gece özr olur. Hırsız ve başka sebeble malı gitmek korkusu, fakîr olanın alacaklısından korkusu, canı ve malı için zâlimden korkusu, abdest sıkışdırması, yolcunun nakl vâsıtasını kaçırmak korkusu, hastaya bakmak, imrendiği yemeği kaçırmak korkusu, fıkh bilgisini öğrenmeği kaçırmak korkusu, cemâ’ate gitmemek için özrdür. İmâmın bid’at sâhibi olduğunu veyâ abdestin, guslün, nemâzın şartlarını gözetmediğini bilmek de özrdür. Bu şartları dahâ çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce imâm seçilmesi lâzımdır. Bundan sonra, tecvîd ile okuyan seçilir. Hâfız olması şart değildir. Bunlar birkaç kişi ise, vera’ sâhibi olan seçilir. Vera’, şübhelilerden kaçınmak demekdir. Bundan sonra, yaşı çok olan seçilir. Bundan sonra, sıra ile, huyu, yüzü, nesebi, sesi, elbisesi güzel olan seçilir. Bunlar birkaç kişi ise, aralarından malı, mevkı’i çok olan seçilir. Bunlar da benziyor ise, mukîm müsâfire imâm olur. Seçimde uyuşulmazsa, çoğunluğun seçdiği imâm olur. Dahâ üstünü varken, başkası seçilirse, çirkin olur. Fekat, günâh olmaz. Emîr ve vâlî seçimi de böyledir. Halîfe seçiminde ise, en üstün olanı seçmemek günâhdır.

Bir evde, ziyâfetde, seçim aranmadan, ev sâhibi, ziyâfet sâhibi imâm olur. Yâhud, imâmı bu seçer. Kirâcı, ev sâhibi demekdir. İstenmiyen kimsenin imâm olması mekrûhdur.

Bid’at sâhibi kimsenin imâm olması tahrîmen mekrûhdur. Ehl-i sünnet i’tikâdına uymıyan bir inanış sâhibine (Mezhebsiz) denir. Mezhebsiz, eğer Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veyâ şübhe etmiş ise, (Küfr) olur. Açık olarak bildirilmemiş şübheli olan delîlleri te’vîl ederek yanlış ma’nâ vermiş ise, (Bid’at) olur. Dünyânın yaratıldığına inanmamak, böyle gelmiş, böyle gider demek, küfrdür. Cennetde, mü’minlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmamak bid’atdir. Fekat, nasslara yanlış anladığı için inanmamak bid’at olur. (Böyle şey olmaz. Aklım kabûl etmez) diyerek tahkîr ederse, yine kâfir olur. Bid’at hakkındaki hadîs-i şerîfler, (Hadîka) ve (Berîka)nın başında ve fârisî (Eşi’at-ül-leme’ât)ın 125.ci sahîfesinde mevcûddur. (Eşi’a)dekiler, (Mazheriyye) kitâbımıza da nakl edilmişdir. Küfre sebeb olan birşey söylemedikçe ve yapmadıkça (Ehl-i kıble)ye, ya’nî nemâz kılana (Kâfir) denmez. Fekat, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilen ve müslimânların asrlar boyunca inandığı bir şeye uymıyan söz ve işde bulunan bir kimse, bütün ömrünce nemâz kılsa, her ibâdeti yapsa da, buna (Kâfir) denir. Meselâ, Allahü teâlâ zerreleri, yaprak sayısını, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Ebû Bekr ile Ömerden “radıyallahü anhümâ” başka sahâbîyi, dînî bir sebeble kötüleyen, bid’at sâhibi olur. Bir harâma mubâh diyen kimse, bir âyete veyâ hadîs-i şerîfe dayanarak, samîmî söyliyorsa, kâfir olmaz. Nassa dayanmadan, keyfi için söylüyorsa, kâfir olur. Ebû Bekr ile Ömerin hilâfete seçilmeleri haklı değildi demek, bid’atdir. Hilâfete hakları yok idi demek küfrdür.

İmâmlık şartlarını taşıyan bir kimse, ücret veyâ ma’âş karşılığı imâmlık yapıyorsa, bunun arkasında kılmak câiz olduğuna fetvâ verilmişdir. Elhân ederek, mûsikî perdelerine uyarak, tegannî eden ve nemâzı vaktinden evvel kıldıran imâm arkasında kılınan nemâzı iâde etmek lâzım olduğu, (Halebî-i kebîr) sonunda yazılıdır. [İmâmlık şartları bulunmıyan, mezhebsiz, dinde reformcu olduğu bilinen imâmın yerine, Ehl-i sünnet i’tikâdında olan imâm ta’yîn edilmesi için uğraşmalıdır.]

Cemâ’at istese de, imâmın, farz kıldırırken kırâeti ve tesbîhleri sünnetden fazla okuması tahrîmen mekrûhdur. Kadın imâm olup kadınlara nemâz kıldırması tahrîmen mekrûhdur. Erkek olmadığı zemân, cenâze nemâzını cemâ’at ile kılmaları mekrûh olmaz. Çünki, yalnız kılarsa, ilk kılan kadın farzı kılmış olur. Sonra kılanlarınki nâfile olur. Cenâze nemâzını nâfile kılmak da mekrûhdur. Cenâze nemâzını bir kerre kılmak farzdır. Cenâze nemâzında, kadın erkeklere imâm olursa, erkekler tekrâr kılmaz. Çünki, yalnız kadının nemâzı kabûl olup, farz, bir kişi ile yapılmış olur. Kadın, kadınlara imâm olursa, ilk safın ortasında durur. İleri geçmesi günâh olur.

Evde, erkek, mahremi olan kadınlara imâm olur. Yabancı kadınlara imâm olamaz. Çünki, halvet olur. Eğer cemâ’at arasında, bir erkek veyâ imâmın mahremi kadın bulunursa, yabancı kadınlar da cemâ’ate girebilir. Burada da, süt ve nikâh ile olan mahremlerin, halvetde olduğu gibi, genc olmaları mekrûhdur. Mescidde halvet hâsıl olmaz. Bir kadın, imâmın arkasında durur. Yanında durmaz. Erkek de var ise, kadın erkeğin arkasında durup imâmla kılar.

Mescid-i harâmda, imâmın Makâm-ı İbrâhîmde durması efdaldir. Oturanlara eziyyet vermemek için câmi’e gelenin, ileri safa geçmemesi efdaldir. Farza başlanırken, öndeki safdaki boş yere geçilir. Cenâze nemâzında, arkadaki saflar, öndeki saflardan dahâ sevâbdır. İmâmı rükü’da bulan, rek’ati kaçırmamak için, son safda durur. İleri saflara geçmez. Son safda yer yoksa, o rek’ati kaçırsa da, yalnız durmaz. Birinci safda boş yer olup ikinci safda yoksa, ikinciyi yarıp birinciye geçilir. Ön safa geçmek için, cemâ’atin önünden geçmek günâh olmaz.


Cemâ’at ile kılan adam, aynı imâma uyan herhangi bir kadınla, bir rükn mikdârı bir hizâda durursa ve aralarında kalın perde veyâ parmakdan kalın bir direk yâhud bir insan sığacak kadar açıklık yoksa, erkeğin nemâzı bozulur. Bir safda kadın kılınca, yalnız iki yanındaki ve tam arkasındaki erkeğin nemâzı bozulur. Arkasındaki dokuz ayakdan uzak ise bunun bozulmaz. Aynı imâma uymayan bir kadının, erkekle bir hizâda kılmaları mekrûhdur. Erkek, yanında, imâma uyacak bir kadını görünce, geride durması için, eli ile işâret etmelidir. Geri gitmezse, kadının nemâzı kabûl olmaz. Erkeğin nemâzı bozulmaz. Bir hizâda olan kadın, adam boyu yüksekde veyâ aşağıda ise, zararı olmaz.

Rükü’ ve secde yapamayan, yapana imâm olamaz. Nâfile kılan, farz kılana imâm olamaz.

(Elsağ) olan kimse, elsağ olmayana imâm olamaz. Elsağ, sin harfini, se harfi okuyandır. Başka harfleri doğru okuyamayan da, doğru okuyanlara imâm olamaz. Böyle kimselerin, harfleri doğru söylemek için, gece gündüz çalışması farzdır. Çalışıp da söyleyemezse, kendi nemâzı câiz olur. Çalışmazsa, kendi nemâzları fâsid olur. Harfleri doğru okuyan bir imâma uyarak cemâ’at ile kılması mümkin iken, yalnız kılarsa, harfi doğru okumadığı için, nemâzı yine kabûl olmaz. Doğru söyleyemediği harf bulunmayan bir âyet varsa, bunu veyâ böyle birkaç âyet-i kerîmeyi ezberlemesi ve nemâzlarda, bunları okuması lâzımdır. Doğru okuyabildiği âyet-i kerîme var iken, bunu ezberlemeyip, söyleyemediğini okursa, nemâzı yine kabûl olmaz. Fâtihayı her nemâzda okumak lâzım olduğundan, bunu güzel okumağa çalışması lâzımdır. [Görülüyor ki, bir harf doğru söylenmezse, Kur’ân-ı kerîm doğru olmuyor ve nemâz kabûl olmuyor. Radyo ve ho-parlör ile iletilen seslerde, harfler doğru çıkmadığı için, bunlarla Kur’ân-ı kerîm okumak, dinlemek ve nemâz kılmak doğru olmaz, kabûl olmaz. Suç olur. Günâh olur.]

Meste veyâ sargıya mesh eden, bu uzvları yıkayana, farz kılan nâfile kılana imâm olur. Bütün sünnetlerin ve terâvîhin de hep böyle olduğu, İbni Âbidînde yazılıdır. Dört rek’at sünnet kılarken, farz kılan imâma uyan, nemâzı farz gibi kılar. Üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okuması vâcib iken, şimdi nâfile olur. Nâfile nemâz kılan, nâfile nemâz kılana imâm olur.

Farzı cemâ’at ile kılacak kimse, niyyet ederken, (uydum hâzır olan imâma) diyerek de kalbinden geçirmesi lâzımdır. İmâmla birlikde, yalnız kılar gibi kılınır. Ancak, ayakda iken, imâm içinden okusa da, yüksek sesle okusa da, o hiçbir şey okumaz. Yalnız, birinci rek’atde (Sübhâneke) okur. İmâmın arkasında Fâtiha okumak, hanefîde tahrîmen mekrûhdur. Şâfi’îde farzdır. Mâlikîde, imâm yüksek sesle okurken, tahrîmen mekrûh, sessiz okurken müstehabdır. İmâm, yüksek sesle Fâtihayı bitirince, o yavaşça (Âmîn) der. Bunu yüksek sesle söylememelidir. Rükü’dan kalkarken, imâm (Semi’ Allahü limen hamideh) deyince, o yalnız (Rabbenâ lekel-hamd) der. Sonra eğilirken (Allahü ekber) diyerek, imâmla birlikde secdeye yatar. Rükü’da, secdelerde ve otururken, yalnız kılar gibi okur.

İmâmda nemâzı bozan birşey bulunduğunu anlayan kimse, bu nemâzı tekrâr kılar. Bunu imâm nemâzda hâtırlarsa yâhud nemâzda iken nemâzı bozan birşey hâsıl olursa, bunu hemen cemâ’ate bildirir. Nemâzdan sonra anlarsa, o cemâ’atden olduklarını hâtırladığına, söyliyerek, haber göndererek, yazarak bildirir. Haber alan, iâde eder. Alamayan afv olur. Bir kavlde ve şâfi’îde imâmın cemâ’ate haber vermesi lâzım değildir. Nemâz içinde imâmın abdesti bozulursa, hemen birisini elbisesinden çekip yerine geçirmesi de câizdir. Sonra, dışarda abdest alıp gelip, vekîline uyarak nemâzını temâmlar. Câmi’de abdest alırsa, vekîle lüzûm olmaz. Vekîl bırakmayıp câmi’den çıkınca, cemâ’at birden fazla ise, nemâzları fâsid olur.

Vitr nemâzı, Ramezânda cemâ’at ile kılınır. Başka zemânda yalnız kılınır.

Regâib, Berât ve Kadr nemâzlarını cemâ’at ile kılmak mekrûhdur. Regâib nemâzı, Recebin ilk Cum’a gecesi kılınan nâfile nemâzdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydâna çıkmışdır.

Birçok âlimler, bunun çirkin bid’at olduğunu yazıyor. Çok kimsenin kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır.

Farzı yalnız kılan kimsenin yanında, o farzı cemâ’at ile kılmağa başlasalar, birinci rek’atde secde etmedi ise, ayakda iken bir yana selâm vererek, nemâzı bozar. İmâma uyar. Birinci rek’atin secdesini yapdı ise, dört rek’atli farzlarda, iki rek’ati temâm kılıp selâm verir. Üçüncü rek’atin secdesini yapmadı ise, ayakda bir tarafa selâm verip bozar ve cemâ’ate katılır. Üçüncü rek’atin secdesini yapdı ise, dört rek’ati temâmlar. Sonra, imâma uyup, dört rek’at nâfile kılması iyi olur. İkindiyi, böyle cemâ’at ile kılamaz. Sabâh ve akşam farzında birinci rek’atde secde etdikden sonra da, nemâzı bozar. Fekat, ikinci rek’atin secdesini yapdı ise, nemâzını temâmlar. Sonra imâmla nâfile kılmaz. Sünneti kazâ niyyeti ile kılarken farza veyâ Cum’a hutbesine başlanırsa, nemâzı bozmaz. İki veyâ dört rek’ate temâmlar. Öğle veyâ Cum’a sünnetinde iki rek’atde selâm veren, farzdan sonra, iki dahâ kılarak, dörde temâmlar. Yeniden dört rek’at kılması, dahâ iyi olur. Kazâ kılarken cemâ’ate başlanırsa, tertîb sâhibi olan bozmaz. Mâlikî mezhebinde de böyledir.

Câmi’de olan kimsenin, ezân okununca, bu nemâzı cemâ’at ile kılmadan, özrsüz dışarı çıkması tahrîmen mekrûhdur. Belli bir câmi’ cemâ’atine devâm âdeti ise, oraya ve mahallesi câmi’indeki cemâ’ate gitmesi ve hocasının veyâ başkasının dersini, va’zını kaçırmamak için bunların câmi’indeki cemâ’ate ve iş yerindeki câmi’e gitmesi özrdür. Farzı, cemâ’atden önce yalnız kılan da câmi’den çıkabilir. Fekat yalnız kılması mekrûh olur. Bu özrlülerin hepsi, ikâmet getirilirken çıkamaz. Farzı yalnız kılmış olan, öğle ve yatsı nemâzlarında, cemâ’at ile nâfile kılar. Diğer üç nemâzı yalnız kılmış olanın, cemâ’at ile kılınırken bile, câmi’den çıkması vâcib olur. Çünki, cemâ’ate uymamak büyük günâhdır. Sabâh sünnetini kılmamış olan kimse, sünneti kılarsa, cemâ’at ile nemâzda oturmağı da kaçıracağını anlarsa, sünnetini kılmaz. Hemen imâma uyar. Cemâ’at ile, ikinci rek’atde oturabileceğini anlarsa, sünneti, câmi’in dışında sofada, çabuk kılar. Sofa yoksa, içerde direk arkasında kılar. Böyle, boş yer yoksa sünneti kılmaz. Çünki, cemâ’at ile kılınırken, nâfile nemâza başlamak mekrûhdur. Mekrûh işlememek için sünneti terk etmek lâzımdır. [Mekrûh işlememek için, sabâh nemâzının bile sünnetini terk etmek lâzım olunca, sünnetler yerine kazâ kılmak lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.] Öğle ve Cum’a nemâzları cemâ’at ile kılınırken gelen, birinci rek’ati kaçırmak korkusu varsa, sünneti kılmaz. Hemen imâma uyar. Öğlenin sünnetini farzdan sonra kılar. Sabâh ve öğle cemâ’atini kaçırmamak için sünnete başlayıp ve hemen selâm vererek, sünneti farzdan sonra kazâ etmek doğru değildir. Çünki, özrsüz nemâz bozmak harâmdır. Bundan başka sabâh farzından sonra nezr kılınmaz. Bozulan sünnetin tekrâr kılınması, nezr kılmak kadar mühim değildir. Bozulan nâfileleri tekrâr kılmak vâcibdir. Bozulan farzları tekrâr kılmak farzdır. [Uyûn-ül-besâir.] Çünki, nâfileye başlanınca, bunu temâmlamak vâcib olur. Sabâh nemâzını kılamayan, o gün öğleden önce, sünneti ile birlikde kazâ eder. Öğleden sonra, yalnız farzını kazâ eder. Cum’a veyâ öğle farzına yetişen, ilk sünneti farzdan sonra kılar. Rükü’a yetişemiyen, o rek’ati imâmla kılmış olmaz. İmâm rükü’da iken gelen, niyyet eder ve ayakda tekbîr getirip, nemâza girer. Hemen rükü’a eğilip imâma uyar. Rükü’a eğilmeden, imâm rükü’dan kalkarsa, rükü’a yetişmemiş olur. Bu rek’ate yetişmiş sayılmaz ise de, secdeleri imâmla yapması lâzımdır. Yapmazsa, nemâzı bozulmaz. Bir vâcibi terk etmiş olur. İmâm ayakda iken, imâma uyup imâmla birlikde rükü’a eğilmiyen kimse, rükü’u imâmdan sonra yalnız yapıp, imâma secdede yetişirse câiz olur. Fekat geç kaldığı için günâh olur. İmâmdan önce rükü’a eğilmek, secdeye yatmak veyâ önce kalkmak, tahrîmen mekrûhdur. 67. ci maddenin 24. cü sayısına bakınız!

