Unutturulan Zafer Kut-ül Amare Zaferi


29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı Ordusunun Irak’ın Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı büyük bir zaferidir. Kutul Amare’de 13 bin 300 İngiliz askeri ile 13 general 481 subay esir alınmış ve 40 bini aşkın İngiliz askeri öldürülmüştür.

Osmanlı Ordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda çarpıştığı cephelerden biri, İngilizlere karşı oluşturulan Irak cephesidir. Osmanlı dönemi kaynaklarında Irak-ı Arap olarak adlandırılan bölge, Dicle, Fırat havzasında tarihteki Mezopotamya’yı (Verimli Hilal) içine alır ve Basra Körfezi’ne kadar uzanır.

Irak petrollerini ele geçirmeyi amaçlayan İngilizler, 6 Kasım 1914 tarihinde Basra Körfezinden Şattülarap ağzındaki Fav mevkiine asker çıkararak saldırıya geçmişler, ilerleyen aylarda bu saldırılarını kuzeye doğru genişletmişlerdir. İngilizler, 3 Haziran 1915 tarihinde Kut’ül-Ammare’yi, Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye’yi işgal etmişlerdir. 23 Kasım 1915’de ileri harekata geçen Türk birlikleri, General Townshend komutasındaki İngiliz ordusunu geri püskürterek Kut-ül Ammare’de çember içerisine almayı başarmışlardır. Kut’ül-Ammare’yi bir kale gibi savunan General Townshend, 29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmak zorunda kalmıştır. Türkler, Kut’ül-Ammare’de İngilizlerden başta Tümen Komutanı General Townshend olmak üzere toplam 13 general, 481 subay ve 13.300 askeri esir almışlardır.

Tarihe Kut ül Amare zaferi olarak geçen savaşlar sırasında İngilizler 40 bin kayıp ve esir verirken Türk birlikleri ise 25 bin askerini kaybetti. Kut ül Amare savaşı sırasında Türk birlikleri sınırlı sayıda uçakla önemli görevler yaptı. Keşif görevleri yapan Türk uçakları bir taraftan da düşman hedeflerini bombardıman etti. 26 Nisan 1916’da Kut ül Amare’deki İngiliz kuvvetlerine erzak yardımına çalışan bir İngiliz uçağı da Türk avcı uçağı tarafından düşürüldü.

Ancak kazanılan bu tarihi zafere rağmen savaşın genelinde mağlup olan Türk ordusu, takviye edilen İngilizlerin bölgeyi Şubat 1917’de işgal etmesine engel olamadı. Irak’ın güneyine 1914 sonlarında çıkarma yapan İngilizler, ancak Mart 1917’de Bağdat’a ulaşarak kenti işgal etti.

Kut’ül-Ammare Zaferi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun zor şartlar ve imkansızlıklar içerisinde, Çanakkale’den sonra kazandığı ve bir İngiliz tümeninin bütün personeli ile birlikte esir alındığı eşsiz bir zaferdir. Halil Paşa, Kut’ül-Ammare zaferinden sonra 6’ncı Ordu’ya yayınladığı mesajında şöyle demiştir:

“Arslanlar!

Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.

Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.

Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.

İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.”

Avustralyalı araştırmacı Dr. Gaston Bodart tarafından Kut’ül-Ammare Zaferi, “İngiliz prestijinin Birinci Dünya Savaşı’nda yediği en büyük darbe olarak yorumlanmaktadır.”

Halil Paşa, Kut’ül-Ammare’nin teslim alındığı gün orduya bir tebrik mesajı yayımlamış ve bu günün “Kut Bayramı” olarak kutlanmasını istemiştir.

Keşkül risalesinden iktibas (Kaplama diş meselesi)

Diş kaplama mevzuunda
Hanefi mezhebine göre ağzın içinde iğne ucu kadar su değmemiş mahal kalırsa gusül tamam olmaz, cenabet zail olmaz. Bu sebepten dolayı diş kaplatanlar Malikî veya Şafiî yi taklid etmelidir.
Kaynak: (Seyyid Abdülhakim Arvasi  Hazretlerinin Keşkül risalesinin sohbet notlarından iktibastır.)

Meal okumanın neticesi

Sual: Meal okuyup da mezhepleri ve dinin bazı hükümlerini inkâr edenlere rastlıyoruz. Allah’ın kelamını okumakla insan niye sapıtır ki?
CEVAP
Meal demek, Allah kelamı demek değildir. Meal yanlış olarak, tercüme anlamında kullanılıyor. Piyasadakiler tercümedir, çok az, birkaç kelime açıklaması oluyor. Onu da genelde kendi kafalarına göre yazıyorlar. Resulullah'ın bildirdiği mânâlara tefsir denir. Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve Resulullah tarafından, açık bildirilmemiş mânâlarından, dine uygun olanı seçmeye tevil ve bu mânâya meal denir. Âyet-i kerimeyi başka dile nakledince, tercümesi denir. Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemez. İslam âlimleri, âyet-i kerimelerin tercümelerini değil, uzun tefsirlerini bildirmişlerdir.

Kur’an tercümesi okuyan, murâd-ı ilahiyi yani Allahü teâlânın murâdının ne olduğunu öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı tercümeyi okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin, anladım sanarak, kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir.

Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mânâ veremez. Okuyanları, bunları yazanların düşüncelerine ve maksatlarına esir edip, dinden ayrılmalarına sebep olur.

Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifi yanlış anlamak, insanın imanını giderir. Rastgele yazılmış olan, meal denilen tercümeleri okuyan ve İslamiyet’in temel bilgilerine vâkıf olmayan zihinlerde, birtakım şüpheler, itirazlar hâsıl olmaktadır. Birkaç örnek verelim:
1- Bir kadın, meal okuyunca, (Kur’anda kadınların örtünmesi emri yazılı olmadığı için, örtünmekten vazgeçtim) diyerek, başını açmıştır. Bu kadının Kur’an diye bahsettiği, yanlış bir tercümedir. (Kur’an-ı kerimde kadınların örtünmesi emredilmiyor) demek, Kur’an-ı kerime iftira olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31] (Parantez içindekiler, Resulullah'ın ve onun vârisi olan âlimlerin açıklamasıdır.)

Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklayarak buyuruyor ki:
(Kadının yüz ve iki eli hariç bütün bedeni avrettir.) [Ebu Davud]

Demek ki, açıklamasız, Kur’an-ı kerimi doğru anlamak mümkün değildir.

2- Bir genç, (Namazda okunan surelerin tercümelerine baktım, namazla hiç ilgisi yok, başka şeylerden bahsediyor. Ben de bunları bırakıp Türkçe dua okumaya başladım) demişti.

Böyle sözler, ibadetlerin ne demek olduğunu anlamamış olmayı gösterir; çünkü namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü teâlâ Resulüne bildirmiştir. Peygamber efendimiz de, bunları, Eshabına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Din imamlarımız bunların hepsini Eshab-ı kiramdan görerek ve işiterek anlamışlar ve kitaplarına yazmışlardır. Bu derin âlimler bildiriyor ki, namazda okunacak Kur’anın, Allah kelamı olması lazımdır. Vazife, ancak böylece yapılmış olur. (F. Bilgiler)

3- Ölmüşleri için Yasin-i şerif okuyan bir genç, (Yasin’in tercümesini okuduktan sonra, bundan vazgeçtim. Çünkü Yasin suresinin ölülerle duayla bir ilgisi yok, tarihi olaylardan, kıyamette olacak şeylerden bahsediyor) demiş ve bundan sonra namazı da bırakmıştır.

