Bismillahirrahmanirrahîm
Cenâb-ı Hak Subhânehu ve teâla sizi ve bizi ve cümlemizi hakîkî rüşd ile râh-ı rüşd ve hidâyet-i tahkîkî ile hidâyete vâsıl ve îsâl buyursun.
Zikr ve zikrin te'sirinden suâl etmiş idiniz:
Cevâb: Zikr ve zikrin tesiri bir bahr-i amîk [derin bir deniz] dir ki,bir kimse onun ka'rina ve gavrine [dibine] vâsıl olmuş değildir. Zikr bir deryâ-i mevâcid [dalgalı deniz]dir ki,cümle âlem onun bir mevcinden de [dalgasından da] haberdâr değildir.Zikr bir bahr-i muhît [kuşatan deniz, okyanus]tur ki,ihatasından âlemin cümlesi âcizdir. Zikr, nihâyetsiz bir âlemdir ki,nihâyetine kimse ermemiştir.Sâhilsiz bir durgun denizdir ki,bütün âleme nüfûz etmiştir. Zikr,zâkirin [zikr edenin] kalbine taalluk etmiş bir keyfiyettir ki,ta'rîfi ve takrîri [beyanı] ve tahrîri [yazılması] imkân dâhili değildir.Men arefellahe kelle lisânühü, ya'nî Hak ve Sübhânehü ve teâlâyı bilen bir kimsenin dili lâl olur. İbâre bulamaz ki, O'ndan bahs etsin. Deryâ-i hayrete dalar,âlem ve âdemden haberi olmaz.Zikrin mezkürü Allahu teâlâ olduğu gibi,zâkir de ancak O'dur. Ancak O, kendini zikr edebilir.Mahlûkatın ne haddine düşmüş ki, O'nu zikr etsin! Ancak kendi sıfâtlarıyla sıfâtlanması için halk buyurmuş olduğu insana zâkir olmasını emr etmiştir ki, herkes kendi isti'dad-ı fıtrısi nisbetinde o nihâyetsiz deryâdan ve ol bahr-i zehbardan bir şey ile müteselli olsun.Veys-i Karnî o deryânın bir katresiyle müteesellidir. Cüneyd-i Bağdâdî o bahrin bir avuç mikdarıyla sîrab eder [kanar]. Abdülkâdir-i Cîlî ise ancak o bahrin sahiline erişmişdir. Muhyiddin Arabî bunun umkundan [derinliklerinden] ihrâc edilmiş [çıkarılmış] bir cevher ile müftehir olmuşdur. İmâm-ı Rabbânî ondan büyük pay almışdır...
[Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh) hazretlerinin zikrle ilgili mektûbundan bir bölüm]
Cenâb-ı Hak Subhânehu ve teâla sizi ve bizi ve cümlemizi hakîkî rüşd ile râh-ı rüşd ve hidâyet-i tahkîkî ile hidâyete vâsıl ve îsâl buyursun.
Zikr ve zikrin te'sirinden suâl etmiş idiniz:
Cevâb: Zikr ve zikrin tesiri bir bahr-i amîk [derin bir deniz] dir ki,bir kimse onun ka'rina ve gavrine [dibine] vâsıl olmuş değildir. Zikr bir deryâ-i mevâcid [dalgalı deniz]dir ki,cümle âlem onun bir mevcinden de [dalgasından da] haberdâr değildir.Zikr bir bahr-i muhît [kuşatan deniz, okyanus]tur ki,ihatasından âlemin cümlesi âcizdir. Zikr, nihâyetsiz bir âlemdir ki,nihâyetine kimse ermemiştir.Sâhilsiz bir durgun denizdir ki,bütün âleme nüfûz etmiştir. Zikr,zâkirin [zikr edenin] kalbine taalluk etmiş bir keyfiyettir ki,ta'rîfi ve takrîri [beyanı] ve tahrîri [yazılması] imkân dâhili değildir.Men arefellahe kelle lisânühü, ya'nî Hak ve Sübhânehü ve teâlâyı bilen bir kimsenin dili lâl olur. İbâre bulamaz ki, O'ndan bahs etsin. Deryâ-i hayrete dalar,âlem ve âdemden haberi olmaz.Zikrin mezkürü Allahu teâlâ olduğu gibi,zâkir de ancak O'dur. Ancak O, kendini zikr edebilir.Mahlûkatın ne haddine düşmüş ki, O'nu zikr etsin! Ancak kendi sıfâtlarıyla sıfâtlanması için halk buyurmuş olduğu insana zâkir olmasını emr etmiştir ki, herkes kendi isti'dad-ı fıtrısi nisbetinde o nihâyetsiz deryâdan ve ol bahr-i zehbardan bir şey ile müteselli olsun.Veys-i Karnî o deryânın bir katresiyle müteesellidir. Cüneyd-i Bağdâdî o bahrin bir avuç mikdarıyla sîrab eder [kanar]. Abdülkâdir-i Cîlî ise ancak o bahrin sahiline erişmişdir. Muhyiddin Arabî bunun umkundan [derinliklerinden] ihrâc edilmiş [çıkarılmış] bir cevher ile müftehir olmuşdur. İmâm-ı Rabbânî ondan büyük pay almışdır...
[Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh) hazretlerinin zikrle ilgili mektûbundan bir bölüm]