KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -S-2 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -S-2 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -S-2

 – S –

● Sâ’im-i Ramezâna [Ramezânda oruclu olana] iftâr veren müslimânın günâhları magfiret ve Cehennemden âzâd olur. 1/45. [Mektûbât Tercemesi: 77.]


● Sâhib-i Avârif [Avârif kitâbının sâhibi], sahv ehlinin kâmillerindendir. Kitâbında o kadar sekr ile ilgili ma’rifet vardır ki, şerh olunamaz. 3/118.


● Sâhib-i Avârif imâm-ı Sühreverdînin, “Limen kâne lehü kalbün, âyetini tefsîri. [Bu sûredeki nasîhatler, idrâk sâhibi kalbi olan içindir. Kaf Sûresi 37.A.] 3/119.


● Sâhib-i Avârif. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Sâhib-i Avârifin [Avârif kitâbının sâhibinin], vâsıl olan [nihâyete kavuşan] sofînin, Kur’ân-ı kerîm okumakda, Mûsâ aleyhisselâma ağaç cihetinden gelen kelâm-ı ilâhî gibi olmasının takrîri. 3/120.


● Sâhib-i şühûd olanlar [şühûd sâhibi olanlar], erbâb-ı temkindir. [Temkin ehlidir]. 3/120.


● Sâhib-i mükâşefe olanlar, ehl-i telvindir. [Mükâşefe sâhibi olanlar telvin ehlidir]. 3/120.


● Sâliha hanımlardan birine akâid beyânı 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Sabâh nemâzını cemâ’at ile edâ eylemek ki, bir sünnetin yerine getirilmesidir. Bütün sene nâfile nemâz kılmakdan bir-kaç mertebe üstündür. 1/53. [Mektûbât Tercemesi: 89.]


● Subbet aleyye, mesâibü lev ennehâ.

Subbet alel eyyâmi sırne leyâlehâ.


(Üzerime yağan musîbetler bellidir herkesce,

Eğer gündüzlere yağsalardı, hepsi olurdu gece.)


Âişe-i Sıddîka “radıyallahü anhâ”, Resûlullahın “sallallahü aleyhi vesellem” vefâtlarında buyurmuşlardır. 1/195. [Mektûbât Tercemesi: 233.]


● Sohbetin fazîleti, bütün fazîletlerin ve kemâlâtın üstündedir. 3/69.


● Sohbet-i şeyh [şeyhin sohbeti] mevcûd oldukda, zikre ihtiyâc yokdur. 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Sohbet netîcesinde mübtedîye [başlangıcda olana] devâmlı olan bereket, evvelâ, hakîkî maksad olan Allahü teâlâya kalbin teveccühünün devâmlılığıdır. Az bir zemânda bu şeklde teveccühün devâm etmesi, mâsivâyı unutdurur. [Mahlûkları unutmağa kavuşdurur.] 2/83.


● Sohbeti ganîmet bileler. 3/69.


● Sohbet-i mürîdân [mürîdlerin kendi aralarındaki sohbet], birbirlerinde fânî olmak şartı ile, uzletden dahâ iyidir. 1/122. [Mektûbât Tercemesi: 169.]


● Sohbet-i agniyâda terakkî [zenginler ile sohbetde dünyâ menfeati] çok olsa düşünmek lâzımdır ki, hâsıl olan yüksekliklerden netîce nedir. Ba’zı hizmet zararsız olur. Ammâ, sonra bir hizmet dahî emr ederler ki, tam bir vebâl olur. 3/55.


● Sahv-ı hâlis nasîb-i avâmdır. [Hâlis sahv avâmın nasîbidir.] Her kim ki sahvı tercîh eyleye, murâdı sahvın galebe çalmasıdır. Sahv-ı hâlis [hâlis sahv] değildir ki, o âfetdir. 3/118.


● Sahvda, sekrden bir mikdâr eser kalması tuz gibidir ki, tuz olmaz ise yemeğin tadı olmaz. 3/118.


● Sahv, sekre tercîh edilir. 1/268. [Mektûbât Tercemesi: 383.]


● Sırâtın [sırât köprüsünün] Cehennem üzerine konması hakdır. Mü’minler geçip, Cennete giderler. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Sagîre üzere ısrar eylemek kebîredir. [Küçük günâha ısrar, büyük günâhdır.] 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Sıfât-i ilâhî. 3/100.


● Sıfât-i sübûtiyye sekizdir: Hayât, ilm, kudret, irâdet, semi’, basar, kelâm, tekvîn. Bu sıfatlar hâricde mevcûdlardır. Fekat, Allahü teâlânın zâtından ayrı da değillerdir, gayrı da değillerdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Sıfatın zât-i ilâhîden ayrılması, ârifin düşüncesi i’tibâriyledir. Yoksa işin aslı i’tibâriyle değildir. 2/91.


● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları] ne zâtının aynıdır, ne de gayridir. 3/114.


● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları], kemâlât-i münderece-i zât-i sübhânehunun tafsîlidir. İcmâl şol mertebedir ki, tafsîl ol mertebede kâin değildir [yokdur]. Belki mertebe-i tafsîl, mertebe-i icmâlden aşağıdır. Ol celle sultânehu da bu ma’nâ yokdur [düşünülemez]. Ve tafsîl, ayn-ı mertebe-i icmâldedir. Bu ma’rifet aklın ötesindedir. 3/114.


● Sıfât-i semâniyye-i hakîkiyye [sekiz hakîkî sıfat], zât-i ilâhî ile mevcûdlardır. Vücûd ile değillerdir ki, vücûdun ve belki vücûbun da, o mertebede yeri yokdur ki, vücûbun ve vücûdun ikisi de i’tibârâtdandır. Hub [sevgi] ve vücûd i’tibârları, âlemin yaratılmasının başlangıcıdırlar. Zîrâ zât-i celle ve şânehu bu i’tibâr-ı hub ve bu i’tibâr-ı vücûd mevcûd değil iken, âlemden ve yaratılan âlemden müstagni [münezzeh] idi. 3/122.


● Sıfât-i semâniyye-i kâmile [sekiz kâmil sıfat], kadîmlerdir. Ve kemâlât-i zâtiyyenin zılleridirler. Ve o kemâlâtın zâhir olduğu [göründüğü] ve kemâlâta perde, ya’nî o gizli nûrların perdeleridir. 3/26.


● Sıfatın birbiriyle mugâyeretleri tahkîkîdir. [Sıfatlar birbirinden başkadır.] Bir sıfatda fenâya kavuşmak, her sıfatda fenâ bulmak olmaz. İ’tibârlar böyle değildir. Bir i’tibârda fenâ, hepsinde, hattâ zât-i ilâhîde fenâdır. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Sıfat ve esmâ’i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları ve ismleri], zât-i teâlânın zılleri gibidir. Her zıl, âsâr [eserler] ve âyâtda [âyetler, işâretler] dâhildir. 2/4.


● Sıfât-i ilâhîde [Allahü teâlânın sıfatlarında] iki i’tibâr vardır. İ’tibâr-ı evvel oldur ki, fî hadd-i zâtihâ [hadd-i zâtında, aslında] sâbitdirler. Âleme münâsebeti olup, mebâdî-i te’ayyünâtdırlar. [Başlangıçların te’ayyünâtıdırlar]. Zât-i teâlâ ve tekaddesden münfek [ayrı] görünürler. Ve zât-i teâlâya hicâbdırlar [perdedirler]. İ’tibâr-ı sânî [ikinci i’tibâr] oldur ki, zât-i teâlâ ile kâimlerdir [vardırlar]. Âleme teveccühleri yokdur. Zâta hicâb [perde] değildirler. Câmenin [elbisenin] beyâzlığı gibidirler. 3/73.


● Sıfatın zâta perde olması, zıllerin zuhûruna mahsûsdur. Zîrâ ki, zıllerin zuhûru, ilm mertebesindedir. Ve asl zuhr, makâm-ı ayndedir. [Makâmın tâ kendisindedir.] Meselâ Zeydin ilmde zuhûru sıfat iledir. [Meydâna çıkması, görünmesi sıfat iledir.] Bu sıfat düşünülünce Zeydin zâtına hicâb olur. Zeyd görününce mu’âmele asla karar bulur. Zeydin ilmde sûreti, hâricde mevcûd olan Zeyd için zıl idi. Rü’yet makâmında, Zeydin sıfatı, perde değildir. [Zeydin sıfatları mâni’ değildir.]. 2/11.


● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları] her ne kadar Zât-i teâlâya perdedir. Ammâ, kemâlât-i zâtiyyenin açığa çıkması da, onların vücûduna bağlıdır. Sıfatın perde olmaları, ayn’ın [aslın] perde olması gibidir ki, görme sebebidir.


Bu görünüş ve açığa çıkış, her zemân zıllîdir. Ammâ çâre yokdur ki, bizim vücûdumuzu zılle bağlı kılmışlardır. Vücûdumuz perde ile örtülmüşdür. 3/26.


● Sıfât-i ilâhînin varlıkda durmaları, Allahü teâlânın zâtı iledir. Sıfât-i ilâhî, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olması sebebi ile, mümkinâtın sıfatlarına benzemez. Onlarla münâsebeti yokdur. Zîrâ mümkinâtın sıfatları sonradan var olmuşdur. Varlıkda durmaları madde iledir. Hâlbuki maddelerin varlıkda durmaları sıfât-ı ilâhî iledir. Mümkinlerin sıfatı kendi nefsleri ile, hay, alîm ve kâdir olmayıp, o kadar var ki, mümkin onların tavassutlarıyle hayâtda durur ve bilir. Sıfât-i ilâhî dahî, zât-i ilâhî gibi hay, alîm ve kâdirlerdir. 3/113.


● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları] eğerçi mümkinât dâiresinden hâriclerdir, ammâ, zât-i teâlâya ihtiyâcları olduğundan ve onlara tekâbül eden yoklukların herbiri için, şân olmakla, imkânın sâbit olmasından dışarı [hâriç] değildir. Eğerçi başlangıçları yokdur. Lâkin imkânın delîline ihtiyâcları vardır. Vâcib olmaları, zâtın vücûbundan aşağıdırlar. Varlıkları da, zâtın vücûdundan aşağıdır. 3/100.


● Sıfât-i ilâhînin tavassutu [vâsıta olması] olmasaydı, hiçbir şey’in hâsıl olması tasavvur olmazdı. Zîrâ ki zât-i teâlânın nûrlarının aydınlatmasında, helâk ve fenâ ve inhirak [yanmak] ve yok olmakdan gayri eşyânın nasîbi yokdur. 3/26.


● Sıfat ve ef’âl-i ilâhînin [Allahü teâlânın sıfatlarının ve fi’llerinin] zuhûru [açığa çıkması] için, Allahü teâlâ mahlûkâta muhtâc değildir. 3/114.


● Sıfât-i ilâhî şu’ûnât-i ilâhînin zılleridir. 3/73.


● Sıfât-i ilâhînin [Allahü teâlânın sıfatlarının] ilmi, ilm-i husûlîye münâsibdir. [Mahlûkların ilmine uygundur.]. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Sıfât-i ilâhî ile ahlâklanmanın ma’nâsı. 1/107. [Mektûbât Tercemesi: 157.]


● Sıfât-i beşerînin ve imkânın [beşerî sıfatların ve mümkinâtın] temâmen yok olması, tasavvur edilemez ki, kalb-i hakâyık-ı müstelzimdir. [Ya’nî hakîkatların değişmesi olur.]. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Safâ-yı kalb [kalbin tasfiye bulması], Peygamberlere tâbi’ olmağa bağlıdır. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]


● Safâ-yı nefs [nefsin safâsı], açlık ile hâsıl olur. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]


● Safâ-yı nefs [nefsin safası] dalâlet yoludur. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Sıfât-ı irâde [irâde sıfâtı], takdîr olunan iki şeyden birisini seçmekdir. 3/114.


● Sıffîn vak’ası, hilâfet için değil, kâtillere kısâs yapılması için idi. “Gazâlî” 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Sınâ’âtın tekmîli, telâhuk-ı efkâr iledir. [Sanatların temâmlanması, fikrlerin birbirine ilâve edilmesi iledir.] 3/89.


● Sanemleri [putları, heykelleri], kâfirler, şefâ’at vesîlesi kabûl ederler. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]


● Savt-ı hasen [güzel ses] ile Kur’ân-ı kerîm ve kasîdeler, na’t ve menkıbeler okumakda sıkıntı yokdur. Yasak olan, Kur’ân-ı kerîmin harflerini bozarak okumak, [müzik makâmlarına uyuyorum diyerek] ve şarkı gibi (elhân ile) okumakdır ki, şi’rde dahî mubâh değildir. Kasîdelerde bu şartlara riâyet lâzım değildir. 3/72.


● Suveri ilmiyyeyi [ilmdeki sûretleri], başkası ile mevcûd olan sıfatlar gibi tasavvur eylemeyeler. Bu ilâhî ilmin sûretleri, maddelerin aslı ve belki mebâdi-i te’ayyünleridir. İlmî sûretler sâbite olup, ilm sıfatı ile kâimlerdir. İlmde sâbit ve hâricî olan hiçbirşey bunlarda yokdur. Belki, ilmî ve hâricî varlık onlara, ârdır ki, mümkinâtın sıfatlarından ve hâdiselerin ismlerindendir. 3/114.


● Sofiyyenin sekr ve muhabbet istilâsından dolayı sözleri câizdir. 3/100.


● Sofiyye vahdet-i vücûda, ulemâ kesret-i vücûda kâildir [kabûl eder]. Ayrılık sözlerdedir. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]


● Savm [oruc], Cehennem ateşinden siperdir. “Hadîs-i şerîf.” 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Suyun yaratılması, göklerin ve yerin yaratılmasından evveldir. 2/76. [Se’âdet-i Ebediyye: 915.]


● Sıkıntılı zemânlarda “Lâ havle” ile ve “Muavvizeteyn” ile def’ edeler [bunları okuyalar]. 2/32. [Se’âdet-i Ebediyye: 427.]


● Zıddeyn [iki zıd] aynı zemân ve aynı mekânda bir arada bulunamaz. Ammâ, iki zıddın, birinin diğerinde bulunması ve birinin diğeri ile buluşması, imkânsız değildir. 1/296. [Mektûbât Tercemesi: 475.]


● Zarar ihtimâli ile çok menfa’at terk edilir. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]