Bâyezîd-i Bistâmî ( radıyallahü anh ) bir defasında şöyle anlattı: Bizim rûhumuzu, semâlara götürdüler. Cenneti, Cehennemi gösterdiler. Hiçbir şeye bakmadım. Hep Allahü teâlâyı düşünüyordum. Nice makamlardan geçirdiler. Nihâyet ezeliyyet ağacını gördüm. Sonra “Yâ Rabbî! Sana gelebilmem için beni benliğimden kurtar” diye yalvardım. Bana bildirildi ki: “Ey Bâyezîd! Benliğinden kurtulup bana yaklaşman, Sevgili Peygamberime tâbi olmana bağlıdır. Onun ayağının tozunu, gözüne sürme yap. Onun bildirdiği hükümlere uymaya devam et. (Tasavvuf ehli arasında bu menkıbeye Bâyezîd’in mi’râcı” denir.)
Sana Sultân-ül-ârifîn olmak hil’atini ve bana da köpeklik postunu giydirdiler
Bâyezîd-i Bistâmî ( radıyallahü anh ) bir gün, talebeleri ile birlikte, gayet dar bir sokaktan geçiyorlardı. Hazreti Bâyezîd, karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gördü ve geri çekilip köpeğe yol verdi. Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: “İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim üstadımız, Sultân-ül-ârifîndir. Hem de etrâfındakiler onun, her biri çok kıymetli sâdık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen, üstadımızın bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acaba nedir?” Bunun üzerine Hazreti Bâyezîd buyurdu ki: “Şu köpek, hâl lisânı ile bana dedi ki, “Sana Sultân-ül-ârifîn olmak hil’atini ve bana da köpeklik postunu giydirdiler. Bunun tersi de olabilirdi.” Bunun üzerine ben de ona yol verdim.”
Sen bize öyle bir şeyle gel ki, o bizde olmasın
Allahü teâlâya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alâmeti
En büyük nimet müslüman olmak nimetidir
En büyük nimet,“Müslüman olmak” nimetidir. Bundan büyük nimet yoktur. Nimetin bize gelmesine vesile olan kimseye teşekkür etmeliyiz önce.Eğer teşekkür etmezsek, o zaman Allahü teâlâ şükrümüzü kabul etmez. Çünkü insanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmiş olamaz.
(Emir Gilan-ı Vaşi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)
Bilmeden Müslümanlık olmaz
***"İman" ve "ibadet" bilgilerini öğrenmeden önce, roman, hikaye ve benzeri kitapları okumak lüzumsuz ve çok zararlıdır.Emri yapmakta gecikmek, inatçılık ve edepsizlik olur.İslamiyet’i öğren evladım. Bilmeden Müslümanlık olmaz çünkü.Ehl-i sünnet alimlerinin yazdığı "ilmihal kitapları”nı okursan öğrenirsin oğlum.Din, ancak hakiki İslam alimlerinin kitaplarından öğrenilir. Olur olmaz kimselerin, para kazanmak için yazdığı kitapları okursan, zehirlenirsin. Onun için din kitabı alırken, yalnız kitabın ismine değil, kitabı yazanın ismine de bakmayı ihmal etme!
(Seyyid Ahmet Mekki Efendi hazretleri ”rahmetullahi aleyh“)
Din hırsızlarına aldanmayalım
Ehl-i sünnet denilen icazetli o büyük alimlerin,bildirdiği imandan, kıl kadar ayrılanın,azaptan kurtulması, asla mümkün değildir.Zira Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde böyle buyruluyor.Ve din büyüklerimiz böyle haber verdiler.Bunun böyle olduğu, pek kati ve bellidir.Yani ehl-i sünnetten biraz ayrılanların,maksatları din değil, dünyalık olanların;Sözleri, kitapları, zehir gibidir.Onlara aldananlar, imanını yitirir.Dünya makamı için, dini alet ederek;kendine, din adamı edasını vererek,her aklına geleni söyleyip yazanların,Hepsi din hırsızıdır, onlara aldanmayın. Bunlar, yazdıkları kitap ve dergiler ile,okuyan kimselerin, imanını çalarlar.Bu bozuk kitaplara aldanan nice insanlar vardır ki, kendisini Müslüman sanır.Oruç tutar ve beş vakit namazını kılar.Bilmez ki,dinini, imanını çaldırmıştır.Yaptığı ibadetler, indallah kabul görmez.Hiçbir iyiliğine, sevap, ecir verilmez.İmansız kimselere faideleri olmaz.O ise, imanını çaldırmış, haberi yok ki.O halde her Müslüman, uyanık olmalıdır.
