KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm)-K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm)-K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm)-K

 – K –

● Kabe kavseyn ev ednâ. 2/91.


● Kâdî İyâd, (Şifâ)sında, imâm-ı Mâlikden naklen buyuruyor ki: Eshâb-ı kirâma ve Alî ve Mu’âviye veyâ Amr ibni Âs’a “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” dalâlet ve küfr üzere dil uzatan öldürülür. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Kabr, dünyâ ile âhıret arasında geçiddir, ya’nî vâsıtadır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Kabr azâbı, âhıret azâbları cinsindendir. Rü’yâ elemleri, dünyâ azâbları cinsindendir. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]


● Kabr sıkması ve onda Münker-Nekîrin süâli hakdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Kabr azâbı, kâfirlere ve ehl-i îmânın ba’zı âsîlerine olacakdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Kabrde hâsıl olan hâller, ölüm zemânında hâsıl olan hâllerin üstündedir. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]


● Kabr azâbından ve sevâbından halâs imkânsızdır. [Kabrde yâ azâb veyâ sevâb vardır.] 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Kabr azâbı, bilhâssa, bevlden sakınmıyanlara [üzerine idrar sıçratanlara] ve söz taşıyanlaradır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Kabr üzerine çiçek veyâ ağaç dikmelidir. Bunların tesbîhlerinin sevâbı meyyite vâsıl olur. (İbni Âbidîn.)


● Kaderin ma’nâsı, ortaya getirmek ve yaratmakdır. Yokdan yaratıcı ancak Allahü teâlâdır. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● Kulun kudreti, fi’llerin meydâna gelmesinde te’sîr eder. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● Kudret, işi yapabilecek gücü ve yapmıyacak gücü vardır, ma’nâsınadır. 3/26.


● Âleme kadîmdir [sonradan yaratılmamış] demek küfrdür. 3/57. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]


● Kur’ân-ı kerîme mahlûk diyen kâfir olur. Kur’ân-ı kerîmin harfleri ve kelimeleri, kelâm-ı nefsînin delîlleri olup, bir kısmı önce, sonra olması sebebi ile hâdis ve mahlûkdur.


Bu kelimelerin delâlet etdiği ma’nâlar kadîmdir, mahlûk değildir. 3/120.


● Kur’ân-ı kerîm iki kısmdır. Muhkemât ve müteşâbihâtdır. Muhkemât, islâm ilmlerinin ve ahkâmın kaynağıdır. İkinci kısmı, hakîkat ve esrâr [sırlar] ilminin hazînesidir ki [deposudur ki], te’vîlini ancak râsih âlimler açıklar. Muhkemât, Kur’ân-ı kerîmin kökleri ve meyvâlarıdır, ammâ müteşâbihât maksaddır ve kitâbın özüdür. 2/18.


● Kur’ân-ı kerîm tilâveti, ibâdetlerin üstünüdür. [Tilâvet, insan okumasına denir. Teypden, hoparlörden çıkan sese, okumak değil zırlamak denir. “Elmalı tefsîri”] 3/100.


● Kur’an-ı kerîmde, sâlih amellerden maksad, islâmın beş rüknüdür. 1/304. [Mektûbât Tercemesi: 487.]


● Kur’ân-ı kerîmden ahkâm çıkarmak, evvelâ ibâret-i nas ve işâret-i nas ve delâlet-i nas ve iktizâ-i nas ile anlaşılır. Lügat ehlinden avâm ve havâs bu anlayışda berâberdirler. İkinci olarak, ictihâd vâsıtası iledir ki, müctehid olan âlimlere mahsûsdur. Üçüncü olarak, insanın idrâkden âciz olduğu ma’nâlardır ki, bunun bildirilmesi cenâb-ı Hakdandır ve ancak Peygambere mahsûsdur ki, açıklanması sünnet iledir. 2/55. [Se’âdet-i Ebediyye: 48.]


● Kur’ân-ı kerîmin toplayıcısı Osmân-ı Zinnûreyndir. Belki Sıddîk ve Fârûkdur “radıyallahü anhüm”. 2/23. [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]


● Kur’ân-ı kerîmin adem-i fehminden [anlaşılmamasından] hâsıl olan i’câz ve hidâyet [derin ma’nâ], anlaşılandan hâsıl olmaz. [Anlaşılmıyan kısmın ma’nâsı, dahâ çok olup, anlaşılanın azdır.] 3/29.