[İmâmın hareketlerine uymak lâzımdır. Sesine uymak şart değildir. İmâmı göremiyen, imâmı görenlerin hareketlerine uyarsa, imâmın hareketlerine uymuş olur.

İmâmın tekbîrleri ve imâmı görenlerin hareketleri, imâmın hareketlerini gösterdikleri için, bunlara uymak câiz olmakdadır. İmâmı görmiyenlerin, imâmın hareketlerini görebilmeleri için, câmi’in muhtelif yerlerine televizyon koymağa ihtiyâc yokdur. İmâmın sesini duymıyanların da, imâmı görenlerin hareketlerine ve müezzinlerin seslerine uymaları lâzımdır. Bu kolaylıklar varken, câmi’lere televizyon ve ho-parlör koymak, islâmiyyetin bildirdiğini beğenmeyip, kendi aklına göre ibâdet yapmak olur. Bu ise bir müslimânın yapacağı şey değildir. Minârelere ho-parlör koymak da böyledir.] İmâmın, son sünneti, farzı kıldığı yerde kılması mekrûhdur. Biraz sağda veyâ solda kılar. Nemâzdan sonra, kıbleye karşı oturması da mekrûhdur. İlk safda imâma karşı nemâz kılan yoksa, cemâ’ate karşı oturmalıdır. Nemâz kılan varsa sağa veyâ sola dönmelidir. Cemâ’at için ve yalnız kılan için, bunlar mekrûh değildir. Son sünneti başka yerde, hattâ evlerinde kılmaları dahâ iyi olduğu (İmdâd)da, ezândan önce yazılıdır. Farz nemâzları kılınca, safları bozmak müstehabdır.

(Mevkûfât)da, vitr nemâzını anlatırken diyor ki:

(Beş şey’i imâm yapmazsa, cemâ’at de yapmaz:

1 — İmâm kunût okumazsa, cemâ’at de okumaz.

2 — İmâm bayram nemâzlarındaki tekbîrleri okumazsa, cemâ’at de okumaz.

3 — Dört rek’atli nemâzın, ikinci rek’atinde oturmazsa, cemâ’at de oturmaz.

4 — İmâm secde âyeti okuyup, secde etmezse, cemâ’at de etmez.

5 — İmâm secde-i sehv yapmazsa, cemâ’at de yapmaz.

Dört şey’i imâm yaparsa, cemâ’at yapmaz:

1 — İmâm ikiden çok secde yaparsa, cemâ’at yapmaz.

2 — İmâm bayram tekbîrini, bir rek’atde üçden çok söylerse, cemâ’at söylemez.

3 — İmâm cenâze nemâzında, dörtden çok tekbîr söylerse, cemâ’at söylemez.

4 — Beşinci rek’ate kalkarsa, cemâ’at kalkmaz. Berâber selâm verirler.

On şey’i imâm yapmazsa, cemâ’at yapar. Bunlar:

1 — İftitâh tekbîrinde el kaldırmak.

2 — Sübhâneke okumak. İki imâm, cemâ’at de okumaz dedi.

3 — Rükü’a eğilirken tekbîr getirmek.

4 — Rükü’da tesbîh okumak.

5 — Secdelere yatıp kalkarken tekbîr söylemek.

6 — Secdelerde tesbîh okumak.

7 — Semi’ Allahü demezse, rabbenâlekelhamd denir.

8 — Ettehıyyâtüyü sonuna kadar okumak.

9 — Nemâz sonunda selâm vermek.

10 — Kurban bayramında, yirmiüç farzdan sonra, selâm verir vermez, tekbîr okumakdır).

Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetişemiyen bir kimse, imâm iki tarafa da selâm verdikden sonra, ayağa kalkarak yetişemediği rek’atleri kazâ eder ve kırâetleri, birinci, sonra ikinci, sonra üçüncü rek’at kılıyormuş gibi okur. Oturmağı ise, dördüncü, üçüncü ve ikinci rek’at sırası ile, ya’nî sondan başlamış olarak yapar. Meselâ, yatsının son rek’atine yetişen kimse, imâm selâm verdikden sonra, kalkıp, birinci ve ikinci rek’atde Fâtiha ve sûre okur. Birinci rek’atde oturur, ikincide oturmaz. (Umdet-ül-islâm)da (Fetâvâyı Attâbî)den alarak diyor ki, (Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetişemiyen, imâm son rek’atde otururken, Ettehıyyâtüyü erken bitirse, imâm selâm verinciye kadar Kelime-i şehâdeti tekrâr tekrâr okur. Süküt etmez. Nemâzda, okumak lâzım olan yerde, süküt etmek harâmdır. Salevât da okumaz. Çünki, son rek’atde oturan salevât okur. Birinci ka’dede salevât okursa, secde-i sehv lâzım olur.

Ka’de-i ûlâda Allahümme selli derse, nemâzı fâsid olur.) Mukîm, edâ ederken ve kazâ ederken de, müsâfire uyabilir. [66. cı maddeye bakınız!]. Müsâfir, dört rek’atli olan farzları edâ ederken, mukîme uyabilir. Yetişemediği rek’at olursa, imâm selâm verdikden sonra dörde temâmlar. Çünki, mukîm imâma vakt içinde uyan müsâfirin nemâzı değişerek, imâmın nemâzı gibi dört rek’at olur. Kazâyı iki rek’at kılması lâzım olduğundan, mukîm imâma uyamaz. Çünki, oturması ve okuması farz olan, nâfile olana uymuş olur. Mukîm olan müsâfir olana uyunca, nasıl kılacağı, 64. cü maddede bildirilmişdir. Bir rek’ati kaçıran kimse, o nemâzı cemâ’at ile kılmamış olur. Fekat, cemâ’at sevâbına kavuşur. Son rek’ati de kaçıran, imâma teşehhüdde yetişirse, cemâ’at sevâbını kazanır. İftitâh tekbîrini imâmla birlikde söylemenin ayrıca çok sevâbı vardır.

(Umdet-ül-islâm)da diyor ki, (Cemâ’ate gelen, imâmı rükü’da görürse, ayakda tekbîr getirip, rükü’a eğilir. Tekbîri eğilirken söylerse, nemâzı sahîh olmaz. Eğilmeden, imâm kalkarsa, o rek’ate yetişmemiş olur).

Ey, insan adını taşıyan varlık,
kendine gel, uyan gafletden artık!

Se’âdet yolun, göremezsen nâdân,
niye vermiş sana, bu aklı Yezdân?

niçin geldin fânî cihâna, böyle!
yalnız yimek içmek için mi, söyle?

Bilirsin, bir rûh da vardır insanda,
psikoloji olayları meydânda.

Muhakkak, dünyâya gelen, ölüyor,
o zemân rûhlar, aceb n’oluyor?

İleriyi görmek, elbet insanlık,
bunu sağlar sanma, hıristiyanlık.

İslâmı kötüler, onlar dâimâ,
İncîlde, böyle mi söyledi Îsâ?

İslâmiyyeti bilmiyorum dersin,
nasıl, münevverlik iddiâ edersin?

Gençlik geçdi, sanki tatlı bir rü’yâ,
bütün ömür de, bir sâatdır güyâ,

İslâmı, sanırım etmezsin teslîm,
anlamadan hiç, verilir mi hüküm?

Din dersine lüzûm yokmuş lisede,
böyle mi söyleniyor, kilisede?

İslâmı bilmediğin, pek âşikâr,
ki bunu eyliyemezsin, hiç inkâr,

Ne olur, bir din kitâbı okusan,
İnsanlığı öğrenirsin, o zemân.

Ezân ve ikâmet, Hoparlörle nemâz

EZÂN VE İKÂMET

(Dürr-ül-muhtâr) kitâbından ve bunun açıklaması olan (Redd-ül-muhtâr)dan ezân bâbı terceme edilerek ve kısaltılarak aşağıda yazıldı:

Ezân, herkese bildirmek demekdir. Belli olan arabca kelimeleri sırası ile okumakdır. Tercemesini okumak, ezân olmaz. Ma’nâsı anlaşılsa da, fârisî ve başka dillerle okunmaz. Ezân okumak, hicretden önce Mekkede, Mi’râc gecesi başladı. Hicretin birinci senesinde, nemâz vaktlerini bildirmek için emr olundu. Mahalle mescidinde, yüksek yerde okuması sünnetdir. Sesini yükseltmesi lâzımdır. Fekat, çok bağırmak için, kendini zorlamamalıdır. [Görülüyor ki, ezânı kendi mahallesine işitdirecek kadar, bağırmak lâzımdır. Sesi dahâ yükseltmek câiz değildir. Ho-parlör kullanmağa lüzûm yokdur. Ho-parlör ile ve hele radyo ile ezân ve ikâmet okumak bid’atdir. Bid’at ile yapılan ibâdet kabûl olmaz. Günâh olur.] Beş vakt nemâz ve kazâ nemâzları için ve Cum’a nemâzında hatîbin karşısında, erkeklerin ezân okuması sünnet-i müekkededir. Kadınların ezân ve ikâmet okuması mekrûhdur. Çünki, seslerini yükseltmeleri harâmdır. Ezân, başkalarına vakti bildirmek için, yüksekde okunur. Hâzır olan cemâ’at için veyâ kendi için olan ezân ve ikâmet yerde okunur. [(Tenvîr-ül-ezhân)da diyor ki, (Ezânı oturarak okumak tahrîmen mekrûhdur. Ayakda okunması tevâtür ile anlaşılmışdır.)] Vitr, bayram, terâvîh ve cenâze nemâzları için ezân ve ikâmet okunmaz. Ezânı vaktinden evvel okumak sahîh değildir ve büyük günâhdır. Vakt girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakt girince tekrâr okunur. Ezân okunurken, hareke veyâ harf katacak veyâ harfleri uzatacak şeklde tegannî yapmak ve böyle okunan ezânı ve Kur’ân-ı kerîmi dinlemek câiz değildir.

[(Mir’ât-ül haremeyn) kitâbının Medîne kısmında diyor ki, (Ezân okumak, hicretin birinci senesinde, Medînede başladı. Bundan önce, nemâz vaktlerinde yalnız (Essalâtü câmi’a) denirdi. Medînede ilk ezân okuyan, Bilâl-i Habeşîdir. Mekkede ise, Habîb bin Abdürrahmândır. Cum’a nemâzındaki birinci ezân, hazret-i Osmânın sünnetidir. Önceleri, bu da câmi’ içinde okunurdu. Abdülmelik zemânında Medîne vâlisi olan Ebbân bin Osmân hazretleri minârede okutdu. Melik Nâsır bin Mensûr, yediyüz [700] senesinde, Cum’a ezânından önce, minârelerde salâtü-selâm okutdu. İsrâîl Peygamberleri, sabâh ezânından önce tesbîh okurlardı. Eshâb-ı kirâmdan Mesleme bin Mahled, Mısrda vâlî iken, ellisekiz [58] senesinde, hazret-i Mu’âviyenin emri ile ilk minâreyi yapdırıp, müezzin Şerhabîl bin Âmire sabâh ezânından önce salât verdirdi). (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Ezândan sonra salât ve selâm okumak, ilk olarak yediyüzseksenbir senesinde, sultân Nâsır Salâhuddînin emri ile Mısrda başladı). [Cenâze olduğunu bildirmek için, minârelerde salât okunması mu’teber kitâblarda yazılı değildir. Çirkin bid’atdir. Okutmamalıdır.] (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin birinci senesinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâma sordu. Kimisi, nemâz vaktlerini bildirmek için, nasârâ gibi nâkûs, ya’nî çan çalalım dedi. Kimisi, yehûdîler gibi boru çalınsın dedi. Kimisi de, nemâz vakti ateş yakıp yukarı kaldıralım dedi. Resûlullah, bunları kabûl etmedi. Abdüllah bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer rü’yâda ezân okumasını görüp söylediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu beğenip, nemâz vaktlerinde böyle ezân okunmasını emr buyurdu). (Medâric-ün-nübüvve) ve (Tahtâvî)de böyle yazıyor ve minârelerde ışık yakmanın, mecûsîlere benzediğini, bid’at olduğunu bildiriyor. [Buradan, nemâz vaktini bildirmek için minârede ışık yakmanın büyük günâh olduğu anlaşılmakdadır.] (Tebyîn-ül-hakâık)da ve (Tahtâvî)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Bilâl-i Habeşîye, (İki parmağını kulaklarına koy! Böylece, sesin çok çıkar) buyurdu. Elleri kulaklara koyarsa iyi olur. Böyle yapmak, ezânın sünneti değil ise de, sesin çoğalmasının sünnetidir. Çünki, rü’yâda, melek okurken böyle yapmamışdır. Ezân okumak için değil, okumağı, sesi artdırmak için sünnet olmuşdur. Çünki, sesini yükseltir buyurularak, sebeb gösterilmiş, hikmeti bildirilmişdir.

Parmaklar kulaklara konmazsa, ezân güzel olur. Konursa, sesi yükseltmesi güzel olur). Görülüyor ki, parmakları kulaklara koymak, sesi artdırdığı hâlde, ezânın sünneti değildir. Fekat, emr edilmiş olduğu için, bid’at de değildir. Bugün ba’zı câmi’lerde kullanılan ho-parlör, sesi yükseltiyor ise de, ezânın sünneti olmadığı, bid’at olduğu, ayrıca parmakları kulaklara kaldırmak sünnetinin terk edilmesine sebeb olduğu anlaşılmakdadır. Ho-parlör konan ba’zı câmi’lerde minâre yapılmadığı görülüyor. [(Fetâvâ-yı Hindiyye) beşinci cild, 322. ci sahîfede diyor ki, (Sesi, mahalleye duyurmak için, minâre yapmak câizdir. Buna lüzûm yoksa, câiz değildir). Ho-parlörün câiz olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.]

(İbni Âbidîn)de ve (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Minârede ve Cum’a hutbesi okunacağı zemân, birkaç müezzinin birlikde ezân okumalarına (Ezân-ı Cavk) denir. Sesin çoğalması için, bir ağızdan okumaları, mütevâris olduğu için, ya’nî asrlardan beri yapıldığı için, sünnet-i hasenedir, câizdir. Müslimânların beğendiğini Allahü teâlâ da beğenir). (Berîka)da, 94. cü sahîfesinde diyor ki, (Müslimânların güzel demeleri, müctehidlerin güzel demeleridir. Müctehid olmayanların beğenip beğenmemelerinin kıymeti yokdur). 302. ci sahîfe sonuna bakınız! Şimdi, ba’zı câhillerin ho-parlör ile ezân okumağı övmelerinin kıymeti olmadığı buradan açıkça anlaşılmakdadır. Müctehid olmıyanların câiz demeleri ile, yapmaları ile, ibâdetleri değişdirmek, bid’at olur, büyük günâh olur.]

İkâmet, ezândan dahâ efdaldir. Ezân ve ikâmet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selâma cevâb verilmez. Konuşursa, her ikisi de tekrâr okunur.

Hangi nemâzlarda ezân ve ikâmet okunur? Bunu üç madde hâlinde bildirelim:

1 — Kırda, bostânda, yalnız veyâ cemâ’at ile kazâ kılarken, erkeklerin ezânı ve ikâmeti yüksek sesle okumaları sünnetdir. Sesi işiten insanlar, cinnîler, taşlar, kıyâmetde şâhid olacakdır. Birkaç kazâyı bir arada kılan, önce ezân ve ikâmet okur. Sonraki kazâları kılarken, hepsine ikâmet okur, ezân okumasa da olur.

Kadınlar, vaktinde ve kazâ kılarken ezân ve ikâmet okumaz.

Câmi’de kazâ kılan, ezân ve ikâmeti, kendi işiteceği kadar hafîf okur. Birkaç kişi, kazâ nemâzını câmi’de cemâ’at ile kılarsa, ezân ve ikâmet okunmaz. Bütün câmi’ halkı, kazâ kılarsa, bu zemân, ezân ve ikâmet okunur. Zâten câmi’de, cemâ’at ile kazâ kılmak mekrûhdur. Çünki, nemâzı kazâya bırakmak, büyük günâh olup, bunu herkese bildirmek câiz değildir. Kazâ nemâzını cemâ’at ile kılabilmek için, imâm ve cemâ’atin aynı günün, aynı nemâzını kazâ etmeleri lâzımdır. Meselâ pazar gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimse, salı gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimseye veyâ o pazar gününün öğle nemâzını edâ eden kimseye uyamaz.

