Ğavsul Azam Seyyid Sıbğatullah Arvasi

İsmi Sıbğatullah. Lugat manası Allah’ın boyası. Tefsir ıstılahına bakılacak olursa, manası Allahın yarattığı asli fıtrat. Yani İslam fıtratı. Sıbğatullah, bu manada Hristiyanlık akidesine karşı bir duruş bir reddiye. Şöyle ki ;

Hristiyan akidesine göre çocuk, doğumunun yedinci gününde sarı suya batırılıp vaftiz edilir ki güya Hazreti Adem’den kendisine tevarüs etmiş olan günahlarından arınsın. Oysa hayır. O çocuklar, siz vaftiz suyuna batırdınız diye temizlenmedi. O çocuklar , fıtraten yani doğumlarından itibaren temizdir. Allah’ın boyası ile boyanmış olarak dünyaya gelmişlerdir. Allah kullarını imanla boyar. O boya ile kuluna daha sonra bulaşmış kirleri de temizler. Yeter ki kul o boyayı soldurmasın pörsütmesin. O boya üzerine başka bir boya ile boyanmasın. Hal bu iken kimin boyası onunkinden üstündür?

‘Biz Allah’ın boyası ile boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir.? Biz ona ibadet edenleriz’. (Bakara 138)

Doğum tarihi hicri 1194. Doğduğu yer Van ili Bahçesaray İlçesi Arvas köyü. Nesebini şöyle anlatıyor:
-Ben molla Lütfullah’ın oğluyum. O, Abdurrahman-ı Kutup, o, Abdullah-ı Veli, o, molla Muhammed, o, molla Muhammed, o, molla Muhammed, o, şeyh İbrahim,o, Cemalüddin o Muhammed  Kutup (Veli),o, Seyyid Kasım Bağdadi El Hüseyni (k.s) nin oğlu. Ve nesebi böylece altın nesle, Hazreti Hüseyine uzanmakta.
Dedelerinin bulunduğu köyde Kuran ve sünnet yaşayışı hakim. Köylerde hiçbir çalgı ve oyun aleti bulunmadığı gibi çalgı aletleri bulunan bir kimse köylerinden geçemiyor. Çoğu ata binmiyor. Sakallarını traş etmemek, süslü elbise giymemek, sigara içmemek en bariz adetleri. Hatta meclislerinden sigara içene müsaade edilmezdi. Bunların yerleri ya cami ya medrese yahut da beyaz türbe olarak bilinen tekkelerdi. İlk eğitimini ilim ve irfan ocağı Arvasta tamamlar. Kısa zamanda akli ve nakli ilimlerde zirveye çıkar. Bu arada Arvas ocağının İslam dünyasındaki mevkii dikkate şayan. Dünyanın muhtelif bölgelerinden tedrisat için Arvas’a geliniyor. En müşkil meseleler Arvasta cevap buluyor ve hallediliyor. Kendileri halen dedelerinin tarikatı olan Kadiri tarikatına mensup ve o tarikatın şeyhidir. Nakşıbendiye tarikatına mensup değildir. Seyyid Taha hazretlerinin O, tarikata girmeden önce kendisi ile ilgili sözleri :
 -Bu emaneti o yüklenecek.
Bu sebeple Seyyid Taha, en kısa zamanda kendisinin Nakşıbendi tarikatına intisap etmesini emreder. Seyyid Tahaya intisap ettikten sonra Seyyid Taha onu Derviş Muhammed Nakşıbend ile Molla Muhyiddine ısmarlar. Zaman gelir molla Muhyiddin’in ağzından bir çift söz dökülür:
-Artık ölülerden bile istifade etme mertebesine eriştin.
Ve, Mevlana Halidi Bağdadi hazretlerinin halifesi Şeyh Halid-i Cezeri  hazretlerinin yanında zühd,riyazet, yoluna giriş. Kendisinde insu cinin ameline denk cezbe-i hak tezahür ediyor. Zat-ı tecelliye gark oluş. Kendi nefsinden geçiş ve fena fillah, beka billah makamlarına eriş. Bu süre zarfında onunla arkadaşlık eden herkes cezbe ve aşka düşüyor. Ve nihayet hep beklediği, özlediği, haberi alır. Seyyid Taha kendisine haber göndermiştir
-Artık evine dön.

