GÖNÜL ÜÇ KISIMDIR

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Şunu da bilmiş ol ki, bu gönül denilen şey de üç kısımdır:  

1 - Biri, yalnız dünya ile meşgul olur. 

2 - İkincisi, yalnız âhiret işleriyle meşguldür. 

3 - Üçüncüsü, Allâhu teâlânın muhabbetiyle dolmuştur yalnız Allahu teâlâ ile meşguldür.  


Yalnız dünya ile meşgul olana, âhiret işlerinden bir iş gelse şaşırır kalır ve ne yapacağını bilemez. Çünkü, hep dünya ile meşgul olmuş ve âhiret işlerini ihmal etmiştir. Yalnız âhiret işleriyle olana da dünya işlerinden bir iş gelse, şaşırır ve ne yapacağını bilmez. Yalnız Allâhu teâlâ ile meşgul olanlar ise ne dünya ne de ahiret işlerini becerir. Zira onlar Allâh deyip öylece kalmışlardır. Sûfi şeyhler, diğer hususlarda olduğu gibi istikamette de Resûl aleyhisselâma uydukların dan ötürü, Hak teâlâ onların önlerine ilim kapılarını açıverir.


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

İstikamet üç mertebedir

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

BİRİNCİSİ: Avamın istikametidir. Zahirde, emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Bâtında ise, imân edip tasdik etmektir. 


İKİNCİSİ: Havassın istikametidir. Zahirdeki yüzü, emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmak, aynı zamanda dünyayı, dünyanın şehvetini ve diğer lezzetlerini terk etmektir. Bâtındaki yüzüde, cennet nimetlerinden vaz geçip Hakka kavuşmayı ve irfanı talep etmektir. 


ÜÇÜNCÜSÜ: Ehassı havvasın istikametidir. Bunlar zahirde, Resûl Aleyhissalâtü vesselama her bakımdan tam olarak uyar ve bâtında ise beşeriyetlerini Hak Teâlâ’da fani ederler böylelikle Allâh ile müstakim olurlar.  Allâh için Enâniyyetten (benlikten) fâni olarak onun hüviyeti ile bâki olurlar. 

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

MÜZEKKİN NÜFUS’TAN HİKAYELER

Şeyh Bayezid-i Bestamî rahmetullahi aleyh, bir gün Bağdat şehrinde müritleri ile bir yere gidiyordu. Şat ırmağının köprüsü üzerinde birkaç oğlan çocuğunun oynadıklarını gördü. Çocuklar, mini mini bebekler yapmışlar, birine Muhammed ve birisine de Ayşe adı vermişler, düğün ediyorlardı. Çocuklar, şeyhi görünce hemen önüne çıktılar ve: 

— Ya şeyh! dediler. Bizim düğünümüze buyur. Hazreti Muhammed'i evlendiriyoruz. İşte, bu Muhammed'dir bu da Ayşe.

Hazret-i şeyh, çocukların bu oyunlarını beğenmedi. Resûlullah ile Ayşe validemizin mübarek isimlerinin böyle bebeklere verilmesi ona kerih geldi ve asasının ucuyla her iki bebeği de köprünün kenarından aşağı suya attı ve müritleriyle yoluna devam etti. Evine vardı, halvet hanesine girdi, oturdu ve murakabeye daldı. Murakabesinde, Resûl aleyhisselâmın gelip geçtiğini gördü, davrandı ayağını öpmek istedi. Resûl-ü zişân, şeyhe hiç bakmadı. Bayezid-i Bestamî, niyazda bulundu: 

— Ey iki gözüm nuru Resûlullah... Ben kulunuza hiç nazar buyurmazsınız. Hâtırı şerifiniz bana melûl mudur?

