Evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakk’a davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen âlim ve velîlerin on dördüncüsüdür. Hazret-i Hüseyn’in soyundan olup, seyyiddir. Evliyanın meşhûrlarından Muhammed Baba Semmâsî’nin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend hazretlerinin hocasıdır. Buhârâ’nın Sûhârî kasabasında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1370 (H. 772) senesinde Sûhârî’de vefat etti. Kabri oradadır. Büyük bir âlim ve mürşid-i kâmil olup, her ânını İslâmiyet’e uygun geçirirdi. Pek çok kimse sohbetinde ve derslerinde kemâle ulaşmıştır. Üstün hâllerini gösteren menkıbesi çoktur.
Annesi Emir Külâl’e hâmile iken, şüpheli bir lokma yese, karın ağrısına tutulur, o lokmayı midesinden geri çıkarmadıkça, ağrıdan kurtulamazdı. Bu hâl üç defa başına gelince, çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hâmile olduğunu anladı. Bundan sonra yediği lokmaların helâlden olmasına daha çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandı.
Babası Seyyid Hamza, Medine’den gelip, Buhârâ’nın Efşene köyüne yerleşmiş, sâlih bir zât idi. Zamanın en meşhûr evliyası Seyyid Ata, zamanın meşhûrlarından büyük bir cemâat ile birlikte Efşene köyünden geçerken, Seyyid Hamza ile tanışıp dost oldular. Seyyid Atâ’nın her ne zaman oraya yolu düşse, önce Seyyid Hamza’nın evine gider, başkalarıyla daha sonra görüşürdü. Yine bir defasında Efşene köyüne uğramış ve Seyyid Hamza’nın yanına gelmişti. Bu gelişinde kendisine; “Ey kardeşim! Allahü teâlâ sana öyle bir evlât verecek ki, sânı pek yüce olacak. Cihan, baştan başa onun hizmetine girecektir. Bu çocuğun doğduğu zaman, ismini Emîr Külâl koy” dedi. Aradan yıllar geçti. Seyyid Hamza’nın bir oğlu oldu. Seyyid Atâ’nın işareti üzerine, ismini “Emîr Külâl” koydu.
Emîr Külâl, henüz on beş yaşlarında iken güreşmeye heves etmiş ve bu işle meşgul olmaya başlamıştı. Bir gün güreş meydânına çıkıp dönerken, seyircilerden birinin kalbine; “Bu seyyid çocuk güreş ile meşgul oluyor, hâlbuki böyle bir hâlde bulunmak, kendisinin yüksek değerine ve seyyidlik şerefine uygun değildir” şeklinde bir düşünce gelir. Kalbine bu düşüncenin gelmesiyle oturduğu yerde uyur, rüyada; kıyametin koptuğunu ve kendisinin göğsüne kadar bir bataklığa batmış, çıkmaya da gücü yok olarak görür. Fakat, öteden Emîr Külâl hazretleri gelip, elleriyle onu pazusundan tutup, bataklıktan çıkarır. Uykudan uyanınca, güreşi bitiren Seyyid Emîr Külâl hazretleri, ona dönüp; “Senin rüyanda gördüğün gün için pehlivanlık ediyorum; senin gibi çamura ve bataklığa batmış olanları kuvvet ve himmetle kurtarırım” buyurdu. O zât da, hemen Emîr Külâl’in ellerine yapışıp tövbe istiğfar etti.