YUVAYA DÖNÜŞ
Gurbet, kişinin sevdiğiyle beraber olmamasıdır. Mürşidinden ayrı kalmanın getirdiği hasret sızısı nihayet son buluyor. Mürşidinin ‘dön’ emrine aşkla, şevkle baba ocağına dönüş. Kırk günlük bir süluk. Bir ay boyunca mürşidinin sohbetinde bulunmasına izin veriliyor. Ğavsul Azam kalbi vukufla, mürşidinin kendisi hakkındaki meramını ne bir konuşma ne bir işaret olmadan anlıyorlar. Kendisinde ilmi, kalbi, ve kabir ehlinin hallerine dair muazzam keşifler hasıl oluyor. Bir gün mürşidi Seyyid Taha ona şunu söyler:
-‘Sen duasıyla belaların uzaklaştırıldığı, affedilmiş kullardansın. İstifade için büyüklerin kabirlerini ziyaret et. Sende saliklerin ünsiyeti oluştu.’
Seyyid Taha onun yetişmesinde büyük bir ihtimam göstermektedir. Bu ihtimamı şu sözlerle ifade ediyor:
-"Herkesin yükü benim sırtımda ancak seninkisi boynumda".
Talebelerinden biri, Seyyid Taha’ya Ğavsul Azamın dedesi olan molla Abdurrahman’ın kutup olduğunu söyler. Seyyid Taha, Ğavsul Azamı kastederek şu sözü sarfeder:
-“Meşayih kabilesi Arvasilerden evliya hiç eksik olmaz. Ama onun gibisi hiç olmadı. Hiç olmayacak da”.      
Seyyid Taha yine bir gün Ğavsul Azam hazretlerine aynı hizmette bulunduklarını ifade etmek  şunu söylemiştir:
-‘Senle ben aynı boyunduruğa çekilmiş iki baş gibiyiz’.
Nihayet mürşidi kendisine mutlak halife olması gerektiğini söyler ve sözlerine söyle devam eder:
-‘Bunu emir olarak sana emretmem ve kabul ettirmem boynumun borcu. Çünkü risaletin efendisinin ve meşayihin büyüklerinin emri bu. Ve bu emri kabul etmekten başka çare yok’!
Seyyid Taha’nın bir halifesi,hangi sebeple ona hilafet verdiğini sorunca şu cevapla karşılaşır:
-‘Benim iznimle mi halife oldu? Vallahi bana gelmeden önce o kendi yurdunda şeyh idi’.
Mutlak hilafetle görevlendirikten sonra artık Ğavsul Azam’a Seyyid Taha’nın dostu denilir oldu. Seyyid Taha vefatından bir yıl önce sohbetinde sevenlerine onun hakkında şu şiiri terennüm eder.

              O benim yancağızımda
              Çok güzel bir konumda
              Korkarım olmaz yanında
              Benzeyen bir kimse ona