Fahr-i kâinat aleyhi ve âlihi efdal-üt-tahiyyat saadetle şöyle buyurdu: 

— Beni oğlancıkların elinden aldın, hiç itibar etmeden asanın ucuyla suya attın. Şimdi, benden itibar mı istersin? Bilemedin mi ki, adıma hürmet, bana hürmettir. Sünnetime hürmet, bana hürmettir. Şeyh Bayezid-i Bestamî, büyük bir hata işlemiş bulunduğunu anladı ve derhal çocukların oynadıkları yere giderek, onlara hediyeler vermek suretiyle gönüllerini aldı. 

Dinin aslı

 Büyük İslâm âlimi Hüseyin Hilmi bin Sâid hazretleri buyurdu ki:


"Dinin aslı 'Ben hocamdan duydum size onu bildiriyorum' şeklinde olanıdır. Onun hocası da diyor ki: 'Ben hocamdan duydum size onu bildiriyorum...'


Bunun kaynağı taa Cenab-ı Peygamber'e kadar gidiyor (aleyhissalatü vesselam) kaynak orası, su oradan çıktı. Oradan dünyaya indirildi, oradan sonra, aynı barajdan suyun gittiği gibi, o kaynaktan dağılan su bize kadar gelmiştir.


Bunu hiç bozmadan, bozdurmadan, içine hiç yabancı madde koymadan koydurmadan ancak ve yalnız Ehl-i sünnet âlimleri getirmişlerdir. Maalesef diğerleri kendilerine göre ilaveler yapmışlardır.


O bakımdan yine Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki:

'Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak 72'si cehenneme gidecek' Neden? Kur'an-ı kerime yanlış mana verdikleri için.


Kendi anladıklarını millete bildirdikleri için bunlar cehenneme gidecektir. Bir tanesi kurtulacak; o da kim? 


Resulullah efendimizin 'Bana ve Eshabıma tâbi olanlar' buyurduğu fırka...

İmâm-ı Rabbâni hazretleri rahmetullahi aleyh gibi büyük bir âlim 'Ben bir papağanım! Üstadım ne demişse, ne buyurmuşsa ben onu size söylerim' buyuruyor...

NEFS-İ EMMÂRENİN KÖTÜ VE ÇİRKİN SIFATLARI

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Nefs-i emmârenin kötü ve çirkin sıfatları yedidir:  

1) Hevâ’dır. (Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin hazzettiği şeyler.)  

2) Gazap (öfke, hiddet, kızma)  

3) Şehvettir.  

5) Bunül dür. (Cimrilik, hasislik)  

6) Ucub dur. (Kendini çok sevme, yaptıklarını beğenme, bencillik, gurur, başkalarını hor ve hakir görme)  

7) Kibirdir.  

Nefs-i emmârenin bu yedi kötü ve çirkin sıfatlarını gidermeye de aşağıda sayılan yedi şey sebeptir. Bu sayacağımız yedi şey, bütün ehli İslâm’ın gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayırlı ve faydalı iştir:  

1) Açlıktır.  

2) Susmaktır. (Yani, az konuşmaktır.)  

3) Az uyumaktır.  

4) Halk içine lüzumundan fazla karışmamaktır.  

5) Daima LÂ ÎLÂHE İLLALLAH demektir.  

6) Mürşid-i kâmile erişmek, elini tutmak ve tövbe edip, ona iradet getirmektir.  

7) Mürşid-i kâmilin iradesi altında olmak ve onun emri altında bulunmaktır. (Onun her emrine itaat etmektir.)  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Evliyâyı, evliyâlık taslayan yalancılardan ayıran fark

 Evliyâyı, evliyâlık taslayan yalancılardan ayıran farkların en açığı, bütün söz ve hareketlerinin dine uygun olmasıdır. Evliyânın yanında bulunanlarda Allah sevgisi kuvvetlenir, haramlardan soğur. Fakat bugün dünyada böyle sâlih kimseler yok gibidir. Hakîkî parayı bilmeyen kimse kalpını ele geçirince, hakikîsinden ayırması kolay olmaz. Bundan istifade eden yalancılar, sağda solda atını rahatça oynatabilmektedir. Bunları iyi tanıyabilmek için, dinimizi iyi bilmek lâzımdır. Sözü ve harketi dine uygun olmayan kimse, sâlih Müslüman bile olamaz.