● Kur’ân-ı mecîd, islâmiyyetin ahkâmının hepsini kendinde toplamışdır. Geçmiş dinlerin hepsini de kendinde toplamışdır. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● Kur’ân-ı kerîm, inzâl olan bütün kitâbların hepsinin aslı ve en şereflisidir. Zîrâ merkez, dâirenin çevresine göre en şerefli yeridir. 3/100.


● Kurb [yakınlık] ve vüsûl [kavuşmak] ve emsâli sözler, başka kelime bulunamadığı için söylenmişdir. Yoksa, o makâmda, kurb ve vüsûl, şühud [görmek] ve ma’rifet [bilmek] ve cehl [cehâlet] yokdur. 1/279. [Mektûbât Tercemesi: 410.]


● Kurb [yakınlık] ve bu’d [uzaklık] o makâmda birbirinden başka değildir. 1/262. [Mektûbât Tercemesi: 345.]


● Bedenlerin yakınlığı, kalblerin yakınlığında çok te’sîrlidir. 1/207. [Mektûbât Tercemesi: 244.]


● Bedenlerin yakınlığı istenmelidir. Çünki, ni’metin temâmı bu yakınlığa bağlıdır. 1/222. [Mektûbât Tercemesi: 274.]


● Karanfil, tarçın ve sâir şerbetlerin içilmesi yasak değildir. [Çay ve kahve de böyledir.] 1/191. [Mektûbât Tercemesi: 227.]


● Kusûr ve noksanı i’tirâf etmek de bir devletdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Kazâ iki kısmdır: Kazâ-i mu’allak, kazâ-i mübremdir. Kazâ-i mu’allak değişebilir. Kazâ-i mübrem değişmez. 1/217. [Mektûbât Tercemesi: 261.]


● Kazâya râzı olmak, isteğe mâni’ olsa, düâ ile emr olunmamak lâzım gelirdi. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● Kazâ, insanın kudretini ve ihtiyârını yok etmez. Hak teâlânın kazâ eylediğini, kul ihtiyârı ile işler veyâ terk eder. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● Kutb-ul-aktâb, kutb-ı medârdır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Kutba, yardımcıları i’tibâriyle kutb-ul-aktâb dahî derler. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]


● Kutb-ı medâr makâmı, hilâfet makâmına münâsib olan, kemâlât-ı asliyyenin [asl olgunlukların] zılleridir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Kutb-ı irşâd makâmı, imâmet makâmının kemâlâtı zılliyyesidir. [Zılli kemâlâtıdır]. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Kutb-ı irşâd, yukarı çekilerek son mertebeye kavuşdukdan sonra, nefsi kulluk makâmına iner.


Rûhu da, Cenâb-ı Hakka müteveccih olan bir müntehîdir ki, ferd-i kemâlâtı kendisinde toplamışdır. 1/285. [Mektûbât Tercemesi: 415.]


● Kutb, Muhammediyy-ül-meşrebdir. Zâtın tecellîsi Muhammedîler içindir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Kutb-ı ebdâl, İsrâfil aleyhisselâmın ayağı altındadır. Muhammed aleyhisselâmın ayağı altında değildir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● İnsanın latîfe-i kalbi, hakîkat-i câmi’adır. Âlem-i halk ile âlem-i emrin kemâlâtını câmi’dir. [İkisinin kemâlâtını kendisinde toplamışdır]. 2/21


● Kalb, vilâyet lisânında, insanlığın hakîkatlerini toplayıcıdır ki, âlem-i emrdendir. Nübüvvet lisânında kalbden murâd, et parçasından ibâretdir ki, cesedin sâlih olması onun ıslâhına bağlıdır. 2/21.


● Kâmil mü’minin kalbi mekânsızdır. Diğerlerinin kalbi mekânsızlık zirvesinden inip, maddeye [niçin, ne kadara] bağlanmışdır. Mümkinât dâiresine dâhil olmuşdur. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Kalb, rûh ile nefs arasında geçiddir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Kalb, âlem-i halk ile, âlem-i emr arasında geçiddir. 3/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 914.]


● Kalb, hâllerin başlangıcında ve ortasında hislere tâbi’dir. Bunlara sohbetden uzak kalmak câiz değildir. Fekat, sonda, kalbin hisse bağlılığı kalmayıp, hisden uzak olmak, kalbin yakınlığına te’sîr etmez. 1/117. [Mektûbât Tercemesi: 166.]


