Dini bir meselede şübhenin giderilmesi

Tam ilmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabı 1965 yılı 3. baskısı 328. sayfasında buyuruluyor ki:( Dînimizin bildirdiği birşeyi tasdîk etmeyen [ya’nî bidirilen o şey hakkında şüpheye düşen] kimse, Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece îmân etdim, inandım demelidir. Hemen, şübhesini giderecek bir din âlimi aramalıdır. İlmine ve dîne bağlılığına güvenilir, zekî, ârif, harâmlardan kaçınan, dîn bilgilerinin inceliklerini bilen, müşkilleri çözebilen bir zâtı arar, bulur. Bundan aldığı cevâb, şübhesini giderince, artık öylece îmân eder. Böyle bir zâtı aramak farzdır. Tesâdüfe bırakmayıp, hemen aramalıdır. Bulamazsa veyâ bulup da, şübheden kurtulamazsa, Allahü teâlânın ve Resûlünün dilediği gibi inandım demeli ve şübhesinin giderilmesi için, Allahü teâlâya düâ etmeli, yalvarmalıdır. İşte, bunun için, her şehrde, müşkilleri çözebilen bir zâtın bulundurulması farz-ı kifâyedir.)

Müzik üstadı İtrî efendi ve tekbir

Müzik üstadı İtrî efendi ve tekbir...

İslam tekbirini, segâh makamına besteleyen Itri efendi, bir din âlimi değil, Beethoven gibi, bir musiki üstadı idi. İslâm tekbîrini,segah makamına bestelemekle bir hizmet yapmamış,dîne bir bidat karıştırmıştır. Müzik perdelerine uydurmak için, kelimeler değiştirilmekte, mânâları bozulmaktadır. İnsanlar, kulaklara ve nefse olan tesirine kapılıp, tekbîrin mânâsı,kalbe ve ruha olan tesiri kaybolmuştur. 

(Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye)

SABÂHAT / MELÂHAT


Sohbetten nakil...
...
Mektûbâtta bir cümle var.
Eğer dikkatli okuduysanız, Kıymetsiz Yazılar'da da o cümle var:
"Peygamber Efendimiz, Allahu teâlânın cemâlinin, yeryüzünde temsilcisi idi."
Onu görmek, Allahu teâlâyı görmek gibi idi.
Onun için, Peygamber Efendimiz'i, herkes muhabbeti, imânı kadar görürdü güzel görürdü.
Yoksa eğer güzelliği zâhir olsa idi, güzelliği Allahu teâlânın cemâlinden, güzelliğinden olduğu için ona kimse dayanamazdı.
Hani o, Aişe Vâlidemizin o şiiri ona işarettir.
"Yûsuf Aleyhisselâm'ın güzelliğini görüp, ellerini doğrayanlar, senin güzelliğini görselerdi, hepsinin kalbleri doğranır, düşer ölürlerdi, hayatta kalamazlardı."
O güzellik ordan geliyordu, efendim.
Onun için, ona melâhât dediler.
Bir gün Mektûbâtı yazıyorum, bu bahsi yazıyorum. Melâhat ve sabâhat bahsini yazıyorum. Gittim, hocamıza dedim ki;
-Hocam, bu sabâhatı biraz anladım da melâhatı iyi anlamadım. Onun için geldim.
-Efendim, dediler,
-Ben de Mektûbâtı okurken burayı iyi anlayamamıştım da gittim Efendi'ye. Bana sorduğunuz gibi ben de Efendî'ye sordum. Şimdi size Efendî'nin kullandığı cümlelerle ifade edeyim.
-Bana ait değil, efendim, dediler.
-Efendi Hazretleri'ne aittir:
Yûsuf Aleyhisselâm sabih idi
"Ahi Yûsuf esbaha minnî ve ene emlahâ minhu"
hadîs-i şerîfi var.
"Kardeşim Yûsuf benden sabih, ben ondan daha melihim."
Sabih; görünen güzelliğin ismidir, görünen güzellik, sabâhat.
Melâhat; görünmeyen güzellik.
Herkes, sevdiği kadar o güzelliği görür.
Efendî (Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri) buyurdu ki;
"Eğer, Peygamber Efendimiz sallallahu teâlâ aleyhi ve sellemin melâhatı, Yûsuf Aleyhisselam'ın sabâhatı gibi zâhir olsaydı, herkes tarafından görülseydi; insanlar düşer ölür, hayvanlar kaçacak yer arar, onu gören ağaçlar yanar, (aynen Tûr dağı'nda olduğu gibi) kâinât vartaya (tehlükeye, uçuruma) düşerdi. Allahu teâlâ onun için, herkese O'na olan muhabbeti kadar güzelliğini gösterdi de kâinâtın nizâmını bozmadı."