(Ta’rîfât s.123, 110; Nuhbet-ül-le’âlî s. 72; Şerh-ı Mekâsid kerâmet bahsi).

İmanın gitmesine sebep olan günahlar

Dün, günahların zararlarından bahsetmiştik. Bugün de, günahın mahiyetinden, çeşitlerinden bahsedelim. Küfürden ve bid'atten başka günahlar ikiye ayrılır:


Birinci kısım, Allahü teâlâ ile kul arasında olan günahlardır. İçki içmek, namaz kılmamak oruç tutmamak gibi günahlar. Bu günahların, büyüğünden ve küçüğünden, çok sakınmalıdır. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki: “Bir zerrecik (yâni çok az) bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir”.


Günahların hepsi, Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan, büyüktür. Fakat, bazısı, bazısına göre küçük görünür. Meselâ, yabancı kadına şehvetle bakmak, zinâ yapmaktan daha küçüktür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihânın nâfile ibâdetlerinden daha sevaptır. Çünkü, nâfile ibâdet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmak ise, herkese farzdır.


İkinci kısım günahlar, kullar arasındadır ki, bunlara tevbe etmek için, o kulu hoşnut etmek, râzı etmek helalaşmak da lâzımdır.


Büyük günah işliyenin îmanı gitmez. Harama helâl derse, îmanı gider. Büyük günahlar yedidir: 1- Birşeyi Allahü teâlâya ortak yapmak. Buna şirk denir. Şirk, küfrün çeşidlerinden en kötüsüdür. 2- Bir insanı veya kendini öldürmek. 3- Sihir, yâni büyü yapmak. 4- Yetîm malı yimek. 5- Fâizcilik. 6- Muhârebede düşman karşısından kaçmak. 7- Temiz kadınları kazf etmek, yâni nâmussuz, zani demek.


Günahlar, niyetsiz veya iyi niyet ederek işlenirse, günah olmaktan çıkmaz. “Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur” hadis-i şerifi, tâatlara ve mubâhlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veya başkasının malı ile sadaka verse, yâhut haram para ile mektep, câmi yaptırsa, bunlara sevap verilmez. Bunlara sevap beklemek, câhillik olur.


Büyük günah da, tevbe edince affolur. Tevbe etmeden ölürse, Allahü teâlâ dilerse, şefaat ile veya şefaatsiz affeder. Affolunmazsa, Cehenneme girer. Tevbe kalb ile, dil ile ve günah işliyen âza ile birlikte olmalıdır. Kalb pişman olmalı. Dil, duâ etmeli, yalvarmalı. Âza da günahtan çekilmelidir.


Evliyânın meşhûrlarından Ahmed bin Âsım Antâkî hazretlerine; "En şiddetli günah nedir?" diye soruldu. Ceva­ben: "Bir mâsiyetin (günahın) mâsiyet (günah) olduğunu bilmemektir." buyurdular. "Bundan daha kötüsü nedir?" diye soruldu: "Mâsiyet, günah olan bir şeyi, tâatı, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği bir şey olarak bilmektir. Onun için dînî bilgileri lâzım olduğu kadar mutlaka bilmek lâzımdır." bu­yurdular.


Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer insan günâhını küçük gö­rürse, ona ehemmiyet vermez. O zaman o günâh büyük günâh hâlini alır. Eğer insan günâhını büyük görür, onun için istiğfâr eder, onu gizler ve tövbe ederse o günâh küçücük kalır."


Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri haramlardan ve şüphelilerden şid­detle kaçınırdı. Bu hususta buyurdular ki: "Kul bütün gücüyle günahlar­dan uzaklaştığı zaman, Allahü teâlânın yardımı, ihsânı her tarafını kap­lar. Kalbin günahlar ile kararmasının alâmeti üçtür. Birincisi günah işle­mekten korkmamak, ikincisi ibâdetlerde gevşeklik, üçüncüsü de vâz ve nasîhatların ona tesir etmemesidir."