● Kalbe gelen zulmeti [lekeleri] temizlemek için, tevbe ve istigfâr ve pişmânlık ve ilticâ etmelidir [sığınmalıdır] . En kolay şeklde mümkin olur. 1/171. [Mektûbât Tercemesi: 212.]


● Kalbin itminânı zikr iledir. İsbât ve delîl ile değildir. 3/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 481.]


● Kalbin akla ve nefse bir mikdâr bağlılığı muhakkakdır. 1/41. [Mektûbât Tercemesi: 69.]


● Kalbin, birden fazlaya muhabbeti olmaz. [Kalbin muhabbeti, muhakkak bir şeyedir]. Ve maddelerin çokluğu, mal, evlâd, makâm ve medh olunmak ve insanlar arasında makâm sâhibi olmak gibi muhabbetin çeşidleri ve mikdârları, her ne kadar birden fazla şeye kalbin muhabbetini gösterse de, yine sevgisi birdir ki, o da nefsidir. Ve onlara olan muhabbeti nefsine olan muhabbetin parçalarıdır. Zîrâ, adı geçen eşyâyı kendi nefsi için ister. Nefsine olan muhabbeti yok olsa, onlara muhabbeti dahî yok olur. 1/24. [Mektûbât Tercemesi: 42.]


● Kalb iki hâlden birisindedir. Yâ, îmân edilecek şeylere îmân etmiş, bağlanmışdır. Veyâhud, o îmân edilecek şeyleri inkâr etmekdedir. Îmân edip bağlanmanın alâmeti, îmân edilecek şeylere kalbin râzı olmasıdır. Ve onun sebebiyle göğsün açılması ve ferâhlamasıdır. Küfr ve inkârın alâmeti, tasdîk edilecek şeyleri kalbin sevmemesi ve o sebebden göğsün daralmasıdır. 3/51.


● Kalbde hâsıl olan ma’nâ ve diğer latîfeler [lutfa uğraması] için, hayâlde sûret vardır. 3/119.


● Kalb göze tâbi’dir. Gözü harâmlara kapamayınca, dilin [gönülün] muhafazası zordur. Ve zîrâ kalb gördüğü harâma bağlı oldukca, fercin muhâfazası zordur. Çünki, fercin korunması için, gözü harâmdan korumalıdır; kapamalıdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Kalbin selâmeti, mâsivâyı unutmağa bağlıdır. Öyle ki, bin sene ömrü olsa, eşyâ aslâ hâtırına gelmiye. Bu devlete kalbin fânî olması derler. Ve bu yolda, ilk adımdır. 1/278. [Mektûbât Tercemesi: 409.]


● Kâmil mü’minin kalbi ya’nî ârife olan zuhûr [ârifde görünenler] Arşın nûrlarından alınmışdır. Ve zıllıdir. 3/11. [Se’âdet-i Ebediyye: 917.]


● Kalbde görünenler, Arşın dalgalarıdır, Arşdan aks ederler.


Arşın hakîkati değildir. 1/95. [Mektûbât Tercemesi: 141.]


● Kalb ve Arş, gerçi âlem-i halkda görülmekdedir. Ammâ âlem-i emrdendirler. 1/34. [Mektûbât Tercemesi: 60.]


● Kalbin tasdîk ve yakîni hâsıl oldukdan sonra, zuhûr eden küfr ve inkâra kaynak, nefs-i emmârenin red sıfatıdır ki, makâm sevgisi ve hükm etmek cibilliyetinden ileri gelir. Ve başkasına tâbi’ olmak ve taklîd etmeği kabûl etmeme tabî’atında [yaratılışında]dır. İsteği budur ki, herkes kendini tasdîk etsin, bağlansın. Ve kendi başkasına tâbi’ ve teslîm ve taklîd ile bağlanmasın. [Nefs böyle ister]. 3/51.


● Kalblerin bu dünyâda Hak teâlâdan nasîbi îkândan gayri değildir. [Yakînî bir îmândan gayrî değildir]. Onu rü’yet ve müşâhede zan ederler. 3/90. [Se’âdet-i Ebediyye: 927.]


● Kalb sâlih ise, beden dahî sâlih olur. Kalb fâsid ise, beden dahî fâsiddir. 2/21.