Evinde kazâ kılan, şâhidleri çoğaltmak için, ezân ve ikâmeti, odada işitilecek kadar, yüksek sesle okur. [Sünneti farz kazâsı niyyeti ile kılan da böyledir.]

2 — Evinde yalnız veyâ cemâ’at ile vakt nemâzı kılan, ezân ve ikâmet okumaz. Çünki, câmi’de okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmuş sayılır. Fekat, okumaları efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lâzım değildir. Câmi’de ezân okunmazsa veyâ şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezân ve ikâmet okur.

Mahalle câmi’inde ve cemâ’ati belli kimseler olan her câmi’de, vakt nemâzı, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, yalnız kılan kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Böyle câmi’lerde, vakt nemâzları, imâm mihrâbda olarak, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, tekrâr cemâ’atler yapılabilir. İmâmlığı anlatırken buyuruyor ki, sonraki cemâ’atlerde de, imâm mihrâbda bulunursa, ezân ve ikâmet okunmaz. İmâmları mihrâbda durmazsa, ezânı ve ikâmeti, cemâ’at duyacak kadar sesle okurlar.

Yollarda bulunan veyâ imâmı ve müezzini bulunmıyan ve cemâ’ati belli kimseler olmıyan câmi’lerde, çeşidli zemânlarda gelenler, bir vaktin nemâzı için, çeşidli cemâ’atler yaparlar.

Her cemâ’at için, ezân ve ikâmet okunur. Böyle câmi’de, yalnız kılan da, ezân ve ikâmeti kendi işiteceği kadar sesle okur.

3 — Müsâfir olanlar, kendi aralarındaki cemâ’at ile de, yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları kılıyorsa, ezânı terk edebilir. Seferî olan kimse, bir evde yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi’de okunan, onun nemâzı için sayılmaz. Seferî olanlardan ba’zısı, evde ezân okursa, sonra kılanlar okumaz. Yola en az üç kişi çıkmalı ve biri emîrleri olmalıdır.

Akllı çocuğun, a’mânın, veled-i zinânın, vaktleri ve ezân okumasını bilen câhil köylünün ezân okuması, kerâhatsiz câizdir. Cünüb kimsenin ezân ve ikâmet okuması ve abdestsiz ikâmet okumak ve kadının, fâsıkın, serhoşun, aklsız çocuğun ezân okumaları ve oturarak ezân okumak tahrîmen mekrûhdur. Bunların ezânları tekrâr okunur. Ezânın sahîh olması için, müezzin, müslimân ve akllı olmalı ve nemâz vaktlerini bilmeli ve sözüne inanılan âdil bir kimse olmalıdır. [Takvîmlerin de böyle bir müslimân tarafından hâzırlandığını bilmek veyâ sahîh olduklarına böyle bir müslimânın şâhid olması lâzımdır. Yüzlerce senedir sâlih müslimânların hâzırladıkları ve bütün müslimânların tâbi’ oldukları takvîmlerdeki vaktleri değişdirmemelidir.] Nemâzın sahîh olması için, vaktinde kıldığını iyi bilmek şartdır. Fâsık kimsenin [ya’nî içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, zevcesini, kızını açık gezdirenin] ezânı sahîh olmaması, ibâdetlerde bunun sözü kabûl edilmediği içindir.

[Görülüyor ki, radyo [Mizyâ’] ile ve minârede ho-parlör [Mükebbirüssavt] ile ezân okumak ve vaktinden evvel okumak ve bunları, ezân olarak dinlemek câiz olmaz. Bunlar, hem kabûl olmaz, hem de günâh olur. Bunları şartlarına uygun olarak tekrâr okumak lâzımdır. Kim olduğu bilinmiyen ve görülmiyen kimsenin sesi sebebi ile, elektriğin hâsıl etdiği sesler ve plâk ile hâsıl edilen sesler, her bakımdan ezân değildir. Bundan başka, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (İbâdetleri, bizim gibi yapmıyanlar, bizden değildir) buyurdu. Ezânı, sâlih bir müslimânın, yüksek bir yere çıkarak, Onun okutduğu gibi okuması lâzımdır. Hele, öğle ezânı vaktinden evvel okununca, öğlenin ilk sünneti kerâhet vaktinde kılınmış oluyor. Küçük günâha devâm, büyük günâh olmakdadır.]

Sünnete uygun olarak okunan ezânı duyan kimse, cünüb olsa da, câmi’ hâricinde Kur’ân-ı kerîm okuyor ise de, işitdiğini yavaşça söylemesi sünnetdir. Başka birşey söylemez. Selâma cevâb vermez. Bir iş yapmaz. Ezânı işiten erkeklerin işini bırakıp, cemâ’ate gitmesi vâcibdir. Evinde ehli ile de cemâ’at yapabilir. Fekat, [câmi’de sâlih imâm varsa] câmi’e gitmek efdaldir.

[(Cevhere)de diyor ki, (Fârisî dil ile okunan ezânın sahîh olmadığı (Kerhî) şerhinde yazılıdır. Zâhir ve en doğru söz de budur). (Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Ezân olduğu anlaşılsa da, arabcadan başka dil ile ezân okumak câiz değildir)].

Hutbe dinlerken, avret yeri açık iken, yemekde, din dersi okumakda iken ve câmi’ içinde Kur’ân-ı kerîm okurken ezân tekrâr edilmez. Fekat, ezân sünnete uygun okunmıyorsa, meselâ ba’zı kelimeleri değişdirilmiş, terceme edilmiş ise ve ba’zı yerinde tegannî ederek okuyorsa [veyâ ezân sesi, ho-parlör denilen âletden geliyorsa] bunu işiten, hiçbir parçasını tekrâr etmez. Fekat, bunları da hurmet ile dinlemek 725.ci sahîfemizde yazılıdır.

[(Berîka)da binotuzbirinci ve binaltmışikinci sahîfelerinde diyor ki, (Nemâz vaktlerini bilmiyen ve tegannî, elhân ederek, ya’nî mûsikî perdelerine uyarak okuyan kimse, ezân okumağa ehl değildir. Bunu müezzin yapmak câiz değildir, büyük günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi, zikri, düâyı elhân ile okumanın sözbirliği ile harâm olduğu (Bezzâziyye)de yazılıdır. Ezân okumak da ve vaktinden evvel okumak da böyledir. Ezân okurken, yalnız iki (Hayye alâ...) da tegannî etmeğe izn verilmişdir. Kur’ân-ı kerîm okumakda tegannîye izn verilmesi, Allahü teâlâdan korkarak okuyunuz demekdir.

Bu da, tecvîd ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, harfleri, kelimeleri değişdirerek ma’nâyı, nazmı bozarak tegannî etmek sözbirliği ile harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı tercî’ ile okumak, hadîs-i şerîf ile men’ edildi. Tercî’, sesi yükseltip alçaltarak okumakdır. Böyle okunanı dinlemek de harâmdır]. Vaktinden önce tegannî ile okunan ve arabî olmıyan ve cünübün, kadının okuduğu ezânı duyan da söylemez. Bir ezânı işitip söyliyen kimse, başka yerde okunan ezânları duyunca artık söylemez. (Hayye alâ)ları duyunca bunları söylemeyip (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) der. Ezândan sonra, salevât getirilir. Sonra ezân düâsı okunur. Ezân düâsı (İslâm Ahlâkı) kitâbında yazılıdır. İkinci (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah) söyleyince, iki baş parmağın tırnaklarını öpdükden sonra, iki göz üzerine sürmek müstehabdır. Bunu bildiren hadîs-i şerîf, (Merâkıl-felâh)ın Tahtâvî hâşiyesinde yazılı ise de, (İbni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” bu hadîsin za’îf olduğunu bildirdiği gibi, (Hazînet-ül-meârif) 99. cu sahîfede de yazılıdır. İkâmetde böyle yapılmaz. İkâmeti işitenin tekrâr etmesi sünnet değil, müstehabdır. İkâmet okunurken câmi’e giren kimse, oturur, ayakda beklemez. Müezzin efendi, (hayye-alelfelâh) derken, herkesle berâber kalkar.

İbni Âbidîn nemâzın sünnetlerinde buyuruyor ki, imâmın nemâza dururken ve rüknden rükne geçerken ve selâm verirken, cemâ’at işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnetdir. Dahâ fazla yükseltmesi mekrûhdur. İmâm, nemâza başlamak için, tekbîr getirmeli, cemâ’ate duyurmağı düşünmemelidir. Aksi takdîrde nemâzı sahîh olmaz. Cemâ’atin hepsi, imâmı işitmediği zemân, müezzinin de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de nemâza başlamağı düşünmeyip, yalnız cemâ’ate duyurmak için bağırırsa, nemâzı sahîh olmadığı gibi, imâmı duymayıp, yalnız bu müezzinin sesi ile nemâza duranların nemâzı da sahîh olmaz. Çünki, nemâzı kılmıyan birine uymuş olurlar. Cemâ’ate duyuracak kadardan dahâ yüksek bağırmak, müezzin için de, mekrûhdur. Dört mezheb âlimleri sözbirliği ile bildiriyor ki, cemâ’atin hepsi, imâmın sesini duyarken, müezzinin de tekbîr getirmesi, mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. Hattâ (Bahr-ül-fetâvâ)da ve (Feth-ul-kadîr)de ve (Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli) kenârındaki (Üstüvânî) risâlesinin sonuna doğru diyor ki, (Küçük mescidlerde, imâmın tekbîri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbîr getirirse, nemâzı bozulur.)

[Sesi lüzûmundan fazla yükseltmek günâh olduğu gibi, ho-parlörden çıkan, imâmın ve müezzinin sesi değildir. Bunların sesi elektrik ve miknâtis hâline dönüyor. Bu elektrik ve miknâtisin hâsıl etdiği ses duyuluyor. Aynı nemâzı kılan kimsenin sesine uymak şartdır. Aynı nemâzı kılmıyan başka bir kimseden ve bir âletden çıkan sese uyanların nemâzları sahîh olmaz. (Redd-ül-muhtâr) kitâbı, birinci cild, beşyüzonyedinci sahîfede (Hâfızın sesi, dağlarda, çöllerde, ormanlarda ve başka herhangi bir vâsıta ile etrâfa saçılırsa, bu ikinci sesler, Kur’ân-ı kerîm okumak olmaz. Bunlardan işitilen secde âyeti için, secde etmek lâzım gelmez) buyuruyor. Bunların insan okuması olmadıkları, insan okumasına benzedikleri (Halebî-yi kebîr)de de yazılıdır. Din mütehassıslarının bu açık yazıları, radyo ile, ho-parlör ile Kur’ân-ı kerîm ve ezân okumanın ve dinlemenin ve bunlarla nemâz kılmanın yanlış olduğunu göstermekdedir. ho-parlör ve radyo ile ezân ve Kur’ân-ı kerîm okumanın câiz olmadığı, Elmalılı Muhammed Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cild, [2361]. ci sahîfesinde uzun yazılıdır. Hele başka binâda olan imâma ho-parlörle uyarak kılınan nemâz sahîh olmadığı gibi, çirkin bid’at olur. Büyük günâh olur. Yetmişinci maddenin 3. cü sahîfesine ve elliikinci maddeye bakınız!

Mi’nârelere konulan ho-parlör, ba’zıları için bir tenbellik vâsıtası olmuş, ezânı karanlık odalarda oturarak ve sünnete uymıyarak okumalarına sebeb olmuşdur. (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Ezânı vaktinden evvel okumak, câmi’ içinde okumak, oturarak okumak ve sesini tâkatından fazla yükseltmek ve kıbleye karşı okumamak ve tegannî yaparak okumak mekrûhdur. İkâmet okunurken gelen, oturur.

Sonra, müezzin Hayye-alelfelâh derken, herkesle kalkar). İbni Âbidîn nemâzı anlatmağa başlarken diyor ki, (Vaktinde okunan ezân, islâm ezânı olur. Vaktsiz okunan ezân, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur). Asrlarca, göklere doğru uzanan, ma’nevî süslerimiz minâreler de, bu kötü bid’at yüzünden, birer ho-parlör direği hâline getirilmekdedir. İslâm âlimleri fennin bulduklarını hep iyi karşılamışdır. Radyo, televizyon ve ho-parlörle, her yerde fâideli yayınlar yapılması da sevâbdır. Fekat, ibâdetleri ho-parlörün tırmalayıcı sesi ile yapmak câiz değildir. ho-parlörleri câmi’lere koymak, lüzûmsuz bir isrâfdır. Îmânlı kalblere ilâhî te’sîrler yapan sâlih mü’minlerin sesleri yerine, âdetâ kilise çanı gibi zırlayan bu âlet yok iken, minârelerde okunan ezânlar ve câmi’lerdeki tekbîr sesleri, ecnebîleri bile vecde getiriyordu. Her mahallede okunan ezânları işiterek câmi’leri dolduran cemâ’at, Eshâb-ı kirâm zemânında olduğu gibi, nemâzlarını huşû’ ile kılıyorlardı. Ezânın mü’minleri heyecâna getiren ilâhî te’sîri, ho-parlörlerin metalik sesleri, oğultuları ile gayb olmakdadır.] [Muhammed Hayât-i Sindînin (Gâyetüt-tahkîk) kitâbındaki 6.cı risâle (Hâd-id-dâllîn)dir. Bu risâlede diyor ki, imâm-ı Ebû Nu’aym İsfehânî (Hilyetül-Evliyâ) kitâbı, üçüncü cildinde, Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (İblîs yer yüzüne indirilince, Allahü teâlâya sordu: Âdem aleyhisselâm indirilince, kullarına Cennet, se’âdet yolunu göstermek için, ona kitâb ve Peygamberler verdin. Ona vereceğin kitâb ve Peygamberler nelerdir? Allahü teâlâ: Melekler ve meşhûr Peygamberler ve dört meşhûr kitâbdır, buyurdu. Kullarını azdırmak için, bana hangi kitâbları ve Peygamberleri vereceksin, dedi. Senin kitâbın, nefsi azdıran şi’rler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir ve aklı gideren, kalbleri karartan gıdâların da, Besmelesiz yinilen, içilen şeyler ve serhoş eden içkilerdir. Nasîhatların, yalan, evin, spor sahaları ve hamamlar ve tuzakların, çıplak gezen kızlar, mescidlerin, fısk meclisleridir. Müezzinlerin, mizmârlar [çalgılar]dır, buyurdu.) Ya’nî Cehennem yolunu gösteren müezzinlerin, çalgılardır. Allahü teâlânın ve Peygamberimizin, (şeytânın müezzini, ezânı) dediği radyoları, ho-parlörleri ibâdetlerde kullanmanın büyük günâh olduğu, buradan da anlaşılmakdadır.]

Sünnete uygun olarak okunan ezân ile alay eden, beğenmiyen, söz ile, hareket ile, hakâret eden kâfir [Allahın düşmanı] olur. Müezzin ile alay eden kâfir olmaz.

İmâm olmak, müezzinlik yapmakdan ve ikâmet okumak, ezân okumakdan efdaldir.

(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbı hakkında şi’r:

Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu!
İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu!

En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin,
En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin.
Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin,
Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu!

Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık,
Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık.
Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu!

Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi.
Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi,
İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu!

Salâtü'l-Fâtih Sîğası

Salâtü'l-Fâtih Sîğası

BU SALAVAT'I BİR KERE DAHİ OKUYAN CEHENNEM'E GİRMEZ !!!
120.000 SALAVAT GÜCÜNDEKİ SALATÜ'L-FATİH SIĞASI...

● Bu salavatın sahibi olan Büyük Kutub Muhammed el-Bekri Hazretleri buyurmuştur ki:

” Ömründe bir kere bu salavatı okuyan cehenneme girerse Allah’ın huzurunda beni yakalasın. ”

- MANASI: Allahim kapalılıkları açan, geçmişe son veren,hakka hakikatla destek olan,mahlukatı senin doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed ve onun aline ve ashabına O "nun yüce kadrü kiymetince salat eyle,selam eyle ve O"nu mübarek kıl. Âmiîn.

MÜHİM BİR TAVZİH (AÇIKLAMA)

● EN BÜYÜK FAZİLETİ ÖMRÜNDE BİR DEFA OKUYAN CEHENNEME GİRMEZ.BUNU ŞÖYLE ANLAYALIM İNŞÂALLAH; CEHENNEM'E GİRECEK KİŞİYE OKUMASI NASİP OLMAZ.