Âlim ve evliyânın büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî hazretlerine "Îmânın gitmesine en çok sebeb olan günah nedir?" diye sordular. Cevaben buyurdular ki: "Üç günah vardır: Birincisi; îmân nîmetine kavuştuğuna şükretmemek. İkincisi; îmânın gitmesinden kork­mamak. Üçüncüsü; müminleri incitmek ve onlara eziyet etmek. Biliniz ki, Peygamber efendimiz; "Haksız yere bir müslümanı incitmek, Kâbeyi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır." buyurdular.


Hakiki müslüman hiç gönül kırmaz.


Bilir bundan büyük bir günah olmaz! Buyuruldu.

Dünyaya tapan ölüdür

 "Yaşamak için dünyaya tapmış kimseleri de ölülerden say."  


| Feridüddin Attar

Kıyamette azabı en şiddetli olanlar

 Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Kıyâmette azâbı en şiddetli olanlar, peygamberlere sevenlerdir. Sonra Eshâb-ı kirâma sövenler ve sonra Müslümanlara sövenlerdir."

Ravi: (Ahmed bin Mesrûk hazretleri) 

Allahü teâlâdan başkasına gönül vermek

 Bir kimse Allahü teâlâdan başkasına gönül verirse, O'ndan başkasında neş'e bulursa, o kimsenin bütün neş'elerinden dertler meydana gelir. Kim, Allahü teâlânın rızâsı olmayan şeylerle yakınlık kurarsa, bütün bu yakınlıklar sıkıntıya dönüşür. 

(Ahmed bin Mesrûk hazretleri)

Dünyada herkes misafirdir

 Dünyada herkes misafirdir.

Yanındaki şeyler de emanettir. Misafirin gitmekten, emanetin ise geri alınmaktan başka çaresi yoktur. Bu dünya, haramları terk eden için nimet, ibâdet eden için ganimet, ibretle bakan için selâmet yeridir.

Abdullah İbni Mesud hazretleri radıyallahü anh

Bu zamanda uşr (öşür) veren evliyadır

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bunlar Cennet ni’meti, yiyin efendim. Sabâh kahvaltısını zeytinle yapdım. Zeytin de yiyin. *Uşr*’u verilmiş. *Mübârek* insanların zeytini bu. 


Mübârek diyorum. Çünkü bu zamanda *Uşr* veren, *Evliyâ* dır. Suda yürümek gibi kerâmetdir efendim. Zâten bu gün, islâmiyete inanmak *Evliyâlık* dır. Çünkü bu zamanda inanan yok gibi. 


Tüccardan *Abdülkâdir bey* vardı. O diyor ki: Bir kış günü *Abdülhakîm* efendi hazretlerini ziyârete gitdim. Soba yanıyor, ikimiz odada yalnız oturuyoruz. Kapı vuruldu, içeriye şeyh kılıklı biri girdi. 


Oturdu, *Çay* ikrâm etdik. Çay içdi. Sonra Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine; Ben tefsîr yazdım. Eğer kabûl ederseniz, size vereyim de okuyun, dedi.


Abdülhakim Efendi hazretleri de; *Öyle miii? Vah vaah! Sen tefsîr mi yazdın? Tefsîrler yazılmııış, bu iş bitmiiiş*, buyurdu. Ve şöyle devam etti:


Tefsîr âlimleri yazmış. Senin yazdığın bu tefsîr, eğer o tefsîr âlimlerinin tefsîrine benziyorsa, ne âlâ, başımızın üstünde yeri var. 


Ama onlar varken senin tekrar yazman, *Şöhret* alâmetidir. Sen, *Meşhûr* olmak istiyorsun, kendini meşhur etmek istiyorsun, şöhrete kapılmışsın. 


Yoook eğer onların aynısını yazmıyorsan, onlardan nakletmiyorsan, kendin yapdıysan. O zaman da senin tefsîrinin yeri şu *Soba* olur. 