Bu kimse, Kur’an tercümesi yerine İslam âlimlerinin kitaplarını okumuş olsaydı, Kur’an-ı kerimin her harfinin şifa ve dertlere deva olduğunu, bunu okumakla hâsıl olan sevabın ölülere ne kadar faydalı olacağını bilir, tarihi olaylardan bahsediyor demezdi.

Sual: Bir Müslümanı öldüren ebediyen Cehennemde kalacak diye biliyorum, bunu da mealden öğrenmiştim. En büyük günahın şirk olduğu, Allah’ın bunu asla affetmeyeceği, bunun dışındaki günahları isterse affedeceği de mealde yazıyor. Ben de bir Müslümanın ölümüne sebep olmuştum, şimdi ne yapayım?
CEVAP
Adam öldüren kâfir olmaz. Bir Müslümanı (niye Müslüman oldun) diye öldürmek küfürdür. Yoksa alacak davası yüzünden veya başka bir sebeple mesela parasını almak için öldürmek küfür olmaz. Hiçbir günah küfür yani kâfirlik değildir.

Müslüman olduğu için bile öldürülse, pişman olunca Allah bütün günahları affeder. En azılı kâfiri bile affeder, hatta bütün günahlarını sevaba çevirir. Kâfirliği de affeder, şirki de affeder, yeter ki tevbe edilsin. Tevbe edince anadan doğduğu gibi temiz Müslüman olur. Affetmem demek, ahirette kâfir olarak müşrik olarak öleni affetmem demektir. Yani kâfirler ahirette affa uğramayacaktır.

Din meallerden öğrenilmez, bu yanlış bilgiler meal okumaktan ileri geliyor. Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de bütün soruların cevabı vardır. Dini bilmeyenin dini yoktur buyuruluyor, ilmihal okuyup dinimizi öğrenmek gerekir. www.hakikatkitabevi.com adresinden de okunabilir ve temin edilebilir.

Kafayı üşütmek üzere
Sual: Elimde bir Kur’an meali var. Onu okuyorum. Kafayı üşütmek üzereyim. Fâsık, kâfir mi demek? Fâsık, tevbe ile fâsıklıktan kurtulamaz mı?
CEVAP
Fâsık, kâfir demek değildir. Kur'an mealleriyle dini doğru öğrenmeniz mümkün olmaz. Birçok kelime, her ilimde, ayrı manada kullanılır. Mesela, zalim kelimesi tefsir ilminde, kâfir demektir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına saldıran kimse denir. O halde, bir ilme ait bir kitabı okuyup anlayabilmek için, önce kelimelerin bu ilimdeki özel manalarını bilmek gerekir. İşte, birkaç sene Arapça öğrenenlerin ve eline bir cep lügati alıp da, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye kalkışan türedilerin, para kazanmak için yaptıkları tercüme ve tefsirler, bozuk ve zararlı olmaktadır.

Tevbe edip bir daha günah işlemeyen hemen fâsıklıktan kurtulur. Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de her çeşit günahı işlese, hatta Allah’a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse, Allahü teâlâ yine affeder.

Allah’ın dinine yardım
Sual: Bir Kur’an mealinde, Muhammed suresinin 7. âyetinde, (Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder) deniyor. Allah’a nasıl yardım edilir ki?
CEVAP
Aynı anlamda birkaç âyet-i kerime daha vardır:
(Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Elbette Allah, güçlüdür, galiptir.) [Hac 40]

(Allah’a ve Peygamberine yardım edenler...) [Haşr 8]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allah’ın emrini aziz et, Allah da seni aziz etsin!) [Deylemi]

Kur'an tercümelerinden, meallerden, hadislerden din öğrenilmez. Yanlış anlamalara sebep olur. İslam âlimlerinin açıklaması ile birlikte okumalıdır. Fıkıh kitapları Kur'an-ı kerimin tefsirleridir.

Allah’a yardım demek, Allah’ın dinine yardım demektir. Yani İslamiyet’e hizmet demektir. İslamiyet’e hizmet ise, Allahü teâlânın, Resulünün ve âlimlerin bildirdiği şekilde yapılırsa hizmet olur. Kendi anlayışına göre yapılırsa, ekseriya fitne olur.

Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri ilmihalden öğrenmemiz gerekir.

Şeytanın da elçileri vardır
Sual: Bazı kimseler, kendilerine vahy geldiğini söylüyor. (Karıncaya, kargaya vahy geliyor da, bize niye gelmesin) diyorlar. Bir kısmı da, (Nebi gelmez ama Resul gelir, biz resulüz) diyorlar.
CEVAP
Vahy, haber demektir. Deyim olarak da, Allahü teâlânın Cebrail aleyhisselam vasıtası ile Peygamberlerine gönderdiği haber demektir.

Vahy, Peygamber efendimizin vefatı ile kesilmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri (Peygamberlik sona ermiş ve vahy kesilmiş, sona ermiş ve din kemal bulmuş ve nimet tamam olmuştur) buyuruyor.

Kısas-ı enbiya kitabının 410. sayfasında diyor ki:
Resulullah hayatta iken, vahy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyor idi. Ondan sonra artık vahy kesildi, hiç kimseye vahy gelmek ihtimali kalmadı.

Vahy, iki türlüdür:
1- Vahy-i metlu
2- Vahy-i gayri metlu

Cebrail aleyhisselam, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek Peygambere okur. Bu vahyin kelimeleri de, manaları da Allah’tan gelmiştir. Kur'an-ı kerim, vahy-i metludür.

Vahy-i gayri metlu, Allahü teâlâ tarafından Peygamberin kalbine bildirilir. Peygamber; bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler. Bu sözlere, Hadis-i kudsi denir.

Vahy, yalnız Peygamberlerin kalblerine gelir. Evliyaya da gelmez. Meleklerin getirdikleri düşüncelere İlham denir. İlham Peygamberlerin ve salih Müslümanların kalblerine gelir.

Allahü teâlâ, her hayvana bir şeyler öğretmiştir. Anne kuşlar, yavrularının acıktıklarını bilir, onlara yiyecek getirir. Bunu nereden biliyor? Allahü teâlâ öğretti tâbii. Memeli hayvanlar da yavrularını emzirir. İpek böceği dut yaprağından ipek yapar. Kanguru tehlike anında yavrularını torbasına koyarak kaçar.

Bunları onlara kim öğretti, elbette Allahü teâlâ öğretti. Yani her hayvana her insana bir şeyler öğretti. Bunun Peygamberlere gelen vahy ile bir ilgisi yoktur. Bunlar için ilham olundu demek daha uygundur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbin bal arısına, “Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gösterdiği yollardan yürü” diye öğretti. Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.) [Nahl 68-69]

Meallerde, tefsirlerde, (Allah arıya ilham etti, öğretti) ifadeleri geçiyor. Hiçbir âlim, (Arıya vahy geliyor, arı peygamberdir) dememiştir.

Kur’an-ı kerimde karga ile ilgili âyet-i kerime şu mealdedir:
(Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona (Kabil’e) yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil ise), “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi ve ettiğine pişman oldu.) [Maide 31]

Kargaya bunu öğreten Allahü teâlâ, arıya da, diğer hayvanlara da çok şey öğretmiştir. (Vahy kesilmedi, kargaya da arıya da vahy geliyor, bana da vahy geliyor) demek çok yanlıştır. İnsanlara şeytandan vesvese gelir, melekten ilham gelir. Şeytandan gelen düşünceyi (Bana vahy geliyor) sanarak, “Ben Resulüm” diyen sapıklar çıkabilir. Şeytanın resullerine [elçilerine] itibar etmemelidir.