Yine gençlik yıllarında bir gün, er meydanında güreş tutmakta ve büyük bir kalabalık da onu seyretmekte idi. Zamanın büyük âlim ve mürşid-i kâmili olan Muhammed Baba Semmâsî, tam güreş sırasında oradan geçiyordu. Durup, uzun müddet ayakta onu seyretti. Yanında bulunan talebeleri bu hâle şaşıp, kendi kendilerine; “Acaba bu işle meşgul olanları seyretmesinin sebebi nedir?” diye düşündüler. Muhammed Baba Semmâsî, yanında bulunan talebelerinin kalblerinden geçeni anlayıp buyurdu ki: “Bu meydanda öyle bir mert vardır ki, pek çok kimse onun sohbetinin bereketiyle evliyalık konaklarının üstün mertebelerine kavuşacaktır. Onu bulunduğumuz yola bağlamak istiyorum. Onlar böyle konuşurken, Emîr Külâl’in gözleri Muhammed Baba Semmâsî’ye takıldı. Görür görmez, birdenbire kalbi ona tutulup değişiverdi. Hemen koşup yanına yaklaştı. Muhammed Baba Semmâsî’nin elini öptü. O güne kadar yaptığı bütün hatâ ve günâhlardan tövbe etti ve Muhammed Baba Semmâsî’ye sâdık bir talebe oldu. Bundan sonra, hayâtında yeni ve bambaşka bir safha başladı. Hocasının sohbetinden ve hizmetinden hiç ayrılmadı. Yirmi sene sohbetine ve derslerine devam etti. Her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri, Sûhârî’den beş fersah (30 km. kadar) uzaktaki hocasının ikâmet ettiği Semmâs’a gider gelirdi. Hocasına olan bağlılığı, temizliği, gayreti, ilme olan arzu ve isteği, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Hocasının derslerinde ve sohbetlerinde kemâle ulaştı. İnsanlara doğru yolu gösteren kıymetli bir rehber oldu. Hocası Muhammed Baba Semmâsî hazretlerinin vefatından sonra, yerine geçip, irşada başladı, insanların İslâm ahlâkı ile ahlâklanmasını, kalbin ve ruhun kötü huylardan arınmasını, Allah rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlayan ve bu iş için lâzım olan bilgileri öğreten tasavvuf ilminde çok talebe yetiştirdi.
Şâh-ı Nakşibend Bahâeddîn-i Buhârî, Emîr Kilân, oğlu Emîr Hamza ve Tîmûr Hân da, talebeleri arasındaydı. Bilhassa Bahâeddîn-i Buhârî, onun vasıtasıyla aldığı feyzleri yüz binlerce müslümanın gönlüne akıttı.
Bir gün Seyyid Emîr Külâl, talebeleriyle birlikte evliyanın meşhûrlarından Hayrûn Atâ’nın kabrini ziyarete gitmek için yola çıkmıştı. Yolun bir kısmını yürümüşlerdi ki, yolun ilerisinde heybetli bir aslan ortaya çıkıp, yolda durdu. Aslanı gören talebeler endişelenip, huzursuz olmaya başladılar. Emîr Külâl hazretleri hiç aldırmadı. Aslanın yanına yaklaşınca, yelesinden tutarak yoldan çekip kenara çıkardı. Talebeleri geçtiler. Aslan, Emîr Külâl hazretlerine yaklaşıp, başını yere koyarak, saygı gösterir gibi hareketler yaptı. Sonra oradan uzaklaştılar. Bu hâli gören talebeleri; “Efendim, bu nasıl bir işdir?” diye suâl ettiler. Bunun üzerine hocaları; “Ey dostlarım, şunu biliniz ve dikkat ediniz ki, her kim gerçekten Allahü teâlâdan korkarsa, her şey ondan korkar, zarar vermez. Allah’dan korkmayan kimse, her şeyden korkar. Bir kimse, dâima Allahü teâlâdan korkar ve bu hâlde bulunursa, Allahü teâlâ ona korkutucu bir şeyi musallat etmez. Hattâ o kul Allah’tan korkduğu için her şey ondan korkup, çekinir” buyurdu.
Emîr Külâl, hocası Muhammed Baba. Semmâsî’nin yanında, Semmâs’da bulunduğu sırada, orada oturan bir grup insanla, başka bir köyden bir cemâat arasında anlaşmazlık çıkmıştı. İş kavgaya dökülüp, birinin dişi kırılmıştı. Dişi kırılan kimse ve taraftarları, kırılan dişin diyetini almak için hâkime müracaat etmeye karar verdiler. Fakat önce Muhammed Baba Semmâsî’ye danışalım, kendi başımıza iş yapmayalım, ne buyurursa öyle yapalım dediler. Doğruca Muhammed Baba Semmâsî hazretlerinin huzuruna gidip, durumu arzettiler. “Kırılan dişi verin” buyurdu. Dişi alıp, o sırada henüz yanında talebe olan Emîr Külâl’e kırık dişi verip; “Ey evlâdım, şu işi hallet de, aralarındaki anlaşmazlık bitsin” buyurdu. Emîr Külâl, kırık dişi alıp, evliyanın rûhâniyetini vesîle kılıp, Allahü teâlâya dua ederek, yerine koydu. Hemen o anda, duası bereketiyle diş, eskisi gibi sağlam bir hâle geldi. Dişi kırılan kimse, bu hâdise karşısında hayret edip, dişini kıranları şikâyet etmekten vazgeçti. Yanında bulunanlarla birlikte, yaptıklarına pişman olup, tövbe ettiler ve doğru yol üzere yürüyen sâlih kimselerden oldular.