Büker büker sobaya atarım senin tefsîrini. Sen kim oluyorsun da, tefsîr âlimlerine uymıyan, benzemiyen tefsîr yazıyorsun, buyurdu. 


Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *Men fesserel Kur’âne bi re’yihî fekad kefere*. Yâni, bir kimse kendi kafasından tefsîr yazarsa, *Kâfir* olur. 


Yâni, tefsîr âlimlerinin tefsîrlerini bir yana koyacaksın, kendi kafandan, kendi bildiğine göre mânâ vereceksin, mâzallah *Kâfir* olur insan.


Tefsîr âlimlerininkini kenara koyma, onlarınkinin aynını yaz, o zaman da *Şöhret* olursun. Mevcud olan şeyi tekrar yazmak, şöhret olur. 


Ehl-i sünnet âlimlerinin yolu, bu değil. Kurtuluş yolu, o *Büyükler* in yoludur kardeşim. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ne buyuruyor?


*Dînî bir mevzûda, kendi kafasından zerre kadar bir şey yazan, söyliyen, ehl-i sünnet yolundan zerre kadar ayrılan kimse, Cehenneme gider!* buyuruyor.

Dört mezhebe göre guslün farzları nelerdir?

Sual: Dört mezhebe göre, guslün farzları nelerdir?

CEVAP
Hanefî’de:
1- Ağzın içini yıkamak,
2- Burnun içini yıkamak,
3- Bedenin her yerini yıkamak. [Göbek içini, bıyık, kaş ve sakalı ve altlarındaki derileri ve baştaki saçları yıkamak farzdır. Gözleri ve kapalı küpe deliğini yıkamak gerekmez.]

Mâlikî’de:
1- Niyet,
2- Bedenin her yerini yıkamak,
3- Delk,
4- Muvalat,
5- Saçları hilâllemek.

Şâfiî’de:
1- Niyet,
2- Bedenin her yerini yıkamak. [Bazı kitaplarda, Şafii’de guslün farzı üçtür deniyor. Bedendeki necaseti temizlemeyi de ekliyorlar. Beden yıkanınca, necaset de temizlenmiş olacağı için, guslün farzına iki denmesinin mahzuru olmaz.]

Hanbelî’de: Guslün farzı birdir, bu da bütün vücudu yıkamaktır. Bu, guslün rüknüdür. Yani guslün içindeki farzdır. Gusle başlarken, niyet etmek ve Besmele çekmek de farzdır. Ağzın ve burnun içi, bedenin dışı sayıldığı için, buraları da yıkamak farzdır. Bunlar da ilave edince, guslün farzı 5 oluyor:

1- Niyet etmek,
2- Besmele çekmek,
3- Bedenin her yerini yıkamak,
4- Ağzın içini yıkamak,
5- Burnun içini yıkamak.

Gusülde gargara

Sual: Gusülde, gargara şart mıdır? Buruna çok su çekip, yanma hissedilmesi gerekir mi?

CEVAP
Hayır, öyle bir şart yoktur. Gargara yapmak abdestte de, gusülde de farz değil, sünnettir. Oruçluyken gargara yapmak ise mekruhtur. (Seadet-i Ebediyye)

Sual: Gusül abdestinde farz olarak yapılması gerekenler nelerdir?

Cevap: Hanefi mezhebinde gusülde mutlak yapılması gereken farz üçtür:

1- Ağzın hepsini iyice yıkamak. Ağız dolusu su içmekle de olur ise de, yutmak mekruhtur diyen âlimler de olmuştur.

2- Burnu yıkamak. Burundaki kuru kir altını ve ağızdaki, çiğnenmiş ekmek altını yıkamazsa gusül sahih olmaz. Hanbeli mezhebinde, mazmaza ve istinşak, abdest alırken de, gusülde de farzdır.

3- Bedenin her yerini yıkamaktır. Bedenin, ıslatılmasında haraç olmayan yerlerini yıkamak farzdır. Yıkanan yerleri ovalamak lazım değil ise de, müstehabtır. İmam-ı Malik ile imam-ı Ebu Yusuf hazretleri lazımdır buyurdu.