(Süleyman Kuku hoca efendinin sohbetinden nakil...)

İHTİLÂF

İHTİLÂF

"Ma'rûf-i Kerhî hazretleri buyuruyorlar ki;
'İhtilâflı mes'elelerde, sağlam tarafı tutmak, takvâdandır.'
İhtilâflı mes'elerlerde, o izin verilen tarafı değil de sağlam tarafı tutmak takvâdandır."

OSMANLI EDEBİ

OSMANLI EDEBİ

Son devrin âlim ve fâdıllarından Ahmed Mekkî Üçışık (rahmetullahi teâlâ aleyh) Efendi'den, muhterem torunları Taha Üçışık beyefendinin naklidir, efendim.
"İstanbul’da Mimar Sinan tarafından yapılan Şehzadebaşı Camii’nin arkasında, bahçesine neredeyse bitişik Burmalı Mescid diye isimlendirilen bir mescid var.
Onu yaptıran zat Buhari-i şerîf okunması için yaptırmış. Ancak Buhari-i şerîf'e abdetsiz olarak el değmesin diye mescid olarak inşa ettirmiş, ki abdestsiz girilmesin diye.
işte Osmanlı edebi."

ŞEYTÂN'IN BOYNUZU

Resûl-i Ekrem (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz;
"Allah'ım! Şam'ımızı ve Yemen'imizi bereketli kıl"
buyurur. Hâzır bulunan Eshâb-ı Kirâm (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmain) efendilerimiz;
-Necd'imizi de zikr etseniz?
diye arzettiklerinde, Efendimiz aleyhissalâtü vesselam;
"Orada zelzele ve fitneler olacak. Şeytânın boynuzu da oradan çıkacak"
buyurdu. (1)

İbn-i Ömer (radıyallahu teâlâ anh) hazretleri de rivayet ettiler ki;
-Hazret-i Peygamberi eliyle doğu tarafına işaret buyurarak;
"uyanık olun! Fitne orada, fitne orada Şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir" (2)

Necd?
Kraliçelerinin huzurunda el pençe dîvan duranların memleketi.
------
1-Buhârî, Kitâbu Bed'il-halk,3279
2-Buhârî, Kitâbu Bed'il-halk, 3302

İSLAMSIZ TÜRKİYE

İSLAMSIZ TÜRKİYE

Ehl-i sünnete düşman,
Ehl-i sünnete muhalif,
Mezhebsiz ve reformist,
Vehhabi ve Şia...
Şeyh, hoca, profesör...
Kim var ise;
İSLAMSIZ TÜRKİYE PROJESİ'ne hizmet etmekten başka bir şey yapmıyorlar.

SAHÂBE-İ KİRÂMA TA'N

SAHÂBE-İ KİRÂMA TA'N 

Evliyânın büyüklerinden Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretlerinin en meşhur talebelerinden Muhammed Parisâ (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki:
"Eshâb-ı kirâma (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmain) ta'n eden (söven, hakaret eden) bilmeli ve bilinmeli ki bu ta'nın sebebi ve kaynağı onları sevmemektir. Bu, kabukta kalanların ve nefislerine esir olanların, muhalefet azabından ve illetinden kurtulamayanların hâlidir. 
Niceleri bu mübarek simalar hakkında nefsanî ve şeytanî mülahazalarla, asılsız mukayeselerle sözler sarfetmişler, onlardan mukteza-i beşeriyet olarak vuku bulan ârizi halleri hüccet göstererek nicelerinin zihinlerini bulandırmışlar, perişan etmişlerdir. 
Bütün bunların temelinde heva ve isyan tohumu vardır. Resûlullah'a (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) açıktan bir şey diyemeyen O'nun ashabına ta'n ederek zehrini kusar, ortalığı karıştırır." 
(Faslu’l-Hitab fi’l-Muhâdarât)

FIKIH


FIKIH
"Fıkıh; kişinin lehine ve aleyhine olan hükümleri bilmesidir."
(İmâm-ı A'zâm "rahmetullahi teâlâ aleyh")

EMÂNET

EMÂNET

"Adem oğlunun mahlûkatın en şerefli olması, kudsî emaneti taşımaya sahib çıkmasındandır"
(Reşahat aynü'l-hayat,Takdim)