● Kalb cârullahdır [Kalbde Allahü teâlâ tecellî etmekdedir]. Mukaddes cenâbına kalb gibi yakın birşey yokdur. Kalbin incitilmesinden kaçınmak lâzımdır. Mü’min kalbi olsun. Âsî kalbi olsun. Zîrâ komşu eziyyetden korunmalıdır. Allahü sübhânehunun zâten incinmesine sebeb olan küfrden sonra, kalbi incitmek gibi bir eziyyet yokdur. Halkın cümlesi [insanların hepsi] Allahü teâlânın köleleridir. Bir şahsın kölesine hâinlik yapmak ve darb etmek, efendisini incitir. Muhakkak şimdi, mutlak mâlik olan Allahü teâlânın büyüklüğü düşünüldükde, onun mahlûkunda tasarruf eylemek, ancak emr eylediği kadar mümkindir. 3/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 914.]


● Kalb-i hakâyık muhâldir. [Bir şeyin özünü değişdirmek mümkin değildir. Meselâ bakırı altın, cevizi armut yapmak mümkin değildir.] 3/1. [Se’âdet-i Ebediyye: 101.]


● Ay, ışığını güneş ışığından alıyor. 3/118.


● Kamis, ayaklara kadar, dır’, göğse kadar açılan gömlekdir. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]


● Kul hakkı, ne kadar az olsa da, Cennete girmeğe mâni’dir. 2/87. [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]


● Kavme ve celsede tumânînet edeler ki, farz veyâ vâcibdir. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]


● Gadab kuvveti, şehvet kuvveti, hırs, hased, alçaklık ve bil-cümle kalıbın parçaları olan dört unsurun muhtelif tabi’atlarıdır. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Kıyâs ve ictihâd bid’at değildir. Zîrâ, kıyâs ve ictihâd, nasların ma’nâsını açıklar. Bundan başka bir şey ortaya koymaz. 1/186. [Mektûbât Tercemesi: 223.]


● Küçük kıyâmet ölümdür. 1/276. [Mektûbât Tercemesi: 403.]


● Kıyâmet gününde, gökler ve yıldızlar ve yer ve dağlar ve denizler ve hayvan ve bitki ve madenler, hepsi yok olurlar. Bu yok olma birinci nefhada olacakdır. 3/57. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]


● Kıyâmet günü müyesser olan hâller, kabrdeki hâllerin üstündedir. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]


● Kıyâmet, insanların şerlileri üzerine kopsa gerekdir. 2/23. [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]


● Kıyâmetde ahkâm-ı islâmiyyeden süâl olunur. Tesavvufdan olunmaz. 1/48. [Mektûbât Tercemesi: 84.]


● Kıyâmet alâmetlerinin sonuncusu ateşdir ki, Adenden çıksa gerekdir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Kıyâmetde hesâb, önce nemâzdandır. Nemâz dürüst ise, diğer hesâblar kolay geçer. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Kıyâmet yakındır. Zulmetlerin toplanma zemânıdır. Hayrlı olmak ve nûrlu olmak nerededir. 3/106.


● Kâinâtda görülen Cemâl değil, Celâldir. 2/24. [Se’âdet-i Ebediyye: 947.]


● Kâr budur, bunun gayrisi hiçdir. 1/271. [Mektûbât Tercemesi: 386.]


● Kâfirlerin âdetlerini yapan ve merâsimlerine hurmet eden bir kimsede, o esnâda zerre kadar dahî îmân var ise, Cehenneme gider.


Ammâ o zerre îmân bereketi ile, ebedî azâbdan kurtulur. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]


● Kâfirlerin belli günlerinde, küfr ehlinin âdetlerini yapmak ve ehl-i küfrün hediyyelerine benzer hediyyeleri kızlarının ve oğullarının evlerine göndermek ve kaplarını kâfirler gibi o zemânlarda boyamak şirk ve küfrdür. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Kâfirlerin, kendilerinin değer verdikleri günleri ta’zîm ve o günlerde yehûdîlerin belli âdetlerini yapmak, şirki gerekdirir ve küfrü îcâb etdirir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Kâfirlerin perîşân sözlerinden üzülmiyeler. “Herkes, kendine uygun işi yapar.” [Âyet-i kerîme meâli]. İyi ve kötü sözlerine karşılık vermemelidir. 1/204. [Mektûbât Tercemesi: 243.]


● Kâfirlerle karışmakdan kurtulmağa çâre yokdur. Bu karışma sebebiyle, ehl-i islâmı necs bilmiyeler. 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]


● Kâfirlerle karışmak, görüşmek, zarûret mikdârı olmalıdır. 1/265. [Mektûbât Tercemesi: 349.]