Kul, Rabbi ile alışverişte olamaz

 Kul, Rabbi ile alışverişte olamaz!

 Evliyânın büyüklerinden Nesevî hazretleri buyurdu ki: “Allahü teâlâya sevap umarak veya azâbından korkarak hizmet eden, tamahını ve hasisliğini ortaya koyar. Kulun efendisine bir bedel (menfaat) karşılığı hizmet etmesi ne kötü şeydir.”


Abdülhakimi Arvasi hazretleri buyurdu ki: Kul, Rabbi ile alışverişte olamaz. Ben şu kadar namaz kıldım sen de bunun karşılığı olarak şu kadar sevap vereceksin diyemez. Kul sadece emredileni yapar. Kulluk budur.


Evliyânın büyüklerinden Semnûn Muhib buyurdu ki: "Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşı­sında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir."


Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil  buyurdular ki: "Nefsi için bir hizmetçi istemediği müddetçe kul, kuldur. Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düşmüş ve kulluğun edeblerini terkedip sınırlarını aşmış olur. Çünkü başkasının kendisine hizmet etmesini isteyecek kadar nefsini büyük görmüştür."


"Eğer bir kul ömrü boyunca bir an riyâ ve nifaksız kalırsa, o bir ânın bereketini ömrünün sonuna kadar duyar."


Evliyânın büyüklerinden Abdullah bin Muhammed Mürteiş buyurdu ki: Kul, Allahü teâlânın sevgisini, Allahü teâlânın sevmediklerine düşman olmakla kazanır. Allahü teâlânın sevmedikleri ise, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin hepsidir."


"Kul ne ile muhabbete nâil olur?" diye sorulunca; "Habbu fillah, buğdu fillah ile yani Allahü teâlânın ev­liyâsına dost olmak, düşmanlarına da düşman olmakla" buyurdular.


Alâeddîn Âbizî hazretleri, kulluk hakkında buyurdular ki: "İnsanoğluna verilen mükellefi­yet ve mes'ûliyet, mahlûklardan hiçbirine verilmemiştir. İnsanın, bâzı ibâdet ve tâatları yapmasıyla iş bitmez. Bunlarla berâber, kulluğa sımsıkı sarılmak, söz söylemekte, yemek yemekte, hattâ etrâfına bakınmakta fevkalâde dikkati gerektirir. Çünkü, her söz ve hareketinden mes'ûldür, hepsinden Allahü teâlâya hesap verecektir."

Kadınların erkeklerin bulunduğu câmilere gelmeleri günâhdır

 ***Kadınların erkeklerin bulunduğu câmilere gelmeleri günâhdır.Kızların, genç ve yaşlı kadınların beş vakit namaz, teravih ile Cuma ve Bayram namazları için ve vaaz dinlemek için camiye gitmeleri caiz değildir. Eskiden, yalnız çok yaşlı kadınların, akşam ve yatsı namazına gitmesine izin verilmişse de, şimdi bunların da gitmesi caiz değildir. 

(İbni Âbidîn c.1, s.380) (Redd-ül-muhtar)

İmam-ı Rabbani hazretleri kimdir?

 Sual: Sürekli kaynak verdiğiniz imam-ı Rabbani hazretleri kimdir?