Bu kabil kitapları, hiç okumamalıdır.Bir kitabı alırken,sırf kapağına değil , bilhassa (kim yazmış?) olduğuna bakmalıdır.(İcazetli) Ehl-i sünnet bir âlim yazmışsa, almalıdır.Çünkü o âlimlerden, insana fayda vardır.Dinde reformcu veya bid’at ehli bir insan yazmışsa,o kitabın yanından kaçmalıdır .Çünkü bugün ancak, iki cihanda saadete kavuşmak,Ehl-i sünnet olmaya bağlıdır.Bu da, Hak teâlânın resulü, sevgilisi,dünya ve ahiretin iyisi, efendisi olan Resulullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” uymakla olur mümkün.Bu da, ehl-i sünnetin yoludur ancak.Mühim olan, doğru bir iman ve itikattır.Sonra, ibadetleri öğrenmek ve yapmaktır...
(Ebu Ali Rodbari hazretleri “rahmetullahi aleyh” ;Abdurrahman-ı Tahi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)
Ho-parlörle Ezân Okumak
***(İbni Âbidîn)de, imâmın, yüksek sesle okuması vâcib olan yerde, başkalarını râhatsız edecek kadar bağırması günâh olduğu yazılıdır. Ho-parlörle okuyanlar, bu bakımdan da günâha giriyorlar.Ezânın, insan sesinden fazla sesle okunması lâzım olsaydı, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunun çâresini emr ederdi. Çünki, dinde lâzım olan herşeyi bildirmesi, yapdırması vazîfesi idi. Nemâz vaktlerinin geldiğini, hıristiyanlar gibi çan çalarak veyâ yehûdîler gibi boru ötdürerek uzaklara duyuralım diyenler oldu. Kabûl etmedi. (Biz böyle yapmayız. Yüksek yere çıkıp ezân okuyunuz!) buyurdu.Böylece,insan sesinin varamıyacağı yerlere tek bir ezân sesinin ulaşdırılmasına lüzûm olmadığı anlaşıldı. Ho-parlörle uzaklara duyurmağa lüzûm yokdur. Şimdi, ezânı ho-parlör ile okuyorlar. Ho-parlör sesleri birbirine karışarak, ezân oyuncak hâlini alır. Görülüyor ki, ho-parlörle okumak, lüzûmsuz ve zararlı olmakdadır. İslâmiyyetin emrine uyarak her müezzin minâreye çıkıp, sünnete uygun ezân okuyunca, herkes kendine yakın ezânı çok iyi işitir. Uzaklardan ho-parlör sesini duymağa lüzûm olmaz. Ezânı ho-parlörle okuyarak, sesin uzaklardan işitilmesini istemek,ezânın bir yerde okunmasını,her câmi’de okunmamasını istemek demekdir. Zemânımızda,minâresine çıkılıp sünnete uygun ezân okunan bir câmi’ görünmez oldu. Minârede okumamak şehrlere de, köylere de yayıldı.teypden ve radyodan okunan ezân sahîh olmaz. Minâreye çıkıp ho-parlörle okumak da, sünnete uygun değildir.Kur’ân-ı kerîm okumak sünnetdir. Harâma, hattâ mekrûha sebeb olan sünneti terk etmek lâzım olduğu, fıkhda, temel bilgilerden biridir.Kur’ân-ı kerîmi, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın okudukları gibi okumak ve dinlemek ibâdet olur. Başka dürlü okumak ve bunu dinlemek, ibâdeti değişdirmek olur, bid’at olur. Bid’at ise, günâhların en büyüğüdür.......
(Se’âdet-i Ebediyye)
İbadetlerin makbul olması için
Hüseyin bin said hazretleri Buyurdular ki:İbadetlerin makbul olması için sahih olması, şartlarına uygun olması lâzım. Binaenaleyh, şartlarını öğenmek lâzım, ibadetlerin. Şartlarını. Onlara uygun yapmak lâzım. Bir de ihlas ile yapmak lâzım. Niyet, halis niyet ve ihlas. Allahü teâlâ için, Allahü teâlâ emrettiği için, hem şartlarına uygun yapacağız, ibadet sahih olsun diye... Hem de Allah için yapacağız, makbul olsun diye, makbul. Sahih olur ama makbul olmaz, niyet bozuk.
Talha bin Ubeydullah (Radıyallahü anh)
Talha bin Ubeydullah hazretleri, İlk îmâna gelenlerden ve aşere-i mübeşşeredendir. "Talha, ile Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerîfi ile medhedildi... Bu mübarek sahabî, son derece sevimli idi. Orta boylu, geniş göğüslü, yakışıklı bir zattı. İsraf ve aşırılığa kaçmadan iyi giyinirdi. Onun ahlâkının güzelliğine bir misâl olarak şu hadise anlatılır: Ümmi Ebân'la evlendi Eshâb-ı kirâmdan birçok zât güzelliği dillere destan olan Ümmi Ebân hatunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat O hiçbirisini kabul etmedi. Talha bin Ubeydullah teklifte bulununca kabul etti. Sebebi sorulduğu zaman: -Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim olarak çıkar. Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder, diye cevap vermiş ve Hz. Talha ile evlenmişti. Hz. Talha çok büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen gayet az yer, son derece sade giyinirdi. İsraf etmez ve israf edenleri sevmezdi. Bazen de çok güzel elbiseler giyerdi. Hz. Talha, ahlâk, edep ve fazilet bakımından çok yüksek idi. Kalbi Allahü teâlânın korkusuyla ve Resûlünün muhabbetiyle doluydu. Bu muhabbeti aşk derecesinden de çok ötelerde idi. O bu aşkının en güzel isbâtını Uhud ve diğer gazâlarda göstermiştir. Hz. Talha bin Ubeydullah, Uhud Savaşında üstün gayretler, kahmanlıklar göstermişti. Savaş anını kendisi şöyle anlatır: "Gördüm ki, Eshâb-ı kirâm dağıldı. Müşrikler hücûm ettiler ve Resûlullahı her taraftan kuşattılar. Resûlullahın önünden mi, arkasından mı, sağından mı, yoksa solundan mı gelen taarruzlara karşı duracağımı bilemiyordum. Bir önden gelenlere bir arkadan gelenlere koştum onları uzaklaştırdım. Nihayet dağıldılar..."
Uhud Savaşında aldığı ağır yaralar sebebiyle komaya girdi, Resulullahın duasıyla iyileşip, birlikte Medine'ye döndü. Resulullahın vefatından sonra da çok üzülüp tenha bir köşeye çekildi. Yıllar sonra "Cemel Vakası"nda şehid oldu. Hz. Ali harp meydanını gezerken Hz. Talha'yı ölenler arasında görünce çok üzüldü, pek çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve "Ey Talha semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serilmiş olarak görmek bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce ölseydim" buyurdu. Hz. Ali, bizzat namazını kendi kıldırdı...
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
İçimizde en günâhkâr olan kim, biliyor musunuz? *Benim, Been!* En günahkâr benim. Niçin? En yaşlınız benim de onun için.
Çünkü insanın, Allahü teâlâyı unutarak, gafletle aldığı, verdiği her nefes, *Günâh* yazılır kardeşim. Hepimiz gaflet içindeyiz.
Gafletle alınan ve verilen nefesler, hep *Günâh* yazılır. İçinizde, en fazla nefes alıp veren benim, öyleyse içinizde en *Günahkâr* olan da benim.
*******
Büyüklerden feyz alabilmek için bir yol var efendim. Nedir o? Kendini acındırmak.
*Feyz* almak istiyorsan, kendini büyüklere acındıracaksın. Niçin? Çünkü onlar, acırlarsa verirler. Acıdıklarına lütfederler, ihsânda bulunurlar.
Acımadıklarına vermezler. Onların acıyarak bir şefkatli nazarı, kalbleri temizler. Her şeyin bir yolu vardır ya, büyüklerden *Feyz* almanın yolu da budur işte.
Bu gün, atom bombasının yapmadığını, *Güler yüz* ve *Tatlı dil* hâllediyor efendim. Yâni herkesle iyi olmak, iyi geçinmek. Buna diplomasi diyorlar. Bu haslet kimde varsa, o başarılı olur.
Onun için Enver âbi hep başarılı oluyor. Çünkü o, güler yüzlü, tatlı sözlüdür. Zâten bu, mü’min olmanın alâmetidir. *Mü’min*, güleryüzlü olur, tatlı dilli olur. *Münâfık* ise, somurtkan ve asık suratlı olur.
*******
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlânın, bir kuluna vereceği en büyük ni’met, sevdiği bir *Dost*’unu ona tanıtmasıdır. Aynen Eshâb-ı kirâma Peygamber Efendimizi tanıtdığı gibi.
Onun için bu gün, o büyükleri tanıyanlar, Peygamberimizin zamânında dünyâya gelselerdi, hepsi *Eshâb-ı kirâm* olurlardı. Ve bu gün, o büyükleri inkâr edenler, o zaman dünyâya gelselerdi, *Ebû Cehil*’den beter olurlardı.
Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini görmeseydik, Onu tanımasaydık, ne biz olurduk, ne de bu hizmetler olurdu. Çünkü cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde öyle diyor.
Yâni, *Ey habîbim, eğer bu din gelmeseydi, siz evvelce olduğu gibi, kabîleler arasında kavga ederdiniz, birbirinizi öldürürdünüz*, buyuruyor.