Mürşidi Seyyid Taha vefatlarından bir ay kadar önce kendisine haber gönderir:
-İrşadda bulun!
Seyyid Taha sekerat halindeler. Ya şeyh diye seslenirler. Odadakiler kimi kastettiklerini sorduklarında şöyle buyurdular:
-Sadece onu kast ediyorum. Yani Şeyh Sıbğatullah’ı
Vasiyet ediyorlar:
-Beni o yıkasın. Cenazemi o kaldırsın. Defnimi o yapsın. Tüm elbiselerim, takkem, çorabım, hırkam, yastığım ona verilsin.’
Hilâfetinden sonra, kendisinin yuzlerce talebesi ile birlikte ilkbahar ve sonbaharda bir hamal tutup Nehri'ye seyhini ziyarete giderdi. Bir ayaği aksak olduğundan, bir hamalin yardimi ile yolculuk yapabiliyordu.
Ziyarete gittiği bir seferde, amcasi Molla Abdulhamid'in oğlu Seyyid Fehim Hazretlerini de beraber götürmüş, Seyyid Tâhâ'ya intisab eden Seyyid Fehim Hazretleri de Seyyid Salih'in vefatindan sonra hilâfetle sereflenerek ayri bir subenin kolbaşısı olmustur.
Ğavsul Azam Hazretlerinin ilim ve kemâl sahibi iken intisab eden üc halifesinden ilki, Molla Hâlidi Oreki, ikincisi Molla Hâlid'in ilimdeki talebesi Abdurrahmani Meczub, üçüncüsü de nisbetin devamli yürütücüsü ve son zamanin müceddidi büyük tasavvuf âlimi Abdurrahmânî Tâgî Hazretleridir.
Abdurrahmani Tagî Hazretleri, Hizan'in Tag Köyünden. Önceleri Seyyid İbrahim Circâkî isimli Kâdirî seyhinin halifesi. O zaman Gavsi Azam'in şöhretinin yayildiği bir devir. Gavs'a bağli bir dervis arasira Abdurrahmani Tagî ile gorusup konusuyor. Bir gun dervise Seyda-yi Tagî soruyor: "Senin gidip geldiğin zât nasil bir kimsedir, kesfi kerameti var midir?" İstihza ile soylenen bu sozlere karsi ummî olan dervis diyor ki: "Bu Kolât Cayini gecince benim seyhimin feyzi nasildir gorur ve bu alaydan vazgecersin." Bunun uzerine isi tevile kalkip, "Yok, ben kesfi, kerameti var midir diye sormustum. Bir daha gidersen ben de seninle geleyim" deyip kendi seyhi İbrahimiCircâkî'ye de vaziyeti anlatiyor. O zât da, "Bizim vazifemiz muslumanlara hizmettir, hizmet yolunu kapamak değil, git onlarin elini opup, hayir duasini al" buyuruyor. Dervisle birlikte yola cikip simdiye kadar hic karsilasmadiği bir tarikatin seyhini gormeye gidiyor. Kolât Cayini gecince icinde bazi hallerin hasil olduğunu farkederek dervisin kesif sahibi olduğunu anliyor. Bir aksam namazinda Gavsi cemaatle buluyor. Kendisi bu hâli "Bu cemaat ancak melekler icinde olabilir, bana oyle tesir etti ki Gavs'i gorur gormez hemen ona bağlandim" diye ifade etmistir. Oyle bağlaniyor ki artik onu gormeden duramiyor. Evine donunce ayrildiği icin ici yanar ve bu muhabbet kendisini alev alev sararmis. Gidip yaninda kalmayi da istirahatine mâni olur diye yapamaz, cok defa onun odasinda disari bakan kucuk pencere onunde elpence durur, sabaha kadar kipirdamadan bekler, kar uzerini kapatirmis. Sabahleyin kari acacak olan "karci" ya Seyh Hazretleri "Dikkatli olun, karsidaki kar yiğini değil Molla Abdurrahman (Tagî)dir" diye ikazda bulunurmus. Boylesine bir bağlilik ve muhabbet... Seyda bu muhabbetle mahbub olup makbul olmus ve neticede "Kutbul arifin" olmustur.
