Kur'ân-ı kerîmi yanlış anlamak veya şübhe etmek insânın îmânını giderir

 Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şeriflerden islâmiyeti öğren¬meğe uğraşırken, yanlış anlamak veya şübhe etmek insânın îmânını giderir. İslâmiyyet, doğru olarak, ancak, Ehl-î sünnet âlimlerinin kitâblarından hazırlanmış olan ilmihâllerden öğrenilir. 

(Fetâvâ-i Hindiyye c.5, s.377; 

İbni Âbidîn c.l, s.29)

Kur'ân-ı kerîm büyük bir ilimdir

 Kur'ân-ı kerîm büyük bir ilimdir. Ancak onu, o ilmin mütehassısları anlar. Her Arapça bilenin Kur'ân-ı kerîmi anlaması mümkün değildir..Kur'ân-ı kerîm, uçsuz bucaksız büyük bir okyanus gibidir. İnsanlar da o deryanın ortasında bulunan bir gemideki yolcular gibidir. Yolcuların, (Kaptanda insan, biz de insanız, şu gemiyi istenilen sahile çıkarabiliriz) demeleri elbette çok abestir. Tecrü¬beli kaptan bile, elinde pusulası ve diğer lüzumlu aletleri olmasa, istenilen rotayı takip ederek arzu edilen limana gidemez. İşte insanlar, gemideki yolcular gibidir. Bir kaptan olmadıkça istenilen limana gidemezler. Kaptan, İmâm-ı A'zam hazretleri gibi İslâm âlimleridir. Yolcuların kaptana tâbi olmaları gibi, insan¬lar İmâm-ı A'zam “rahmetullahi aleyh” hazretleri gibi bir İslâm âlimine tâbi olmadıkça Kur'ân-ı kerîme göre amel etmiş sayılamaz. 

(Mevdûât-ül-ulûm c.l, s.455; Hadîka c.2, s.339)

Kendi görüşü ile tefsir

 Kendi görüşü ile tefsir, caiz değil¬dir.Resûlullah'tan "sallallahü aleyhi ve sellem" ve Eshâb-ı kirâm'dan gelen haberlere, âlimlerin tefsirlerine ve tefsir ilminin usûlüne bakmadan ve Kureyş lügatini bilmeden ve hakikat ile mecazî düşünmeden mücmel, mufassal ve umumi veya husûsi olanları birbirinden ayırmadan ve âyeti kerîmelerin indirilme sebeblerini ve nasih, mensuh olduklarını araştırmadan verilen mânayı Allahü teâlânın kelâmı olarak söylemek nasıl doğru olabilir?Tefsir, Kelâm-ı İlâhiden, Murad-ı İlâhiyi anlamak demek¬tir. Kendiliğinden verilen mâna; doğru olsa bile, meşru yoldan çıkarmadığı için hatâ olur. Verdiği mâna yanlış ise, kâfir olur. Hadis-i şerifte "Kur'ân-ı Kerîm'e kendi görüşüne göre mâna veren, Cehennemde azap görecektir" buyuruldu.Müfessirin, 15 mühim ilmi bilmesi lâzımdır. Bu 15 ilmi bilen kimselerin Kur'ân-ı kerîmden çıkaracağı ma'nalara tefsir denmez.Te'vil denir. Çünkü bu ma'nalarda kendi görüşü bulunur. Bu görüşü, kitaba, sünnete ve icmaya uygun olmazsa fasittir, bozuktur. Bugün dünyada bu ilimleri bilen insan yok gibidir. 

(Mevdûât-ül-ulûm c.l, s.455; Ta'rîfât Tevil ve tefsir mad¬deleri; Berîka s.1297; Keşkül; Hadîka c.2, s.239-241)

Sen olmadan Cennete girmem

 Bir kimse, (Allahü teâlâ bana, Cennetini verirse,Yine de, sen olmadan Cennete girmem) dese,Veyahut da (Cennete, filan ile beraber,Gir dense, girmem) dese, o dahi küfre girer.Dünya sıkıntısından kurtulup, rahat etmek,kastıyla intiharda, küfürden korkulur.