Cevap: Alimlerinin gözbebeğidir. Tesavvuf bilgilerinin mütehassısı idi. Âlimlerin önderi, Velîlerin baş tâcı idi.12 tarikatın şeyhidir.İslam dininde onun ayarında kimse gelmemiştir.Hicri ikinci bin yılın müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı Müceddid-i elf-i sani, ahkam-ı İslamiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, Sıla ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için, Faruki nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, Serhendi denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, imam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi'dir. Bir hadis-i şerifte; "Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefaati ile çok kimseler Cennete girer" buyurularak onun geleceği haber verilmiştir. Bu hadis-i şerif, imam-ı Süyuti'nin Cem'ül-Cevami kitabında vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda; "Beni iki derya arasında "Sıla" yapan Allahü teâlâya hamd olsun" diye dua etmiştir. Eshabı, talebeleri ve sevenleri arasında "Sıla" ismiyle meşhur olmuştur. Hadis-i şerifte müjdelenen "Sıla" ismini ondan evvel hiç kimse almamıştır.Zamanının âlimleri, imam-ı Rabbani hazretlerine Sıla ismi ile hitap ettiler.Peygamber efendimizden sonra peygamber gelmeyeceğine göre, kendisinden bin sene sonra, İslam dinini her bakımdan ihya edecek, dine sokulan bid’atleri temizleyip, asr-ı seadetteki temiz haline getirecek, zahiri ve batıni ilimlerde tam vâris, âlim ve arif bir zatın olması lazımdı. Hadis-i şerifler bunu bildirmektedir. Bu mühim hizmeti imam-ı Rabbani hazretleri yapmıştır.Bütün İslam âlimleri, bu zatın imam-ı Rabbani hazretleri olduğunda ittifak etmişlerdir. Peygamberimizden tam bin sene sonra ilim ve irşad kürsüsüne mutlak olarak oturup, cihanı Resulullahın nurları ile aydınlattı. Bid’atleri temizleyip İslam dinini ihya etti.İmam-ı Rabbani hazretleri, Müceddid-i elf-i sanidir. Yani hicri ikinci binin müceddididir. Kısacası biz, İmam-ı Rabbani “kuddise sirruh” hazretlerini anlatmaktan aciziz.

İbni Âbidîn hazretleri kimdir?

 Sual: Sürekli kaynak verdiğiniz İbni Âbidîn hazretleri kimdir?

Cevap: Seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretleri,Hanefî mezhebindeki fıkh kitâblarının en kıymetlisi olan (Redd-ül-muhtâr) kitabının yazarıdır.Hanefîde en sağlam,en faydalı fıkh kitâbıdır.Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî “kuddise sirruh” hazretlerinin sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi. O vilâyet güneşinin Şâmda cenâze nemâzını bu kıldırdı.Seyyid İbni Âbidin hazretleri Osmanlıların en meşhur fıkıh âlimlerindendir.

Müdârâ yapmak

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerini bir sâat görebilmek için, her hafta sonu *Ankara* dan gelirdim. Bir defâsında yine bir *Kış günü*, Ankara dan gelirken asker sevkiyâtı vardı. 


Trende yer bulamadım. Yine iki vagonun arasında, demirlerin üzerinde *Ayakta* geldim. Hattâ parmaklarım *Donup* körüğe yapışmışdı. *Buzdan* kurtaramadım. 


İnsan, sevdiğinin her *Şeyini* sever. Sevdiği için, her *Şeyine* katlanır


Peygamber Efendimiz, bâzı sahâbîlerle bir evde otururken, birden sıkıntı basmış ve; *Sıkılıyorum yâ Ömer* buyurmuş. 


Hazret-i Ömer hemen; *Emret yâ Resûlallah. Ne isterseniz yapalım!* demiş. 


Efendimiz; *Şimdi bir Allah düşmanı gelecek, onu görmek, onunla konuşmak beni sıkıyor. O gelecek diye sıkılıyorum* buyurmuş. 


Biraz sonra kapı çalınıyor, bir kabîle reîsi geliyor. Peygamber Efendimiz ayağa kalkıyor, onu *Güzelce* karşılıyor, yanında *Yer* açıyor, oturtuyor, *Tatlı tatlı* konuşuyor. 


Biraz sonra, o adam kalkıp gidiyor. Peygamber Efendimiz, onu *Güler yüzle* selâmetliyor. Hazret-i Ömer soruyor: *Yâ Resûlallah, Allahın düşmanı dediğiniz, bu kişi miydi?* 


Efendimiz buyuruyor ki: *Evet, o idi*. Hazret-i Ömer merak ediyor tabii. Ve soruyor hemen:


Yâ Resûlallah, siz ona dost muâmelesi yapdınız, yer verdiniz, tatlı tatlı, neş’eli konuşdunuz ve güler yüzle selâmetlediniz, biz bunun hikmetine anlıyamadık, diyor. 