● ŞU SALAVATIN ADINI BİLE İLK DUYDUK BELKİDE.ANLAYALIM Kİ ALLAH TEALA DİNİNİN İLMİNE MERAKLI OLUP ARAŞTIRANLARA BÜYÜK FAZİLETLER İHSAN ETMEKTEDİR. OKUYALIM VE YAYALIM İNŞÂALLAH.

ANLAMAMIZ GEREKEN NOKTA

● BU MÜJDE İLE KENDİMİZİ KESİN CENNETLİK GÖRMEYELİM ELBETTE ÇÜNKÜ MÜSLÜMAN KORKU İLE ÜMİT ARASINDA* OLMALIDIR.


İŞTE BU SALAVAT'IN DİĞER FAZİLETLERİ VE SIRLARI...

1-Bu salavatın sahibi olan büyük kutub Muhammed el-Bekri Hazretleri buyurmuştur ki:
” Ömründe bir kere bu salavatı okuyan cehenneme girerse Allah’ın huzurunda beni yakalasın. ”

● Yukarıdaki sözün sahibi olan zat Abdülkadir Geylani Hazretlerinden.  sonra “ Benim bu ayağım doğuda ve batıda bulunan bütün velilerin boynu üzerindedir. ” Diyebilmiş ikinci zattır.

● Bir kere kendisi Resulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) kabrini ziyaret ederken Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona :”Allah seni ve zürriyyetini mübarek kılsın” diye hitab etmiştir. Şa’rani,Şihab ve Münavi gibi bir çok alim bu zatı en mübalağalı ifadelerle medh etmişlerdir. ( es-Savi, el-Esraru’r-Rabbaniyye,sh.45 ;Yusuf-u Nebhani, Efdalü’s Salevat, Salat no- 50, sh-89-96 ) (SALAVAT-I ŞERİFE )

2-Yüzyirmi bin salavat-ı şerife gücünde olduğu mana aleminde Peygamberimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bildirilmiştir.
Eski zamanda Kutbül Aktab Ahmed Ticani hazretleri yakaza halinde bu salavatın faziletini Hazreti Resulüllah’a sallallahu aleyhi ve sellem sorar.
Cevaben:
“Bir kimse salavat-ı fatihi bir defa okursa zamanın başından salavat getirenin okuduğu zamana kadar ins ü cinin ve meleklerin getirdiği salavata denk sevap kazanır.Günahları da bağışlanır.” buyurmuşlardır.

3-Ömür boyu günde bir defa salavatı fatihi okuyanlar imanla ölürler. Diğer rivayette de İLLA evliya olmadıkça ölmezler (Kitabürramah sayfa 93 - 176)

4-Yüzyirmi bin salavat-ı şerife gücünde olduğu mana aleminde Peygamberimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bildirilmiştir.

5-Her kim bu salavatı Perşembe veya Cuma veya pazartesi gecesi bin defa okursa Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ile uyanık halde buluşur. Ancak bu dört rek’at namazın ardından okunmalı,Bu namazın birinci rekatında üç kere kadir süresi,ikinci rekatında üç kere zelzele süresi,üçüncü rekatında üç kere Kafirun süresi,dördüncü rekatındada üçer kere mu’avvizeteyn (Felak ve Nas süreleri) kıraat edilmelidir.

6-Bu salavata kırk gün devam edene Allahü Teala bütün günahlardan tevbe nasib eder.


7-Mağrib sadatından bazısının nakline göre bu salat Allahü Teala tarafından bir sahife ile Muhammed el-Bekri Hazretlerine indirilmiştir. Bu salavatın bir defa okunması altı kere Kuran’ı kerimin hatmine denktir.


8-Geçmiş zamanda zamanın Kutbu Muhammed –el Bekri hazretlerine ne ait olan bu salavat öyle büyük bir salavattır ki Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in mana alemindeki beyanı ile ömründe bir defa dahi bu salavatı okuyan kişi cehenneme girmez.

9-Bu salavat-ı şerife okuyanı cehennem ateşinden korur.(Cehenneme girmesi mukadder olana okumak nasip edilmez)

10- 1000 defa "Ya Latif" zikrinin ardından 100 defa Salavat-ı Fatih okunduktan sonra edilen tüm dualar kabul buyurulur.
bunu mutlaka uygulayın en fazla 1-1.5 saat zaman alıyor)

11-Açılması gereken, çözülmesi gereken bütün problemler ve sıkıntıları açan bütün kapıları açan bir Salavattır.

12-Her gün 100 defa okumayı vird edinenin kalp gözü açılır.

13-Bu salavat-ı şerife öyle bir hazinedir ki, ecir ve mükafatını, esrarını yerde ve göklerde bulunanlar yazmak isteseler yazamazlardı.

14-Kişinin maksadına ulaşması için bir iksirdir.

15-Bu salavatı bir defa okuyanın cümle günahlarına kefaret olup şu kainatın içinde yapılan her ne kadar büyük küçük öçekilen tesbihatlar varsa cümlesinin (altıbin) katına muadil olur. (kitabürrahman: s.171).

16-Bu salavatı fatihin sevabını yazan melekler on adet okunduktan sonra sevabını Allahü Teala'ya bırakırlar. Bundan sonrası sırdır. (Dürretül Hadika c.4 s.25)


- MANASI: Allahım kapalılıkları açan, geçmişe son veren, hakka hakikatla destek olan, mahlûkatı senin doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed ve onun aline ve ashabına Onun yüce kadrü kıymetince salat eyle, selâm eyle ve Onu mübarek kıl. Âmîn.

Hızır aleyhisselam ve babasının adı

Edrik Ebe'l-Abbas ennî münhasır
Seyyidî Belyâ’bni Melkâni'l-Hızır
(Lâ edrî)
Meali: Efendim Belyâ, Melkân'ın oğlu Hızır! Yetiş ey Ebu’l-Abbas, sıkıntıdayım, demektir
Açıklama: 
"Belyâ" Hızır aleyhisselâmın adı, "Melkân" babasının adıdır.
Künyesi de, "Ebu'l-Abbas"tır.

Musikinin dindeki yeri

Sual: Dinimizde müzik haram mıdır?
CEVAP
Simanın caiz olduğu ve caiz olmadığı yerler vardır. Bazıları, kitaplardaki sima kelimesini çalgı olarak tercüme ettikleri için mubah çalgılar da var zannedilmektedir. Aşağıdaki yazıların tamamı İslam âlimlerinin kitaplarından alınmıştır. Nereden alındığı da sonunda yazılıdır. Kendimize ait tek cümle yoktur.

Aletsiz, çalgısız nağmeli sese sima denir. Çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. Gına haramdır. (Dürr-ül mearif)

Lokman sûresinin 6. âyetindeki lehv-el hadis ifadesini âlimler musiki, çalgı aleti olarak bildirmiştir. İbni Mesud hazretleri yemin ederek lehv-el hadis’ten kasıt, çalgı aleti ve musiki olduğunu söylemiştir. (Tefsir-i ibni kesir, Tefsir-i medarik) [İbni Mesud gibi büyük bir zata inanmayan cahillere ne denir ki?]

(Mevahib-i aliyye) ismindeki tefsirde, lehv-el hadis âyeti şöyle tefsir ediliyor:

Yalan hikâyeler yazarak veya şarkıcı kadınlar tutup herkese ses nağmeleri dinleterek, Kur’an dinlemelerine engel olmaya çalışanlara Cehennem ateşini müjdele! (Mevâkib tefsiri)

Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:

(Üçü hariç, her lehv bâtıldır.) [Deylemî]

Demek ki lehv, bir oyun, bir eğlence, bir çalgı olduğu için böyle buyuruluyor.

Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, (Vestefziz... bi savtike [Sesinle oynat]) demenin çalgı ile oynat demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir. (Şeyhzade)

Müfessirler Enam suresinin 70. âyetini, (Dinlerini [şarkı ile, musiki ile] oyun ve eğlence haline sokanlardan uzak dur) şeklinde tefsir etmişlerdir.

(Şimdi siz bu söze [Kur’âna] mı şaşırıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz ve siz gafletle oynuyorsunuz.) [Necm 59-61]

Medârik tefsirinde entüm samidün ifadesi, (Kur'an okunduğunu işittikleri zaman onu dinletmemek için teganniye [şarkı türkü söyleyerek şamataya] başlarlar, oynarlardı) diye açıklanıyor. İbni Abbas ve Mücahid hazretleri de bu ifadenin şarkı olduğunu söylemiştir. (İgaset-ül-Lehfan)

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Peygamberin emrine uyun, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin, pis şeyleri haram kılar.) [Araf 157]

(Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]

(Kur'anı sana insanlara açıklayasın diye indirdik.) [Nahl 44]

Şimdi Resulullah efendimiz, yukarıdaki âyet-i kerimeleri nasıl açıklamışsa ona bakalım:

(İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî]

(Sesini gına ile yükseltene şeytan musallat olur.) [Deylemî]

(Rahmet melekleri, ceres, [çan, zil, çıngırak] bulunan yere girmez.) [Nesaî]

(Rahmet melekleri, köpek ve çan bulunan kafileye yaklaşmaz.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizî]

(Ceres, şeytanın mizmarıdır.) [Müslim, Ebu Davud, Nesaî] [Mizmar çalgıdır]

(Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır. Parası da haramdır. Kimin eti haramdan beslendi ise, ona Cehennem ateşi layıktır.) [Taberanî]

(Bir zaman gelecek, ümmetimden bazısı, zinayı, ipek giymeyi, içki içmeyi, mizmarı [çalgıyı] helal addedecektir.) [Buharî]

(Musiki, zinaya yol açar.) [Mektubat-ı Rabbani 3/41]

(Musiki, kalbde nifak hâsıl eder.) [Beyheki]

(Suyun otu büyüttüğü gibi, şarkı, oyun ve eğlence kalbde nifakı büyütür. Allah’a yemin ederim ki, suyun otu büyüttüğü gibi, Kur’an ve zikir de, kalbde imanı büyütür.) [Deylemî]

(Rabbim bana içkiyi, kumarı, darbukayı ve şarkı söyleyen kadınları haram kıldı.) [İ. Ahmed]

(Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.) [Begavî]

(Ümmetimden bazıları, içkilere başka isim vererek içerler. Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenirler. Allahü teâlâ, onları yerin dibine batırır da domuzlar ve maymunlar kılar.) [İbni Mace]

(Şu beş şey zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Birbiriyle lanetleşme, içki içme, ipekli giyme, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla iktifa etmesi.) [Deylemî, Hâkim]

(Ben, mizmarları [çalgıları], putları yok etmek için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İbni Neccar]

(İblis, yeryüzüne indikten sonra, ya Rabbi bana ev ver dedi. Hamamlar senin evin. Yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler senin denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar [çalgılar] müezzinin denildi. Yazıların dövme, hadislerin yalandır. Resulün [elçin] kâhinler, falcılar, tuzağın da kadınlardır.) [İbni Ebi-d-dünya, İbni Cerir]

(İblis, benim kitabım nedir dedi. Senin kitabın dövmedir, içeceğin sarhoşluk veren her içki, sadakatin yalan, müezzinin mizmarlar [çalgılar], mescitlerin de çarşılardır denildi.) [Taberanî]

(İki ses, melundur: Nimete kavuşunca mizmar [çalgı], musibete maruz kalınca feryat.) [Bezzar]

(Allahü teâlânın gazabına sebep olan şeyler: Acıkmadan yemek, uykusu yokken uyumak, tuhaf bir şey olmadan gülmek, musibette feryat etmek, nimete kavuşunca mizmar [çalgı çalmak].) [Deylemî]

(Şarkıcı ve çalgıcı kadınlar çoğalınca, içkiler her yerde içilince, yere batmalar görülecek, gökten taş yağacaktır.) [Tirmizî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed]

(Şunlar gelmeden önce salih amel işlemekte acele edin. Sefihler başa geçmeden, güvenlik kuvvetleri çoğalmadan, hüküm rüşvetle satılmadan, adam öldürme hafife alınmadan, akraba ziyareti kesilmeden, Kur’an mizmarlardan okunmadan, Kur’anı şarkı gibi okuyanlar öne geçmeden.) [Taberanî]

(Kur'an mizmarlardan okunduğu zaman ölebilirsen öl.) [Taberanî]

(Kur'anı mizmarlardan [çalgı aletlerinden] okuyanlara Allah lanet eder.) [Müsamere]

(Şu 15 kötü haslet işlendiği zaman ümmetim belaya maruz kalır:

1- Ganimete hıyanet edilince
2- Emanetin ganimet sayılınca
3- Zekât cereme kabul edilince
4- Erkek karısına itaat edince
5- Evlat ana babaya isyan edince
6- Kişi, arkadaşına itaat edince
7- Babaya cefa edilince
8- Toplantılarda yüksek sesle konuşulunca
9- En rezil kimse iş başına geçince
10- Şerrinden korkulan kimseye ikram edilince
11- Her yerde içki içilince
12- Erkekler ipek giyinince
13- Şarkıcı kadınlar çoğalınca
14- Çalgı aletleri yayılınca
15- Sonra gelenler, önceki âlimlere lanet edip onları kötülediği zaman.) [Tirmizî]

(Gözün zinası [harama] bakmak, kulağın zinası [haram şeyleri] dinlemektir.) [Müslim]

İbni Hibban’ın bildirdiği hadis-i şerifte, Resulullah, develerin boyunlarındaki ceresleri [çanları] çıkarmıştır. Halbuki çan şehveti tahrik etmez. Çan bulunan yere rahmet melekleri girmiyor. Artık çalgıyı, çalgı aletlerini siz düşünün. Şeyh-ul-İslâm Ahmed İbni Kemal Efendi hazretleri Kırk Hadis kitabında buyuruyor ki:
(Mizmarları kırmak ve hınzırları öldürmek için gönderildim) hadis-i şerifindeki mizmar, bütün çalgı aletleridir. Bu hadis-i şerif, her çeşit çalgıyı ve domuz eti yemeyi yasak etmektedir.

Hazret-i Ebu Bekir, iki küçük cariyenin tef çalıp şarkı söylediklerini gördü ve onları azarlayarak “Şeytanın çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi. (Buharî)

İbni Ömer hazretleri, ihramlı bir toplulukta şarkı söyleyen birine, “Allah senin ibadetini kabul etmesin” dedi. (İbni Ebi-d-dünya)

Enes bin Malik hazretleri, “En pis kazanç, şarkı ve çalgı aletleriyle kazanılandır” dedi. (İbni Ebi-d-Dünya)

İbni Abbas hazretleri, “Çalgı aletleri haramdır” dedi. (Beyhekî)

Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, “Yazıklar olsun sana. Bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı” dedi ve onu çıkardılar. (Buharî)

Fudayl b. İyad hazretleri, “Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir” dedi. (İbni Ebi-d-dünya)

Şeyh Muhammed Rebhami hazretleri buyuruyor ki:
Saz, tanbur, def, ney ve diğer çalgı aletlerini çalmak, Allahü teâlânın emrini tutmamak olur. (Riyad-ün-Nasıhin)

İmam-ı Şa’ranî hazretleri buyuruyor ki:
“Hakim-i Tirmizî’nin Nevadiru’l Usul adındaki kitapta rivayet ettiği hadis-i şerifte Resul-i Ekrem efendimiz, (Her kim şarkı sesine kulak verirse, onun ruhanileri dinlemesine izin verilmez) buyurdu. Oradakilerden biri tarafından, (Ya Resulallah, ruhaniler kimlerdir?) diye soruldu. Resulullah da, (Cennet ehlinin okuyucularıdır) buyurdu. (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi)

İmam-ı Birgivî hazretleri buyuruyor ki:
Saz dinlemekten kulaklarını korumalıdır. (Risale-i Birgivî)

Mezhepsiz İbni Teymiye bile, “Şarkı ve müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir” demiştir. (Mecmu-ul Fetava)

Şarkı, Kitap ve Sünnetle yasaklanmıştır. (İmam-ı Kurtubi)

Şarkı ve müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır. (İbni Salâh)

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Ziyaeddin-i Şami, Mültekıt kitabında (Hiçbir âlim, teganniye mubah demedi) buyurdu.(m. 266)

Kur'an-ı kerimi musiki perdelerine uydurarak okumak haramdır. (Bezzâziyye)

Çalgı çalmanın haram olduğu, icma ile bildirildi. (Makamat-ı Mazheriyye)

Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur'an okuyan kâfir olur. (Tergib-üs-salât)

İmam-ı Münavi hazretleri (Nikâhı herkese duyurun! Bunun için de, camide yapın ve def çalın) hadis-i şerifini açıklarken, (Mescitlerde def çalınmaz. Hadis-i şerif, mescid dışında çalınmasını, mescitte yalnız nikâh yapılmasını emrediyor) diyor. (Hadika)

Camide def çalmak günah olunca, başka çalgının camide çalınması hiç caiz olmaz. Kadınların düğünlerde def çalması caizdir. (Redd-ül-muhtar)

Şimdiki tarikatçıların yaptıkları gibi, dönmek, dümbelek, ney, saz çalmak haramdır. (Tahtavi şerhi)

Teganni ile okuyan bir imamın arkasında kılınan namazın iadesi gerekir. (Halebi)

Kur’an-ı kerimi, Arap şivesine uygun, tecvid ile ve güzel ses ile okumalıdır. Ebu Davud’daki hadis-i şerifte, (Kur'anı güzel sesle okuyun) buyuruldu. Yani "Allah’tan korkarak okuyun" demektir. Bu da, tecvid ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, harfleri, kelimeleri değiştirerek, manayı, nazmı bozarak teganni ile okumak haramdır. (Berika)

Teganni haramdır. (Tıbb-ün-nebevi)

Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak ve dinlemek haramdır. Burhâneddin-i Mergınânî buyurdu ki:

Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun diyen kimsenin imanı gider. Tecdîd-i iman gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ)

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Eğlence veya para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, sözbirliği ile haramdır. Çalgı ile raks etmek büyük günahtır. Sıkıntısını gidermek için kendi kendine şarkı söylemek günah değildir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması caizdir. (Redd-ül-Muhtar)

Fısk ve içki içilen yerlerde çalgı çalmak ve bunu dinlemek haramdır. Resulullah çobanın kavalını işitince, parmakları ile mübarek kulaklarını kapadı ise de, yanında bulunan Abdullah bin Ömer’e kulaklarını kapamasını emretmedi. Bu da, elde olmadan duymanın haram olmadığını göstermektedir. Çalgıyı, içki, oyun ve kadın bulunan yerlerde keyif için çalmak haramdır. Bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, düğünlerde ve askerlikte davul çalmak da caizdir. [Okullarda, millî ve siyasi toplantılarda bando, mızıka, mehter marşı çalmak caizdir.] (Hadika)

Def, tambur ve her çeşit çalgıyı evinde, dükkânında bulundurmak, satmak, hediye etmek, ariyet veya kiraya vermek günahtır. (Berika)

Sadece mehter marşında çalınan müzik aletlerini satmak caiz olur.

Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur. Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehirdir, kalbi karartır. (Dürr-ül mearif)

İlahileri çalgı ile ney çalarak okumak bid'attir. Harama helal diyen ve haramı ibadete karıştıran kâfir olur. (S. Ebediyye)

İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:
Bir evde, küçük zenci kızları [cariyeler] def çalıp şarkı söylüyorlardı. Resulullah efendimiz gelince, şarkıyı bırakıp, Resulullah'ı övmeye başladılar. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. (K. Saadet)

[Bazıları, bu hadis-i şerife istinaden kadınların şarkı söylemesinin ve çalgının caiz olduğunu söylüyorlar. Şarkı söyleyenler cariye idi. Cariyenin avret yeri erkeğinki gibidir. Sesi de avret değildir. (İhya)]

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. (Fetâvâ-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı alaiyye)

Müzik bütün dinlerde büyük günahtır. (Dürr-ül-münteka)

İncilin yasakladığı müziği, sonradan papazlar Hristiyanlığa soktu. (Mevahib-i ledünniyye şerhi Zerkanî)

Müzik kelimesi, Yunanlıların büyük putları olan Zeüs’ün kızları sayılan Mousa (Müz) denilen 9 heykelin adından hâsıl olmaktadır. Bozuk dinler, kalbleri ve ruhları besleyemediği için, müziğin, her çeşit çalgı sesinin nefislere hoş gelmesi, nefisleri beslemesi ruhani tesir sanıldı. Bugünkü batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik, ibadet halini almıştır. Müzik ile, her çeşit çalgı ile nefisler keyiflenmekte, şehvani, hayvani arzular kuvvetlenmektedir. Ruhun gıdası olan, kalbleri temizleyen ve nefisleri ezip, haramlara olan arzularını yok eden, ilahi ibadetler unutulmaktadır. Müzik, her çeşit çalgı, insanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmaktadır. Böylece, nefisleri azdırarak, sonsuz saadetten mahrum kalmasına sebep olmaktadır. İslam dini, insanları bu felaketten korumak için, müziği kısımlara ayırmış, zararlı olanlarını haram kılmış, yasak etmiştir. (S. Ebediyye)

Bayram günü oyun oynamak
Sual: Bayram günü, sahabe çalgı çalıp oynuyorlarmış. Bize neden caiz değildir?
CEVAP
Çalgı çalmak caiz olmaz. Peygamber efendimiz, Medine’ye geldiği zaman, Medinelilerin iki eğlence günü olduğunu bildirdiler. Cahiliyet zamanındaki eğlencelerden bahsettiler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allah, o iki günü onlardan daha hayırlı iki gün olan kurban ve Ramazan bayramının günleriyle değiştirdi.) [Buharî]

Hazret-i Âişe anlatır:
Bayram günü iki cariye, kahramanlık şiirlerini def çalarak terennüm ediyordu. Resulullah yatağına yatıp yüzünü çevirdi, sonra babam [Hazret-i Ebu Bekir] içeri girdi. (Bu ne hâl, Resulullah’ın huzurunda şeytanın düdüğü ve sesi ne arıyor?) diye beni azarlayınca, Resulullah (Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır) buyurdu. Babam başka şeyle meşgulken, cariyelere işaret ettim, dışarı çıktılar. (Buharî, Müslim)

Yine Âişe validemiz anlatır:
Bayram günü Habeşiler oyun oynarken Resulullah beni çağırdı, ben de başımı onun omzuna koyup, hevesim gidene kadar seyrettim. (Buharî, Müslim, Nesaî)

Oyun oynayanlar, eğlenenler, cariyeler ve Habeşi kölelerdir. Def çalıp oynamak cariyelere verilmiş bir ruhsattır. Sesleri de avret değildir. Hür kadınların sesleriyse avrettir. Ancak düğünlerde, kadınlar arasında def çalabilirler. Cariyeler gibi erkekler arasında çalamazlar. Cariyelerin bu hareketlerini hür kadınlara da uygulamak, dinde reforma girer. Habeşi kölelerin oyunları ise, mızrak, kılıç ve kalkan oyunlarıydı. Bu hadis-i şeriflere dayanarak sahabe çalgı çalardı demek çok yanlış ve iftira olur.

Çalgı ve Allah sevgisi
Sual: (Çalgı, Allah sevgisini artıyorsa mubahtır, süslü, açık, güzel bayana bakmak da ferahlık veriyorsa, Allah sevgisini artırıyorsa, çiçeğe bakmak gibi mubah olur) deniyor. Haram olan şey, nasıl mubah olabilir?
CEVAP
Çok yanlıştır. Çalgının haram olduğu çeşitli hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Haram olan şey derttir, derde deva, ruha gıda olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlânın size haram ettiği şeylerde şifa yoktur.) [Hâkim]

Çalgı nefsin hoşuna gider, o hain nefsi besler. Günah hoşa gidince insanı Allah sevgisine mi kavuşturur?

Güzel bir çiçeğe bakmak, onu koklamak ruha tatlı gelir. Ruhun Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü anlamasına, Onun emirlerine uymasına sebep olmaktadır. Parfümlü açık bayana bakmak ise, nefse hoş gelir. Kulak renkten zevk almaz. Göz de sesten zevk almaz; çünkü anlamazlar. Nefis, Allahü teâlânın düşmanıdır. Zevklerine kavuşmak için her kötülüğü yapmaktan çekinmez. Onun zevklerinin sonu yoktur. Namahreme bakmakla doymaz. Daha başka şeylerin zevkini tatmak ister. Nefsin taşkın zevkleri, insanı, sefalete, hastalıklara, aile facialarına, felaketlere sürüklemektedir. Allahü teâlâ, bu facialara mani olmak için, kadınların, kızların açılmalarını, yabancı erkeklere yaklaşmalarını, içkiyi, kumarı, çalgıyı yasak etmiştir.

(Çalgı, Allah sevgisine götürüyorsa caiz olur) demek, (Zina, içki, kumar Allah sevgisine götürüyorsa caiz olur) demeye benziyor. Dinimizin yasakladığı çalgıyı böyle savunmak, tamamen ilim dışıdır.

Ruhun ve nefsin gıdası
Sual: (Çalgı haram değildir, çünkü insanın çalgıya da ihtiyacı vardır. İyi bilinmeli ki, musiki ruhun gıdasıdır) deniyor. Ben bekârım, evlenme ihtiyacı hissediyorum. Ara sıra ihtiyacımı gidermek için geneleve gitmem, bu yazara göre caiz mi oluyor?
CEVAP
İhtiyacı gidermek için, haram caiz olursa, bu da caiz olur. Böyle kıyası ancak dinde reformcu cahiller yapar. Dinimiz çalgıyı kesinlikle haram etmiştir. Müzik, kâfir olan nefsimizin gıdasıdır, ruhumuzun zehridir. Aşağıda vesikaları vardır, açıkça, (Kalbde nifak hâsıl eder, ruhun zehridir) deniyor. Kalbin ve ruhun gıdası ibadet etmektir, Allahü teâlâyı ve onun sevdiklerini sevmektir. Nefsin gıdası haramlardır.

İbadetle başka şey mukayese edilmez
Sual: Tam İlmihal’de, “Hoparlörden çıkan imamın sesine âmin denince namaz bozulur. Çünkü imamın değil, benzeri bir sese âmin denmiş oluyor” deniyor. Hoparlörden çıkan ses, sahibinin gerçek sesi olmadığına göre, radyodan, kasetten dinlediğimiz sesler de gerçek müzik olmaz. O zaman radyodan müzik dinlemek caiz olmuyor mu?
İbni Âbidin’de, “Birinin yüzüne bakmayacağım diye yemin eden, aynadaki görüntüsüne bakabilir. Çünkü bu görüntü, kendisi değildir, benzeridir” deniyor. Bu duruma göre porno film seyretmek caiz olmuyor mu?
CEVAP
Her ikisi de caiz olmaz. Birinci örnekte ibadetle müzik dinlemek birbirine karıştırılıyor. İbadet ayrı, müzik ayrıdır. İbadetle başka şey mukayese edilmez. Namazda yiyip içmek namazı bozar, ama başka zaman yiyip içmenin mahzuru olmaz. Namazda iken başkasının sözü ile hareket edince namaz bozulur, ama başka zaman mahzuru olmaz. Biz namazda iken, biri Fatiha okusa, sonunda biz âmin desek namaz bozulur. Ama imamın Fatiha’sına âmin dense bozmaz. İmamdan gayrısına âmin denmez. Hoparlörden çıkan ses de hakiki bir sestir, ama imamın sesi değildir. Hoparlörden çıkan sese gerçek ses değildir denmez. Gerçek sestir. Ama imamın sesi değildir, benzeri bir sestir. Onun için namaz sahih olmuyor.

Müzik, müziktir, ister bunu Yeliz çalsın, isterse Kaya çalsın, isterse teypten gelsin, fark eden bir şey olmaz. Şarkıcının bizzat kendi sesi olmasa da, benzer bir ses oluyor, yani yine aynı günah oluyor. Burada sesin benzeri ile aynısı fark etmiyor. Ortada bir iş ve bir ses var, benzeri ile aynısı olması neticeyi değiştirmiyor.

Resim bir insanın bizzat kendisi değildir, kendisinin resmidir. Resme bakmakla kendisine bakılmış olmaz. Ama çıplak resmine bakmak haram olur. Şimdi bilgisayarla çıplak kadın resmi de yapılıyor. Bu tamamen hayali bir resimdir buna bakmak haram olmaz denemez.

Bilgisayarla yazılan yazı, asıl yazı değil diye, bu yazılar, şahıslar ve kanun nezdinde ve dinimize göre geçersiz olur mu hiç? İyi ise iyi yazıdır, kötü ise kötü yazıdır.

Bir CD'nin içine yüzlerce cilt kitap sığıyor. Elektronik ortamda kitaplar, hatta kütüphaneler var. Hakiki kitap değil diye bunlar yok sayılır mı? Radyoda, TV’de, telefonda veya bilgisayarda, çeşitli suç işlesek, sonra bunları dikkate almayın, bunlar bizim hakiki görüntümüz, hakiki sesimiz ve hakiki yazımız değil, benzerleridir desek, suç işlememiş mi oluruz? Yazdığımız ve söylediğimiz şeyler dinen yasak ise, günahtan kurtulur muyuz?

Telefon sapıkları, musallat oldukları insanlara neler çektiriyor. İlanı aşk yapan, sövüp sayan veya müstehcen konuşanları var, her türlüsü var. Şimdi bunların hakiki sesi değil diye yaptıklarını hoş görebilir miyiz? Bu sapık, benim hakiki sesim değil, beni suçlu sayamazsınız diyebilir mi?

Bunun için ibadetle ibadet olmayan işi karıştırmamak gerekir. Robotla çok iş yapılabilir ama, robota namaz kıldırsak kendimiz kılmış olmayız veya namazımızı filme alsak, namaz vakitlerinde onu oynatsak namaz kılmış olmayız. Bazı kimseler, “Hoparlör günlük işlerde kullanılıyor da niye ibadette kullanılmasın” diyorlar. Robotlara bir çok işler yaptırılıyor. Robota imamlık da yaptırılabilir, Kur’an da okutulabilir, namaz da kıldırılabilir. Belki hacca da robot gönderilir. Peki ama, bunların dinimizle ne alakası olur? Bu aletler ibadet olmayan işlerde kullanılır. İbadete bid’at sokulmaz.

Çalgı aleti olan odada namaz kılmak
Sual: Cep telefonuyla veya TV ile müzik de dinleniyorsa, yine çalgı çalan alet hükmüne girer mi? Yani bunların bulunduğu odada kılınan namaz mekruh olur mu?
CEVAP
Elbette mekruh olur. Çünkü S. Ebediyye’de, (Çalgı da dinlenen ve bakması haram olan resimlerine de bakılan şeyler, çalgı aleti gibidir) deniyor. Böyle, çalgı dinlenen ve haram görüntüler izlenen bir TV kapalı da olsa, yine o odada namaz kılmak mekruh olur. İçki, kumar, çalgı aleti bulunan mahalde namaz kılmanın mekruh olduğu, buraya rahmet meleklerinin girmeyeceği ve burada yapılan duanın kabul olmayacağı Tergib-üs-salât ve Nisab-ül-ahbâr’da bildirildiği S. Ebediyye’de yazılıdır.

Yine bunun gibi, içki içilmese de, içki bulunan odada namaz kılmak da mekruhtur. Bilgisayarda günah da işleniyorsa, mesela ara sıra açık kadınlara da bakılıyorsa veya müzik çalınıyorsa, o odada namaz kılmak mekruh olur. Müzik çalınmıyorsa, açık resimlere bakılmıyorsa mekruh olmaz.

Namazı mekruh etmesi için TV’de hep açık kadın bulunması ve hep çalgı çalınması şart değildir. Ara sıra açık kadın gösterilse de, ara sıra müzik çalınsa da, çalgı aleti hükmündedir. S. Ebediyye’de, (Çalgı da dinlenen) ifadesi geçiyor. (Hep çalgı çalınan) denmiyor. Çalgı aleti olarak TV’yi kullanmasak da, TV yine çalgı aleti hükmündedir. Çünkü TV’de çalgı da çalınıyor. Günümüzde çalgı çalınmayan ve açık kadın gösterilmeyen TV de yok gibidir. Her iki yönden, TV bulunan odada namaz kılmak mekruh olur.

Cep telefonunda çalgı da çalınıyorsa, internete girilip haram görüntülere bakılarak günah işleniyorsa, o da çalgı aleti gibidir. Telefon zilinin bile, melodili olması mekruhtur. Hele çalgı dinleniyorsa, o odada namaz kılmak mekruh olur.

Haber dinlenen TV’de, verilen haberin içinde müzik ve açık kadın varsa, kadına özel olarak bakmıyorsak, müziğini de özel olarak dinlemiyorsak, kasten dinlemek gibi olmaz. Yine de namazı mümkünse başka odada kılmak iyi olur.

Namaz kıldığımız yere, başkaları çalgı dinledikleri telefonla gelirse, bizim elimizde olan bir durum olmadığı için, biz sorumlu olmayız.

Cariyelerin şarkı söylemesi
Sual: Buharî ve Müslim’de bildiriliyor ki: Hazret-i Âişe anlatır:
"Bayram günü iki cariye, kahramanlık şiirlerini def çalarak terennüm ediyordu. Resulullah yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra babam [Hazret-i Ebu Bekir] içeri girdi. (Bu ne hâl, Resulullah'ın huzurunda şeytanın düdüğü ve sesi ne arıyor?) diye beni azarlayınca, Resulullah (Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır) buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca cariyelere işaret ettim, dışarı çıktılar.”
Bu olay, kadınların erkeklerle beraber oturmasının, çalgı çalmasının, şarkı söylemesinin ve seslerini erkeklere duyurmasının helal olduğunu gösteriyor mu?
CEVAP
Kesinlikle göstermez. Yukarıdaki ifadeleri İslam âlimleri nasıl açıklıyor, ona bakalım:

1- Şiir okuyan veya şarkı söyleyenler, hür kadın değil cariyedir. Cariyelerin saçlarını, kollarını açmaları seslerini erkeklere duyurmaları günah değildir. Hatta efendisiyle nikaha lüzum görmeden ilişkiye girmeleri de caizdir. Çünkü cariyenin dindeki statüsü farklıdır. Cariyeyi örnek gösterip, hür kadınlara da bunların mubah olacağını söylemek Müslüman’ım diyen kimseye yakışmaz.