● Kâfirlerin yiyecek ve içeceklerinin harâm olmasına hükm verenler, kendilerini onu işlemekden korumaları imkânsızdır. 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]


● Kâfirler, yalnız dâr-ül-harbde sâkin olanlar değildir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Kâfirlere Hak teâlânın düşmanlığı, zâtîdir. Nefsin arzûları ve diğer kötü amellerden hâsıl olan kötülüğü ise, sıfatları sevmez. Bunlara düşmanlık sıfata âiddir. Rahmet sıfatı, zâtın düşmanlığını ortadan kaldırmaz. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Kâfirlere, islâmiyyetin ahkâmını tatbîk etmek, kaf dağı kadar ağır gelir. 2/95.


● Mahrûm ve fakîr kâfirin sebebi şudur ki, kâfir, Hüdânın düşmanıdır. Ve dâimî azâba müstehakdır. Ve dünyâda azâbın kaldırılması ihsân ve ni’met-i ilâhîdir.


Kâfirlerin ba’zısına, hem azâbını kaldırarak, hem de lezzet bahş ederek, ba’zısının yalnız azâbını kaldırarak dünyâda fırsat verirler. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Kâfirlerin ba’zısının hakîkatinde sevgi olduğu için, cezbe görülür ise de, islâmiyyete uymadıklarından, ebedî hüsrâna düşeceklerdir. 1/117. [Mektûbât Tercemesi: 166.]


● Tarîkati inkâr eden dahî, Allahü teâlâyı bir bilip, mâsivâyı yok ve fânî kılmışdır. Böylece ârifdir, fekat tam ârif değildir. 3/91.


● Kibr, alçak sıfatların en kötüsüdür. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Büyük günâh işlemek küfr değildir, fıskdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Büyük günâh işleyen îmândan çıkmaz. İmâm-ı a’zamdan süâl olunan kıssa. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Büyük günâhların ısrarı, insanı küfre götürür. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Büyük günâh sâhibi, Allahü teâlânın irâdesine kalmışdır. İsterse, afv eder. Dilerse, azâb eder. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Büyük günâh sâhibinin azâbda ebedî kalması, harâma halâl demesinden dolayıdır [inkâr etmesidir]. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Kitâbullahdan sonra, kitâbların en sağlamı Buhâriyyi şerîfdir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● “Kitâb-ı fıkarât” Hâce-i ahrârındır. 1/290. [Mektûbât Tercemesi: 447.]


● Yalan ve iftirâ, bütün dinlerde harâmdır. Ve bu harâmları işleyenlere azâblar bildirilmişdir. 3/34. [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]


● Kerâmet hakdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Kerâmet ile istidrâc arasındaki fark. 1/107. [Mektûbât Tercemesi: 191.]


● Kerâmetin çokluğu iki şey üzeredir. Yükselirken çok yükselip, inerken az inmekdir. [Urûcun çok olması, nüzûlün az olması.] 1/216. [Mektûbât Tercemesi: 259.]


● Kerâmet, yakîni kuvvetlendirmek içindir. Yakîn verilmiş [ihsân edilmiş] olan için kerâmete hâcet yokdur. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Kürsî-yi ilâhî, âlem-i emrden değildir. Zîrâ arşdadır. Göklerden de değildir. 2/76. [Se’âdet-i Ebediyye: 915.]


● Kerîmlerin keremine behâne [ufak bir sebeb] kâfîdir. 2/90.


● Kesb olunan amellere, a’zâların şâhidliği hakdır. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Keşfde hatâ vardır. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Keşf ve ilhâm, başkasına hüccet değildir. Ammâ müctehidin kavli, başkasına hüccetdir. 1/31. [Mektûbât Tercemesi: 52.]


● Kâ’be, zuhûrların ve Arşa olan tecellîlerin üstüdür. 2/72.


● Kâ’be, dıvar, direk ve taşdan ibâret değildir. Bunlar olmasa, yine Kâ’bedir. Ve kendisine doğru secde edilen yerdir. 3/100.


● Kâ’be, sûretâ dünyâdandır. Hakîkatde âhıretdendir. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]


● Kâ’be, Ravda-i mütahharadan efdaldir. 2/72.


● Kâ’benin hakîkati, te’ayyün mertebelerinin üstünde olup, sırf nûrdur. 3/100.