“De ki”
Sual: Zariyat suresi, 50. ayetinde, (Allah’a koşun [küfrü bırakıp iman edin]. Sizi, Ondan [Allah’ın azabından] korkutup uyarıyorum) deniyor. Burada, Peygamber efendimize hitaben, (De ki) ifadesi olması gerekmez miydi?
CEVAP
Kur’an-ı kerim Peygamber efendimize indi. Yani muhatabı Resulullah efendimizdir. “De ki” denmese de, ona inince, otomatikman, “böyle söyle” anlamı çıkar. İmam-ı Kurtubi hazretleri buyurdu ki:
Bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, Resulullaha insanlara böyle demesini emretti. (Câmi’ul ahkâm)

Mealden din öğrenmeye kalkan, Kur’an-ı kerimde hata var zanneder. Bunun için İslam âlimleri buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarından hazırladığı bir ilmihal okumalıdır. Böyle bir ilmihal, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış demektir. Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bunları yazanların düşüncelerine ve maksatlarına esir edip, dinden ayrılmalarına sebep olur.

Farz olmayan emirler
Sual: Kur’anın emri farz olduğuna göre, Kur’anda (Yapın) denilen her şey farz mıdır?
CEVAP
Her yapın denilen ifadenin hükmü farz değildir. Birkaç örnek verelim:
1- ([Namaz kılarken] Her secde edişinizde ziynetli [temiz, sevilen, güzel] elbiselerinizi giyinin!) [Araf 31] (Namazda güzel elbise giymek farz değildir.)

2- (Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit, onu yazın. Alışverişte şahit tutun!) [Bekara 282] (Borçlunun senet vermesi ve alışverişte şahit tutulması, farz değil, sünnettir.)

3- (Evlere girdiğiniz vakit, kendinize [mahrem olan, aileden sayılan ev halkına, kimse yoksa kendinize] selâm verin.) [Nur 61] (Selam vermek, farz değil, sünnettir.)

4- (Cuma namazı kılındıktan sonra, yeryüzüne dağılın!) [Cuma 10] (Dağılmak farz değildir. Dağılmayıp camide durmanın bir mahzuru olmaz. Namazı kılınca, artık gidebilirsiniz demektir.)

5- (Eğer, velisi olduğunuz yetim kızlarla evlenmekle, onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, helal olan başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenin! Şayet aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız, bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz.) [Nisa 3] (Dörde kadar evlenmek, farz hatta mendub da değildir. Sadece zaruret halinde izin verilmiştir.) [Nimet-i İslam]
[Cahiliyet devrinde erkek vasisi olduğu yabancı yetim kızla, malına göz dikerek, evlenirdi. Bir kaç yetim kızla evlenen de olurdu. Yetim, kimsesiz olduğu için, kocası gerek mehirde, gerek evlilikten sonra kendisine çeşitli haksızlık ve eziyet yapardı. Hatta mirasına konmak için ölmesini beklerdi. Yetimlere haksızlık edilmemesi için bu âyet-i kerime inmiştir.]

6- (Kurban etinden kendiniz yiyin, yoksullara da verin.) [Hac 28] (Kurban etini kendimizin yemesi veya yoksullara verilmesi farz değildir. Üçte birini fakirlere vermek müstehabdır.)

7- (Sabahın beyaz ipliği [aydınlığı] siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyip için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın!) [Bekara 187] (İmsak vaktine kadar yiyip içmek, farz değildir. Sahurda da yemek, farz değildir. İmsak vaktine kadar yiyip içilebilir demektir.)

Görüldüğü gibi, bizim gibilerin meal okuyup hüküm çıkarması caiz olmaz.

Allahü teâlâ unutmaz
Sual: Bütün meallere baktım, Araf suresinin 51. âyetinde, Allahü teâlâ, su ve yiyecek isteyen Cehennemdeki kâfirlere, (Onlar dünyada bugünleri unuttukları gibi, biz de bugün onları unuturuz) buyuruyor. Allah unutur mu?
CEVAP
Hâşâ, Allahü teâlâ unutmaz. (Taha 52)

Böyle âyetler çoktur. Mesela Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder.) [Muhammed suresi 7]

(Biz de bugün sizi unuttuk.) [Secde suresi 14]

Kur'an tercümelerinden, meallerden din öğrenilmez. Yanlış anlamalara sebep olur. İslam âlimlerinin açıklaması ile birlikte okumalıdır. Fıkıh kitapları Kur'an-ı kerimin tefsirleridir. Allah’a yardım demek, Allah’ın dinine yardım, yani İslamiyet’e hizmet demektir. İslamiyet’e hizmet ise, Allahü teâlânın, Resulünün ve âlimlerin bildirdiği şekilde yapılırsa hizmet olur.

Sorduğunuz âyetteki unutmak ise, unutulmuş muamelesi görürsünüz, size yardım edilmez anlamındadır.

Musa aleyhisselam
Sual: Yunus suresinin 88. âyetinde piyasadaki bütün mealler şöyle diyor: 
Musa Allah’a dedi ki: Ya Rabbi, Firavuna bu kadar malı insanları senin yolundan saptırması için mi verdin? Onları ve mallarını yok et.
Musa aleyhisselam Allahü teâlâya böyle der mi, onu böyle suçlar mı? Bu mealler yanlış değil mi?
CEVAP
Evet yanlıştır. Biz de piyasadaki çok meale baktık, hepsi de aşağı yukarı aynı şekilde yazıyor. Bu bakımdan açıklamasız olan meallere itimat edilmez. Tefsirlere bakmak gerekir. Biz de tefsirlere baktık. O şekildeki meal uygun değildir.
Kurtubi tefsirinde diyor ki:
Liyudıllu kelimesinde ki lam harfinin çeşitli manaları vardır. Buradaki lam, sonucu, bildirir. Nitekim haberde geldi ki:
(Bir melek her gün şöyle seslenir: Sonunda ölmek üzere doğuyorsunuz, işlerinizi de sonunda harap olmak üzere bina ediyorsunuz.)

Âyette, Firavun ve adamlarının işlerinin sonu sapıklığa varacağı için, sanki verilen mallar, sapıtmaları için verilmiş gibi oluyor. (Senden yüz çevirdikleri halde onlara bu kadar mal mülk verdin, senin onlardan yüz çevirmenden de korkmadılar. Senin onlardan razı olmadığını anlayamadılar. Sapıklıklarına devam ettiler. Malı sapıtmamaları için verdin ama onlar sapıttılar, öyle ise sapıtmalarına sebep olan malları onların ellerinden al. Verdiğin mallarla onları bu yolda imtihan eyle) denmek isteniyor. Netice olarak âyetin meali şöyle oluyor:
(Musa aleyhisselam dedi ki: Ya Rabbi, Sen Firavun ve kavmine dünya hayatında göz kamaştıran zenginlik ve bol servet verdin. Bu kadar malı sanki sen, insanları senin yolundan saptırmaları için vermişsin gibi kötü yollarda kullanıyorlar. Onları ve mallarını yok et, kalblerini de şiddetle sık, elemli azabı görmedikçe [vahiyle bana bildirdiğin gibi] onlar iman etmezler.)