2- Hazret-i Ebu Bekrin, def için şeytanın düdüğü demesi, çalgının mubah olmadığını gösterir. Bu ve benzeri hadis-i şeriften İslam âlimleri şu hükmü çıkarmışlardır:

Bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, düğünlerde ve askerlikte davul çalmak, kahramanlık türküleri söylemek, okullarda, millî ve siyasi toplantılarda bando, mızıka, mehter marşı çalmak caizdir. Kadınların düğünlerde ve bayramlarda kendi aralarında def çalması caizdir. Bunun dışındakiler haramdır. (Hadika)

Kahramanlık şarkılarının, mehter marşlarının, düğünlerde davul ve def çalmanın caiz olması, diğer şarkı ve türkülerin de caiz olmasını gerektirmez.

3- Def ile şarkı türkü söylenir, ilahi söylenmez. Çünkü ilahi ibadettir. İbadete çalgı karıştırılmaz. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Bir evde, küçük zenci kızları [cariyeler] def çalıp şarkı söylüyorlardı. Resulullah efendimiz gelince, şarkıyı bırakıp, Resulullah'ı övmeye başladılar. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. (K. Saadet)

İbadete müzik karıştırmak
Sual: İbni Mace’nin bildirdiğine göre, Resulullah, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızı dinlemiştir. Bu esnada şarkı söyleyenlerden biri; “Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var” demesi üzerine, Resulullah Efendimiz, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et, gaybı ancak Allah bilir) buyurmuştur. Bu da her çeşit çalgının helal olduğunu göstermiyor mu?
CEVAP
Asla göstermez. Kahramanlık türkülerini söyleyenler cariyelerdir. Cariyelerin hükmü ise yukarıda bildirildi. İslam âlimleri buradan iki hüküm çıkarmışlardır:

1- Bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, düğünlerde ve askerlikte davul çalmak, kahramanlık türküleri söylemek, okullarda, millî ve siyasi toplantılarda bando, mızıka, mehter marşı çalmak caizdir. Kadınların düğünlerde ve bayramlarda def çalması caizdir. (Hadika)

2- Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. İslam âlimleri İlahileri çalgı aletleriyle söylemenin küfür olduğunu bu hadis-i şeriften çıkarmışlardır.

Sevgi gösterisi
Sual: Beyheki bildiriyor ki: Resulullah, hicret esnasında Medîne’ye teşrif buyurduğu zaman, kadınlar dam başlarında defli ve sesli olarak, “Taleal-bedru aleynâ….” diyerek sevinçlerini göstermişlerdir. Bu da, her çeşit çalgının helal olduğunu göstermiyor mu?
CEVAP
Kesinlikle göstermez. Bu olay, henüz İslamiyet’in başında olmuştur. O zaman henüz hicab âyet-i kerimesi inmemişti. Yani kadın erkek beraber oturulması yasak edilmeden önce idi. Kadın sesinin haram edilmediği vakitte idi. Eshab-ı kiram, içki yasak edilmeden önce içki içip namaz kılarlardı. Bunu örnek gösterip de içki içmenin caiz olduğunu söylemek nasıl yanlış ise, hicab âyetinden önceki olayları gösterip, kadınların şarkı söylemesine cevaz vermek de o kadar yanlış olur.

Düğünlerde def çalmak
Sual: Peygamber efendimizin, ney sesini işitince, yanındaki Nafi’ye kulaklarını kapatmasını emretmemesi, her çeşit çalgının helal olduğunu göstermiyor mu?
CEVAP
Tabiinin büyüklerinden Nafi anlatır: Abdullah ibni Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. Ney sesi daha işitiliyor mu, dedi. Hayır, işitilmiyor dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. Resulullah da böyle yapmıştı dedi. Nafi, sonra dedi ki, ben o zaman çocuk idim. Bundan anlaşılıyor ki, Nâfi’ye kulaklarını kapamasını emretmemesi, çocuk olduğu için idi. Çünkü çocuk isteyerek dinlese de ona günah olmaz. Yoksa, Abdullah takvası sebebi ile kulaklarını kapattı demek doğru değildir. Nafi, böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi. (Eşiat-ül-lemeat)

Müziği helal göstermek için, hadis-i şerifleri ve olayları değiştirenler için, yukarıda delil gösterdikleri olayda Peygamber efendimizin mübarek kulaklarını kapatması kendi aleyhlerine delildir. Madem Peygamber efendimiz güya çalgıya müsaade ve teşvik etti, niye mübarek kulaklarını kapatıyor? Kapatmasına lüzum yoktu ki. Buradan İslam âlimlerinin çıkardığı hüküm, müziği istemeyerek duymanın haram olmadığıdır. Özel dinlemek ayrı, gayri ihtiyari duymak ayrıdır. Abdullah bin Ömer hazretlerinin de yaptığı gibi yapmak dinin emridir.

Cennette müzik var mı?
Sual: Cennette bile çalgı ve müzik vardır. Bu nasıl inkâr edilebilir ki?
CEVAP
Cennette her şeyde olduğu gibi akla ve hayale gelmeyen en güzel şeyler vardır. Orada bizim bilmediğimiz şahane nağmeler vardır. Bilinmeyen şeyler bilinenlerle mukayese edilemez. Ebu Hüreyre radıyallahü anh anlatır:

Bir kimse gelip, (Ya Resulallah nağmeli ses çok hoşuma gidiyor. Cennette güzel ses var mıdır?) diye sordu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

(Yemin ederim ki, dünyada ibadet eden, Allahü teâlâyı zikredip, çalgı ve oyun aletlerinin sesine kulak vermeyenler, Cennette, bir benzeri duyulmayan, Allahü teâlâyı tesbih ve takdis eden güzel seslerle, sürur ve neşeye gark edilirler.) [Gunye-tüt-Tâlibîn]

Başka bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kıyamette, Allahü teâlâ, meleklerine buyurur ki: Kulaklarını ve gözlerini mizmarlardan [çalgılardan] ve haramlardan koruyanları getirin. Melekler onları, misk ve amber tepeleri üzerinde toplarlar. Allahü teâlâ buyurur: Onlara tesbihimi ve temcidimi duyurun. O kimseler öyle güzel sesler duyarlar ki, benzerlerini hiç kimse duymamıştır.) [Deylemî]

Yine bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
(Allah beni hidayet ve âlemlere rahmet olarak gönderdi. Beni; çalgıları, eğlenceleri, cahiliyet işlerini ve putları yok etmek için gönderdi. Rabbim, izzeti üzerine yemin etti ki, bir kul dünyada şarap içerse, ona kıyamette muhakkak Cennet şarabını haram kılacak, bir kul da hamrı [içkiyi] terk ederse Allah da ona muhakkak, Cennet şarabından içirecektir.) [Ebu Nuaym]

Ahiret şarabı dünya şarabına benzemez. Ahirette şarap var diye dünya şarabına helal denir mi? Ahirette güzel sesler var diye dünyadaki çalgılara helal demek de bundan daha kötüdür. Üstelik Cennette bu güzel nağmeleri dinleyecek olanların, dünyada çalgı seslerini dinlemeyenler yani bu haramdan kaçınanlar olduğu da açıkça bildiriliyor.

Şu da önemli bir husustur ki, harama helal diyen kâfir olur.

Biracının şahidi
Sual: Yusuf el-Kardavî, (kadının müzik yapması ve bu müziğin başkalarınca dinlenmesi haram değil; caizdir) diyor. Buna ne diyeceksiniz?
CEVAP
Kardavî, kendisinin mezhepsiz olduğunu açıkça itiraf eden bir sapıktır. Böyle deliller için, atalarımızın (Biracının şahidi şarapçı olur) sözü gayet uygundur. Fıkhi bir hüküm:

Çalgı ve kadın sesi, sima değil gınadır, haramdır. (Dürr-ül-mearif)

Din haramla yaşanmaz
Sual: Çalgılara haram diyerek bu dini yaşanmaz hâle getirmek günah değil midir?
CEVAP
Çalgılara haram diyen Resulullah’tır. Peygamber efendimiz mi yaşanmaz hâle soktu? Çalgı çalıp haram işlenmedikçe din yaşanmaz hâle mi gelir? Dini yaşatmak için illa yediden yetmişe çalgı çalıp göbek mi atmak gerekir?

Nağmesiz şarkı olmaz
Sual: Müzik yapan kadın müziğinde “düzgün, doğru, ciddî, ağırbaşlı, vakûr, edâsız, itaatsiz, cilvesiz, cazibesiz, art niyetsiz sözler” söylerse ve düzgün hâller ve davranışlar gösterirse, o müzik caiz olup, radyoda TV’de söylenemez mi?
CEVAP
Erkek de söylese kadın da söylese hattâ Robot bile söylese müzik yine haramdır. Kadının söylediği hangi şarkıda eda, cazibe, cilve olmaz ki?

Bırakın şarkı türküyü kadınlar zaruret olmadıkça namahrem erkeklerle konuşamaz. Ramuz-ül-ehadis kitabının 469. sayfasındaki ilk hadis-i şerif şöyledir:
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]

Fıkhi bir hüküm:
Çalgı ve kadın sesi, sima değil gınadır, haramdır. (Dürr-ül-mearif)

İmam-ı Gazalî hazretleri ve musiki
Sual: Bazı kimseler, hiçbir İslam âlimi müziğe cevaz vermedi ama, İmam-ı Gazalî hazretlerinin müziğe helal dediğini söyleyerek çalgı dinliyorlar. Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Hayır, hiçbir İslam âlimi çalgıya, müziğe mubah dememiştir. Hepsi de haram demiştir. Bazı mütercimler, sima veya sema kelimesini müzik anlamı vererek tercüme ettiklerinden dolayı bu büyük hataya sebep olmuşlardır. Dört mezhepte de çalgı haramdır.

Aletsiz, çalgısız nağmeli sese sima [teganni] denir. Çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. Gına haramdır. (Dürr-ül mearif)

Çalgı ve kadın sesi, sima değil gınadır, haramdır. (Dürr-ül-mearif)

Abdullah-i Dehlevi hazretleri buyurdu ki:
Sima [güzel ses], evliyanın kalbindeki sıkıntıyı rahatlığa çevirir. Gâfillerin sima dinlemesi, fıska yol açar. Hiçbir çalgı caiz değildir. (m. 85)

İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:
Gıybet veya devamlı ipek giymek, yahut devamlı çalgı dinlemek gibi günahlara devam etmek kalbin kararmasına yol açar. (K. Saadet s.580)

İçki içmek ve çalgı dinlemek gibi, kul hakkı ile ilgili olmayan günahların hepsine tevbe etmek gerekir. (İhya 4/65)

Herkes dünyadaki işine göre haşr olunur. İçki içenler, sarhoş olarak, çalgıcı, çalgı çalarak haşr olunur. (Dürre-tül Fâhire fî-keşf-i ulûm-il-âhıre – Kıyamet ve Ahiret, s.36)

Çalgı dinleyenin veya ipek giyenin şahitliği kabul edilmez. (İhya 4/41)

Davet edildiği yerde günah bir şey varsa, mesela duvarda canlı resimleri varsa yahut çalgı çalınıyorsa, kadın erkek karışık ise böyle bir davete gidilmez. (K. Saadet s.207)

Ud ve saz çalmak haramdır. (K. Saadet s.231)

Çalgı aletlerinin imalinden kaçınmak, zulümden kaçınmak olur. (İhya 2/218)

Gizli haram işlenen eve girmek yasaktır. Ancak dışarıdan duyulacak şekilde içeride çalgı çalınıyorsa, bunu duyanların içeri girip çalgıları kırması caizdir. (İhya 2/802)

Fitne çıkmayacaksa kötü işler yapanlar tehdit edilebilir. Mesela, kötü biri, namuslu kadına tecavüze yelteniyorsa veya orada çalgı çalıyorsa, arada ırmak veya duvar gibi bir mani varsa, o kişiye, (Bu işten vazgeç, yoksa seni öldürürüm) diye tehdit edebilir. Öldürülmez ama tehdit edilir. (İhya 2/815)

Kalbi Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerden birine bağlılığı olanın sima, tegannili sesleri dinlemesi, haram olup, onun için öldürücü zehirdir. (K. Saadet s. 321) [Bu sözü delil gösteren cahiller, (Çalgı kötü kimselere haram, bizim gibi kalbi temizlere haram değil) diyorlar. Halbuki burada çalgı denmiyor, nağmeli ses deniyor. Çalgı herkese haramdır. Tasavvuf büyüklerinden Mahmud-i İncirfagnevî hazretleri buyuruyor ki:

(Yüksek sesle zikir yapabilmek için, kalbinde yalan ve gıybet bulunmamak, boğazından haram ve şüpheli şey geçmemiş olmak, gönlü riya ve gösterişten temiz olmak lazımdır.) İşte, teganni, sima yalnız böyle kimselere faydalı olur. Fıkıh âlimleri de, teganninin, böyle olmayanlar için ve çalgının herkes için, haram olduğunu bildirmişlerdir.]

İnsana zevk veren ahenkli nağmeler, gönüllerde saklı olan güzellik ve çirkinlikleri açığa çıkarır. Her kaptan içindeki sızar, sima eden kişinin içinde ne varsa dışına o sızar. Sima kalbe ulaşınca, kalbde galip olan ne ise, onu harekete geçirir. (İhya 2/675)

Kalbinde haller hasıl olmayan, hasıl olsa da nefsi şehvetten kesilmemiş tasavvuf yolcularına güzel ses, nağme faydadan çok zarar verir. Ali Hallaç; Şeyh Ebu’l Kasım-ı Gürgani’nin müridlerinden idi. Sima için izin istedi. (Hiç bir şey yeme, sonra lezzetli yemekler yersin. O aç halinle simaı yemekten çok istiyorsan, sima yapman caizdir) buyurdu. Kalb hallerine kavuşmayan, hak yolu, halleri ile anlayamayan yahut bazı hallere kavuşup henüz şehvetten kesilmemiş olan müridlere üstadları simaı yasaklamalıdır. (K. Saadet s.325)

Simaı eğlence ve oyun şeklinde âdet etmek haramdır. Nitekim bazı küçük günahlar vardır ki, devam edilirse büyük günah olur. Bazı şeyler ara sıra ve az olursa mubah olur. Çok olunca haram olur. (K. Saadet s.329)

Ses dinlerken, ud, keman, ney, saz, kaval gibi hiç bir çalgı çalmamalıdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek haramdır. Hoş olduğu, hoşa gittiği için haram değildir. Bir kimse hoşa gitmeyecek şekilde rastgele çalsa da, ustalıkla çalmasa da yine haramdır. (K. Saadet s.326)

Kalbde helal olan şeyin sevgisi [mesela Allah sevgisi] varsa, sima [ilahi, kaside gibi nağmeli sesler] onu artırıyorsa o kimsenin teganni dinlemesi helal olur. Kalbinde, dinimizin yasak ettiği bir şey olanın teganni dinlemesi günah olur. (K. Saadet s.322)

Bayramlarda ve arada bir olursa [Hazret-i Âişe validemizin seyrettiği zenci cariyelerinki] oyunlar, teganniler ve bunları seyretmek haram değildir. (K. Saadet s.322) [Cariyelerin saçını başını açmaları günah olmadığı gibi nağmeli sesleri de haram değildir.]

Düğünlerde def çalmak ve teganni etmek mubahtır. (K. Saadet s.323)

Teganni, raks, def çalmak, kılıç ve kalkan oyunları ve neşeli günlerde zencilerin oyunlarını seyretmek mubahtır. (İhya 2/695)

Bayram günü zenci cariyelerin oyunlarını Resul-i ekrem efendimiz kapı üzerinden Hazret-i Âişe’ye seyrettirmiş ve ikisi beraber bakmışlardır. (İhya 2/827)

Kusurları, azapları bildiren [çalgısız] kasideleri, ilahileri dinleyerek üzülmek, ağlamak sevaptır. Ancak Allahü teâlânın kaza ve kaderini beğenmeyip, ona üzülüp, üzüntüsünün artması haramdır. (K. Saadet s.324)

Hacca gidenin, Kâbe, hac, Mekke, Medine şiirleri, ilahileri, kasideleri dinlemesi ve bunları güzel sesle okuyup para kazanması helaldir. (K. Saadet s.323-324)

Hacıları uğurlarken Kâbe, zemzem ve diğer mübarek makamları öven ve Arab çölünü anlatan şiirlerde nefesli ve telli çalgılar yoksa, bunların hepsi caizdir. (İhya 2/690)

Düşmanlarla savaşmayı ve Allah sevgisi uğruna canını feda etmeyi kuvvetlendiren kahramanlık şarkılarını [mehter marşlarını] dinlemek mubah olur. (K. Saadet s.324)

Düğün, ziyafet ve sefer dönüşü gibi sevinmek gereken yerlerde, bayram günlerinde nağmeli seslerle, teganni ile neşelenmek caizdir. (K. Saadet s.324)

Düğün ve benzeri yerlerde davul, def çalmak haram değildir. Hacılar ve askerlerin davul, bando çalması caizdir. Ahlakı bozuk gençlerin davul çalması da haramdır. (K. Saadet s.326)

Çalgı âletleri üçe ayrılır:
1- Haram olanlar. Tambur, düdük, zurna gibi şarkıcılara eşlik eden aletlerdir.

