KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -Z etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -Z etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -Z

 – Z –

● Zânî-i bekrin [zinâ yapan bekârın] haddi [had cezâsı] yüz tâziyânedir. [Yüz sopadır.] Eğer, yüzbir değnek darb olunsa [vurulsa] zulmdür. 3/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 914.]


● Zâhid, dünyâya gönül bağlamadığından, insanların en akllısıdır. 1/50, 1/215. [Mektûbât Tercemesi: 86, 258.]


● Zekâtın kalîli [çok azı] yüzbinlerce nâfile sadakadan efdaldir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Zekâtın verilmesinde, açıkdan [âşikâre] vermek evlâdır ki, insan iftira’dan kurtulur. Nâfile sadakayı gizli vermelidir ki, kabûl ihtimâli fazla olur. 2/82. [Se’âdet-i Ebediyye: 100.]


● Zekâtdan mahsûb olmak üzere, bir dank tasadduk eylemek, nâfile altından dağ kadar tasadduk eylemekden bir kaç mertebe efdaldir. 1/29. [Mektûbât Tercemesi: 47.]


● Zekâtın verilmesinde kolay yol budur ki, malından fukarânın hakkı olanın bir seneliğini zekât niyyeti ile ayırıp, [zekâta niyyet edip], dilediği zemânlarda fakîrlere vermelidir.


Bu takdîrde, her verişde niyyet lâzım değildir. Zîrâ, bir senede fukarâya ne kadar vereceği ma’lûmdur. Ama verdiği mal zekât niyyeti ile ayrılmış olmasa, zekât olmaz. [Ayırırken niyyet etmek yetişir.] 1/73. [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● Zemân-ı cehâletde [câhiliyye zemânında], nisvân [kadınlar], fakîrlikden korkup, kızlarını öldürürlerdi. Bu kötü amel, haksız yere câna kıymak olduğu gibi, evlâd hakkını da tanımamakdır. Bu her ikisi de büyük günâhdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zemân, o makâmda yokdur. 1/296. [Mektûbât Tercemesi: 475.]


● Zemânı üç şeyden biri ile ihyâ etmelidir. 3/2.


● Zemîni iki günde ve ondan sonra semâvâti de iki günde halk etmişdir. Ya’nî yoklukdan vücûde getirmişdir. 3/57. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]


● Zinâ, bütün dinlerde çirkin ve men’ edilmişdir. Zinâ edenlerden, yüz güzelliği, parlaklık, nûrâniyyet ve safâ yok olur. İkinci olarak, fakîrliğe mübtelâ olur. Üçüncü olarak, ömrün noksan olmasına sebeb olur. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zinây-ı basar [gözlerin zinâsı, görmek zinâsı], harâmlara bakmakdır. Elin zinâsı, harâmları tutmakdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zenân [kadınlar] zevcelerinin mallarından, onlardan iznsiz tasarruf ve çekinmeden telef ve sarf eylemekle, hırsız olmuş olup, hırsızlık büyük günâhını işlemiş olurlar. Ve bu hâl, bütün kadınlarda sâbit ve bu hıyânet bütün kadınlarda var demek mümkindir. Bu günâhda, onların, bunu halâl saymaları ile küfr korkusu vardır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zen [kadın] ve ferzendden [çocukdan] geçip, onların idâresini Allahü teâlâya bırakmak gerekir. 1/138. [Mektûbât Tercemesi: 180.]


● Zenânın [kadınların] yabancı erkekle, nezâket ile ve yumuşak sesle konuşmalarını Kur’ân-ı kerîm men’ buyurmuşdur. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zenân [kadınlar] gerek erkek, gerek kadından olsun, ehlinden gayrileri için, kendini süslemesi doğru değildir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zenânın [kadınların] zînetleri olan altın ve gümüş dahî, erkeklerin istifâdesi içindir. 1/191. [Mektûbât Tercemesi: 227.]


● Zındık, gâyesi hakkı iptâl etmek olandır ki, ahkâmın pek çoğunda Hadîs-i şerîfler söyleyip, ahkâm-ı islâmiyyeyi bunlara [ya’nî söylediklerine] münhasır kılmışlardır. Kendi bilmediklerini dinden kabûl etmezler. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● Zevce Cennetde zevcinin yanındadır. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Zeynüddîn-i Taybâdî, tarîk-i ilmden [ilm yolundan] vâsıl olmuşdur. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]


● Zeynüddîn-i Taybâdî, mevlânâ Nizâmeddîn-i Hirevînin talebesi idi. Ahmed Nâmıkînin rûhâniyyetinden feyz aldı. 271 de vefât etdi. 2/46.


● Zîver-i zenânda dahî [Kadınların zîneti için de] zekât vermek lâzımdır. 3/34. [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]

KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -Z

 – Z –

● Zâtdan murâd mâhiyyet ve hakîkatdir. 2/45 [Se’âdet-i Ebediyye: 966.]