Mealsiz Müslüman
Sual: Mealci bir yazar, (Meal yazanlar, kendi düşüncelerini katsalar da, âyetleri yanlış tevil etseler de, Kur’anı anlamak için meal okumak lazımdır, çünkü mealsiz Müslüman olmaz) diyor. Bir kimse ömründe hiç meal okumasa, dinine, imanına bir zararı olur mu?
CEVAP
Hayır, hiçbir zararı olmaz. Aksine, mealci yazarın da itiraf etmeye mecbur kaldığı gibi, mealler yanlış düşüncelerle doludur. Böyle mealleri okumak daha tehlikelidir. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(Kur’anı kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa da, muhakkak hata etmiştir.) [Nesaî]

(Kur’ana ehliyeti olmadan mâna veren, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizî]

(Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı Rabbanî]

Meal okuyup da, (Kur’anda tesettür yok) diyenler olduğu gibi, (Namaz üç vakittir, tavuktan, balıktan kurban olur) diyenler de oluyor. (Kur’an köpek etini yasaklamamış) diyenler de türedi. Bu uydurma hükümlerin hepsi meallerden çıkarılıyor. Kur’an-ı kerimin hakiki mânasını öğrenmek isteyen bir kimse, meal değil, muteber bir ilmihâl okumalı. Kur’an ve hadislerde bildirilen, iman, fıkıh ve ahlak bilgilerinin hepsinin açıklamaları muteber ilmihâllerde mevcuttur. İlmihâl okuyan, eksik bir şey bırakmış olmaz.

Allah unutur denmez
Sual: Arapça bilen bir arkadaş, (Allah da, bizim gibi unutur. Bu konuda Kur’an’da âyet vardır. Tevbe sûresinin 67. âyetinde münafıklar için söylenen, “Nesüllahe fe-nesiyehüm = Allah'ı unuttular, Allah da, onları unuttu” ifadesi sözümün delilidir) dedi. Kur’an’dan söylediği için bir şey diyemedim. Birkaç meale baktım, hepsi de (Allah unuttu) yazıyor. Allah unutmaktan münezzeh değil mi?
CEVAP
Elbette Allahü teâlâ, unutmaktan ve her türlü kusurdan münezzehtir. Meal okumanın zararlarından biri de budur. Âyet kelime kelime tercüme edilirse olacağı bu. Vehhâbîler de âyetin kelime mânâsına bakıp, böyle hatalara düşüyorlar. Onun için âyetlerin tercümesini yazmak çok yanlış olur. Tefsirlerde, o âyetin mânâsı şöyle bildiriliyor:
(Münafıklar, Allah'ın emrine uymadılar, inanmadılar. Allah da onları hidayetten mahrum etti.)

İmam-ı Kurtubî hazretleri buyuruyor ki:
Burada unutmak, terk etmek anlamındadır. Yani onlar, Allah’ın kendilerine verdiği emirleri terk ettiler, Allahü teâlânın emirlerini unutulmuş hâle getirdiler. Allahü teâlâ da, onları terk edip bıraktı, onları sevab ve mükâfatından, unutulmuşlar seviyesine düşürdü. Katade hazretleri, (Onları unuttu demek, hayırdan onları mahrum bıraktı demektir) buyurdu. (Cami-ul-ahkâm)

Kur’an-ı kerimi anlamak, murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Tercüme veya meal ise, yazarın âyet-i kerimeden kendi anladığını bildirmesidir. Yani tercümeyle, murad-ı ilahi öğrenilmiş olmaz, aksine o meali yazanın düşüncelerine esir oluruz. Kur’an meali yanlış yazılmışsa, yazan da, okuyup kabul eden de, küfre düşer. Kur'an-ı kerimi yanlış anlamak veya şüphe etmek imanı giderir. Mektubat-ı Rabbânî’deki hadis-i şerifte, (Kur’an’ı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî)

İşte bundan dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık, (Kur'an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a şerhi)

Meal yazanın düşüncesine esir olup yanlışlara düşmemek için, Kur’an meali okumaktan çok sakınmalıdır.

Meal ve tefsir okumak

Sual: Kur’an-ı kerimin meali, tefsiri yapılamaz mı?
CEVAP
Kur’an-ı kerimin tefsiri veya meali yazılabilir ve yazılmıştır. İslam âlimleri, bunu yasak etmemişlerdir. Fakat bunlar, Kur’an-ı kerimin belagatini taşıyamazlar. Murad-i ilahiyi bildiremezler. Kur’an-ı kerimin manasını ve manalarındaki incelikleri anlamak isteyen ve belagatinin zevkini tatmak dileyen müslümanlar, bu kitab-i mübini kendi lisanı ile okumalı ve manasını ve zevkini bundan almak için gereken bilgileri öğrenmekten üşenmemelidirler!

Şekspir’in, Victor Hugo’nun ve Baki efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce, Fransızca ve Arapça dillerini edebiyatı ile birlikte öğrenmek gerektiği gibi, Allah kelamını ve inceliklerini anlayabilmek için de gerekli ilimleri öğrenmek elbette şarttır.

Cebrail aleyhisselamın Peygamber efendimize indirdiği bu kelimelerden ve sözlerden başka, Arapça da olsa, okunan şeyler Kur’an-ı kerim okumak olmaz. Mesela, cünüpken, Kur’an-ı kerim okumak haramdır, büyük günahtır. Fakat, onları okumak, haram olmaz.

Bazı kimseler her kitap yazanı, tefsir yazanı veya Arabi bileni âlim zannediyor. Her köşe başında şeyh geçinen yüzlerce kimse vardır. Bu kimseler, müslümanları şaşırtmış, kâtı'ı tarîk-ı ilâhî olmuşlardır. Yani Ehl-i sünnet yolunu bozan, yol kesiciler vardır.

Âlimler çok azalmıştır
İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, dört yüz yıl önce buyurdu ki:
İslam âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna bid’at karıştığı ve bu yol bozulduğu için, Resulullahın sünnetine sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler, milletin kalbini, bu bid’atler ile kazanmaya çalıştılar. Böyle yapmakla, dini yayacaklarını, hatta İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden pek az kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin talebelerine yardım etmeleri, onların yolunda gitmeleri gerekir. (2/62)

Hadis-i şeriflerde, (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan sapıtırlar) ve (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur) buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip, bozuk asırdaki bozuk adamlara ve onların bozuk kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika)

İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:
Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid’at ehli yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır. (Merec-ül-bahreyn)

Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallidlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar, böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsirlerini okuyan acaba ne olur?

Dört işlemi bilmeden yüksek matematiği öğrenmek imkansızdır. Bunun gibi akaid, fıkıh ve diğer lüzumlu ilimleri bilmeden tefsir okuyan elbette sapıtır.

Fıkıh ilmini öğrenmeden tefsir ile vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü, tefsir ile, vaaz, kıssa öğrenilir. Fıkıh ile, helal, haram öğrenilir. (Redd-ül-muhtar)

Tefsir okumak, emrolunmadı. Fıkıh okumak ise, emrolundu. (Berika s. 1297)

Tefsir nedir?
Sual: Tefsir ne demektir?
CEVAP
Tefsir, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi anlamak demektir.

Tefsir için gereken 15 ana ilimden biri (Kalb ilmi)dir. Allahü teâlânın rasih ilimli âlimlere vasıtasız olarak ihsan ettiği bu kalb ilmine Mevhibe de denir. Bir kimse diğer 14 ilmi bilse, mevhibeye sahip olmazsa tefsiri muteber olmaz. Yaptığı tefsir kendi görüşü olduğundan Cehennemde azaba düçar olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kur’andan kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfirdir!) [Mektubat-ı Rabbani]

Yani kendiliğinden verdiği mana doğru olsa bile meşru yoldan çıkarmadığı için hata olur. Verdiği mana yanlış ise imanı gider.