( Muhammed Hadimi hazretleri “rahmetullahi aleyh“)

En tehlikeli şey

 En tehlikeli şey, dinsiz ve mezhepsiz kimselerle ve bunların kitapları, gazeteleri ve her türlü yayınları ile beraber olmaktır.Böyle bozuk kimselerden ve yayınlardan, aslandan kaçar gibi kaçmalıdır.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri ;Şeyh İsmail Rumi hazretleri “rahmetullahi aleyh“)

Dördüncü asırdan sonra mutlak ictihad kapısı kapanmıştır

 Dördüncü asırdan sonra mutlak ictihad kapısı kapanmıştır. Ya’ni dört hak mezheb gibi bir mezheb kuracak müctehid gelmemiştir. Ulema (müctehidler) yedi tabakaya ayrılmıştır. Birinci tabaka hariç, zaman zaman diğer tabakalardan müctehidler gelmiştir. Meselâ İbni Âbidîn hazretleri ve Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi hazretleri 7. tabakadan müctehid idi. Çeşitli tabakalardan müctehid gelmiş ve gelebilirse de, yeni bir mezheb kuracak müctehid gelmemiştir ve gelmiyecektir. İstisna olarak Hazret-i Mehdî aleyhisselam âhir zamanda geldiğinde dört hak mezheb tamamen unutulmuş olacağı için, kendisi ictihadda bulunacak ve ictihadı Hanefî mezhebine uygun gelecektir. Mu’teber kitaplarda böyle yazmaktadır. 

(Hucce-tüllah-i alel’âlemîn s.775)

Şalvar giymek

 Şalvar giymek (gözlük kullanmak) gibi bid’attır. Fakat ibâdette değil, âdette bid’at olduğu için günah olmaz. Yani âdet olan yerde şalvar giymekte mahsur yoktur. Âdet olmayan yerlerde giymemelidir.

 (Hadîka c.1, s.143;berîka c.1, s.133)

Hanımınıza karşı yumuşak ve iyi huylu olunuz!

 Hanımınıza karşı yumuşak ve iyi huylu olunuz!Peygamber efendimiz de “aleyhisselam” böyle olanları methediyor.Hadis-i şerifte; (İmanı en kuvvetli olanınız, ahlakı en güzel ve zevcesine karşı en yumuşak olanınızdır) buyuruyor.

(Seyyid Abdullah-ı Dehlevi “kuddise sirruh” hazretleri)

Bu bilgileri öğrenmemek büyük günahtır

 Ey gençler, dünyada ve ahirette saadete kavuşmak için, her şeyden önce (Ehl-i sünnet itikadı)nı öğrenip, imanını buna göre düzeltmek lazımdır.Bundan sonra, ibadet bilgilerini öğrenip, onunla amel etmek ve cenâb-ı Hakkın (celle celâlüh) dostlarını, sevgili kullarını sevmek ve İslam dininin düşmanlarını tanıyıp, onlara aldanmamak lazımdır.Ehl-i sünnet itikadını ve farzlardan ve haramlardan lazım olanları öğrenmek, her Müslümana farz-ı ayndır.Bu bilgileri öğrenmemek suçtur, büyük günahtır.

(Hâcegi Muhammed Emkenegi “kuddise sirruh” hazretleri)

İslâmiyetin terakkiye mani olduğunu söyleyenler

 (İslâmiyet terakkiye (ilerlemeye) manidir, yalnız ibâdet dinidir.) diyenler bu iddiasını ispatlamakla mükelleftir. ispatlayamazsa müfteri olur. Güneş balçıkla sıvanamadığı gibi, İslâmiyetin ilme, fenne verdiği kıymet de inkar edilemez. İslâmiyetin terakkiye mani olduğunu söyleyenler ilimden, islâmiyetten haberi olmayan cahil kimselerdir. 

(Tefsîr-i Kurtûbî)

Bu terazi dünya terazilerine benzemez

 Kıyamet günü, amelleri, işleri ölçmek için, bilmediğimiz bir (Mizan), bir ölçü aleti, bir terazi vardır.Yer ve gök bir gözüne sığar. Sevap gözü, parlak olup, Arşın sağında, Cennet tarafındadır. Günah tarafı, karanlık olup, Arşın solunda, Cehennem tarafındadır.Dünyada yapılan işler, sözler, düşünceler, bakışlar, orada şekil alarak, iyilikler parlak, kötülükler karanlık ve iğrenç görünüp, bu terazide tartılacaktır.Bu terazi, dünya terazilerine benzemez. Ağır tarafı yukarı kalkar. Hafif tarafı aşağı iner. Orada yerçekimi kuvveti yoktur. 

(Mazhar-ı Can-ı Canan “kuddise sirruh” hazretleri)