● Kâ’benin hakîkati. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]


● Kâfirleri azîz tutan, müslimânları tahkîr etmiş olur. 1/193. [Mektûbât Tercemesi: 229.]


● Küffârı [kâfirleri] azîz tutmak, meclislerine hurmet ve sohbetlerine devâm etmek ile olur. 1/163. [Mektûbât Tercemesi: 200.]


● Kâfirlerden şeyler süâl edip, hükmlerinin îcâbıyla amel eylemek, o düşmanları son derece yükseltmekdir. 1/163. [Mektûbât Tercemesi: 200.]


● Kâfirlerin kötülenmesinde yazılmış şi’rleri okumak câizdir. 1/139. [Mektûbât Tercemesi: 181.]


● Kâfirlere âhıretde asla merhamet yokdur. 2/220.


● Kâfirlerin dünyâda merhamete kavuşmaları, görünüş i’tibâriyledir. Hakîkatde hîledir, istidrâcdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Kâfirlere dünyâda hâsıl olan ni’metler, onların harâb olmaları için, istidrâc yolu ile, ni’met şeklinde gösterilmişlerdir. Tâ ki, yüz çevirme ve dalâletde gark olmaları içindir. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Kâfirlerin düâları bâtıldır. Kabûl edilmez. Kabûl olma ihtimâli yokdur. 1/163. [Mektûbât Tercemesi: 200.]


● Kâfirlerin cezbeden nasîbi olduğu. 3/118.


● Kâfirlere nefslerinin parlaması vaktinde, gaybî işlerin meydâna gelmesi istidrâcdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Kâfirlerin te’ayyünlerinin başlangıcı mudıl ismine te’alluk eder [bağlanır]. 3/114.


● Dedi-koduya kıymet verilirse, söz taşıyanlardan kurtulmak mümkin değildir. Ve ihlâsa kavuşmak da, mümkin olmaz. 1/229. [Mektûbât Tercemesi: 281.]


● Küfr, nefs-i emmâre arzûlarından kaynaklanır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Muvakkat [geçici] bir küfr için, ebedî azâbla cezâlandıracağının sebebini [hikmetini] Allahü teâlâ bilir. Yaratılmışların ilmi buna yetişmez. 1/214. [Mektûbât Tercemesi: 257.]


● Küfrden başka günâhlar için, ebedî azâb bildiren âyet-i kerîmeler; o günâhı işlemekde, hiçbir sakınca görmemek ve islâmiyyetin emr ve yasaklarını aşağı görmek gibi küfr şâibesinden [bulaşmasından] dolayıdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Küfr, her tarafı kaplamadıkça ve açıkdan yapılmadıkça Mehdî “aleyhirrahme” gelmez. 2/68. [Se’âdet-i Ebediyye: 398.]


● Küfr ve islâmın ahkâmının ikisini de berâber yapan müşrikdir. Küfrden uzak durmak, islâmın şartıdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Küfrün her çeşidine tutulmuş olan muayyen bir şahsa, islâm ihtimâli var ise, Cehennemlik demeyip, la’net etmemelidir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Küfrü doksan dokuz vechi ile zâhir [açık] ve bir vech ile islâm olan kimseyi, küfr ile hükm eylememeli. [Bir işinden veyâ bir sözünden yüz ma’nâ anlaşılsa, doksandokuzu küfrünü, biri îmânını gösterse, îmânlı olduğunu anlamalı]. 3/38. [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]


● Küfr, dinleri inkârdır. Şirk, bir küfrdür ki, mutlak küfrden dahâ ileridir. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]


● Küfr, zarûrî olan dînî vecîbeleri ve meşhûr olan islâm dîninin ahkâmını inkâr ve dinden olduğu zarûrî olarak bilinen nesneyi kabûl etmemekdir. 3/38. [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]


● Tarîkat küfrü, hakîkî sevgilinin muhabbetinin galebesinden doğduğu için, makbûldür. 2/95.


● Tarîkat küfrü sekr, islâm-ı hakîkî sahvdır. 3/46.


● Hakîkî küfr, Hâlık ile mahlûkun başkalığını görmemekdir. 1/245. [Mektûbât Tercemesi: 303.]