Kur’an-ı kerim, hiçbir dile, hatta Arapçaya bile tercüme edilemez. Her hangi bir şiirin kendi diline bile tam olarak tercümesine imkan yoktur. Hadis-i şeriflerde de durum aynıdır. Hadis kitaplarından hadis nakletmek için hadis âlimlerinden icazet almak gerekir. (Berika c.1)

Hadis-i şerifleri ve âyet-i kerimeleri, hadis kitaplarından ve Kur’an-ı kerimden değil, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından nakletmelidir. Mesela, (İhya’daki hadis-i şerifte) veya (Mektubat’ta bildirilen âyet-i kerimede buyuruluyor ki...) diyerek nakletmek gerekir.

Peygamber efendimiz bir gün, bir âyetin manasını Hazret-i Ebu Bekir’e anlatırken, orada bulunan Hazret-i Ömer, yapılan izahtan hiçbir şey anlamamıştır. Halbuki hadis-i şerifte (Eğer benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu) buyuruldu. Böyle yüksek olduğu ve arabiyi çok iyi bildiği halde, Hazret-i Ömer Kur’an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadı. Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Hadis-i şerifler Kur’an-ı kerimi, mezhep imamları hadis-i şerifleri, İslam âlimleri de mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğu, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağı, zekât nisabı, orucun ve haccın farzları ile hukuk bilgileri açıkça bildirilmemiştir.

Fıkıh bilgilerini, İslam âlimleri, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir, okuması felaket olur. (Hadika)

Türkiye’de Kur’an tercümesi modası, Misak adında bir Ermeni tarafından başlatılmıştır. Gençlerin önüne Kur’an tercümelerini sürerek, “Öz Türkçe Kur’an okuyunuz, yabancı dil olan Arapça Kur’anı okumayınız!” demesi bu millete ihanetten başka bir şey değildir.

Kur’an-ı kerim Tercümeleri Sempozyumu’nda 1500’den fazla Kur’an-ı kerim tercümesi incelenmiş birbirini tutmayan hükümler görülmüştür. Bunun hakiki sebebi, naklin esas alınmayışıdır. Kur’an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır.

Müfessir kimdir?
Sual: Müfessir kime denir?
CEVAP
Müfessir, tefsir kitabı yazan demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin âlim demektir. Beydavi tefsiri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. Bu ilimlerin hangileri olduğu Mevduat-ül ulüm’de yazılıdır.

1986’da İstanbul’da yapılan Kur’an Tercümeleri Sempozyumunda 1500’den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler görüldü. Herkes anlayışına göre tefsir ettiği için, karşımıza bir korkunç, dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Halbuki nakle dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur’an tercüme işini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli!...

Diplomaya güvenenler
Diplomaya güvenerek, tefsir ilmine dalmaya kalkışan, aldanır, helak olur. Yüzme bilmeyen birinin diplomasına güvenerek denize açılması gibi, cahilce, ahmakça iş olur.

Tefsir ilmini bilmeyenin hadis ve tefsir okumaya kalkışması, mide hastasının, kuvvetlenmek için, baklava, börek yemesine benzer. Halbuki, bu hastanın, önce perhiz yapması, sonra, kuvvetli yemesi gerekir. İşte bizim gibi, ana ilimleri okumayan, din öğrenmek için, Kur’an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkışırsa, bunları kavrayamaz. Yanlış anlayarak, dinimizi, imanımızı da kaybederiz. Ana yuvasından almış olduğu imanını kaybeden birkaç ilerici (!) kimsenin küfrüne sebep olan, zihinlerindeki şüphenin nasıl meydana geldiği sorulunca tefsir okudukları için böyle olduklarını bildirmişlerdir. Meşhur tefsirler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor. Tefsir ilimlerini bilmeden tefsir okumaya kalkışan, imanını kaybedebileceği için Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, tefsir yazmak isteyen halifesine engel olmuştur. (Makamat)

Türkçe tefsirlerin, en kıymetli sanılanlarında bile, şahsi düşünceler vardır. Okuyana zararı, faydasından çoktur. Hele İslam düşmanlarının, bid’at sahiplerinin, Kur’an-ı kerimin manasını bozmak için yaptıkları tefsir ve tercüme kitapları, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hasıl oluyor. Zaten, bizim gibilerin, İslamiyet’i öğrenmek için, tefsir ve hadis-i şerif okuması uygun değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifi yanlış anlamak veya şüphe etmek imanı giderir. Yalnız Arabi bilmekle, tefsir ve hadis anlaşılmaz. Her Arabi bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrut’ta ana dili Arabi olan çok papaz var. Fakat, hiçbiri İslamiyet’i bilmez.

Hangi tefsir zararlıdır?
Sual: Dinimizi, asıl kaynağından öğrenmek için hangi meali ve tefsiri okumalıyız?
CEVAP
Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur’an-ı kerimi tefsir eden Odur. Doğru tefsir kitabı da, Onun hadis-i şerifleridir. Din âlimlerimiz, bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir yazmışlardır. Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemediği için, İslam âlimleri, tercüme değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir. Resulullahın bildirdiği manalara Tefsir denir. Tefsir, ancak Fahr-i âlemin mübarek lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tâbiine ve Tebe-i tâbiine ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelam âlimlerine gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsir denmez.

Mealen ne demektir
Sual: (Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki...) deniyor. Bu ne demektir?
CEVAP
(Bu âyet-i kerimenin mânâsı, tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre şöyledir) demektir. Bunun için Kur’an tercümesi denilen kitaplardan, Kur’an-ı kerimin mânâsı anlaşılmaz. Kur’an tercümesi okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yaptığı tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerimin hakiki mânâsını anlamak, öğrenmek isteyen, İslam âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını, yani bunlardan hazırlanmış, nakli esas alan bir ilmihal kitabını okumalıdır.

Kur’an-ı kerim tercümesini okuyan, amele, ibadete ait bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur’an tercümesi okuyarak, doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün olmaz. Hatta (Beydavi), (Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin anlaması mümkün değildir. Kur’an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. (Hadika)

Peygamber efendimiz, hadis-i şerifleriyle Kur’an-ı kerimi açıklamıştır. Bu açıklamalara tefsir denir. Bir âyet-i kerimenin mânâsını Peygamber efendimiz açıkça bildirmemişse, İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin mânâlarından dinimize uygun olanı seçerler. Buna tevil etmek ve bu seçilen manaya da meal denir. Piyasada meal, tercüme anlamında kullanılıyorsa da, tercüme demek değildir.

Kur’an tercümesi
Sual: TV’lerde, barlarda Beethoven’in 9. senfonisini, Mozart’ın figarosunu ve Molyer’in şiirlerini niçin Almanca, İtalyanca, Fransızca söylüyorlar veya dinliyorlar da, (Bu yabancı dildir, Türkçe söylemek gerekir) diyerek, bu senfonileri Türkçeye tercüme etmiyorlar? Fakat Kur’an tercümesine nasıl olup da Kur’an diyebiliyorlar?
CEVAP
Çünkü, Türkçeye tam çevrilemeyeceğini biliyorlar. Türkçelerine Beethoven’in veya Şopen’in eseri denilemiyor. Bir şiirin tercümesi bile şiirin aslı değildir. O halde, Kur’an-ı kerimin tercümesine hiç Kur’an denebilir mi? Şekspir’in, Viktor Hügo’nun ve Baki efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce, Fransızca ve Arapça dillerini edebiyatı ile birlikte öğrenmek gerektiği gibi, Allah kelamının belagatini ve inceliklerini anlayabilmek için de, gerekli ilimleri öğrenmeden, bunları anlamaya kalkışmak çok yanlıştır.