Peygamber Efendimiz şöyle îzâh ediyorlar: Bu, bir *Kabîle* reîsidir. Eğer ben onunla iyi geçinirsem, *Dost* muâmelesi yaparsam, o da bana dost muâmelesi yapar.


Müslümânlara da *Dost* muâmelesi yapar. Eğer ben ona sert söyleseydim, yer vermeseydim, kapının dibine oturtsaydım, o zaman bana *Düşman* olurdu. Bana bir şey yapamazdı. 


Ama Müslümân lardan *İntikam* alırdı. Kabîle reîsi çünkü, zengin, îtibârlı biri. Müslümânlara *Eziyet* ederdi. Müslümânlara eziyyet etmesin diye onun kalbini okşadım, buyuruyor. 


Buna, *Müdârâ* denir kardeşim. Kâfirlerle müdârâ yapacağız, çok mühim bu. *Gülerek* ve *Tatlı dille* görüşeceğiz.

Allahın düşmanları sevilmez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her müslümâna, Sırat köprüsünde, yedi yerde, yedi suâl sorulacak. *Îmân* dan, *Namaz* dan, *Oruç* dan, *Hac* dan, *Zekât* dan, *Gusül abdesti* nden ve *Kul hakkı* ndan. 


*Kul hakkı* o kadar mühim ki, bir *Dank* kul hakkı için, âhiretde yetmiş yıllık, cemâatle kılınmış, kabûl olmuş namâzın *Sevâbı*, karşı tarafa verilecek. 


Yetmezse, onun *Günâhları* buna yükletilip Cehenneme atılacakdır. Bunu bilen bir müslümân, *Münâkaşa* edemez, *Kavga* edemez, *Kalb* kıramaz. 


Çünkü korkar kul hakkından. Hattâ bir mü'minin kalbini kırmak, *Kâbe* yi, yetmiş defâ *Yıkmak* dan daha büyük günâhdır. 


*Hubbu fillah* ve *Buğdü fillah* yâni Allah için seveceksin, Allah için düşmanlık edeceksin. Kimdir o Allah için düşmanlık edeceğimiz kimseler? *Allah* ın düşmanları. Şimdi zamânımızda çok var. 


Ne demek islâmiyet? Allahü teâlânın *Emrleri* ve *Yasakları*. Allahü teâlânın emretdiği şeyleri yapacağız. Yasak etdiği şeylerden de kaçınacağız. 


İşte budur hubbu fillah, buğd-ü fillah. *Îmân* ın alâmeti budur. Zamânımızda Allahın düşmanları çok var. İslâmiyetle *Alay* ediyorlar. Allahın düşmanları sevilmez efendim. 


Namaz kılmak *Farz* dır. Namaza mâni olanler, Allahın düşmanıdır. Oruç tutmak *Farz* dır. Oruca mâni olan da Allahın düşmanıdır. 


Bunlar sevilmez. Sevmek ve sevmemek *Kalb* ile olur. Muhabbetin yeri *Kalb* dir. 


Kitaplarda; *Evliyâlar, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmışlardır* diye yazıyor. Yâni dünyâda, Allahü teâlânın sıfatları ile hareket ederler. 


Onlar da, bu dünyâda dost ile düşmanı ayırmazlar. *Evliyâlar* da, dostlara yapdıkları iyi muâmeleyi, düşmanlara da yaparlar. 


*Ve men yüridillâhe bihî hayren yüfekkıh hü*. Ne demek bu? *Ve men*; bir kimse ki, *Yüridillâhe*; Allahü teâlâ irâde ediyorsa, diliyorsa. 


*Bihî*; o kimse için. *Hayren*; Hayr murâd ediyorsa, yâni Allahü teâlâ, bir kulunu seviyorsa. *Yüfekkıh hü*; onu fıkh âlimi yapar.