Hizan'in Gayda köyune bir mesayihin geldiği şayi olunca, o civarda genis ve derin ilmî vukuf ve otoritesi ile taninmis âlimlerin basi olan Molla Hâlidi Olakî, etrafinda ilim adamlari ile bey ve ağalan toplayarak Ğavs Hazretlerini imtihan etmek uzere o zaman Kolât'da bulunmakta olan Seyda'nin yanina gidiyor. İlimde rusuh kazanip deniz gibi olmus (mute-bahhir) âlimlerle vehbî ilim sahiplerinin cevap verebileceği oniki sual hazirlayip etrafindaki esraf ile huzura giriyorlar. İkram faslından sonra Ğavs Hazretleri orada mevcut olan bir bağlısına hitaben baslıyor sohbet etmeye: Bir zaman âlimin biri, mesayihden birini imtihan kasdiyle oniki sual hazirlamis. Birinci sual soyleymis, cevabi da boyle imis, ikinci sual şu, cevabi da bu imis diye Molla'nın soracaği sualleri daha o sormadan cevaplandirmaya baslamis. Molla Hâlid cevaplan cok beğenmis ama, kendi suallerinin de ayni olmasini -icinde tereddut hâsil olmasina rağmen- yine de tesadüftür diye ihtimale birakmis. Böyle böyle hazirladiğı suallerin sirasi ile yedincisinin de cevabini pek mukemmel bir sekilde alan Molla Hâlid oraya dusup bayilmis... Ayıldıktan sonra da Ğavs'ın ellerine sarılıp velayet kemâli ile mürsitlik kudretini tasdik ederek:
-Efendim, bu oniki suali hazirladiğimda, bunlarin cevabini ancak cok yuksek dereceli velilerin verebileceğini düsünmüstüm. Sualleri sormadan cevabini veren zâtin buyuk olduğu kesindir ve :
-Ben burada hizmet icin kalacağim, isteyen gitsin, demistir. Bir ay kadar Ğavs'in yaninda kalan Molla Hâlid, cemaate namaz kildirmakla vazifelendirilmis..Bir aksam namazına dururken, "Ğavsi Âzam olanlar, ilim ve hafizayi silermis, acaba Sıbğatullah Hazretleri gercekten Gavsi Azam midir?" diye gonlunden gecirip tekbir alarak namaza baslamis, ilimde icazet veren ve fetvada Mısır'dan bu yana olan yerlerdeki sorulari üstün ilim ve firaseti ile halleden bir fetva emini olan Molla Hâlidi Oreki ,cehren okumaya baslayacaği Fatihayi Serifi bir türlü hatırlayıp okuyamamis. Tekrarladikca hatırına bir harf bile gelmemis. Neticede elinden tutup Gavs Hazretlerini imamete gecirip disari cikarak ;
“Rehnuma u Şeyh u Pir’i Sıbğatullah el Meded
Şah u Sultan i Serir’i Ğavs’i A’zam Meded”
diye başlayan Farsca uzun beyitlerini okuyup bu beyitlerle Seyda'nin Ğavsiyyetini beyan etmis. Böylece, cok mesayihlerin müritlerinin muhabbet ve mürid edebi gereğince, himmeti ona göre olsun diye bil-itizam söyledikleri sekilde (Kutbuzzaman, Ğavsi Azam) seklinde değil de tecrube ve ilmî süzgecten gecirerek, tahkik ile Seyda'nin Ğavsiyyetinî ilmel yakin anlamis bulunuyor. Gavsi Azam'in Molla Hâlidi Oreki'nin topladiği Minah isimli bir eseri mevcuttur.
Bir gun Gavs Hazretleri, üç halifesi de mevcut iken: "Cenabi Hak şu anda bizim bütün isteklerimizi kabul buyurur. Sizlerin dilekleriniz nedir" Molla Hâlidi Orekî "Benim dileğim şudur: Ömrüm sonuna kadar ilim dersi vereyim ve ölümüm sehitlikle olsun", "Senin dileğin oldu" buyuruyor Ğavs Hazretleri..
Abdurrahman-i Meczub da soyle dilekte bulunuyor: "Allah bu ask ve cezbeyi benden kesmesin", "Senin ki de oldu" buyuruyor... Abdurrahmani Tağiye sira gelince "Rabbimden dileğim, kiyamete kadar ailemden ve neslimden ilim adamlarinin eksik olmamasidir..." Gavsi Azam Hazretleri "Seninki de oldu" buyuruyor...
Üçü de yerine gelen bu dilekler soyle tahakkuk ediyor: Molla Hâlid 93 Rus harbinde, yaslanmis bir halde, bir dusman suvari birliğine yalin-kilic hucuma geciyor, bu savlet sonunda sehadet rutbesine ulasiyor. Bütun aramalara rağmen mubarek bedeni bulunamiyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder