Namaz nasıl kılınmalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Namaz nasıl kılınmalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Namaz bahsi

 Rükû'da erkekler parmaklarını açıp, dizlerinin üstüne koyar. Sırt ve baş düz tutulur. Rükû'da en az üç kere "Sübhâne rabbiyel azîm" der. Kollar ve bacaklar dik tutulur. Kadınlar parmaklarını açmaz, sırtını ve başını, bacaklarını, kollarını dik tutmaz. 

(İbrâhim Halebî rahmetullahi aleyh hazretleri)

Namazın hakikati

[Mektûbâtda buyuruluyor:]

Namaz kılmak eğer dünyada emr olunmasaydı, maksadın yüzünden nikabı [örtüyü] kim açardı? Tâlibin matluba erişmesine kim delâlet ederdi?

Namazdır ki, gamlılara lezzet bahş eden,

Namazdır ki, hastalara rahat veren. Onun için Peygamber (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem)  [Hazret-i Bilâl-i Habeşî'ye ezan okumasını ve namazla kendisini sevindirmesini işâretle]: "Ey Bilâl, beni rahatlandır, sevindir" buyurmuştur.

Kulun rabbine yakınlığının en ziyâde olduğu yer, namazdır. Peygamber [Efendimizin] (aleyhissalâtü vesselâm): "Allahu teâlâ ile öyle vakitlerim vardır ki..." buyurduğu husûsî vakit namazdadır.

Namazı bu kılındığı şekilden ibâret bilmeyeler. Cümle hakîkatlerin fevkinde olan, gayb-ül gayb âleminde namazın bir hakîkati vardır ki, bütün hakîkatlerin fevkîdir. Ancak ehli bilir. Hadîs-i kudsîde vâkı' olan: "Dur yâ Muhammed; zira Allah namazdadır"  o hakîkate bir işârettir. O hakîkate ulaşılmadıkça, onun kemâli anlaşılamaz. Ve o hakîkat, bu sûretle kaimdir.

Namaz gönülleri çalan bir sevgilidir ki, onun güzel sûreti, mecâz âleminde [dünyâda] namaza mahsûs bu erkân ile görünmekte ve onun güzel edâları bu kıyam, kuûd, huşû' ve âdabla ortaya çıkmaktadır. O sûrete âşık olmayan, o erkâna tutulmayan kimse, bu erkânın hakîkatini anlayamaz. Ve onun edâsına âşık, tutkun ve hayran olmayan kimse bu huşû' ve tumanînetin kıymet ve kadrini idrâk edemez. Namazın bütün güzellikleri, yazılanlardan daha çok yüksektir ve onun iyiliği ve güzelliği idrâke, anlayışa sığmaz derecede yüksektir.

Namaz müşâhede ve tecellilerden çok âlidir. Namazın bu sûretini her ne kadar mükemmel yerine getirmeğe çalışırlarsa, onun sünnet ve edeblerine riâyete gayret ederlerse ve kırâatın uzun olmasında, rukû ve secdelerde sünnet üzere olmak husûsunda ne kadar çok çabalarlarsa, o hakîkate o kadar münâsebet peydâ ederler ve onun füyûz ve berekâtı o nisbette fazla vârid olur ve onun hüsnü, cemâli ve kemâli daha ziyâde zuhûr eder ve terakkiler yüz gösterir ve Cenâb-ı Hakkın inâyeti ve husûsî lutfü daha fazla tecelli eder ve alâkalardan daha çok temizlenir. 

Binâen aleyh namazın bu sûretine âid erkân ve şartlarını, sünnet ve edeblerini tamamiyle ve ciddi olarak yerine getirmek husûsunda tam ihtimam ve ihtiyât etmek ve ta'dil-i  erkân ve tumanînete riâyet etmekte ziyâde mübalağa göstermek ve namazı her bakımdan iyi muhâfâza etmek gerektir. Zirâ muhâfaza edememek yüzünden çok kimseler namazlarını zâyi' edip, ta'dil-i erkânı perişan eylemişlerdir. Bu gibiler hakkında vaîdler [cezâlar] vârid olmuş ve tehdîdler gelmiştir. Muhbir-i sâdık (aleyhissalâtü vesselâm) buyurmuştur ki: "Hırsızların hırsızı, namazından çalan kimsedir". Ya'nî namazın erkânını kemaliyle ve tamamiyle edâ ve rukû ve secdelerini hakkıyla ifâ eylemez. Bu hırsızlıktan sakınmak zarûrî oldu; tâ ki hırsızların en kötüsü olmaya. 

Ve yine Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rukû' ve secdeleri yaparken sırtını sabit tutmayanın namazına Hak teâlâ nazar eylemez." Aynı şekilde O server-i Enâm (aleyhi ve alâ âlihissalâtü ves-selâm) bir kimseyi namaz kılar gördü. Lâkin rukû' ve secdelerini tam yapmıyordu. O şahsa hitaben:  " Korkmaz mısın ki, bir lâim [ayıblayan] senin bu hareketini gördükte, bu kimse Muhammed'in dîni üzere değildir diye seni ayıblar" buyurdular. Ve yine buyurdular ki: "Sizden birinizin, rukû'dan sonra tam doğrulmadıkça ve beli hareketsiz ve her uzuv kendi yerinde karar kılmadıkça namazı tamam olmaz". Bunun gibi buyurdular ki: " iki secde arasında oturduğunuz zaman, sırtınız dik ve sâbit olmadıkça namazınız tamam olmaz". Resûlullah namaz kılanlardan birinin yanından geçerken gördü ki, kavme ve  celsenin ahkâm ve erkânını yerine getirmiyor. O şahsa buyurdular ki: "Eğer Sen bu hal üzere namaz kılmağa devam ederek ölürsen, kıyâmet gününde sana, ümmet-i Muhammeddendir demezler". Başka bir yerde de şöyle buyurdular: Altmış sene namaz kılıp da namazı kabûl, ya'nî makbûl olmayan şu kimsedir ki, rukû've secdelerini tamamiyle yerine getirmez".

Rivâyet olunur ki, Zeyd bin Vehb, bir kimseyi namaz kılarken gördü, fakat rukû' ve secdelerini eksik yapıyordu. Çağırıp buyurdular ki: Ne zamandan beri bu şekilde namaz kılarsın? O şahıs, kırk senedir, böyle namaz kılarım cevabını verince, Zeyd buyurdu ki:  "Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Eğer vefât edersen, Muhammed Resûlullah'ın (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) sünneti üzere ölmezsin."

Bildirilmiştir ki, mümin kul, namazı edâ ederken, o namazın rukû ve secdelerini, erkân ve sâiresini iyi ve tamam yaparsa , o namaz beşâşetli [parlak] ve nûrânî olur. Melekler o namazı âsumana [göğe] iletirler. O namazda sahibine hayır dua edip der ki: Beni muhâfâza ettiğin gibi, Allahu teâlâ seni de muhâfaza eylesin. Eğer namazı güzel, tamam ve hoş eylemezse, o namaz zulmanî [karanlık] olur. Melekler istikrâh ederek [kerîh görerek, tiksinerek] âsumana iletmezler. Namaz dahî kılanına beddua ederek der ki, ben Hakkın dergâhında nûr olacak bir cevher idim. Sen beni zâyi' ettin. Beni zâyi' ettiğin gibi, Allah da seni zâyi' eylesin.

Öyleyse bu büyük vazifeyi tamam olarak, tembellik, gevşeklik göstermeden, en güzel yapmağa çalışarak, huzûr-ı kalb ile edâ etmek, tadil-i erkânına, rukû ve secdelerine, kavme ve celsesine, bildirildiği üzere riâyet ederek, güzelce kılmak ve başkalarını da namazlarını tam ve kemâl üzre kılmağa teşvîk, tergîb ve delâlet eylemek, onların da ta'dil-i erkân ve tumanînete riâyetlerine, sözleri ve hareketleri ile yardımcı olmak lâzımdır. Çok kimseler bu şekilde namaz kılmak devletinden mahrumdur. Kim bu şekilde namaz kılmadıysa, kendini hırsızlar sürüsüne katmış ve azaba arz etmiş olur. Bu şekilde namaz kılmak bırakılmış, unutulmuştur. Bunu ihyâ eylemek İslâm dininin en mühim olan amellerindendir.

(Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild, sf: 341-342-343)