Bir defasında Buhârâ’daki âlimler hep birlikte Emîr Külâl’i ziyarete karar verdiler. Aralarında; “Eğer Emîr Külâl gerçekten evliya ise, her birimize birer kızarmış kaz, hizmetçilerimize de ördek ikram eder” dediler. Aralarında bulunan Havend Şah da; “Kazı önüme koyduğu zaman, onu parçalayarak yemem için, bana bir de bıçak vermesini beklerim” dedi. Bu düşüncelerle, ziyaret için yola çıktılar. Bu sırada Emîr Külâl’in oğlu Seyyid Hamza, babasına pek çok kaz ve ördek getirdi. Babası dua edip; “Ey oğlum! Buhârâ’da bulunan meşhûr kimseler, bize gelmek üzeredir, hatırlarından geçen ve düşündükleri şeyler var. Sen, şimdi kazları ve ördekleri hemen pişir ve onları bekle” dedi. Nihayet misafirler, Emîr Külâl’in evine gelip oturdular. Bir müddet sonra Seyyid Hamza sofrayı kurup, gelenlerin akıllarından geçirdikleri gibi, önlerine pişmiş kaz ve ördekleri koydu. Bana bir de bıçak verilmesini isterim diye düşünen Havend Şâh’a da bir bıçak verdi. Yemeğe başladılar. Havend Şah, verilen bıçak ile kazı parçalayıp yiyordu. Bir ara, verilen bıçağı kullanırken elini kestirdi. Devamlı kan akıyor, bir türlü durmuyordu. Bu arada hemen Emîr Külâl içeriye girip, Havend Şâh’a; “Sakın bir daha dervişleri imtihan etmeye kalkışma” dedi. Sonra diğerlerine dönüp; “Siz bu kazları benim hazırladığımı zannetmeyin. Bunları size Emîr Hamza getirip, hazırladı. Siz onun mertebesine bakın. Bu yolun büyüklerinin âdeti şöyledir ki, her ne iyilik hâsıl olmuşsa, onu kendinden bilmezler” buyurdu. Bunun üzerine gelenler, böyle düşünerek gelmekle çok hatâ ettik dediler. Yaptıklarına pişman oldular. Emîr Külâl’in büyüklüğünü görerek, hayran olup onu sevdiler.
Emîr Külâl hazretleri; “Ölüm hastalığında iken, talebelerine şöyle vasiyet etti: “Ey kıymetli talebelerim! İlim öğrenmekten ve Muhammed aleyhisselâmın yoluna tâbi olmaktan asla ayrılmayınız. Bu, mü’min için bütün saadetlerin ve nimetlerin vasıtasıdır. Bunun için Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İlim öğrenmek, her müslüman erkek ve kadına farzdır.” Yâni her müslüman erkeğin ve kadının, kendine lâzım olan din bilgilerini öğrenmesi farzdır. Bunlar, sırasıyla şunlardır: 1-îmân ve îtikâd bilgileri, 2-Namazfa ilgili bilgiler, 3-Oruçla ilgili bilgiler, 4-Zengin ise, zekât ile ilgili bilgiler, 5-Eğer zengin ise, hac ile ilgili bilgiler, 6-Ana-baba hakkını öğrenmek. Allahü teâlânın kendisinden razı olmasını isteyen, annesinin ve babasının rızâsını kazanır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Allahü teâlânın rızâsı, ana-babanın rızâsını kazanmakla elde edilir” buyurdu. Bu bakımdan, anne-babanın hakkını gözetmek mühimdir. 7-Sıla-i rahm (akrabayı ziyaret), 8-Komşu hakkını gözetmek, 9-Lâzım olan alışveriş bilgilerini öğrenmek, 10-Helâli ve haramları öğrenmek lâzımdır. Çünkü insanların çoğu, bilmediğinden ve bildiği ile amel etmediğinden helak olmuştur. Şiir:
Dünyâ talihleri, hep hırs ile mest oldular,
Para için, dâim kendilerini bozdular.
Hüdâya yaptıkları ahidleri bozdular,
Hepsi Mûsâ’ya (aleyhisselâm) düşman. Fir’avn’a dost oldular.