● Zât-i şey oldur ki [birşeyin aslı oldur ki], şey’in cemî’i vücûh ve i’tibârâtından her ne ki i’tibâr oluna, zât-ı şey, onların cemî’inin mâverâsıdır. Her ne ki onda isbât oluna, vücûh ve i’tibârâtda dâhildir. 3/80


● Zât-i teâlâya hiç adem mukâbil değildir. 3/64


● Zât-i teâlâ, nefs-i vücûdda ve vücûdün tevâbi’ı olan [Zât-ı teâlâ, vücûdün kendisinde ve vücûdun tâbi’leri olan] diğer kemâlâtda [Hayât, ilm, kudret, sem’, basar ve irâdet ve kelâm ve tekvîn gibi] kendi kâfîdir. Ve bu kemâlâtın husûlinde [meydâna gelmesinde] sıfât-i zâideye muhtâc değildir.


Böyle olmakla berâber, sıfât-ı kâmile-i zâide dahî Hak teâlâ için kâindir [diğer sıfat-ı kâmile dahî Hak teâlâ için vardır]. 3/26


● Zât-i teâlâ muvâtât ile söylenir, iştikâk ile söylenmez. Ya’nî Zât-i ilâhî ilmdir denir, âlimdir, denemez. 1/234 [Mektûbât Tercemesi: 286.]


● Zât-i ilâhînin arada ismler olmadan, mahlûklar ile hiç ilişiği yokdur. 1/208 [Mektûbât Tercemesi: 245.]


● Zât-i ilâhîde mertebeler düşünmek, felsefecilerin sözlerine benzer. Keşfleri doğru olan Evliyâ, Zât-i ilâhîyi tam basît bilirler. Ayrılık, gayrılık ismlerde olur, derler. 1/125 [Mektûbât Tercemesi: 170.]


● Zât-i Hak teâlâ, bir emri bir i’tibârı mülâhazasız câmi’i cemî’i kemâlâtdır [zâtında bütün kemâlâtlar vardır]. Belki aynı kemâldir. Zât-i ilâhî, sıfât-ı kemâlden herbiri renginde zuhûr buyurursa, zâtın ba’zısı bir sıfatla ve ba’zı diğeri sıfatı uhra ile muttasıf demek değildir. Zât-i teâlâ hep ilm, hep kudret, hep irâde.... ilâhirdir. 3/100


● Zât ve sıfat-ı ilâhî mertebesinde sıfat ve ittisâf mülâhazası kâin değildir. Ne zâtda mevsûfiyyet ve ne sıfatda sıfâtıyyet mevsûfdur. Vücûdün ve vücûb-i vücûdün bulunmadığı vaktde, sıfat için mecâl muhâl olur ki vücûdun nev’leridir. Ol mertebede hayât, ilm.... ve ilâhire hep nûrdur. 3/113


● Zât-i teâlâ ve tekaddes, husûl-ı kemâlâtda kâfî ise de eşyâyı tekvîn ve tahlîkde sıfât-ı zâide lâzımdır. Çâre yokdur. Zîrâ, Zât-i teâlâ nihâyet-i tenzîh ve takdisdedir ve gâyet azamet ve kibriyâîdedir. Ve onunçün kemâl ve gınâ ve eşyâya kemâl-i adem münâsebeti sâbitdir. Eğer tevassut-ı sıfât olmasa, bir şeyin husûli mutasavver olmaz idi. Zîrâ ki, Zât-i teâlânın satevât-i eşi’a-i envârında eşyânın helâk ve fenâ ve inhirak ve inhidâmından gayri nasîbi yokdur. Âlemin vücûd-ı hâriciyesine vesîle olmağa sıfat-ı hakîkî gerekdir ki, kemâlât-i zâtiyeyi kendi vesâili ile merâyây-ı âlemde cilvesâz edeler. 3/26


● Zât-i sübhânehu için âlemden gınâ-yı zâtî vardır. Ba’zı merâtib-i esmâ ve sıfatda bu nisbet mutasavver değildir. 3/110


● Zât-i teâlâya vusûl-i bîçûnî ile vusûlda, bir şeyin tavassut ve haylûleti yokdur. 3/118


● “Zâkirleri [zikr edenleri] ve onlarla birlikde olanları Hak teâlâ magfiret buyurdu.” Hadîs-i şerîf. 1/203 [Mektûbât Tercemesi: 241.]


● Zikr, gafleti tart etmekden ibâretdir. Zâhir [beden] başlangıcda ve nihâyetde zikre muhtacdır. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Zikrin ta’rîfi. 3/84


● Zikrin fadlı. 3/13


● Zikr, salevâtdan efdaldir. 2/57


● Zikr lâzımdır, çâre yokdur. 2/50 [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Zikr-i lisânî [dil ile yapılan zikr] de fâidelidir. 3/13


● Zikr ile evkâti [vaktleri zikr ile] ma’mur edeler. [Vaktleri zikr ile geçireler]. Ammâ, zikri aldığı şekl üzere amel eyleye. Ve onun zıddı olan her ne olursa, düşman bilip, sakına. 3/34 [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]


● Zikrde tad, lezzet, islâmiyyetin emrlerine dikkat nisbetindedir. 3/34 [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]


● Zikrin fâidesi, islâmiyyetin emrini yapmağa bağlıdır. 1/190 [Mektûbât Tercemesi: 226.]