● Bir kelâm ki, onda sıra ola. Öncelik ve sonralık ola. Bunlar, sonradan olma alâmetlerdir. Hak teâlâdan sâdır olmaz. Mûsâ ve Cebrâîl aleyhimesselâmın işitdikleri kelâm-ı ilâhîdir. Ammâ, o kelâmların Hak sübhânehuya nisbeti, mahlûkun Hâlıka nisbeti gibi idi. Kelâmın söyliyene nisbeti gibi değil idi. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Kelâm-ı ilâhî te’vîl olunur. Kelâm-ı ilâhînin tefsîri nakl ve işitmekle şartlıdır [olur]. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]


● Kelâm-ı lafzî, kelâm-ı nefsî gibi, Hak kelâmıdır. Bunu inkâr eden de kâfir olur. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Kelâm-ı ilâhî, ba’zı büyükler için, tâbi’ olmak ve vâris olma yolu ile meydâna gelir ki, bu kelâm ilhâmın rûha bağlantılı olması ve melek ile olan kelâmın gayrıdır. 3/120.


● Kulun kelâmını, Allahü teâlâ, harf ve kelimelerin önceliği ve sonralığı ve vâsıtası olmaksızın işitir. 3/120.


● Gülistân ve Bostan gibi kitâbların öğrenilmesi ve öğretilmesi, kelâm ilmi akîdelerini [îmânı] ve fıkh ahkâmını öğretmeğe göre lüzûmsuzdur. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● “İki kelime vardır. Söylemesi çok kolaydır. Terâzîde çok ağır gelirler. Allahü teâlâ, bu iki kelimeyi çok sever. Sübhânallahi ve bi hamdihi, sübhânallahil’azîm.” Hadîs-i şerîf. 1/308. [Mektûbât Tercemesi: 493.]


● Kelime-i temcîd, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” ile elem ve kötü şeyleri def’ eyliyeler. 2/32. [Se’âdet-i Ebediyye: 427.]


● Kelime-i temcîd okumak, cin şerrinden muhâfaza eder. 1/174.


● Kelime-i tenzîhi, “Sübhânallahi ve bi hamdihî”yi her gün yüz def’a okumalı. “Hadîs-i şerîf.” 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Kelime-i tevhîd, Allahü teâlânın gadabını söndürür. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]


● Kelime-i tevhîdi tasdîk edip, zerre îmân hâsıl eden kimse küfr âdetlerine ve şirk pisliklerine bağlanmış olsa dahî, ümmîddir ki, ebedî Cehennemden kurtulur. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]


● Tevhîd kelimesinden murâd, bâtıl ilahlara ibâdeti yok etmek ve Hak sübhânehûnun ma’bûdiyyetini isbâtdır. [İbâdet edilecek yalnız O vardır.] 1/63. [Mektûbât Tercemesi: 99.]


● Kelime-i tevhîd, terâzinin bir kefesine, gökler ve yer diğer kefesine konsa, bu kelimenin kefesi, diğer kefeden ağır olur. “Hadîs-i şerîf.” 2/9 [Se’âdet-i Ebediyye: 372.], 2/37 [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]


● Kelime-i tevhîd, tarîkat ve hakîkat ve islâmiyyeti ihtivâ etmekdedir. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]


● Kelime-i tevhîdde, “Lâ ilâhe”nin ma’nâsı, Hak üzere başka ma’bûd yok demekdir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]


● Kelime-i tevhîdin ma’nâsı, tarîkatda, sona kavuşmuş olanlara göre, Allahdan başka ma’bûd yokdur ki, islâmiyyet dahî böyledir. Başka mevcûd yokdur, başka maksûd yokdur demek, başlangıcda ve yolda [ortada] olanlara göredir. 3/77.


● Kelime-i şehâdeti, sâdece söylemek kifâyet etmez. Bunu münâfıklar da ağızlarına alırlar [söylerler]. Emrlere uymak lâzımdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Ba’zı oruc tutanlar vardır ki, onun orucdan eline geçen, açlık ve susuzlukdur. “Hadîs-i şerîf.” 2/53.


● Bizim aklımızın ölçüsüne göre, bilinen kemâlât, noksanlığın kendisidir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]


● Zâhirî kemâlât ile bâtınî kemâlâtı bir arada bulunduran kimse kibrit-i ahmerdir. [Bulunmaz bir hazînedir.] Ya’nî azîz ve nâdirdir. 2/57.