İyi biliniz ki, dünyâyı ve dünyâya düşkün olanları sevmeniz, Allahü teâlânın razı olduğu yolda yürümenize manî olan büyük bir engeldir. Dâima Allahü teâlâyı hatırlayıp, O’nu zikrediniz ki, dîninizi dünyâya değişmemiş olasınız. Her hâlde Allahü teâlâdan korkunuz, hiç bir ibâdet Allah korkusundan daha te’sirli değildir. Allahü teâlâdan korkan kimseden çekininiz. Allahü teâlâdan korkmayan kimseden ise, korkmayınız.
Ey dostlarım, dâima Allahü teâlâyı zikrediniz. Allahü teâlâdan başka her şeyi bırakınız. La ilahe illallah Kelime-i tevhidini söylerken, La derken nefyediniz, Allahü teâlâdan başka hiç bir mâbûd olmadığını biliniz. İllallah derken, Allahü teâlânın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu biliniz. Biliniz ki, elbiseyi pak ve arı su temizler. Gönlü de, Allahü teâlâyı zikretmek temizler. Bedeninizi namaz kılmak, malınızı zekât vermek temizler. Yolunuzu, insanların sizden hoşnut, memnun olması temizler, ihlâs sahibi oluncaya kadar ihlâsı, kurtuluşa erinceye kadar da kurtuluşu arayınız.
Biliniz ki, kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helâl lokma yemeye bağlıdır. Helâl lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrafa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve verir, ondan istifâde edilir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: “Bir kimse, hiç haram karıştırmadan; kırk gün helâl yerse, Allahü teâlâ onun kalbini nur ile doldurur. Kalbine nehirler gibi hikmet akıtır. Dünyâ muhabbetini kalbinden giderir.”
Tövbe ediniz. Tövbekar ve edebli olmak lâzımdır. Tövbe ediniz ki, tövbe, bütün tâatların başıdır. Tövbe, sâdece dil ile olmaz! Tövbe işlenen günâhlara kalbden pişmanlık ve bir daha günâhı işlemektir. Allahü teâlâdan dâima korkunuz. Kendi günâhlarınıza bakıp, tövbe ediniz. Başkaları sizden hoşnud olsun. Günâhlarınıza pişman olup, çok ağlayarak tövbe ediniz ki, gerçekten size tövbekar densin. Dünyâda iken günâhlara pişman olup, kulluk vazifesini yaparak âhireti kazanmak lâzımdır. İşte, bütün işin aslı budur. Sevgi ve muhabbet; Allahü teâlânın rızâsını aramak ve kötü işleri terketmek, ahde vefa göstermek, emânete ihanet etmemek, kendi kusurlarını görüp, amelleri ile övünmemek, amellerini görmemek, dâima Allahü teâlâyı zikretmekle meşgul olmaktır. Hiç bir işe, Allahü teâlânın ismini söylemeden (Besmelesiz) başlamayınız ki, âhirette yaptığınız o işten dolayı, utanınayasınız. Bu bakımdan, bir şeye başlarken, önce Besmele çekiniz, sonra işe başlayınız.
Allahü teâlânın emirlerine itaat ediniz. Nerede olursanız olunuz, ilim öğrenmekten ve amel etmekten uzak kalmayınız. Her ne olursa olsun, karşınıza her ne güçlük çıkarsa çıksın, ilmi ve ameli asla terketmeyiniz.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker yâni iyilikleri emredip, kötülüklerden sakındırmak vazifesini yerine getiriniz. Dînin yasak ettiği şeylerden, dîne uygun olmayan işlerden ve bid’atlerden sakınınız. Âyet-i kerîmede meâlen; “Ey îmân edenler! Kendinizi ve evlerinizde ve emrinizde olanları âteşten (Cehennem’den) koruyunuz ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır...” (Tahrim sûresi: 6) buyrulmuştur. Âhirette bunlardan olmamak için çok korkup, sakınınız! Fudayl bin Iyâd’ın şöyle anlattığı rivayet edilir: Havanın çok sert ve soğuk olduğu bir gün, Şeyh Abdüllâm’ı gördüm. Üzerinde ince bir elbise vardı. Soğuk olmasına rağmen, alnından buram buram ter damlıyordu. “Bu soğukta böyle terlemenizin sebebi nedir?” diye sorduğumda; “Bir gün burada bir gühâh işleniyordu. Ona manî olmak istedim. Fakat olamadım. Bunun ızdırabından dolayı ve kıyamet günü bunun günâhından nasıl kurtulurum diye düşünmekten böyle terliyorum” cevâbını verdi. Yâ siz, her gün hem kendiniz, hem de başkaları için nice emr-i mârufu kaçırıyorsunuz, hâlinize bir bakınız.