● Zikre ol mertebe devâm edeler ki, kalbinde mâsivâdan [mahlûklardan] nâm ve nişân kalmıya ve kalbine birşey gelirse, getiremiye. 3/84


● Zikr-i nef-yü ve isbâtı [Lâ ilâhe illallah] o kadar tekrâr edeler ki, isteklerden kurtulup, Hak teâlâyı istemek ile kâim olalar. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Zikr-i nef-yü ve isbâtı ol kadar devâm edeler ki, fenâ hâsıl ola. 2/92 [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Zikr, Allahü teâlânın ismi ile yapılırken, ismler ve sıfatlar düşünülürse, ahvâl ve mevâcid hâsıl olur. 1/264 [Mektûbât Tercemesi: 348.]


● Ba’zı zemânda zikr-i zât [ALLAH], ba’zı vaktlerde zikr-i nef-yü isbât [LÂ İLÂHE İLLALLAH] münâsibdir. 1/241 [Mektûbât Tercemesi: 299.]


● Zikr-i nefyü isbât [lâ ilâhe illallah zikri] nemâzın şartı olan abdest makâmındadır. Mu’âmele-i nefy [Allahdan gayri her şeyi yok bilmek] netîceye ulaşmadıkça, farzlar, vâcibler ve sünnetden gayri nâfileler, vebâl dâhilindedir. Hastalığı [kalb hastalığını] kaldırmak lâzımdır ki, zikre bağlıdır. 3/12


● Zikr-i nefyü isbâtda [lâ ilâhe illallah zikrinde] lâ derken istekleri ve maksadları kaldırıp, vücûdü ve ona tâbi’ olan şeyleri yok bilmek lâzımdır. 2/23 [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]


● Zikr-i nefyü isbâtın [lâ ilâhe illallah zikrinin], isbât tarafında, Allahü teâlâdan başka, ki bunlar [mahlûkâtın ötesinde] ve hayâl edilen şeylerdir ki, bunlar hiç olmıya. 3/2


● Zikr netîcesinde sâlik [tesavvuf yolcusu], nefsânî ilâhlara [putlara] tutulmakdan kurtulup, emmâre mutmainne olur. Ondan sonra, zikr eylemekle, terakkî hâsıl olmaz. Zikr o mahalde ebrârın virdleri gibi olur. O makâmda terakkî, kurb dereceleri, Kur’ân-ı kerîm okumak ve kırâ’eti uzun okuyarak nemâz kılmağa bağlıdır. Bu vaktde zikr, Kur’ân-ı kerîm okumak ile tekrar olunursa, Kur’ân-ı kerîm okumakdan ele geçen fâide hâsıl olur. 3/25


● Zikr-i kalbî [kalb ile zikr] ahkâm-ı islâmiyyenin yapılmasını kolaylaşdırır ve nefs-i emmârenin azgınlığını kaldırır. 1/275 [Mektûbât Tercemesi: 402.]


● Zikr, Hakkullahın [Hak teâlânın hakkının] edâsıdır. Halkı irşâd, hem Allahü teâlânın, hem de kulların hakkının edâsıdır ki, efdaldir. 2/46 [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]


● Zikr-i zât [Allahü teâlânın zikrinde] sıfat ve ismleri düşünmemelidir. Hayrete, ya’nî anlıyamıyacağını anlayıncaya kadar zikre devâm etmelidir. 1/264 [Mektûbât Tercemesi: 348.]


● Zikrde ahfâ latîfesi de zikre başlarsa, zikri bırakmalı, mücerred vukûf-ı kalbi ile, kalbe teveccüh etmelidir. [Nasıl olduğu bilinmiyen bir teveccüh ile râhat bulalar]. 1/129 [Mektûbât Tercemesi: 174.]


● Zikr telkîni, çocuğa elif ve bâ ta’lîmi gibidir. 2/26


● Zikr, yalnız nef-yü isbât [lâ ilâhe illallah] veyâ ism-i zâtın [ALLAH] tekrarına münhasır [sâdece bu] değildir. [Her işinde] ahkâm-i islâmiyyenin hudûdunu gözetmek zikrdir. 2/46 [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]


● Zemâyım-ı ahlâk [kötü ahlâk], kadınlarda erkeklerden dahâ çokdur. 3/41 [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Zevk-i vüsûl [kavuşma zevki] başlangıçda mevcûd, yolda [ortada] ve nihâyetde yokdur. 1/274 [Mektûbât Tercemesi: 401.]


● Zevk-i bâtınî [bâtınî zevkı] âlem-i bîçûnîden hissedârdır. [Bilinmiyen âlemden nasîb alır]. Zâhir [beden] onu bilmez [anlamaz]. 2/43


● Zevk ve vecde cesedin ilgisi vardır [pek azdır]. Adem-i zevkin [zevk yokluğunun] rûha tealluku [bağlılığı] ziyâdedir [çokdur]. 1/250 [Mektûbât Tercemesi: 307.]


● Zeheb [altın] ve fıdda [gümüş] kadına süs için câizdir. Kullanılmaları harâmdır. 1/163 [Mektûbât Tercemesi: 200.]