Tekirdağ müftisi Alî Arslan, doğu'daki medreselerde biraz ilim okumuştu.İstanbul'a gelip,çoluk çocuğu ile neredeyse sefil bir vaziyette denecek bir halde,Draman civarında hiç de müsait olmayan bir eve yerleşmişti.Sanki bir suçlu,kaçak gibiydi.Hilmî bey hocamıza geldi.İhtiyaç sahibi olduğunu söyledi.Hocamız kendisine evden masa,sandalye,kadın ve erkek giyecekleri verdi.Ve müfti olmak için imtihana gireceğini,imtihanı Mekkî efendinin yapacağını,kazanması için yardım istediğini bildirdi.
Hocamız durumu Mekkî efendiye arzetti. "Bu adam casus mu nedir? Buna güvenilmez,onun için buna vasıta olmayın" dedi.Hilmî bey hocamız yine de Mekkî efendinin yakını M. A.nın yardımıyla imtihan kâğıdını düzeltip,imtihan kâğıtlarının arasına koydurttular.Bu şekilde kazanamadığı imtihanı ona kazandırttılar. Tekirdağ müftisi olunca ilk işi kürsiye çıkıp Hilmî bey hocamızın kitapları aleyhine konuşmak oldu.Hilmî bey hocamız bunu duyunca: "Mekki efendiyi dinlemedik, cezasına katlanacağız, demek ki insanlar iyiliğe karşı iyilil etmenin emr-i ilahî olduğundan çok uzaklaştılar.Eğer hakiki din adamı olsaydı, er-Rahman suresindeki "iyiliğin karşılığı ancak iyilik etmektir" emr-i ilahisine uyardı,buyurdu.
Kaynak: (Gün batarken gördüğüm son ışık) Sahife no: 191-192 (Süleyman Kuku)