İşlerinizi, dinimizin emirlerine uygun olarak yapınız. Bir şey yapacağınız zaman, bakınız, dînin emirlerine uygun ise, onu kabul edip yapınız. Uymuyorsa, vazgeçiniz. Bütün işlerin başı, dînin emirlerine yapışmak ve Allahü teâlânın koyduğu hudutları aşmamaktır. Akıllı kimse, kendi hâlini düşünür. İnsanlar ile arasındaki hududa, hakka riâyet eder. Bunu gözetmeyenler için verilecek cezayı bildiren nice âyet-i kerîme nazil olmuştur. Her zaman ve her yerde, bakarken, konuşurken, dinlenirken, gezerken, yerken ve içerken, Allahü teâlâya ve insanlara karşı uyulması gereken bir hudut vardır. Fırsatı ganîmet biliniz, işlerinizi kurtuluşunuza vesîle olacak şekilde yapınız. Helâl rızk kazanmak için çalışınız. Kâfi mikdârda kazanıp, israf ve cimrilik etmeyiniz. Nafakanızda dînimizin emrine uygun olarak ortalama davranınız. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “İşlerin hayırlısı, vasat olanıdır” buyurdu. Helâlinden ve kendi kazancınızdan yiyiniz. Uykunuz gelince biraz uyursanız, ibâdet ve tâat yapmak için dinlenmiş olursunuz. Fakat, Allahü teâlâyı zikretmeden uyumayınız. Resûlullah efendimiz; “Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayırlıdır” buyurmuştur.
Oruç ile ilgili hususa gelince, oruç, senede bir aydır. Şu şartla ki, imsak vaktinden, akşam güneş batıncaya kadar orucu bozan şeylerden sakınmak, şartlarına uymaktır. Bunlardan başka, bir de oruçda uyulması gereken bâtınî şartlar vardır. Bunlar ise; gözü harama bakmaktan, kulağı haram olan şeyleri dinlemekten, eli harama uzatmaktan, ayağı harama gitmekten korumaktır. Orucun hakikati ise şunlardır: Kalbi hased, tama’, nifak, kin, ucbdan korumak, her zaman bunlardan uzak yaşamak ve bilhassa oruçlu iken bu kötü huylardan sakınmaktır.
Diğer bir husus da, zekâtı seve seve vermek ve şartlarına uymaktır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, zekâtını vermiyenin namazının, orucunun, haccının, cihâdının ve hiç bir tâatının kabul edilmiyeceğini bildirmiştir. Cimri kimse, Allahü teâlanın rahmetinden, insanların sevgisinden ve Cennet’ten uzak, Cehennem’e yakındır. Cömerd kimseler ise, Allahü teâlanın rahmetine, kulların sevgisine ve Cennet’e yakın, Cehennem’den uzaktır. Bizim yolumuz budur, dostlarımız bu vasiyete sarılsın. Bizim büyüklerimiz, talebelerine böyle buyurmuşlar ve maksada ulaşmışlardır. Ümîd ediyorum ki; Allahü teâlanın yardımı ile bizim dostlarımız da kavuşur.
Ey talebelerim! İnsanların maksada, saadete kavuşmaktan mahrum kalmalarının sebebi; âhiret yolunu bırakıp, kötü dünyâya sarılmalarıdır. Âhiret saadetini istiyen kimse, doğru îtikâda sâhib olup, bid’at ve dalâlet olan şeylerden uzak durarak ve yaptığı her işten hesaba çekileceğini bilerek, ona göre hareket etmelidir. Ey dostlarım! Gidişatınızdan habersiz olmak kadar kötü bir şey yoktur. Bu hâl, gaflet içinde olmanın delîlidir. Başkalarının habersiz olduğu şey’ler, bu yolun büyüklerine açılmıştır. Onların maksadı, Allahü teâlanın rızâsını aramaktır. Onlar, buna kavuşmuşlardır. Allahü teâlâ, her asırda sevip seçtiği kullarından bir büyük zât yaratır. Bu zâtın vesilesiyle herkesi belâlardan, felâketlerden korur. Ey talebelerim! Şöyle olan zâta talebe olunuz. Böylece dünyâ ve âhiret saadetine kavuşursunuz. Ümmet-i Muhammed’in sallallahü aleyhi ve sellem yol göstericileri olan âlimlere yakın olunuz. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir” buyurdu. Sakın, ilmi ve âlimleri sevmekten uzak kalmayım? Bu, kurtuluş vesilesidir. Resûluilah sallallahü aleyhi ve sellem; “Kim âlimi ve ilmi severse, hatâ işlemez” buyurdu.
Câhiller ile görüşmek, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Sima’ yapıyoruz diyerek hoplayıp, zıplayan kimselerin meclislerinden uzak durunuz. Onlarla oturmayınız. Onlarla sohbet, kalbi öldürür. Bunun için bu yolun büyükleri, bu işten uzak durmuşlardır. Gerçekten sima’ hâlinde olan kimsenin hâli öyledir ki, o anda bıçak çalsan haberi olmaz. Eğer böyle olursa, o kimsenin sima’ hâlinde olduğu anlaşılır.
Ruhsatlardan uzak durup, azimet ile amel ediniz. Ruhsatlar ile amel etmek zayıf kimselerin işidir. Eğer bundan daha çok nasihat isterseniz, Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin nasihat ve yazılarına bakınız. Bu kadar kifayet eder. Akıllıya bir işaret yetişir.
Emir Külâl hazretleri vasiyetini tamamladıktan sonra, oğlu Emir Hamza’yı yerine halîfe seçerek, bunu öteki oğulları ile talebelerine bildirdi. Perşembe günü sabaha doğru vefat etti.
ÇOK DUA ETTİ...
Seyyid Emir Külâl’in dörtbeş yaşlarına girdiği günlerde, Seyyid Ata yine Etsene köyüne gelmişti. Bu sırada çocuklardan bir kısmı sokakta oynuyor, Emîr Külâl de oyuna karışmadan kenarda duruyordu. Seyyid Atâ’yı görünce, koşup yanına geldi. O da elinden tutup, beraberce eve gittiler. Evlerine varınca, Seyyid Ata onu yanına oturttu. Kendi sarığını ikiye bölüp, bir kısmını kendi başına, diğer kısmını da Seyyid Emîr Külâl’in başına sardı. Ona teveccüh ve himmette bulunup, çok dua etti. Emîr Külâl, onun duası ve himmeti bereketiyle, tasavvuf hâl ve mertebelerinden çok nimetlere kavuştu. Sonra da; “Emîr Külâl’in kavuşacağı derecelerin benimkinden üstün olacağını müşahede ediyorum” buyurdu.
EĞER EVLİYA OLSAYDI!
Nakledilir ki, Emir Külâl hazretleri bir imaret yaptırıyordu. Binanın inşâsında pek çok kimse çalışıyordu. Emîr Külâl’in evine gittiği bir sırada çalışanlar; “Emîr Külâl gerçekten evliya ise, bizim her birimize birer sıcak ekmek verir” dediler. Emîr Külâl gelince, yanında hiç bir şey yoktu. Yerine oturunca, binanın inşâsında çalışanlardan bâzıları; “Eğer evliya olsaydı, bizim arzu ettiğimiz şeyi getirirdi” diyerek, aralarında konuşmaya başladılar. Onlar böyle konuşurlarken, Emîr külal hemen ayağa kalkıp; “Ey tahammülsüzler, işte istediğiniz” diyerek, elini koltuğunun altına sokup, her birine sıcak ekmekler çıkarıp verdi. Onlar pişman olup, tövbe ettiler. Bundan sonra, Emîr Külâl hazretleri onlara; “Ey dostlarım, biz arzu ederiz ki, siz bizden âhireti, âhirette kurtulmayı taleb edesiniz. Nefsinizin isteklerini terkediniz ki, âhirette utanıp, mahcûb olmayasınız. Eğer şükr ederseniz, Allahü teâlâ size her istediğinizi ihsan eder. Bu dünyâda ne yaparsak, âhirette onun karşılığını bulacağız. Ey dostlar, dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kimse hevâ ve hevesinden yâni istek ve arzularından vazgeçmedikçe, tuzağına av düşmeyen ve eli boş kalan avcı gibidir. Eğer insan, Allahü teâlâyı unutur, gaflete dalarsa, belâ ve musibete düşer. Yazıklar olsun ki, ömür bitmek üzere olduğu hâlde, insan dünyalık şeylere dalmış, nefsinin esiri olmuş ve âhiret yolculuğunu unutmuş, ihmâl etmiştir” buyurdular.