Orijinal meal
Sual: Biri, (Piyasada birbirini tutmayan farklı mealler bulunduğu için, orijinalinden kendim tercüme ederek bir meal hazırladım. Benimki orijinal olduğu için itimada şayandır) dedi. Öteki mealler niye orijinalinden hazırlanmadı? Bu arkadaşın orijinal mealine güvenebilir miyiz?
CEVAP
Adına orijinal dense de fark etmez. O mealin diğerlerinden hiç farkı yoktur. Meal, tercüme edenin, Kur’an-ı kerimden anladığı mânâ demektir. Herkes, ilmine göre bir şey anlar. Çoğunun yanlış olduğu piyasadaki meallerden anlaşılmaktadır, çünkü Kur’an-ı kerim kelime kelime tercüme edilirse yanlış olur. Murad-ı ilahi anlaşılmadan yapılan tercümeler doğru olmaz. Murad-ı ilahiyi de yalnız Peygamber efendimiz anlamış ve bildirilmesi gerekenleri de hadis-i şeriflerle bildirmiştir. Onun için, mealden din öğrenilmez. Dinimiz ancak, itikad, fıkıh ve ahlak bilgilerinin nakli esas alarak yazıldığı muteber ilmihallerden öğrenilir.

Arapça bilenin Kur’an okuması
Sual: Ana dili Arapça olanın, Kur’an okurken manasını anlaması, meal okumak gibi zararlı olur mu?
CEVAP
Hayır, mahzuru olmaz, hatta iyi olur; ancak âyetlerden hüküm çıkarması caiz olmaz. Mesela Kevser suresini okurken, (Venhar) demenin kurban kes anlamına geldiğini bilmesinin mahzuru olmaz. (Kurban kes demek, fakir zengin, dinli dinsiz herkese kurban kesmek farzdır demektir) diye bir hüküm çıkarırsa yanlış olur; çünkü ana dili Arapça olan Eshab-ı kiram bile, Kur’an-ı kerimin anlamını Resulullah efendimize sorarlardı. Bir hadis-i şerif meali:
(Kur’an-ı kerimin manalarının hepsi anlaşılmaz.) [İbni Mace]

Günün âyeti demek
Sual: Gazetelerde, internet sitelerinde, günün âyeti denilerek âyet mealleri yazmakta bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Böyle yazmak uygun olmaz. Âyet-i kerimeler her gün içindir. Günün âyeti, ayın âyeti demek hoş değildir. Bunun ikinci mahzuru da şudur:

Kur’an-ı kerimin kelime kelime tercümesini yapmak mümkün olmadığı için verilen mana yanlış olur. Böyle bir tercümeyle murad-ı ilahi anlaşılamaz. Bu şekilde, âyet meallerini yazmak ve bunları okumak yanlış anlaşılmalara sebebiyet vereceği için uygun olmaz. Âyet mealinden din öğrenilemez, bununla amel edilemez.

Feminist meal
Sual: Amerika’daki bir üniversitede, Kur’anın feminist meali hazırlanmış. Feminist meal olur mu?
CEVAP
Herkesin düşüncesine göre meal olmaz. Yani mealin, feministi, hümanisti olmaz. Yarın bir başkası da çıkıp (Sosyalist bir meal yaptım) diyebilir. Nitekim âyet-i kerimeleri sosyalizme göre açıklayan sosyalist zihniyetli mezhepsizler çıkmıştır. Feminist olmasa bile piyasadaki birbirini tutmayan mealleri okumak caiz olmaz, çünkü müfessirlerimizin bildirdiklerine aykırı meallere ve tefsirlere asla itibar edilmez.

Tefsir kitaplarına mı, fıkıh kitaplarına mı uymalı?
Sual: Berîka kitabında, (Tefsirlere göre değil, fıkıh kitaplarına göre amel etmemiz emredildi) deniyor. Tefsir, Allah'ın kitabı sayılır, fıkıh ise âlimlerin kitabıdır. Niye âlimlerin kitabı, Resulullah'ın hadislerine ve Allah'ın kitabına tercih ediliyor?
CEVAP
Hayır, asla öyle bir tercih yapılmıyor. Tefsir için de, (Allah'ın kitabıdır) demek yanlıştır. O da müfessirlerin kendi anladıklarıdır. Doğru anladıkları da olur, yanlış anladıkları da olur O, tefsir veya tercüme edenin kendi anladığıdır. Kur'an-ı kerimi yanlış anlayan da çok oluyor. Mesela namaz vakitleri için, üç, altı, hattâ yedi vakittir diyenler olmuştur. Ama Peygamber efendimiz (Beş vakittir) diyor ve ömür boyu da beş vakit kılmıştır. Onun için mealleri, tefsirleri, bizzat Allah'ın sözü olarak kabul etmek çok yanlış olur.

Tefsirden ve hadislerden dört hak mezhep çıktığı gibi, 72 sapık mezhep de çıkmıştır. 72 sapık fırkanın liderleri, âlim oldukları hâlde, tefsirleri yanlış anladıkları için sapıttılar. Biz kendimiz tefsirden bir şey öğrenmeye kalkarsak, hangi bâtıl yola gireceğimiz, hangi uçuruma yuvarlanacağımız belli olmaz. Fıkıh bilgisi de tefsirden ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. Ehl-i sünnet âlimlerinin bu iki kaynaktan çıkardıkları fıkıh ilmine uyarsak, yine Kur’an’a ve hadise uymuş oluruz.

Kur’an yerine çevirisini okumak 
Sual: Mezarlıkta ölülere Kur’an yerine, meal veya tefsir kitabı okuyanlara rastlıyoruz. En doğru tefsir diye, namazda bile bunları okuyanlar oluyor. Buralarda Kur’an yerine tercümesini okumak günah değil midir?
CEVAP
Evet, büyük günahtır. Çünkü Kur’an-ı kerim, Allah kelamıdır. Kur’an-ı kerimin başka dillere yapılan çevirilerine, en doğru çeviri olsa bile, Kur’an denmez ve Kur’an olarak okunması asla caiz olmaz. Bunları Allah kelâmı kabul etmek, mezarlıkta veya namazda Kur’an diye okumak, büyük günah olur. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki:
(Kur’an-ı kerim tercümesini, Kur’an-ı kerim yerine okumak haramdır.) [Fetava-i fıkhiyye s. 37]

İsmimiz bile tercümesiyle söylense çok acayip olur. Mesela ismet; günahsızlık, temizlik demektir. İsmi İsmet olan biri, İsmet değil de, tercümesi ile çağrılsa, İsmet Bey yerine, Temizlik Bey, Günahsızlık Bey dense, uygun olur mu? Bir ismin bile tercümesini söylemek çok tuhaf olurken namazdaki Allah kelamı olan sûrelerin tercümelerini veya tefsirlerini okumak nasıl caiz olur?

Ezanın da başka bir dilde tercümesini ezan olarak okumak caiz değildir. Mesela Fransızca (Dieu est grand), İngilizce (God is great) veya Türkçe (Tanrı uludur) dense caiz olmaz. (Allahü ekber) diyerek okumak lazımdır.

Meal okumak niye zararlıdır?

Sual: Meal okumak niye uygun değildir? Mealin hiç faydası yok mudur? Anadili Arapça olan, bizim mealden anladığımızı zaten anlıyor. Arapça bilmeyenin, meal okuyup, Arapça bilen Araplar kadar Kur’anı anlamasının ne sakıncası olur? Eğer meal okumak yanlışsa, Rusya, İslamiyet’e zararlı olan bir şeyi niye yasaklasın ki? Çağdaş bir meal yazılamaz mı?
CEVAP
Meal okumanın zararı, faydasından çok fazladır. Hattâ faydası zararının yanında solda sıfırdır. Merhum Nasreddin Hoca, (Bir damla bal için, bir çeki odun yenmez) diyor. Bir damla bal için, bir çeki odun yiyen ölmez, ama meal okuyup yanlış hüküm çıkaran imanını kaybedebilir. Tevbe etmezse, sonsuz Cehennemde kalır. Sonsuzun yanında milyonların, milyarın kıymeti olmaz.

Kur’an-ı kerimi anlamak, murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Günümüzdeki meal anlayışı ise, yazarın, âyet-i kerimeden kendi anladığını bildirmesi demektir. Yani mealle, murad-ı ilahi öğrenilmiş olmaz, aksine o meali yazanın düşüncelerine esir olmuş oluruz. Kur’an mealini yazan yanlış yazmışsa, yazan da, okuyup kabul eden de küfre düşer. Kur'an-ı kerimi yanlış anlamak veya şüphe etmek imanı giderir. Mektubat-ı Rabbânî’deki hadis-i şerifte, (Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî)

İşte bundan dolayı, Hazret-i Ebu Bekir Sıddık, peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmasına rağmen, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşümle tefsir edersem, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)

Muhammed Hâdimî hazretleri buyuruyor ki: Kur’an-ı kerime kendi görüşüne göre verdiği mânâ doğru olsa bile, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata olur. Verdiği mânâ yanlışsa, kâfir olur. (Berîka)

Eğer herkes, Kur’an-ı kerimi doğru olarak anlasaydı, 72 sapık fırka ortaya çıkmaz, herkes doğru itikada sahip olur, Ehl-i sünnet itikadında olurdu. Herkes farklı anladığı ve farklı tercüme ettiği içindir ki, 72 sapık fırka meydana çıkmıştır. (Kur’an-ı kerim sağlam olduğu için, mealleri de sağlamdır) demek çok yanlıştır.

Hâlbuki 72 sapık fırkanın liderleri, âlim olmalarına rağmen, yanlış anlayıp sapıtınca, bizlerin ne hâle düşeceğimiz meydandadır.

Eğer doğru meal yazmak dine hizmet olsaydı, Osmanlı, çok meal yazardı. Hâlbuki Mızraklı İlmihâl gibi kitapları her tarafa yaymıştır. Meal yazmayan Osmanlı, İslam düşmanı mıydı? Meale karşı olmayı, Kur’ana karşı olmak gibi gösterenler, bu kadarını da düşünemiyorlar mı? Mübarek ceddimiz, âlim insanlardı. Onlar, dine hizmet etmeyi bilememişler de, meal yazanlar mı biliyor?

Arapça bilen de, Kur’an-ı kerimin mânâsını anlayamaz. Araplar özellikle Suudiler, yanlış anladıkları için (Allah Arş’ta oturuyor. Allah'ın eli var, gözü var) diyerek mahlûka benzetiyorlar. Hazret-i Âdem, Hazret-i Şit, Hazret-i İdris gibi peygamberleri inkâr ediyor, Ehl-i sünnete müşrik diyorlar. Böylece küfre giriyorlar. Bu inançtaki insanlara Vehhabî deniyor. Vehhabilerin kâfir oldukları Nimet-i İslam, Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram, Firreddi alel-vehhabiyye, Ed-Dürer-üs-seniyye, Şevahid-ül-hak, Mirat-ül-Haremeyn, Tarih-i Vehhabiyan ve İslam Ahlakı gibi birçok muteber kitapta yazılıdır.

Bir Müslümana lazım olan âyetlerin mânâları, tefsirleri ilmihâl kitaplarında vardır. Yani bir Müslüman ilmihâl okumakla, açıklamasıyla birlikte Kur’an-ı kerim hakkında yeterli bilgiye sahip olur. Allahü teâlânın bize neleri emrettiğini, neleri yasakladığını öğrenir.

İlmihâl okumadan fıkhî hükümleri mealden kendimiz çıkarmaya kalkarsak, 72 sapık fırkanın âlimleri gibi, biz de, bu okyanusta boğuluruz. İmam-ı Şa'rânî hazretleri buyuruyor ki:
Namazların kaç rekât olduğunu, rükû ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Kur'an-ı kerimden anlamamız mümkün değildir. (Mizan-ül Kübra)

Bir örnek verelim: Abdestin farzı, Hanefî’de 4, Şâfiî’de 6, Mâlikî ve Hanbelî’de daha fazladır. Mealden bunları bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadî konuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur? O hâlde mealden bir şey öğrenemeyeceksek niye okuyacağız?

Üstelik piyasada tam doğru bir meal de bulmak mümkün değildir. 1986’da İstanbul’da yapılan Kur'an Tercümeleri Sempozyumu’nda 1500’den fazla tercüme incelenmiş ve birbirini tutmayan hükümlerin bulunduğu görülmüştür. Herkes anlayışına göre meal yazdığı için, karşımıza korkunç bir manzara çıkmıştır. Biz, şimdi hangi meali okuyacağız? Her meal sahibi, (En doğrusu, bizim yazdığımız mealdir) diyor. Bir âyetin birkaç mânâsı olabiliyor. Bunlardan biri alınınca eksik kalıyor. Yani en doğru yazılanda bile eksiklik oluyor.

(Meal okumak yanlışsa, Rusya niye mealleri yasakladı?) deniyor. Yasaklanan şeyin mutlaka kıymetli olması mı lazım? Yanlış da olsa İslamiyet’ten bahsedilmesini istemiyor. Hem Ruslar, İslâmiyet'in doğrusunu, yani doğru olanın Ehl-i sünnet olduğunu nereden bilecek ki? Bilse zaten Müslüman olurlar. Rusya’da Şiîlik de, Vehhabilik de yayılmaya çalışılsa önlemeye çalışırlar. Niye (Şu akım sapıktır, bu yayılsın) diyecek? Mesela Türkiye’de, Hristiyan mezheplerinden Katoliklik, Protestanlık yayılmaya çalışılsa, (Bunlar zaten sapık, varsın yayılsın) mı diyeceğiz? Yahut biz bu mezheplerin yayılmasını önlemeye çalışsak, (Bak Müslümanlar bizim mezhebimizi önlemeye çalışıyor, o hâlde bizim mezhebimiz doğrudur) derlerse, böyle söylemeleri yanlış olmaz mı? Rusya’daki meal yasaklamalarına da bu gözle bakmalıdır.

Rusya’nın mealleri yasaklamaya çalışması, meal yazmanın doğru olduğunu asla göstermez. Belki de Rusya’da meal yazanlar Vehhabidir. Çünkü Vehhabiler, dünyanın her yerine, hattâ Türkiye’ye bile ücretsiz meal gönderiyorlar. Her ülkeden hac için gelenlere de veriyorlar. Vehhabiler, niye bir Ehl-i sünnet âliminin yazdığı bir ilmihâli değil de, Kur’andan kendi anladıklarını yaymaya çalışıyorlar? Elbette Ehl-i sünnetten koparmak için yapıyorlar. Kendilerine sorarsanız, (Sizi şirkten kurtarmaya çalışıyoruz) derler. Mealleri yayarak Vehhabiliğe yardımcı olmanın vebalini düşünmek lazımdır.