● Vilâyet olgunluklarında, nefs mutmainne iken, bedenin maddeleri, serkeşlik ve isyândan uzak [kurtulmuş] değildir. Nübüvvet kemâlâtında, bedenin maddeleri de, aşırılıkdan kurtulmuşlardır. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Vilâyet kemâlâtı, sâlik yükselirken, birbirinden ayırd edilip, bir asldan diğer asla, ilerlemekdir. Nübüvvet kemâlâtı başlayınca, mu’âmele-i icmâl ve besâtat-i sırfa [işin özüne ve basitliğe] vâsıl olur. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Vilâyet kemâlâtını ikmâl edenlerin [temâmlıyanların] ba’zısını, hilâfet makâmı ile şereflendirirler. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]


● Kemâlât-ı vilâyet, kemâlât-ı nübüvvetin [vilâyet üstünlükleri, nübüvvet üstünlüklerinin] sûreti olup, farkı bedendendir. 2/71.


● Nübüvvet kemâlâtına kavuşduran yollar ikidir: Birisi vilâyetin, geniş bir şeklde kemâlâtını kat’ederek, tecellîlerin ele geçmesinden sonradır. Diğeri, vilâyet kemâlâtı arada olmaksızın kavuşulup, Peygamberlere ve tâbi’lerine mahsûsdur. 1/301. [Mektûbât Tercemesi: 480.]


● Nübüvvet kemâlâtını temâm eyleyenlerden ba’zısını imâmet makâmı ile şereflendirirler. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Nübüvvet kemâlâtı, âfâk ve enfüsün ötesindedir. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]


● Nübüvvet kemâlâtında yükselirken, bâtın Hak sübhânehuya karşı olup, zâhir halk tarafınadır. İniş vaktinde halka karşı olur. Ve temâmen, insanları Hak celle ve a’lâya da’vet buyurur. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]


● Kemâlât-ı zâtiyye, zât-i teâlâ mertebesinde, zâtın kendisidir. Meselâ, ilm sıfatı o derecede zâtın aynıdır. Aynı şeklde, diğer sıfatlar da böyledir. Ve zât-i teâlâ temâmiyle ilmdir. Temâmiyle kudretdir. Ve ilâhir... olup, zât-i teâlânın bir kısmı ilm ve ba’zı diğeri kudret ve... ilâhir değildir. Parçalanma [cüz’lere bölünme] mümkin değildir. 3/26.


● Kemâlât-ı zâtiyye, ilm mertebesinde, açıklanmış ve ayırt edilmişdir. Ve ikinci mertebede, zıllî varlık peydâ eyleyip, sıfat diye ismlendirilmişdir. 2/1.


● Çöpçü, attârın kokularından nâhoş olur [hoşuna gitmez]. 3/98. [Se’âdet-i Ebediyye: 755.]


● Günâha ikrâr edip, ona kanâ’at eyleyen münâfıkdır. [Günâhını anlatır, tevbe etmez]. Îmânın sûreti, ondan azâbı kaldırmaz. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]


● Günâhlar eğer, zinâ, alkollü içki içmek, müzik ve eğlence ve yabancı kadınlara bakmak ve abdestsiz Kur’ân-ı kerîmi tutmak ve bid’at i’tikâd gibi, Allahü teâlânın hakkı olup, kulun hakkına, hukûkuna âid olmazsa, onların tevbesi, pişmânlık, istigfâr ve özr dilemek iledir. Ammâ, farzların terkinde, kazâsı lâzımdır. Kulların hukûkunun tevbesinde, hukûku sâhibine veyâ vârislerine geri vermeli, halâllaşmalı, vârisi olmazsa, fukarâya, sâhibinin veyâ mazlûmun niyyetine vermeli, sevâbını ona bağışlamalıdır. 2/66. [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]


● Günâhların başı, dünyâ sevgisidir. 1/110. [Mektûbât Tercemesi: 161.]


● Küçük günâhda ısrar, büyük günâha yol açar. Büyük günâhda ısrar, küfre götürür. 2/53.


● Kenz-i fârisî risâlesi, fârisî bir fıkh kitâbıdır. 1/29. [Mektûbât Tercemesi: 47.]


● Sâbit yıldızların hareketi, doğudan batıya doğrudur. 2/68. [Se’âdet-i Ebediyye: 398.]


● Gecenin yarısını uyku için, ikinci yarısını ibâdet ve tâ’at için ayırıp, tahsîs edeler. Eğer böyle bir gayrete kudreti yoksa, gecenin üçde birinde uyanık bulunalar ki, yarıdan sonra, altıda birine kadardır. 3/102.