Tefsîr için üçüncü misâl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tefsîr için üçüncü misâl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tefsîr için üçüncü misâl

 Tefsîr için üçüncü misâl: (Ayn), göz kelimesidir. Bu kelimeyi tefsîr etmek isteyen, ma’nâlar›n›n en aç›ğ› ile fârisîde karş›l›ğ› (çeşm)dir der. (Ayn) kelimesi arabîde, bilinen görme uzvu ile birlikde, su kaynağ›, alt›n ve gümüş ma’nâlar›nda da kullan›lan bir müşterek ismdir. Çeşm lafz› ise sâdece gören uzv ma’nâs›na gelip, diğer ma’nâlarla ortakl›ğ› yokdur. (Cenb) ya’nî yan ve (vech) ya’nî yüz kelimeleri de bunun gibidir. Bunun için müteşâbih kelimelerin değişdirilmesine karş› ç›k›yor, arabî olarak geldiği şeklde b›rak›lmas›n› lüzûmlu görüyoruz.


Süâl: Ayn ile çeşm aras›ndaki farkl›l›ğ›n bütün lafzlarda olduğunu iddiâ etmek doğru değildir. Zîrâ ekmek ma’nâs›na gelen arabî (hubz) ve fârisî (nân) kelimeleri aras›nda ve et ma’nâs›na gelen arabî (lahm) ve fârisî (gûşt) kelimeleri aras›nda da fark yokdur. Ba’z› lafzlar›n ma’nâlar›nda farkl›l›k var denirse, bunlar› değişdirmeği men’ etmeli, benzer olanlara mâni’ olunmamal›d›r.


Cevâb: Gerçekden bu farkl›l›k bütün kelimelerde değil, ba’z›lar›ndad›r. Arabî (yed) el kelimesi ile fârisî (dest) el kelimesi her iki lügatde, iştirâkde, istiârede ve diğer işlerde müsâvî olabilir. Ancak iş, bir kelimeyi diğeri ile değişdirmenin câiz olup olmad›ğ›na gelince, bu iki kelime aras›ndaki ay›r›m› anl›yabilmek, aralar›ndaki farkl›l›klar›n inceliklerine vâk›f olmak herkes için kolay ve aç›k değildir. Hattâ bu konuda müşkiller çoğal›r. ‹ki kelimedeki farkl›l›k ve benzerlik mahalleri birbirinden ayr›lamaz olur.


Bu durumda önümüzde iki durum vard›r. Yâ müteşâbih lafz› başka lafz ile değişdirmede kap›y› kapatarak ihtiyâtlı davranacağ›z ki, bu değişdirmeğe, tebdîle zarûret ve ihtiyâc da yokdur. Veyâ kap›y› açacağ›z. Halkı oraya süreceğiz. O zemân herkes istediği gibi bir lafz› diğeri ile değişdirerek tehlükeye düşecekdir.


Acabâ bu iki yoldan hangisi dahâ ihtiyâtl›, dahâ sağlamd›r? Üstelik konumuz Allahü teâlân›n zât› ve s›fatlar›d›r. Bana göre bu işin çok tehlükeli bir iş olduğunu kabûl ve ikrâr etmeyen hiçbir akll› ve dindâr kimse yokdur. Tehlüke, Allahü teâlân›n s›fatlar›nda tebdîl ve tefsîr yapmakdad›r. Bundan kaç›nmak lâz›md›r. Nas›l kaç›n›lmas›n ki, şerî’at, boşanm›ş olan kad›na, rahminin berâeti ve nesebin kar›şmamas› için, velâyet ve verâset hükmü ve nesebin terettübü için ihtiyâten iddet beklemeği vâcib k›lm›şd›r. Bununla berâber âlimler, boşanm›ş olan k›s›r kad›n›n, âdetden kesilmiş kad›n›n, bülûğa ermemiş nikâhl› k›z çocuğunun ve ma’zûle kad›n›n [çocuğu olmamas› için hep azl olunmuş kad›n›n] da iddet beklemesi vâcibdir dediler. Çünki rahmin içinde olan› ancak mübâlağa ile gâibleri bilen Allahü azîmüşşân bilir. Nitekim Allahü teâlâ, Lokman sûresi otuzdördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Rahimlerde olan› O bilir) buyurmakdadır.


Eğer biz iddet konusunda tafsîlâta girerek akl yürütme kap›s›n› açarsak [k›s›r kad›n, âdetden kesilen kad›n, bülûğa ermemiş nikâhl› k›z ve ma’zûle kad›n›n, boşand›klar› zemân çocuklar› olamayacağ› için iddet beklemeleri îcâb etmez sonucu ç›kar. Bu ise doğru değildir. Allahü teâlân›n sıfatları ve müteşâbih kelimelerde değişdirme, tefsîr ve te’vîl yolunu açarsak]


o zemân tehlükeli bir işe girmiş oluruz. Hâmile kalmad›klar› hâlde yukarıdaki dört kad›n›n iddet beklemesinin vâcib olduğunu kabûl etmek, kabûl etmeyerek tehlükeli bir işe girmekden dahâ kolayd›r. Bu üç kad›na, iddetin vâcib olmas› nas›l şer’î bir hükm ise, arabî lafzlar›n tebdîlinin de harâm olduğu ictihâd ile sâbit olan şer’î hükmdür. Burada tercîh olunan yol, dahâ önce geçdiği gibi, arabî lafzlar›n değişdirilmesine kapal› olan birinci yoldur.

Allahü teâlâ ve s›fatlar› hakk›nda vârid olan haberlerde ve Kur’ân-ı kerîmdeki lafzlardan murâd olunan ma’nâlarda ihtiyâtl› davranmak, elbette ki iddetdeki ihtiyâtdan ve fukehâ-› kirâm›n bu kabîlden olan ihtiyâtlar›ndan dahâ mühim ve evlâdır.

Eser: İlcâm-ül avâm an ilm-il kelâm

Müellif: İmâm-ı Gazâlî

Terceme: Hüseyn Hilmi Işık