Asrın tefsiri veya Çağdaş meal adı altında kitapların yazılması daha tehlikelidir. Kur'an-ı kerimin emirleri, her asırdaki insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka mânâsı yoktur. Her çağa, her asra göre değişik meal veya tefsir yazmak demek, dini her asırda bozmak demektir. (Çağdaş meal) veya (Çağdaş tefsir) isimli kitaplar, bu bakımdan çok tehlikelidir.

NİSAN YAĞMURU ŞİFADIR


Şifalı olan Rumi nisan yağmurları, Nisan ayının on dördünde başlar, Mayıs ayının on dördünde biter. 
Bu zaman içinde yağan yağmurlara “Nîsân yağmuru” denir ve bir çok hastalığa deva olup bir çok faydası vardır.
* Yılanların zehiri, Balıkların incisi, Hatta bal arısının balı gibi pek çok harikulade nimet hep bu yağmurun suyundan oluşur.
* Nisan yağmuru zahmetlere rahmet, dertlere devâ, hastalılara şifâdır.
* Sular içerisinde en saf su Nisan yağmurunun suyudur.
* Nisan yağmuru ile mayalanan yoğurt tutar. (Tecrübe ile de sabittir)
* Nisan yağmurunda ıslanan yeni elbise çürümez. Saç dökülmez. Hele okunan! Nisan yağmuru suyu, Allâh’ın izniyle sar’a hastalığına şifâ, Ruh hastalıklarına deva, Ağrıları gidericidir. Nisan Yağmurunun faydalı ve şifalı olduğuna dair hadisi şerifler vardır.
Nisan yağmuru hakkında Hadisi şerifler:
Peygamber Efendimizden (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) rivayet olundu ki;
"Cebrail (Aleyhisselâm) bana öyle bir ilaç öğretti ki, o ilaç sayesinde insanların doktorların ilacına hiç ihtiyaç kalmaz.
Eshâbı Kirâm o ilaçtan bizede haber ver Ya Rasûlullah dediler: Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselâm) "Nisan yağmurunu toplayınız .
Ona; 70 Ayetel Kürsi, 
70 Fâtiha-i Şerife, 
70 defa İhlâs-ı Şerif,
70 defa Felâk,
70 defa Nâs Sûresini 
70 defa tesbih duâsını "Subhanallahi vel hamdu lillâhi ve lâ ilâhe illellâhu vallâhu ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm." Sonra yedi gün devamlı olarak sabah akşam birer bardak içiniz. Beni hak Peygamber olarak gönderen Cenabı Hakka yemin ederim ki,Cebrail bana dedi ki;Bu sudan içen kimsenin cesedinden , damarından, sinirinden, etlerinden o kimseye ağrı, acı veren rahatsızlığını Cenab-ı Hak giderir, O kimseye sıhhat ve afiyet verir.
Yine Başka bir Hadisi şerifte:
"Beni hak Peygamber olarak gönderen Allaha Yemin ederim ki, Çocuğu olmayan bir erkek, bu sudan hanımına içirse, Allahü Teâla’nın izni ile Hanımı hamile kalır. Hanımının başı ağrıyan bir erkek bu sudan hanımına içirirse, bu su ona sıhhat için yeterli olur. İçen kimsenin balgamını keser. Rüzgar ona zarar vermez. Çirkin haller kendisine isabet etmez. Bel ağrısından, karın ağrısından,şikayeti kalmaz.Alaca hastalığından korkmaz.göğüs ağrısı çekmez.kalbine gelen vesvese (evham) gönlünden çıkar gider. Kendini çok beğenmek, haset, kibir, düşmanlık, gıybet ve koğuculuk (gibi manevi hastalıklar dahil), dünyada yaşayan her fani (geçici)olanlar için Allahü Teâla’nın izni ile fayda vericidir."(tefsir-i Kebir.Kuran tefsiri)
Ayrıca, Kur'an-ı Kerim ve Ezan-ı Muhammedi okunurken, düşman korkusuyla karşılaşınca, yağmur yağarken ve zulme uğrayınca yapılan duâlar kabul olunur (Teberânî)
Hz.Enes (Radıyallâhu Anh) anlatıyor :Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ile birlikteyken , yağmur yağmıştı, hemen başını açtı ve "Yağmur Rabbimin yeni yarattığı ve indirdiği Rahmettir" dedi.
Diğer bir rivayette ise, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'in elbisesini açtığı bildirilmiştir. (Müslim 2/615,Ebu Davud 5/3309)
Ebu Hureyre (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ve sahabeleri senenin ilk yağmuru yağdığında, gökteki ilk damlalara, (değmesi için) başlarını açarlardı ve Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Şöyle derdi: "Yağmur, rabbimizin en son, ve yeni yarattığı bir mahluktur ve bereketi en çok olandır." (Ebu şeyh ,Ahlakun-Nebiyyi 823
Nisan Yağmurunu Alma Şekli:
Kap yüksek bir yere konmalı, yağmur direk kaba dökülmeli, oluktan olmaz.

Evde mevlid okutmanın fazileti

İmâm Süyûti Hazretleri;

Hangi evde mevlûd okutulursa o ev kıtlık, hastalık, belâ, düşmanlık, hased, göz değmesi gibi âfetlerden uzak kalır.
Böyle bir evin sahibi de mezarda Münker-Nekir tarafından sûale çekilirken şiddet görmez.

Kaynak; Râbıta-i ŞerifeManzûru Nazârı Pirânı Kiram Seyyid Abdülhakim Arvasi Kûddise Sirrûh Hazretleri

Leyla aşkı ve Mevla aşkı

Mecnun çölde gezerken namaz kılan bir adamın önünden geçer.
adam hemen namazını bozar ve şöyle der:
-Koskoca çölde namaz kılan adamın önünden niye geçiyorsun.başka yer mi yok. 
Mecnun:
-Ben seni Leyla'nın aşkından görmedim.
Allah aşkına söyle sen beni mevla aşkından nasıl gördün.

Allah’a îmân ettim gözümü yalanladım

Ebû Hureyre radıyallahü anh Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

Meryem oğlu İsâ (aleyhisselam) bir adamın hırsızlık yaptığını gördü. (Daha sonra) ona: “Sen hırsızlık mı yaptın?” diye sordu. Adam “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, hayır (hırsızlık yapmadım)” dedi. Bunun üzerine İsâ (aleyhisselam), “Allah’a îmân ettim gözümü yalanladım” dedi». (Buhârî, Müslim, Neseî)

Onun ismi Abdullah Cevdet değil, Aduvvullah Cevret’tir...


Yine bir defasında Efendi Hazretlerini bir düğüne davet etmişler. Gitmiş. Oturdukları odadaki bir sehpanın üzerindeki kitabı alıp birkaç satır okuyup yerine koymuşlar. Daha sonra sevdiklerinden birine: “O kitap Abdullah Cevdet’in bir romanıydı. Elime alıp birkaç satır okumakla kalbimde hâsıl olan zulmeti on beş günde zor def’edebildim. Onun ismi Abdullah Cevdet değil, Aduvvullah Cevret’tir.” buyurdular. s.305

Kaynak: (Süleyman Kuku-Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin Külliyatı-1.Cilt- S.305)