2- Mekruh olanlar. Bunlar tek başına çalınmadığı halde şarkıcıyı coşturan kaval gibi aletlerdir.

3- Mubah olanlar. Bunlar da eğlence aleti değil de boru ve harp davulu gibi haberleşme aletleri ile nikah için çalınan def gibi toplantıya çağırma ve herhangi bir hususu ilan etmek için kullanılan aletlerdir. (Mükaşefetü´l Kulub - Kalblerin Keşfi)

Ud, sanc [zil], telli çalgılar, berbed ve benzeri Irak çalgılarının hepsi yasaktır. İçki içenlerin âdeti olmayan davul ve benzerleri [düğünlerde] yasak değildir. (İhya 2/685)

İçki âlemlerinde kullanılan trampet, nefesli ve telli çalgılar haramdır. Bu çalgılar yasak, diğerleri ise mubahtır. Mubah olanlar def, davul, şahin, kadib gibileridir. (İhya 2/701)

Vezinli güzel ses haram değildir. Şayet kötü sözlerden meydana gelmişse, ister nağmeli okunsun, ister nağmesiz okunsun haramdır. (İhya 2/686)

Kur'an-ı kerimi teganni ile okumak haramdır. (K. Saadet s.333) [Tecvide uygun olarak teganni edilirse mahzuru olmaz.]

Mescitlerde Kur’anı teganni ile okuyanları nehy etmek farzdır. (İhya 2/823)

Resulullah efendimiz, Rebi' binti Muavvizin evine geldi. Cariyeler def çalıyor, şarkı söylüyorlardı. Onu görünce kesip, kasidelerle Resulullahı övmeye başladılar. [Buharî’nin rivayet ettiği] (Susun, önceki söylediğinize devam edin) buyurdu. Çünkü onu övmek ibadettir. Oyun eğlence arasında ibadet olmaz. (K. Saadet s.333)

İmam-ı Gazalî hazretlerine ait bu yazıların özeti şudur:
1- İçki içenlerin dinlediği nefesli çalgıları ve bütün telli çalgıları çalmak ve dinlemek haramdır.

2- Şarkıcının kazancı haramdır. Şahitliği kabul edilmez, hediyesi alınmaz.

3- Belli zamanlarda [düğünlerde, bayramlarda] ve belli şartlarla [ibadete karıştırmamak, haram şeyler söylememek şartıyla] def, davul gibi çalgılar çalmak caizdir. Bunlara da diğer nefesli ve telli çalgıları karıştırmak caiz değildir.

4- Hacca gidecek olanın Kâbe, hac, Mekke, Medine şarkılarını dinlemesi, askerlerin cesaretlerini artırıcı savaş, kahramanlık şarkılarını, [mehter marşlarını] dinlemesi caizdir. Bayramlarda, düğünlerde, hac yolunda çalınması mubah olan çalgıları bile, her zaman dinlemeyi ve çalmayı âdet haline getirmek caiz değildir.

5- Müslümanların bayramlarda sevinmeleri, sevinçlerini göstermeleri caizdir. Bayramlarda def ile söylenen şarkıyı dinlemek ve içinde kılıç-kalkan oyunu gibi oyunları seyretmek mubahtır. Bunları âdet haline getirmek, her zaman yapmak caiz değildir.

6- Kur’an-ı kerim okumak veya Resulullah'ı övmek [Mevlid] gibi ibadetlere def dahil hiç bir çalgıyı karıştırmak caiz değildir, yasaktır.

7- Tasavvuf ehli zatların sema [ilahi, kaside gibi nağmeli insan sesi ve şiir] dinlemesi caizdir. Sema sırasında bunlara çalgı karıştırmak haramdır. Sema, henüz kalbi tam temizlenmemiş, kalb hallerine kavuşmamış müritlere yasaktır.

Yukarıda; Peygamber efendimizin ve onun vârisleri olan bütün İslam âlimlerinin çalgıya haram dedikleri kesin delillerle ispat edildi. Çalgının haram olması konusunda acaba âyet-i kerime yok mu diyenler çıkabilir.

Kur’an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun) buyuruluyor. Eğer Kur’anı herkes anlasaydı, (Resule uymaya lüzum yok, herkes Kur’andan anladığına uysun) denirdi. Aksine Kur’anın açıklanması istenerek buyuruluyor ki:
(İhtilafa düşülen şeyleri açıklayasın diye bu kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]

Kur’an-ı kerimde, sadece (Allah’a uyun) denmiyor. Resulüne de uyulması emrediliyor: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Demek ki Resulullah'a uymak Allah’a uymaktan ayrı değildir.)

Yine Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]

(Resulüm de ki, "Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!") [A. İmran 31]

(Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]

(Resulümün verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]

(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]

(İndirdiğimi insanlara beyan edesin, açıklayasın.) [Nahl 44]

(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]

(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]

Demek ki Peygamber efendimiz kendiliğinden haram etmiyor, vahye dayanıyor yani Allah’ın bildirmesine dayanıyor. Bir de bazı âyetler var, onları herkes anlayamıyor. (İndirdiğim Kur'anı insanlara açıkla) buyuruyor. Bazı âyetlerde müzik haram edilmiştir. Bunu Resulullah açıklayabiliyor. Biz bakınca anlayamıyoruz. Mesela müziği haram eden iki âyet:

Lokman suresinin 6.âyetindeki lehv-el hadis ifadesi müzik olarak bildirilmiştir. Lehv-el hadis, Türkçe olarak boş söz, boş eğlence gibi manalara gelir. Ama bu boş eğlencenin, yani ahirete fayda vermeyen bu eğlencenin müzik olduğu bildirilmiştir.

İbni Mesud hazretleri yemin ederek lehv-el hadis’ten kasıt, çalgı aleti ve musiki olduğunu söylemiştir. (Tefsir-i ibni kesir, Tefsir-i medarik) [İbni Mesud gibi büyük bir zata inanmayan cahillere ne denir ki?]

(Mevahib-i aliyye) ismindeki tefsirde, lehv-el hadis âyeti şöyle tefsir ediliyor:

Yalan hikâyeler yazarak veya şarkıcı kadınlar tutup herkese ses nağmeleri dinleterek, Kur’an dinlemelerine engel olmaya çalışanlara Cehennem ateşini müjdele! (Mevâkib tefsiri)

Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Üçü hariç, her lehv bâtıldır.) [Deylemî]

Demek ki lehv, bir oyun, bir eğlence, bir çalgı olduğu için böyle buyuruluyor.

Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, (Vestefziz... bi savtike [Sesinle oynat]) demenin çalgı ile oynat demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir. (Şeyhzade)

Müfessirler Enam suresinin 70. âyetini, (Dinlerini [şarkı ile, musiki ile] oyun ve eğlence haline sokanlardan uzak dur) şeklinde tefsir etmişlerdir.

(Şimdi siz bu söze [Kur’ana] mı şaşırıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz ve siz gafletle oynuyorsunuz.) [Necm 59-61]

Medarik tefsirinde entüm samidün ifadesi, (Kur'an okunduğunu işittikleri zaman onu dinletmemek için teganniye [şarkı türkü söyleyerek şamataya] başlarlar, oynarlardı) diye açıklanıyor.

İbni Abbas ve Mücahid hazretleri de bu ifadenin şarkı olduğunu söylemiştir. (İgaset-ül-Lehfan)

Böyle âyetler olmasa bile Resulullah'ın bildirdiğini kabul etmemek Allah’ı kabul etmemek olur. Böyle yapanların da kâfir olduğu yine Kur’an-ı kerimde bildiriliyor.

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyurdu ki:
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kesin ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, (Elbette, muhakkak böyledir) buyurup, doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Yine Allahü teâlâ, (Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile Peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak, bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız diyerek, iman ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Bu kâfirlerin hepsine çok acı azap hazırladık) buyurmaktadır. (1/152)

Sarhoş etmezse helalmiş!
Sual: (Sarhoş etmezse bira, şarap ve benzeri alkollü içkiler haram değildir. Şehveti tetiklemezse müzik ve çalgı helâldir) denilerek çalgı ve içki helal sayılıyor. İçkinin azı da, çalgının her çeşidi de haram değil midir?
CEVAP
Elbette haramdır. Domuz etinin haram olması için illa zarar vermesi gerekmez. Bir damla kan, bir damla idrar zarar vermese de haramdır. Bir kaşık şarap sarhoş etmez, ama haramdır. Hiçbir fıkıh kitabında, şarabın haram olmasında, sarhoş etme şartı aranmaz. Şarabın, sarhoş etmeyen miktarı da, damlası da haramdır. (Redd-ül muhtar, Fetava-i Hindiyye, Dürer ve Gurer)

Bir hadis-i şerifte, (Çoğu sarhoş eden içkinin azı da haramdır) buyuruldu. (Nesaî) [Yani içinde alkol olan bütün içkiler haramdır.]

İçki gibi, çalgıyı helâl saymak da çok tehlikelidir. Sanki şu hadis-i şerif, bu mezhepsizler için söylenmiştir:
(Bir zaman gelecek, bazıları, içkiyi ve çalgıyı helâl sayacaktır.) [Buhârî]

Müziğin, çalgının haram olmasında şehvet şartı aranmaz. Hiçbir muteber din kitabında böyle yamuk bir ifade yoktur. Üstelik çalgı aleti bulunan yerde namaz kılmanın tahrimen mekruh olduğu; kendi çalmasa bile, evinde çalgı aleti bulundurmanın da günah olduğu muteber kitaplarda yazılıdır. Yine din kitaplarında, çalgı ve müzik bulunan davetlere gitmenin bile caiz olmadığı bildirilmektedir.

Her çalgının sesini dinlemek haramdır. Çünkü Resulullah, (Çalgı dinlemek haramdır, orada oturmak fısktır, ondan zevk almaksa küfürdür, yani küfran-ı nimettir) buyuruyor. (Redd-ül muhtar)

Ahkâm-üs-Siyaset ve Münteka kitaplarında bildiriliyor ki:
Birinin evinden çalgı sesi işitilince, o eve izinsiz girilmesi caiz olur. Çünkü o çalgı sesini duyurmakla evinin hürmetini yıkmıştır. Hazreti Ömer, bir kadının evine girip onu kamçıyla döverken başının örtüsü düşmüş, kendisine (Onun hürmetini yıktın) denildiğinde (Haramla meşgul olduğu için, onun hürmeti kalmamıştı) buyurmuştur.

İnsanlar için [çalgısız] şarkı söyleyip dinleten kimsenin de, şahitliği makbul olmaz. Bir kimse, evinde oyun ve çalgı aletlerinden bir şey bulunduran, onu kullanmasa bile, bu şahıs günahkâr olur. Fetâvâ-yi Kâdîhân'da da böyledir. (Fetâvâ-i Hindiyye)

Fetâvâ-i Bezzaziyye sahibi, Kurtubî’den, çalgı çalmanın haram olduğu hususunda İslam âlimlerinin icma'ı vardır buyuruyor. (İbni Abidin, Makamat-ı Mazheriyye)

İcma demek bütün âlimlerin söz birliği demektir. Çalgı ve müziğin, şehvete hiç sebep olmasa da, haram olduğu bütün muteber din kitaplarında yazılıdır. Birkaçını bildirelim:
Fetâvâ-i Bezzaziyye, Mecmu-ul fetâvâ, Dürr-ül-muhtar, Redd-ül-muhtar, Fetâvâ-i Hayriyye, Kurtubî tefsiri, Fetâvâ-yı Hindiyye, Dürr-ül-mearif, Tahtavî şerhi, Kudûrî, Dürr-ül-münteka, Ukud-üd-dürriyye, Dürr-ül mearif, Kimya-yı Saadet, İhya, Mevahib-i ledünniyye, Makamat-ı Mazheriyye, Tergib-üs-salât, Berîka, Tıbb-ün-nebevi, Hadika, Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi, Riyad-ün-Nasıhin, Risale-i Birgivi, Ahlak-ı alaiyye, S. Ebediyye, Şir’atül İslam…

Bazı mezhepsiz fâsıklar da, (Çalgı beni Allah'a yaklaştırıyor) diyor. Haramla Allah'a yaklaşılır mı hiç? Şeytana yaklaştıklarının farkında değiller galiba. Hiçbir âlimin mubah saymadığı ve bütün âlimlerin haram dediği bir hususa helâl demek küfürdür.

Haram iyi niyetle haramlıktan çıkmaz
Sual: Hocanın biri, ("Ameller niyetlere göredir" hadisine göre, müzik, iyi niyetle dinlenirse haram olmaz) dedi. Doğru mudur?
CEVAP
Asla doğru değildir. Bu sözü söyleyenin bir hoca olmaması gerekir. Veya bir yanlış anlama var. Cahilce bir söz olup, dinen çok yanlıştır. Çünkü müzik, haram ise, haram iyi niyetle de işlense helal olmaz. Mesela kuvvetlenmek için içki içilmez. İçki içen, namaz kılmaya kuvvet bulmak niyeti ile içiyorum dese bir kıymeti var mıdır? Bir fahişe de, niyetim sadece erkeklerin ihtiyacını gidermektir dese, iyi niyetle onlara yardım ediyorum dese, zina haram olmaz mı? Bildirilen hadis-i şerif mubahlar içindir.

Harama mübah demek
Sual: Bir hoca, “Müzik, çalgı ne kadar müstehcen olursa olsun Allah sevgisini artıyorsa mubahtır, süslü, açık, güzel bayana bakmak da ferahlık veriyorsa, Allah sevgisini artırıyorsa, çiçeğe bakmak gibi mubah olur” dedi. Haram olan şey mubah olabilir mi?
CEVAP
Çok yanlış bir kıyastır. Güzel bir çiçeğe bakmak, onu koklamak ruha tatlı gelir. Ruhun Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü anlamasına, Onun emirlerine uymasına sebep olmaktadır. Kokulu ve açık bayana bakmak ise, nefse hoş gelir. Kulak, renkten zevk almaz. Göz de sesten zevk almaz. Çünkü anlamazlar. Nefis, Allahü teâlânın düşmanıdır. Zevklerine kavuşmak için her kötülüğü yapmaktan çekinmez. Onun zevklerinin sonu yoktur. Karıya kıza bakmakla doymaz. Daha başka şeylerin zevkini tatmak ister. Nefsin taşkın zevkleri, insanı sefalete, hastalıklara, aile facialarına, felaketlere sürüklemektedir. Allahü teâlâ, bu facialara mani olmak için, kadınların, kızların açılmalarını, yabancı erkeklere yaklaşmalarını, içkiyi, kumarı, çalgıyı yasak etmiştir.

İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:
Bir kimse İslamiyet'e uymaz, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsine uyarsa, kalbi bozulur. Çalgı dinlemek ve her günahı işlemek nefsi kuvvetlendirir. Salim, temiz kalb müzikten zevk alamaz. Müzik nefsi kuvvetlendirip, harekete getirip zararlı olur. (Kimya-i saadet)

“Çalgı insanı Allah sevgisine götürüyorsa caiz olur” demek, (Zina, içki, kumar Allah sevgisine götürüyorsa caiz olur) demeye benziyor. Dinimizin yasakladığı çalgıyı böyle savunmanın sebebi nedir?

İtici olmak
Sual: Müziğin haram olduğunu biliyorum çünkü bu konuda birçok hadis var, fakat çok kimse müzik dinlediği için bunu söylemek itici olur, İslamiyet’ten insanların soğumasına sebep olur. Hâlbuki dinimiz, (Ürkütmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin!) buyuruyor. O halde, (Namaz kılmayan veya açık gezen yahut içki içen Cehenneme gider) diyerek halkı korkutmak yanlış olur. Günah olanları değil de, sevab olanları bildirmek gerekmez mi?
CEVAP
Bu mantık, çok yanlıştır, dinimize aykırıdır. Yalnız Allah’ın rahmetinden bahsedip de, azabından hiç bahsetmemek Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırıdır. Allahü teâlâ, Peygamber efendimizi müminler için müjdeleyici, kâfirler için korkutucu [ikaz edici, uyarıcı] olarak göndermiştir. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki: (Ey nebi, biz seni [inanıp inanmayan ve iyi amel edip etmeyen için] bir şahit, [inanana Cenneti] müjdeleyici ve [inanmayanı Cehennemle] korkutucu [uyarıcı] olarak gönderdik.) [Ahzab 45]

Yine bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104]

Marufu emretmek, iyi şeyleri bildirmektir. Namaz kılın, oruç tutun, güzel ahlaklı olun gibi. Münkeri nehyetmek ise, dinimizin yasakladığı şeylerin mesela içkinin, zinanın, çalgının zararlarını anlatıp önlemeye çalışmak demektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Kötülüğü gören, onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu da, imanın en zayıf derecesidir.) [Müslim]

Görüldüğü gibi, Allahü teâlâ da, Resulü de, kötülükleri önlemeye çalışın buyuruyor. Herkes, yaptığı kötülüğün cezasını görecektir. Azapla ilgili üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Rabbinin yapacağı azaptan kurtuluş yoktur.) [Tur 7,8]

(Elbette azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7]

(Allah ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.) [Enfal 13]

(Dünyada kibirlenip, günah işlediniz. Bugün şiddetli azap göreceksiniz.) [Ahkaf 20]

Ruha zulmet veren şey
Sual: Müzik ruhu besler mi?
CEVAP
Haram olan musiki, kâfir olan nefsimize hoş gelir, onu azgınlaştırır, ruhu ise zulmete boğar. Resulullah, (Gına yani musiki, kalbde münafıklığı arttırır) buyurdu. (Beyheki)

Kur’an-ı kerim okumak, musikinin hâsıl ettiği zulmetleri temizler. Kalbi, ruhu nurlandırır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kur’an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur’an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.) [Darimî]

Mizmar nedir?
Sual: Okuduğum kitaplarda (Mizmar haram) deniyor. Mizmar nedir?
CEVAP
Ses çıkaran her çeşit çalgı âletine Mizmar denir. (Müncid)

Derin âlim, şeyh-ul-islam Ahmed ibni Kemal hazretlerinin Kırk Hadis kitabının tercümesinde, 39. hadis-i şerifte, (Mizmarları kırmak için ve hınzırları öldürmek için gönderildim) buyuruluyor. Mizmar, düdük ve bütün çalgı aletleridir. Bu hadis-i şerifin mânâsı, her çeşit çalgıyı ve domuz eti yemeyi yasak etmek için emrolundum demektir. (S. Ebediyye)

Buharî’deki bir hadis-i şerifte ise, (Meryem’in oğlu İsa inince, haçı kıracak, hınzırı [domuzu] öldürecek) buyuruluyor. Bu hadis-i şerif de, İsa aleyhisselam gelince, domuz etini yasak edeceğini ve Hristiyanlığı kaldıracağını bildirmektedir.

İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki: Hadis-i şeriflerde, (Mizmarları yok etmek için emrolundum) ve (Bir zaman gelir ki, Kur’an-ı kerimi mizmarlardan okurlar. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder) buyuruldu. (Keffür-rea an muharremat-ila lehvi vessima - S. Ebediyye)

Demek ki, Peygamber efendimiz, âhir zamanda [günümüzde], Kur'an-ı kerimin çalgı aletlerinden okunacağını bildiriyor. Günümüzde çalgı aletlerinin neler olduğunu herkes bilmektedir. Lanete müstahak olmamak için, Kur'an-ı kerimi müzik söyleyen, çalgı çalınan hoparlör gibi aletlerle okumamalı ve böyle okunanı da dinlememelidir.

Müzikle rahatlamak
Sual: Ben müzik dinlediğim zaman sıkıntılarımdan kurtuluyorum. Bu durumda müzik dinlemek haram olmaktan çıkmaz mı?
CEVAP
(Ben içki içince veya uyuşturucu alınca çok rahatlıyorum) diyenlere de rastladık. Zaten rahatlamasa içki içmez, uyuşturucu kullanmaz. Bazı hırsızlar da hırsızlık yapmayınca rahatsız olurlar. Fahişe de zina etmeyince rahatlamaz. Haram işleyince rahatlamak dinde ölçü olmaz. Zaten kitaplarda müzik dinleyen zamanla morfinman gibi olur, dinlemese rahatsız olur. Morfin kullananlar da böyle uyuşturucu almayınca sağa sola saldırıyorlar, içince rahatlıyorlar. Haram olan müzik dinlemekle rahatlamak, nefsin rahatlamasıdır. Nefsin gıdası haramlardır. Haramlardan medet umulmaz. O rahatlamayı mubah yollarda aramalıdır.

Evdeki çalgı aleti
Sual: Hiç kullanmadığımız bir çalgı aletini evde bulundurmak günah olur mu?
CEVAP
Evet, günah olur. Hadika ve Berika’da, (Kendisi kullanmasa da, her çeşit çalgıyı evinde bulundurmak, günahtır) deniyor. (S. Ebediyye)

Müzik CD’si bulundurmak
Sual: Hiç çalınmayan müzik CD’lerini, başka çalgıları, oynamasak da kumar aletlerini evde bulundurmak günah mıdır?
CEVAP
Çalınmasa da, evde çalgı aleti bulundurmak, oynanmasa da kumar aleti bulundurmak, içilmese de içki bulundurmak günahtır. Böyle yerde namaz kılmak mekruh olur. O eve rahmet melekleri de girmez. (Hadîka, Berîka)

Şarkıyı çalgıyla söylemek
Sual: Günah olmayan sözleri, şiirleri veya şarkıları çalgıyla söylemek caiz midir?
CEVAP
Hayır, caiz değildir. (İslam Ahlakı)

Müzik çalınan teyp
Sual: Müzik çalınmış teybi, radyoyu iyi işte kullanmak caiz mi?
CEVAP
Evet.

Saz dinlemek
Sual: S. Ebediyye’de, (Behaüddin-i Buharî hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, “Biz bunları dinlemeyiz. Dinleyen tasavvufçuları da inkâr etmeyiz” buyurdu) deniyor. Bu söz, çalgının helâl olduğunu göstermez mi?
CEVAP
O yazının hemen altı okunsaydı, mesele anlaşılırdı. (Nağme ve saz dinlemek kalb seyrinde olanlara zevk verir) buyuruluyor. Yani sazın, kalb seyrinde olan Evliya zatlara zarar vermediği bildiriliyor. Bu, o zamanki büyük Evliya zatlar için söylenmiştir. Bugün bu makamda olan yok gibidir. Öyle zatlar olmayınca herkese zarar verir, herkese haram olur. Çalgının haram olduğunda icma hâsıl olmuştur. İcma’a aykırı söz söylemek caiz olmaz.

Allah korkusu
Sual: Radyodan ilahi, mevlid ve Kur’an dinleyip ağlamak nefisten midir? Allah korkusundan ağlanmaz mı? Allah korkusunu veren müzik helal olmaz mı?
CEVAP
Güzel sesten, müzikten ağlamak nefisten olur. Kur’anın manasını anlayıp da, Allah korkusundan ağlamak başkadır. Yani Kur’an ve ilahi dinleyip her ağlamanın Allah korkusundan olduğu sanılmamalı. Müzik Allah korkusu vermez. Oradaki ağlamak Allah korkusundan değil, nefistendir.

Allahü teâlânın rızası, haram ettiği, yasak ettiği şeylerde olmaz, yani haramları işleyerek Allah’ın rızası kazanılmaz. Aksine, bu haramları terk ederek kazanılır.

Çalgılı yerde
Sual: Çalgılı yerlerden geçerken veya market, dolmuş gibi yerlerde bizim irademiz dışında müzik çalınırken, Kur’an-ı kerim okumak veya zikretmek günah olur mu?
CEVAP
İrademiz dışında çalındığı için, günah olmaz, aksine çok sevab olur. Müziği dinlemeye mani olmuş olur.

Davul çalmak
Sual: Nerelerde, ne zaman davul çalmak caizdir?
CEVAP
Davul çalarak düğünü tanıdıklara duyurmak sünnettir. Ayrıca savaşta, hac yolunda, askerlikte, bayramda, oruca kaldırmak için sahurda davul çalmak caizdir. (S. Ebediyye)

Müzikle tedavi
Sual: Selçuklu ve Osmanlı zamanında, akıl hastalarına müzikli tedavi yapıldığı söyleniyor. Haramla tedavi caiz olur mu?
CEVAP
Haramla tedavi olmaz, ama Müslüman, sâlih, uzman bir doktor, bir hastalık için, haram olan bir şeyden başka, etkili bir ilaç olmadığını söylerse, bunun o hasta için zaruret miktarında kullanılması caiz olur. O hasta için, artık o haram, helâl hâle gelir. Yani haramla tedavi edilmiş olmuyor.

Haram olan şeylerin ilaç olarak içilmesi, bunun hastaya iyi geleceği bilinirse ve helâl olan ilaç bulunmazsa, caiz olur. Buhârî’deki, (Allahü teâlâ, haram olan şeylerde, şifa yaratmadı) hadis-i şerifi, (Şifası olduğu tecrübe edilen haram maddeler, ilaç için helâl olur) demektir. Nitekim susuzluktan ölecek kimseye, ölümden kurtaracak kadar şarap içmek helâl olur. Haram olan şeyde, şifa bulunması, uzman olan Müslüman sâlih bir doktorun söylemesiyle anlaşılır. (Dürr-ül-muhtar, Redd-ül-muhtar)

Müzik yayını zorunludur
Sual: Müzik haram olduğu hâlde, dine uygun yayın yapan radyo ve TV’ler, niye müzik çalıyor?
CEVAP
RTÜK yasasına göre bu yayın mecburidir. Radyo ve TV yayınlarının esas ve usulleri hakkında yönetmeliğin 29. maddesindeki, yayınlarda yer verilmesi gerekli programların yayın oranları kısmında, haftalık yayının % 5'inin Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği programlarına ayrılmasının zorunlu olduğu bildiriliyor.

Böyle bir mecburiyet olmasa bile, çeşitli sebeplerle müzik çalsalar veya gıybet etseler, kendileri yaptığı için, müziğin ve gıybetin haram olduğunu söylemeyecekler mi? Yani harama haram demeyecekler mi? Niye harama haram diyorlar demek, Müslümana yakışmaz. Kendimiz işlesek bile, harama haram demek dinimizin emridir. İhya'daki hadis-i şerifte, (Kendiniz tam yapamasanız da iyiliği emredin! Kendiniz tam sakınamasanız da, kötülükten sakındırın!)buyuruluyor. Demek ki iyiliği tavsiye etmek ve günahlardan sakındırmak için, günahsız olmak şart değildir. Sonra Peygamberler hariç günahsız kul var mıdır? O zaman hiç kimse, emr-i maruf ve nehy-i münker yapamaz. Günah işleyene, (Sen niye doğruları söylüyorsun?) demek yanlış olur. İnsan kendi yapamasa da, herkese iyiliği tavsiye etmesine engel olmamalıdır.

İlham dinde senet olmaz
Sual: Üstad Bediüzzaman Said Nursi radyolardan yapılan müzik yayını ile ilgili olarak, (Evet, beşer hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, [bütün yayınların ancak] beşte biri olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur) diyerek çalgıya izin veriyor. Delil olarak bu yetmez mi?
CEVAP
Birincisi, burada çalgının helal olduğundan bahsedilmiyor. Mubah olan oyun ve eğlencelerden bahsediliyor. Devamlı mubah olan eğlencelerle meşgul olmak elbette doğru olmaz. Eğer çalgıya izin veriyor deniyorsa, o zaman bu sözün ilhamla söylendiği anlaşılır; çünkü çalgının haram olduğunda âlimlerin ittifakı yukarıda bildirildi. Kesin haram olduğunu bildiren birçok hadis-i şerif de vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri, (İlham dinde senet değildir. Sözünde mazur sayılır. Söyleyen evliya ise, sadece söyleyeni bağlar, başkalarını bağlamaz) buyuruyor. Kim olursa olsun, evliya da olsa, başka bir kimse de olsa, ilhamla söylediği sözler dinde asla senet olamaz. Bunlarla amel edilemez.

Melodili zil
Sual: Ev zilinin ve cep telefonunun melodili olmasında sakınca var mıdır?
CEVAP
Mekruh olur. Melodi hoşuna gittiği için çaldırıp onu dinlemek caiz olmaz. Onun için düz olanlarını tercih etmelidir.

Mehter marşı
Sual: Müzik dinler gibi, her gün her saat mehter marşı dinlemek caiz olur mu?
CEVAP
Her zaman dinlemek caiz olmaz. Ara sıra dinlemek caiz olur. Bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, düğünde, askerlikte, okulda, millî ve siyasi toplantılarda bando, mızıka, mehter marşı çalmak caizdir.

Zurna çalmak
Sual: Zurna çalmak caiz midir?
CEVAP
Hayır. Savaşta caizdir.

Klasik müzik
Sual: Klasik müzik dinlemek caiz mi?
CEVAP
Klasiği de, moderni de, her çeşidi, tasavvuf müziği denilen kısmı da haramdır.

Dolmuşta müzik
Sual: Dolmuşta veya lokanta gibi bir yerde iken müzik çalınıyorsa bize günah olur mu?
CEVAP
Elde olmadan kulağa gelmekle, yani işitmekle, dinlemek ayrıdır. Özel olarak dinlemeyince bize günah olmaz.

Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem

Zelîl-i âciz-i abd-i Hudâ'yem (1)
Tarîk-i Nakşibend'e cân fedâyem 
Muhibb-i çâryâr-ı Mustafâ'yem (2)
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem 
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem 

Ömür sermâyesin verdim hebaya 
Mukârin olmadım Âl-i Abâ'ya (3)
Habîbullah'a geldim ilticaya 
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem 

Ki ben bir andelîb-i kudsiyânım 
Bilinmez kande kaldı âşiyânım
Bu âlemde garîb-i nâtüvânım 
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem 

Kalemden şak olup seyrâne geldim 
Bulut yağmur olup ekvâne geldim (4) 
Nebat hayvan olup insâne geldim 
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem 
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem 

Zuhuratım Muhammed'den Ehad'den 
Bu kesret âlemi hubb-ı Samed'den 
Halâs et bizleri şahım kemendden 
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem 

Beka sultanlarının kullarıyız 
Hakîkat bağının bülbülleriyiz 
Şahadet âleminin erleriyiz 
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem 

Tarîkat cümle haktır olma zâği
Ki dört misbâhı var birdir çerâğı
O misbâhın on ikidir budağı 
Tarîk-i Nakşiben'de cân-fedâyem 
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem

Dolaştım âhiri bu hâna geldim 
Bir ednâ Salih'em ihsana geldim
Pîrimin pâyine kurbâna geldim 
Tarîk-i Nakşibend'e cân-fedâyem 
Der-i Sâmî'de bir kemter gedâyem

Seyyid Abdülhakim Arvasi ve sünnetleri kazaya niyyet ederek kılmak


Dört mezhebin fıkh bilgilerinde mütehassıs olan seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Tenbellikle nemâz kılmıyanlar, senelerce kazâ borcu olanlar, nemâza başladıkları zemân, sünnetleri kılarken, o vaktin ilk kazâya kalmış kazâ nemâzı için de niyyet ederek kılmalıdır. Bunların, sünnetleri kazâ nemâzı için de niyyet ederek kılması, dört mezhebde de lâzımdır. Hanefî mezhebinde, bir farz nemâzı özrsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir. Bu çok büyük günâh, her nemâz kılacak kadar boş zemân geçince, bir misli artmakdadır. Çünki, nemâzı hemen kazâ etmek de farzdır. Hesâba, sayıya sığmıyan bu müdhiş günâhdan ve azâbından kurtulmak için, sabâh nemâzından başka dört vakt nemâzın sünnetlerini ve Cum’a nemâzlarının ilk, son ve vakt sünnetlerini kılarken, kılınmamış farz nemâzını da ve yatsının son sünnetini kılarken, üç rek’at vitr nemâzını da kazâ etmeğe niyyet ederek kılmalıdır. Böyle olduğunu isbât eden delîller, Hanefî âlimlerinin kitâblarında pek çokdur.

Farz nemâzı terk etmek büyük günâhdır. Hemen tevbe etmek lâzımdır. Tevbeyi [ya’nî kazâ kılmağı] gecikdirmek dahâ büyük günâhdır. Bu büyük günâh, kazâ kılacak kadar zemân, ya’nî 6 dakîka geçince, bir misli artar. Kazâ etmeği gecikdirince de, tevbe farz olur. Kazâya kalan bir nemâzın ilk kazâsı kılınınca, bu nemâzın kazâlarını gecikdirmek günâhlarının hepsi afv olur. Bunun için, kazâyı bir an evvel kılarak, kazâ borcunu bitirmek lâzımdır.