Hayati İnanç hocası Hüseyin Hilmi Işık Efendiyi Anlatıyor
Şeytanın beş silahı
Şeytan, bir mübârek zâtı bozmak için her türlü yolu denemiş, fakat hiçbirinde muvaffak olamamış. Olamayınca demiş ki, “Seni kandıramadım ama şu insanları nasıl kandırıyorum anlatayım da bir dinle. Benim insanları aldatmakta beş tane silahım vardır. Biri olmazsa diğerini kullanırım. Kolay kolay elimden kurtulamazlar, ancak senin gibi müstesnalar hariç.
***Birinci silahım, onlara cimrilik veririm, hasislik veririm. Sakın ha verme, biterse sonra ne yaparsın der, onları hep böyle korkutarak, hayır hasenat yapmalarına mani olurum. Avucuma alırım.
***İkinci silahım, kıskançlık veririm. Onun kalbine kıskançlığı bir verdim mi, onu her şekle sokarım.
***Üçüncü silahım, onların itikadını bozarım. Bid’atleri işletir, tatlı gösteririm, çok lüzumlu, çok lâzım bu derim. O bir bid’at işledi mi, ona tevbe de etmez. Çünkü yaptığı işin doğru ve güzel olduğuna inandığı için tevbe etmek aklına gelmez ki. İşte, onları vehhâbî yaparım, râfızî yaparım, yani akla, sapıklık olarak ne gelirse yaptırırım. Avucuma alırım.
***Dördüncü silahım, onları öfkelendiririm. Burnundan girerim öfkelendiririm, kulağından girerim kalbine, bir şey yapar onu kızdırırım. Kızdı mı zaten o benimdir. Avucuma girer. ***Beşinci silahım, onlara kibir, gurur ve ucb veririm. Bak sen ne mübârek adamsın. Herkes nerede vakit geçirirken, sen hayır hasenat yolunda vakit geçiriyorsun der, kibirlendiririm. Biraz işini beğendiririm, biraz satışını beğendiririm, biraz imalatını beğendiririm. O da, hakikaten bende çok iş var der. Onu dediği gün, onun işi biter” diyor.
Bunlar şeytanın nesi? Beş vesvesesi, şeytanın beş silahı. Vay mel’ûn vay! Kıskanmak, öfkelenmek ne kadar kötü huylar. O bakımdan ne buyuruyor Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Öfkelenmeyin, öfkelenmeyin, öfkelenmeyin.” Bir hadîs-i şerîfte de, “Kalbinde zerre kadar kibr olan, Cennet’e giremez” buyuruluyor. Yani, bu kibir temizlenmedikten sonra, Cennet’e giremez. Çünkü kibir, Allahü teâlânın, en çok kızdığı günahtır. Zira Cenâb-ı Hak hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, “Azamet ve kibriyâ benim hakkımdır. Kim bana bunda ortak olursa, acımaz yakarım.” Bakın insanların başına gelen felâketlerin sebebine, ya öfke, ya kibir, ya kıskançlık, ya cimrilik, yahut da itikad bozukluğudur. Cenâb-ı Allah bizi böyle olmaktan muhafaza etsin!
(Enver Ören rahmetullahi aleyh)
KÖPRÜ YAPTIRAN MECUSİ
Vaktiyle bir Mecusi vardı. Bu adam Mecusilikte oldukça gayretliydi. İnancında büyük bir taassuba sahipti. Yolcuları çok severdi. Bir gün onlar için bir köprü yaptırdı. Sultan Mahmud, kutlu bir yolculuktan dönerken yol üstündeki o güzelim köprüyü gördü. Köprü, hem güzeldi hem de tam yerindeydi.
"Bu büyük bir hayır!" dedi. "Acaba böyle bir köprüyü kim yaptırdı?"
Maiyetindekiler dediler ki:
"Bir Mecusi yaptırdı."
Padişah, köprüyü yaptıran kişiyi çok kıskandı ve orada konaklayarak, Mecusi'yi huzuruna çağırttı. Gelince,
"Sen sanırım iman ehline düşmansın. Gel bu köprüyü bana sat! Onun için ne kadar altın sarf ettiysen hepsini benden al! Çünkü sen bir Mecusisin. Kalbinde hamd ve minnet yok. İnandığın gerçek bir din olmadıkça bu köprünün ne faydası olacak sana? Verdiğim parayı kabul etmezsen, benim elimden kurtulamazsın!" dedi.
Mecusi dedi ki:
"Padişah beni paramparça etse bile bu köprüyü ne satarım, ne de karşılığında para alırım. Ben bu köprüyü din uğrunda yaptırdım."
Bunun üzerine padişah onu hapsettirip ona eziyet ettirdi. Zindanda ona ne ekmek verdirdi, ne su ... Sonunda eziyetler haddi aşınca Mecusi'nin gönlü, kan kesildi.
Bir süre sonra padişah ona haber göndererek, "Kalk, bir ata binip hemen yanıma gel! Köprüye tam bir değer biçmesi için bir de yanında üstat birini getir!" dedi.
Padişah çok sevinçliydi. Bir toplulukla köprüye gitti.
Padişah oraya varınca uyanık Mecusi, köprünün üstünde durdu.
Dedi ki:
"Padişahım, şimdi bu köprünün değerini sen, benden iste bakayım! Kendimi bu köprüden atarak helak edeyim de öbür köprüde karşılığını sana vereyim. Ey yüce padişah, bak da gör! işte köprünün değeri!. .. "
Bu sözleri söyler söylemez kendisini suya attı. Su onu aldı, götürdü. Mecusi, canıyla oynadı. Canına kıydı da dinine kıymadı. Çünkü maksadı dindi, ötesine aldırış bile etmedi.
Ey dost! Bir ateşperest, dinine ziyan gelmesin diye kaldırdı kendisini ateşe attı. Sen Müslümansın, ama Müslümanlıkta öyle bir hale düşmüşsün ki zaten su, seni çoktan kapmış götürmüş!. ..
Bir Mecuside bile inanç ateşi, seninkinden fazlaysa, artık Müslümanlığı var git bir Mecusi'den öğren! Allah'a ayarı düşük para götürmek kimin ne haddine! Öte dünyaya sağlam para, o ayarcıya layık akçe götürmek gerek. Can tenden çıkınca Allah'a putlarla dolu bir gönlü nasıl götürebileceksin?
Bütün bu putları gönlünden at. Bedeninle beraber onları terk et. Bir dostun evine puthaneyle gidilmez. Ayağı uyuşan kişi minbere nasıl çıkabilir? Uyuşuk bir ayakla minbere çıkılamazsa uyuşuk, uykulu bir gönülle, Hakk'a nasıl erişilir?
Biri, bir an olsun uyanırsa o uyanıklığı ziyadeleşir. Fakat sen bütün ömrünü gafletle geçirdin. Bir an bile uyanıklık yüzü görmedin.
Uykusu gaflet olanın uyanıklığı ölüm olur.
Be adam! Sen kendi gamınla gamlanmazsan, senin derdine kim yanacak?
Bari, serkeşlik etme de hemen işe koyul, elinden geleni yapmaya giriş. Çünkü hiç kimse senin derdine yanmaz, senin için gam yemez. Hiç kimse senin yükünü bir anlığına bile çekmez. Bunu böylece bil!.
(Feridüddin Attar, İlahiname)